Bugün 10 Aralık 2024. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi yetmiş altı yaşına giriyor. Otuz maddeden oluşan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi 10 Aralık 1948 günü Fransa’nın başkenti Paris’te toplanan Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nda kabul ve ilan edilmişti. Türkiye Cumhuriyeti de bu bildirgeyi 27 Mayıs 1949 tarihli Resmî Gazete’de yayınlayarak yürürlüğe koymuştur.

Bildirinin oluşması ve imzalanmasında İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra devletlerin, bireylere tanınan hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması üzerinde birleşmeleri etkili olmuştur. Bildirinin imzalandığı 10 Aralık tarihi, Dünya İnsan Hakları Günü olarak kutlanıyor.

Bu bildiride yalnızca demokratik anayasalarda tanınan temel medeni ve siyasî haklar değil, ekonomik, toplumsal, kültürel haklar da genel tanımlarla belirli hale gelmiştir. Dünyanın farklı ülkelerinde yaşayan insanların en doğal haklardan yaralanamadığı günümüzde 10 Aralık tarihi ayrı bir anlam taşımaktadır. Okurlarım ve tüm yurttaşların İnsan Hakları Gününü kutluyorum.

***

İster ilginç bir rastlantı isterse kara mizah deyin bugün yani 10 Aralık 2024 günü Asgari Ücret Komisyonu toplanıyor! Türk-iş, işveren ve hükümet temsilcilerinin katılacağı toplantı maratonu ay boyunca sürecek; sonunda ve her durumda asgari ücret rakamı ortaya çıkacak. Yazılı ve görsel basın konuyu haber, tahmin ve yorumlarla ele alacak. İktidar ve muhalefet partileri kendi belirledikleri ücreti kamuya açıklayacaklar.

Bundan önceki yazılarımda da ısrarla vurgulamaya çalıştım. Kanımca bunların hepsi boştur ve kandırmacadan ibarettir! İnsanlarımızın yani asgari ücretlilerin, emeklilerin, üreticilerin, tüketicilerin, memurların, işçilerin, öğrencilerin durumu içler acısıdır! Nüfusumuzun büyük çoğunluğu yoksulluk ve açlık sınırı kapsamındadır. Orta sınıf tasfiye edilmiş mavi/beyaz yakalı ayrımı gerilerde kalmıştır. Kısaca mutlu azınlık dışındaki yurttaşlarımızın durumu bu tür komisyonlarla, istatistik rakamlarıyla, enflasyon oranlarıyla düzelmeyecek, düzelemeyecek ölçüde kötüleşmiştir. Sorun Asgari Ücret Komisyonu’nun çözemeyeceği kadar dramatiktir. Dürüstçe adını koyalım: Sorun İnsan Hakları sorunudur! Nasıl mı? Bildirgenin 23. Maddesine bakalım:

1-Herkesin çalışma, işini özgürce seçme, adil ve elverişli koşullarda çalışma ve işsizliğe karşı korunma hakkı vardır.

2-Herkesin, herhangi bir ayrım gözetmeksizin eşit işe eşit ücret hakkı vardır.

3-Çalışan herkesin kendisi ve ailesi için insan onuruna yaraşır bir yaşam sağlayacak düzeyde, adil ve elverişli ücretlendirme hakkı vardır. Bu gerekirse, başka korunma yollarıyla desteklenmelidir.

Madde 25:

1 - herkesin, kendisinin ve ailesinin sağlığı ve iyi yaşaması için yeterli olanaklara erişme hakkı vardır. Bu hak, beslenme, giyim, konut, tıbbi bakım ile gerekli toplumsal hizmetler ve işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, yaşlılık ya da kendi denetiminin dışındaki koşullardan kaynaklanan geçimini sağlayamama durumlarında güvenlik hakkını da kapsar.

2- Anne ve çocukların özel bakım ve yardım hakları vardır. Tüm çocuklar, evlilik içi ya da dışı doğmuş olmalarına bakılmaksızın aynı toplumsal korumadan yararlanırlar.

Madde 26/1;

Herkes eğitim hakkına sahiptir. Eğitim en azından ilk ve temel öğrenim aşamalarında parasızdır. İlköğretim zorunludur. Teknik ve mesleki eğitim herkese açıktır. Yüksek öğrenim yeteneğe göre herkese eşit sağlanır.

***

Ülkemizdeki durum yukarıdaki maddeleri karşılayacak ölçüde mi acaba? Türk-İş’in açıklamasına göre 2024 Haziran ayında açlık ve yoksulluk durumu şöyle:

Ankara’da yaşayan dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için aylık gıda harcama tutarı yani AÇLIK SINIRI 18.978.77 Türk lirasıdır.

Gıda harcamaları ile giyim, konut (elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri gereksinimler için yapılması zorunlu diğer aylık harcamaların tutarı yani YOKSULLUK SINIRI 61.820.10 Türk lirasıdır. Bekâr bir çalışanın yaşama maliyeti de 24.614.20 Türk lirasına yükselmiştir.

Durum bu kadar açıkken komisyonlardan derde deva rakamlar beklemek boş hayalden ibarettir. Bu iktidar sınıfsal tercihini işin başından beri yani yirmi iki yıldır yapıyor. Bu o kadar açık ki, Kamu/Özel iş birliği adı verilen modern kapitülasyon sözleşmelerindeki araç, yolcu, hasta taahhütleri bir türlü gerçekleşmiyor. Yurttaşlarımız her yıl geçmedikleri tünel ve köprülerin, uçmadıkları uçağın, yatmadıkları hastanenin ücretini ödüyor. Üstelik bu sözleşmeler altındaki imzalar bir türlü açıklanmıyor. Yirmi iki yıl içinde dünya ölçeğinde iki büyük felâket yaşadık. Biri büyük Kovit 19 salgını diğeri de güneydoğu illerimizi yerle bir eden büyük depremdi. İktidar isteseydi bu ayrıcalıklı yüklenicilere ödemesini “Mücbir sebep” gerekçesiyle erteleyebilirdi. Akıllarına bile gelmedi. Daha doğrusu bu yola başvurmak işlerine gelmedi!

Tercihini mutlu azınlıktan yana kullanan bu iktidara karşı verilecek mücadele sadece siyasal değil aynı zamanda bir “İnsan Hakları” mücadelesidir! Öyle olmalıdır!