Kadın girişimci sayısının her geçen gün arttığı İzmir’de, pazarlama ve reklam hizmetlerine yönelik kurduğu şirket ile girişimcilere örnek olan Gözde Mert, idealist olmanın risklerini ‘Marka Terapi’ ile avantaja çevirdi. Üniversite yıllarında gazetecilik eğitimi almasına karşın, kariyerini uzun yıllar ESBAŞ ve Karcher Türkiye’nin pazarlama departmanında çalışarak sürdüren Mert, bir arkadaşından aldığı telefonla değişen hayatını siz EGEDESONSÖZ okuyucularıyla paylaştı.

Kutay GÜROCAK/EGEDESONSÖZ - Türkiye ekonomisindeki Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletme (KOBİ) sayısı her geçen gün artarken; kadın girişimcilerin kurduğu firmalar birçok sektörde faaliyet gösteriyor. Gazetecilik eğitimi almasına ve uzun yıllar pazarlama alanında çalışmasına karşın Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeleri Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı (KOSGEB)'nın verdiği 'Girişimcilik' eğitimlerine katılarak kendi firması Marka Terapi'yi kuran Gözde Mert, bir telefonla değişen hayatını sizler için paylaştı. Eşinden aldığı destek ve çok az bir birikimle geçen yıl kurduğu firmasıyla kariyerinde yeni bir sayfa açan Mert, idealist olmanın risklerini nasıl avantaja çevirdiğini anlattı.
Geçen yıl kurduğunuz 'Marka Terapi' firması ile pazarlama ve reklam sektöründe hizmet vermeye başladınız. Fakat akademik kariyerinize gazetecilik gibi bu alanın çok dışında bir eğitim alarak başlamışsınız. Bu süreçten biraz bahsedebilir misiniz?
Ben, önce Bornova Anadolu Lisesi (BAL) hemen ardından da Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü'nü bitirdim. Üniversiteye devam ettiğim yıllarda, gazetecilik yapmaya başladım. Yeni Asır, Haber Ekspres ve Ekonomik Çözüm gibi gazetelerde muhabir olarak çalıştım. Zaten o tarihlerde okuldan çok muhabirlik yaparak zamanımı geçiriyordum. Yaklaşık 3 yıl bu şekilde çalıştıktan sonra kendime yeni bir kariyer hedefi çizerek meslekten ayrıldım.


Bundan sonra pazarlama sektörüne adım attınız ve Ege Serbest Bölgesi A.Ş. (ESBAŞ)'ta çalışmaya başladınız. Gazetecilikten sonra nasıl bir iş hayatınız oldu?
Mesleği bıraktıktan sonra ESBAŞ'ın pazarlama departmanında çalışmaya başladım. Bu dönemde kendi adıma önemli kazanımlar sağladım. Çünkü ESBAŞ'ın kurucusu Kaya Tuncer gibi idealist ve çok değerli bir isimle çalışma imkanı yakaladım. Aslında kendi işimi kurarken örnek aldığım kişi de Kaya Bey'di. Çünkü benim oradaki görevim, yatırımcıları bölgeye çekmek; bölgeye istihdam ve teknoloji getirecek çalışmalar yapmaktı. Bu noktada hem pazarlama hem de KOBİ'lerle çalışma anlamına çok şey öğrendim. Sonuçta burada geçirdiğim 5,5 yıl içinde 30'dan fazla organizasyon yapıp 5 bin kişiyi ağırlayan ekibin içinde yer aldım.
Peki, sonrasında ne oldu? ESBAŞ'daki görevinizden sonra ne yaptınız?
Buradan ayrıldıktan sonra dünyanın önde gelen temizlik ve basınlı yıkama makinaları üreticisi Alman Karcher Türkiye'de çalışmaya başladım. Yaklaşık 3 yıl boyunca buranın pazarlama departmanını yönettim. O yıllarda zamanımın önemli bir kısmı Almanya'ya gidip gelmekle geçti. Fakat Karcher'in İstanbul'a taşınması benim kariyerimde de yeni bir plan yapmamı gerektirdi. Çünkü, o tarihte hamileydim ve çocuğum ile İstanbul gibi bir anlamda 'karışıklığın' olduğu bir kente taşınmam oldukça zordu.
Bir anlamda 'mecburi' bir değişiklik oldu. Çoğu kadının 'Kariyerim buraya kadarmış' dediği bir dönemde siz farklı bir proje ile yola çıktınız. Nasıl oldu bu?
Evet, aslında Karcher ile dünyanın birçok ülkesine gitme imkanım vardı. Fakat haftanın üç günü İstanbul gibi son derece hareketli bir kente gidip gelmeye çalışmak, çocuğu olan bir anne için oldukça zordu. Ya oraya taşınacaktım ya da kendime yeni bir kariyer planı yapacaktım. Ben şöyle düşünüyorum: benim kariyerimin dönüm noktalarından birisi, oğlumun doğuşudur. Birçok kadının kariyerini bıraktığı bir anda ben iyi şeylerin olacağını hissettim. Böylece kendi işimi kurma fikrini kafamda oluşmaya başladı. Bebeğinizin olması size bazı kararları aldırmayı zorunlu kılıyor. Bu, benim hayatımın dönüm noktasıydı.
Peki, ondan sonra nasıl bir plan yaptınız? Nereden başlamanız gerekiyordu?
Biraz önce dediğim gibi 'iyi şeyler' olmaya başladığı anda iş hayatınız da buna uygun olarak akıp gitmeye başlıyor. Kendi işimi kurmak fikri ise aldığım bir telefonla hız kazanmaya başladı. Bir arkadaşım beni arayarak, açılacak bir tekstil mağazası için konumlandırma çalışmasını benim yapmamı istedi. Bana, 'Yardımcı olur musun?' diye sordu. Ben de 'Neden olmasın' dedim. İşte böylelikle her şey bir anda gelişmeye başladı. Bu teklifi uzun vadeli bir işe nasıl dönüştüreceğimi düşündüğüm o akşam, 'Marka Terapi' adıyla bir firma kurmaya karar verdim. Firma adı için çıkış noktam ise son derece kolay ve sade oldu: marka ve iyileştirme kavramlarını bir araya getirdim. Çarklar benim için bir kere dönmeye başlamıştı, her şeyin olumlu yönde değiştiğini fark etmem geç olmadı.
Bu kadar ani bir karar aldıktan sonra kendi işletmeniz için gerekli olan finans kaynağınız nereden buldunuz? Sonuçta bir firma kurmak için bir miktar birikiminizin olmasını gerektiriyor.
Doğru. Aslında bu işi düşündüğüm dönemde hiç param yoktu. Çünkü eşimle birlikte yeni bir ev satın almış; bütün paramızı buraya yatırmıştık. Fakat bir kenarda oğlumun doğumu için takılan birkaç altınımız bulunuyordu. Bunları harcamamıştık. O da topu topu 7 bin 500 TL ediyordu. Çok azdı ama küçük bir ofis tutmak için yeterliydi. Öyle de oldu. Önce ofisi kiraladım. Bu sırada işin finansman kısmını destekleyebilmek için KOSGEB'in 'Girişimcilik' eğitimlerine gitmeye karar verdim. Çiğli'deki Halk Eğitim Merkezi'ndeki kurslara katıldım. Eğitimi kısa sürede tamamladım. Bu sırada şirket kuruluşuyla ilgili detaylı bir çalışma ve plan hazırladım. Firmamı 5 Aralık 2011'de kurdum. Bu yıl Ocak ayında ise projemi teslim ettim. Bu süreçte bahsettiğim o birikimi de kullanarak ayakta kaldım. Zaten 6 ay sonra KOSGEB bana yaptığım harcamaların parasını verdi. Planlı ilerlediğim için hiçbir noktada takılmadım. Böylece kendi 'Marka Terapi' firmasını hayata geçirmiş oldum
Yaptığınız plan doğrultusunda öncelikli hedef kitleniz kimlerdi? Nasıl bir strateji yürüttünüz?
Bu şirketi kurarken kendime KOBİ'leri hedef seçtim. Karcher'de çalışırken zaten ürünleri KOBİ'lere satıyorduk. Dolayısıyla orada ciddi bir deneyim edindim. Burada bir parantez açarak şunu belirtmek istiyorum: para kazanmak ikinci önceliğim oldu. Çünkü, idealist bir yaklaşım girişimci olmak. Daha önce bana böyle bir şey deselerdi inanmazdım. Her şey bir anda oluştu. Ben zoru seçtim. Sonuçta, çok para kazanamıyorsunuz. Buna karşın sürekli cepten yiyorsunuz. Böyle bir yönüm olmasaydı, bir yere girer sabah 9 akşam 6 çalışırdım. Belki daha iyi bir hayatımda olabilirdi. Fakat ben pazarlamayı çok seviyorum. Bir anlamda işime aşığım. Bu çalışma isteğim firmalarla ilişkime de yansıyor. Çünkü onların pazarlama altyapılarının kurulmasını yardımcı oluyorum. Bir noktada danışmanlık hizmeti veriyorum. Web sitesi de yapıyorum katolog da ama benim önceliğim hizmet verdiğim KOBİ'nin bir elemanı gibi hareket etmek. Onlar gibi hissedip, profesyonel çözümler üretmek. Yoksa idealist olmazsanız, katalog yapmayla bu işi yürütemezsiniz.
Sanıyorum pazarlama sektörünün en büyük dezavantajı, kavram karmaşası ve bilgi eksikliğinden ileri geliyor. Bunu kendi işinizi kurarken hissettiniz mi?
Şunu öncelikle belirtmek isterim ki; pazarlama, satış değildir. Bu yanlış anlaşılıyor maalesef. Bunu örnekle açıklayacak olursak: Üretimde siparişin yetişmemesi pazarlamayı etkiler. Çünkü geç gelen sipariş mutsuz müşteri demektir. Pazarlama da mutsuz müşteriyi sevmez. Ben bu ajansı reklam değil pazarlama ajansı olarak kurdum. Çünkü reklam ajansında altyapı düşünülmez. Onlar web sitesini yapıp parlak kataloglarla işi bitirirler. Fakat benim yaptığım iş sadece bu değil. Bir defa ben yaptığım işte sorumluluk hissederim. Yani, önce karış tarafa ihtiyaç duydukları altyapıyı oluşturmaları için yardımcı olurum. Ondan sonra diğerleri gelir. Siz ihracat yapan bir firmaysanız faka yabancı dil bilen bir sekreteriniz yoksa o işi sürdüremezsiniz. Ben bunu muhatabıma anlatırım. Ondan sonra diğerleri gelir.
Bu söylediklerinizden anladığımız işin bir de altyapı gerektirdiği. Siz aynı zamanda işletme master'ına sahip bir girişimcisiniz. Bu niteliğinizin çalışmalarınıza etkisi nedir?
İzmir Ekonomi Üniversitesi(İEÜ)'nde işletme master'ı yaptım. Akademik çalışmalarınız iş deneyiminiz kadar önemli. Çünkü ortaya nitelikli bir proje çıkartıyorsunuz. Mesela KOSGEB planımı hazırlarken, bu birimimden yararlandım. Mesela ben pazarlama sürecinde sosyal medyanın günümüzde etkin bir şekilde kullanılması gerektiğini düşünüyorum. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde yapacağım doktora çalışmamı da bu eksen üzerine şekillendireceğim.
Deneyimleriniz ve akademik okumalarınız neticesinde, Türkiye'deki KOBİ'lerin en temel sorunlarının ne olduğunu düşünüyorsunuz?
Ülkemizdeki KOBİ'lerin en temel sıkıntısı ürünlerini pazarlayamamaları. Firmaların ürünleri iyi ama pazarlama algıları çok zayıf. Sosyal medya ya da dijital reklamlara hakim değiller. Müşteri ihtiyaçlarını, bütün organizasyonlarına yansıtamıyorlar. Mesela bir müşterimde sadece satış var ama pazarlama yok. Müşterilerine teklif veriyorlar ama bu teklifleri bir yerde kayıt altına almıyorlar. Yani bir anlamda kurumsal hafızaları yok. Aynı hataları üst üste yapabiliyorlar. Bu kısa vadede çözülse bile uzun solukta ilişkileri zedeliyor. Bu noktada ben yardımcı oluyorum. Ne yapmaları gerektiğini anlatıyor, onlara yol gösteriyorum. Başka bir firmam, verdiğim danışmanlık hizmetinden memnun kaldığını belirterek satışlarını çok artırdıklarını belirterek teşekkür ediyor. Bu da işin motive eden güzel taraflarından birisi.


İyi bir girişimci olmak için nasıl bir özelliği sahip olmak gerekiyor? Bunun sihirli bir formülü var mı?
İyi bir girişimci olmak için öncelikle 'karar' vermeniz gerekiyor. Evet, insanın doğasında karamsarlık her zaman oluyor. 'Bu işi nasıl yaparım' diyerek her an düşünüyor; kimi durumlar karşısında panikliyorsunuz. Bunlar doğal şeyler. Ben yapacağım işe her zaman yürekten inandım. Para kazandığım da oldu kazanamadığım da… Fakat en kötü ihtimal 'başka bir işe girer, çalışan olarak hayatımı sürdürürüm' diyorsunuz. Kendi özelimde zaten bir noktadan sonra tek korkunuz kendi çocuğunuz oluyor. O ve siz sağlıklı olduğunuz sürece her şeyin yoluna gireceğini düşünüyorsunuz. Geçtiğimiz günlerde İEÜ'ye Tanrıların Okulu kitabının yazarı Stefano D'anna'nın bir toplantısına gittim. Toplantı sonrası kendisi ile kısa bir görüşmem oldu. Bay D'anna bana 'Sen güneş ol, uydular etrafında toplanır' diyerek son derece güzel bir söz söyledi. Bu da benim, girişimcilik anlamında ilham aldığım bir cümle oldu.
Son olarak bunca koşuşturmanın içinde boş zamanlarınızı nasıl geçiriyorsunuz? Kendinizden biraz bahseder misiniz?
Evcil ve inatçı bir kişiliğim var. Hatta öyle evcilim ki, ofisimin ev gibi olmasını istiyorum. Bir de oğlumla vakit geçirmek benim için en büyük mutluluk. Ben 2008 yılından bu yana Yoga yapıyorum ve zihnimi boşalttığım anda bile oğlumu düşünüyorum. Çünkü eşim ve ailem benim vazgeçilmezlerim. Bu işi kurarken eşimin çok desteğini gördüm. Bana her zaman moral verdi. Nasıl ki 'her başarılı erkeğin arkasında bir kadın varsa; her başarılı kadının da arkasında bir erkeğin' olduğuna inanıyorum. Şimdilerde, oğlumu bisiklet koltuğuna oturtarak, kent ormanı gibi güzel yerlerde dolaşıyorum. Önümüzdeki dönemde fırsatım olursa şehir dışına da bisikletle gitmek istiyorum. Sonuçta bu, sevdiklerinizle zaman geçirmek için çok güzel bir fırsat sağlıyor.