Son yıllarda hızla gelişen butik şarapçılık sektöründe, ‘Urla Şarapçılık’ markası ile kendine yer edinen M. Can Ortabaş, Anadolu’nun binlerce yıllık şarap kültürünü kurduğu tesis ile dünyaya taşıdı. İngiltere ve Japonya’ya yaptığı şarap ihracatıyla adından söz ettiren Ortabaş, son olarak ‘butik otel’ anlayışını bağlarına taşımak için de kolları sıvadı. Urla’daki tesislerine, Türkiye’nin en küçük iki odalı butik otelini kurduklarını belirten Ortabaş, önümüzdeki dönemde 14-15 odalı bir oteli, faaliyete geçirmek istediklerini kaydetti.
Kutay GÜROCAK/EGEDESONSÖZ - İzmir'in Urla ilçesinde, kendisine ait 2 bin dönümlük arazi içinde bulunan tesislerinde 'Urla Şarapçılık' markası ile butik şarapçılık alanında çalışmalarını yürüten M. Can Ortabaş, Anadolu'nun binlerce yıllık şarap kültürünü kurduğu tesis ile dünyaya taşıdı.
Cennet vadisi içinde bir hayali gerçeğe dönüştüren ve butik bir şarap markası yaratan Ortabaş, önümüzdeki yıllarda bu hayalini bir adım öteye taşımak için harekete geçti. Urla'daki tesislerinde Türkiye'nin en küçük iki odalı butik otelini kurduklarını ifade eden Ortabaş, 2-3 yıl içinde Agro-Turizm alanında 14-15 odalık butik bir otel kurmak istediklerini söyledi. Ortabaş butik şarapçılıktan dış mekan bitki yetiştiriciliğine; butik otelden İzmir'in geleceğine kadar birçok konuyla ilgili duygu ve düşüncesini EGEDESONSÖZ okuyucularıyla paylaştı.
Cennet vadisi içinde bir hayali gerçeğe dönüştüren ve butik bir şarap markası yaratan Ortabaş, önümüzdeki yıllarda bu hayalini bir adım öteye taşımak için harekete geçti. Urla'daki tesislerinde Türkiye'nin en küçük iki odalı butik otelini kurduklarını ifade eden Ortabaş, 2-3 yıl içinde Agro-Turizm alanında 14-15 odalık butik bir otel kurmak istediklerini söyledi. Ortabaş butik şarapçılıktan dış mekan bitki yetiştiriciliğine; butik otelden İzmir'in geleceğine kadar birçok konuyla ilgili duygu ve düşüncesini EGEDESONSÖZ okuyucularıyla paylaştı.
Görüşmemize dilerseniz, butik şarap konusunda iddialı bir marka haline getirdiğiniz 'Urla Şarapçılık' ile başlayalım. Urla'da oldukça geniş bir arazi üzerinde, yakın arkadaşlarınızla birlikte bu tesisi inşa ettiniz. Nereden geldi bu fikir, biraz bahsedebilir misiniz?
Şaraba çok meraklı bir insandım fakat üretici olmayı hiç düşünmemiştim. Urla'daki araziyi alıp bölgeye yatırım yapacağımız dönemde, makilerin bulunduğu yamaçlarda binlerce yıllık bağ setlerine rastladık. Sonrasında yaptığım araştırmalarda bölgede ve Karaburun yarımadasında, mübadele öncesinde 72 milyon litre şarap üretildiğini öğrendim. Düşünün, üç sene öncesine kadar Türkiye'nin toplam üretimi 69 milyon litreydi. Sonrasında her şey yerine oturmaya başladı. Amerika'yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Binlerce yıldır burada yapılabilecek en iyi şeyin şarapçılık olduğunu gördüm ve harekete geçtim.
Peki şartlar nasıldı? Bu girişiminizde sizinle birlikte hareket eden yol arkadaşlarınız oldu mu?
Aslında bölgenin toprağı kireçli ve killidir. Bitki yetişmesi için zordur. Yazın yağmur yağmaz. Dolayısıyla bu zor şartlarda şımarmayan toprağın, organik üzüm yetiştiriciliğine çok uygun olduğunu; kireçli toprağın da iyi şarap yapmak için az ama öz verdiğini okuyunca bu işe girmeye karar verdim. Bu biraz da sosyal sorumluluk projesi gibi bölgeye kimlik kazandırmak için 'ateş' yakmaktı. Böylece üzüm bağlarını dikmeye başladım. Bir süre sonra yakın arkadaşlarım Bülent Akgerman, Deniz Barçın ve Yavuz Karacasulu da virüsü kaparak bana ortak oldular. Böylece gönül birliği yaparak onlarla bu trene bindik.
Sonrasında ne oldu? Şarap imal etmek için nasıl bir tesis inşa ettiniz? Özelliği neydi bu tesisin?
Burası bambaşka bir bölge ve birçok bitki çeşidi için de tam bir cennet. Buradaki bağlarımızın bir kısmı 12, bir kısmı ise 15 yaşında. Urla Şarapçılık fabrikamızı ise bu arazimizin içine kurduk. Bunu yaparken üç bin kamyon dolgu malzemesi çıkardık. Çünkü tesisimizi yerin altına gömdük. Çıkan dolguyla da, binanın üzerini şekillendirdik. Yerin altına tesis kurmak aslında çok zor. Ama burası doğa dostu bir fabrika, bir tarafta bağlar bir tarafta binamız bulunuyor. Tesisimiz Urla'nın geçmişi ve geleceğini anlatacak söyleme uygun tasarlandı. Öyle ki, 2010 yılında Türkiye'nin en iyi 10 mimari projesinden birisi oldu. Önümüzdeki günlerde doğa dostu olduğumuzu gösteren bir sertifika da alacağız. Burada yüzde 73 benim payım bulunuyor. Kalanı da diğer ortaklarımızın. Dedim ya, bizimkisi gönül birliği. Herkes kendi evine yaptı ve onlar da buraya yerleşiyor.
Butik şarap tesisi kurmak fikrinize gelen tepkiler nasıl oldu?
Tanıdığım birçok insan bana, 'Aykırı işler yapıyorsun. 16 sene önce çiftlikle başladın, şimdi ne yapacaksın böyle işlerle' diye sordu. Bir noktada haklıydılar da. Çünkü toplamda yaklaşık 30 milyon dolarlık yatırım yapmamıza karşın 10 yıl boyunca hiç satış yapmadık. Düşünün, insanlar 3-5 sene içinde yaptıkları yatırımı geri almak isterler. Biz bırakın geri almayı, satış yapmadık. Ama son 6-7 yıl içinde Türkiye'ye ve dünyanın her yerine satış yapmaya başladık. Bana sorulan sorulardan bir başkası da, 'Mevcut hükümetin alkole bakışı çok olumlu değil. Akıllı adamsın niye bu işe girdin?' şeklinde oldu. Ben, standart işleri sevmiyorum. Bitki işi de çok zor bir iş. Ben, bir rüya görürüm. Sabah kalkıp bir işadamı olarak o rüyamın fizibilitesini yaparım. Aslında bitki işini yaparken de 'alarm' çalıyordu 'Sakın bu işe girme' diye. Fakat rüyam o kadar güzeldi ki, her zaman da fizibiliteye bakılmayacağını düşündüm. Sonuçta bazen rüyaların peşinden gitmek gerekiyor.
Bu arazide aynı zamanda UZBAŞ adıyla faaliyet gösteren şirketinizde peyzaj mimarisinde kullanılan dış mekan bitkiler de yetiştirip satıyorsunuz . Kısaca bu işinizde de bahsedebilir misiniz?
Şu an da aralarında peyzaj mimarı ve ziraat mühendisinin de bulunduğu 190 kişilik bir ekiple çalışıyoruz. Bünyemizde bin 900 bitki çeşidimiz bulunuyor. Bunlardan 400'ü, Türkiye'de olmayan ama yetiştirilebilecek çeşitler. Bunları dünyanın 54 ülkesini dolaşarak bulup getirdim. Böylece Türkiye'nin flora örtüsü zenginleşti ve bunlar yer örtüsüne kazandırıldı. Sonuçta bu kupkuru yerleri, döviz kazandıran, ithalatın önünü kesen ve bölgeye kimlik kazandıran bir hale dönüştürdük. Mesela İtalyan Toscana selvisinde Avrupa'nın en büyüğü olduk. Peyzaj palmiyesinde ise dünyanın en büyük plantasyonuna sahip olduk.
Tekrar şarap konusuna dönersek, hiç engelle karşılaştınız mı?
Hayır, hiçbir engelle karşılaşmadım. Doğru bir insan olarak doğru işler yapıyorsanız, engelle karşılaşmıyorsunuz. Biz müracaat ettiğimiz zaman, gerekli kontroller yapıldı ve izinler alındı. Bir sorun olmadı. Burada sektörle ilgili gelişmelerden bahsetmem, konunun anlaşılması açısından yararlı olacaktır. Geçtiğimiz yıl ülkemizde, dünya şarap sektörünü buluşturan bir toplantı yapıldı. Buraya 700'e yakın şarap üreticisi, akademisyen ve alanında uzman kişiler katıldı. Ülkemizi gördüler ve şarapçılık sektörümüzü yakından tanıdılar. İki hafta önce ise 'Digital Wine Communications' konferansı 'Kaynaklar' temasıyla Türkiye'de yapıldı. Buraya da milyonlarca takipçisi olan Blogger'lar katıldı. Yapılan yorumlar, 'Türkiye şarapçılığı uçuyor, küllerinden yeniden doğuyor' şeklinde oldu. Dolayısıyla bir taraftan da insan ikilemde kalıyor. Bu soruyu soranlar var ama bir tarafta da bu hükümet zamanında konferans ve toplantılar da yapıldı. Evet, mahalle baskısı var ama güzel şeyler de yapılıyor.
Yapılan toplantılar ve etkinliklere karşın yine de şarapçılık sektörü istenilen rakamları henüz yakalamış değil. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Günümüzde şarap üreticileri çok iyi şaraplar satışa sunmaya başladılar. Eskiden 6 Euro'yu geçmeyen şaraplar ihraç edilemiyordu. Şimdi ise hayallerin bile ötesinde, 22 Euro'ya şarap ihraç ediyoruz. Mesela bizim şaraplarımız İngiltere, Almanya ve Japonya'ya kadar birçok ülkeye gidiyor. Burada şarabın ana vatanından bahsediyoruz; Ermenistan, Gürcistan, ve Balkan ülkeleriyle birlikte. Türkiye, dünyanın 4'ncü büyük üzüm üreticisi fakat üzümlerin sadece yüzde 3'ü şarap imalatında kullanılıyor. Halbuki, şarap bir katma değerdir. Üzümü 2 TL'ye, kurutursan 3 TL'ye, meyve suyu yaparsan 4 TL'ye satarsınız. Buna karşın iyi bir teknoloji ile ürettiğin şarabı 50 Euro'ya kadar satabilirsiniz. Katma değer yaratmayan toplumlar artık yok. Bu yüzden çok daha fazlası gerekiyor. Şarabın yanında buna bağlı bir de Agro-Turizm oluşturmak lazım. Şili gibi, 50 yıllık geçmişi olmayan bir ülkenin bile 2,5 milyar dolarlık şarap ihracatı bulunmasına karşın Türkiye'nin 8.5 milyon dolar seviyesinde. Türkiye, önümüzdeki 10-15 yıl içinde çok iyi organize olur ve kendi küllerinden doğarsa, 3-5 milyar dolarlık ihracata 'Bana mısın?' demez. Bunun gizli turizmi de bu rakamın iki katıdır. Nasıl inşaat yan sanayini yanında taşıyor, bu da öyle olur. Bence ülkemizdeki şarapçılık çok iyi yere gidiyor.
Bu söylediklerinizi İzmir özelinde değerlendirirsek, sektör kendini ne şekilde konumlandırmalı? Hem ihracatı hem de Agro-Turizmi geliştirecek çalışmalar nasıl yapılmalı?
Ege Genç İşadamları Derneği (EGİAD)'de olmak üzere birçok dernekte bulundum. İzmir için hep 'Fuarlar kenti mi yoksa kongreler şehri mi olsun' diye söylendi. Benim ömrüm geçti, İzmir bir türlü kimliğine karar veremedi. Ben de dedim ki, 'Hiç olmazsa bu geçmişle ve güzellikle, buraya bir katkımız olsun.' Çünkü buraya yakışan buydu. Bugün Toscana ya da Bordo'da şaraplık bağlar ve Agro-Turizm var. Buralara bambaşka insanlar geliyor. İzmir, Antalya gibi deniz, güneş ve kumun olduğu bin 500 yataklı otel hizmetini vermez. Çünkü Antalya'nın kendi kimliği bu. İzmir'de ise 2,5 aylık sezonu, 6-7 aya çıkartmak gerekiyor. Bunu da doğa turizmi, şarap turizmi, üzüm hasat dönemi ve tadımlarıyla yapabilirsiniz. Zaten bu süreye çıktığı zaman, şarabın önderliğinde Agro-Turizm kente bambaşka bir kimlik kazandırır. Mesela Antalya'ya gelen turiste 'Ne gördünüz?' diye sorsanız, size her şey dahil sistem içinde 5 TL'ye şarap içtiğini 3-4 gün kalıp ülkesine geri döndüğünü söyler. Halbuki, aynı turist, burada iyi bir restoranda yemek yerse, yarın bir gün İngiltere'de açılan bir Türk restoranına da şans verir. Orada da memnun kalırsa; bizim mutfağımızda İtalyan, Çin ve Japon mutfağı gibi olur. Buradan aşçısı da gider şarabı da…Bu top yekün bir sinerji sağlar. Konumuzla ilgili bir başka örnek de şu: Turist, Toscana'da 8-10 odası olan bir otele gider; beyaz badanalı gıcırdayan somyası olan…Burada kalmak için 300-400 Euro harcar. Yan tarafta General Electric Genel Müdürü kalır, o gündüz domates çapalar akşam 15 Euro'dan bunu yer. İşte katma değer budur.
Sanıyoruz ki, bu gerçekten yola çıkarak şarap tesisinizde çok butik bir otel işine giriştiniz. Önümüzdeki yıllarda bunu biraz daha büyütmeyi planlıyor musunuz?
Tesislerimizde şu anda Türkiye'nin en küçük iki odalı 'Two Room' butik otel bulunuyor. Burayı misafir evi gibi başlamıştık ama istek gelince izin almak için başvurduk. Hazırlıklarımızı yaptık, misafir ağırlamak yerine kiralıyoruz. Bunun yanı sıra; fabrikamızı karşıdan gören, ortasında dere akan ormanlık bir alanımız bulunuyor. Oraya da 2-3 yıl içinde, üzüm konseptine uygun 14-15 odalı butik bir otel yapmak istiyoruz. Çok hoş ve Agro-Turizme yönelik bir yatırım olacağına inanıyoruz.
Son olarak sektörde yaşanan sıkıntılardan da biraz bahsedebilir misiniz? Vergiler ve rekabet konusundaki düşünceniz nedir?
Zaten, Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu (TAPDK) sektörü çok sıkı denetliyor. Sektör özellikle KDV konusunda sıkıntı yaşıyor. Şöyle ki, biz tadım ve denetim için kullanılan şarapların bile KDV ve ÖTV'sini ödüyoruz. Hatta, vergini bile vergisini veriyoruz. Böyle bir şey olabilir mi? Oluyor. Birde eskiden rekabet çok kötüydü. Şaraplarınızın, bloke edilme durumu vardı. Yani bir restoranda başkasını şarabı giremiyordu. Siz gittiğiniz bir restoranda seçme hakkı istemez misiniz? İstersiniz ama bu elinizden alınıyordu. Fakat bu değişmeye, müşteriler de yılını, markasını sormaya başladı. Her sektörde olduğu gibi bizde de sorunlar var ama bunlar yavaş yavaş yoluna girecektir. Yine de şarap ve Agro-Turizmin desteklenmesi gerekiyor.