7 Aralık 1943… Yani bundan tam 72 sene önce… Fotoğrafta da göreceğiniz gibi, II. Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü Kahire'de Roosevelt ve Churchill ile görüşüyor.


Roosevelt kim? ABD halkı tarafından kısaca isminin baş harfleri olan FDR şeklinde anılır. Başkanlığa 4 kez seçilmiştir. ABD tarihinde Roosevelt'in dışında 2 kezden fazla seçilmiş olan hiçbir başkan yoktur. Amerikalıların bugün de çok sevdiği bir başkan…

Churchill 2. Dünya Savaşında izlediği savaş politikası ve ABD ile kurduğu iyi ilişkiler onu Britanya tarihinin en önemli devlet adamları arasına soktu. Yine bu dönemde kaydırmaya çalıştığı strateji konusunda Ruslarla çalıştı. Bu yüzden savaşın başından itibaren stratejik önemi büyük olan Türk askerini 'yi savaşa sokmaya çalıştı. Türkiye'nin istediği askeri yardımı vermeye de yanaşmadı. Savaş sonrası ülkelerinin birleşmesini sağlayan gibi kurumların oluşması için büyük çaba gösterdi.

Kahire görüşmeleri sırasında Roosevelt ve Churchill, ısrarla Türkiye'nin de Almanya'ya karşı savaşa girmesini istiyor ve Müttefik hava kuvvetlerinin Türkiye'de üslenmesini talep ediyordu. Ancak Almanlar Bulgar sınırında beklerken, Türkiye'nin birkaç müttefik uçağı ile savunulamayacağı ortadaydı. Bu nedenle İsmet İnönü, Müttefikler'in ikinci sınıf sorunlarını çözmek için asla Türkiye'yi riske atmaya niyeti olmadığını söylüyor ve Osmanlıların son savaşta yaptığı hataları tekrarlamayacağını vurguluyordu. Şayet Türk ordusu yeterince donatılacak olursa, Türkiye savaşa hatırı sayılır bir rol oynamak için katılabilirdi. İnönü, zaman kazanmak amacıyla, sürekli Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak'ın çok yüksek taleplerini öne sürüyordu.
İnönü'nün eski bir asker olması, özellikle Roosevelt karşısında sağlam bir mantıkla direnmesini sağlıyordu. İngiliz Genelkurmayı, Türkiye'deki ilkel ulaştırma ağının ancak üç yıl içerisinde savaşa hazır hale getirilebileceğini daha önce belirlemişti. Bunu gerekçe gösteren İnönü, Müttefikler'in 15 Şubat 1944 tarihine kadar süre tanıma isteğine de direndi. İnönü, son koz olarak TBMM'ye danışması gerektiğini öne sürdü.

Bütün tarihçiler kabul eder ki; Bu oyalama taktikleri, Müttefikler'in giderek artan baskısına rağmen Türkiye'nin II. Dünya Savaşı dışında kalmasını sağlamıştır.

***

Türkiye 2015'in son günlerini komşularıyla çok sıkıntılı süreçler yaşayarak geçiriyor. Yıkıcı savaşlar geride kalıyor derken yeniden büyük bir savaşın eşiğinde miyiz? Yıkıcı savaşlardan sonra insanlık öğrenmiştir ki; 'İnsanlık, ancak kalıcı barışın oluşturulduğu ve korunduğu ortamlarda gelişimine hız kazandırabilir…'

II. Dünya Savaşı sonrasında dünyada kalıcı barış ortamının oluşturulması için tüm ülkeler, dayanışma içinde, sorumluluk bilinciyle hareket etmeye çalıştılar, savaşların önlenmesi, barışın korunması, dünyanın ortak sorunlarının çözüme kavuşturulması konusunda uluslararası kuruluşlar kurdular. Başta BM olmak üzere barışın kıymeti anlaşıldı.

***

Roosevelt, İsmet İnönü'yü ikna edemedi ama daha sonraki yöneticilerimizi 'ikna' edebilen ABD yöneticileri çıktı ve askerlerimizi Kore'ye kadar sürükledik…

Temel politikasını Atatürk'ün 'Yurtta barış, dünyada barış' ilkesi üzerine kuran Türkiye, evrensel barışa ulaşılması konusunda diğer ülkeleri de bu yaklaşımı benimsemeye çağırırken kendini Kore'de buluverdi...

Güney sınırımızda Suriye ve Irak'ta geleceğe ilişkin belirsizlikler sürmektedir. Bugün hiç kimse o coğrafyalarda 6 ay sonra nasıl bir fotoğraf olabileceğini kestirememektedir.

Elbette ki hükümetten ulusal çıkarlarımızın en etkin biçimde korunmasını sağlayacak politikaların uygulanmasını beklemek durumundayız.

Ama asıl beklentimiz geçmişte olduğu gibi her ülkeyle, başta da komşularıyla 'barış' içinde yaşayan, problem yaşayan ülkelerin arasına 'arabulucu' olarak giren, 'barıştırıcı-lider ülke' konumuna geri dönülmesidir.

***

Bu sabah günlük gazete kıraatım çerçevesinde Cumhuriyet'te Ergin Yıldızoğlu'nu okurken İsmet Paşa'yı düşündüm. Kahire görüşmesinin yıldönümü denk geldi. 'İçine girdiğimiz süreci şöyle tanımlayabiliriz: Giderek sertleşecek uzun bir savaş; çok geniş bir bölgeyi kapsayacak bu savaşta Batı'nın alan hakimiyeti kazandığı yerlerde işgal, BM meşruiyeti altında Manda, Protektora yönetimleri; giderek Arap dünyasında rejim değişiklikleri. Bu yorumlarımda biraz olsun gerçeklik payı varsa, bu sürecin on yıllarca sürecek büyük bir felaketler dizisi anlamına geleceğinden hiç şüpheniz olmasın. İncirlik'te başlayan yoğunlaşma, Musul'a doğru konuşlanmaya başlayan TSK, AKP Türkiyesi'nin bu savaşın merkezinde olacağını da düşündürüyor.'

Sıkıntılarımız büyük…

KISA NOTLAR
Manda nedir: Manda kavramı ilk kez 1919'da toplanan Paris Barış Konferansı'nda gündeme geldi ve 28 Haziran 1919'da imzalanan Milletler Cemiyeti Sözleşmesi'nin 22.ci maddesinde resmen tanımlandı. Manda projesinin temelinde, I. Dünya Savaşı'nda yenilen Osmanlı Devleti ve Almanya'dan ayrılan ve Avrupa dışında kalan bölgelerin yönetimi sorunu yatıyordu. Dünya kamuoyunda sömürgeciliğe duyulan tepki nedeniyle, bu ülkelerin doğrudan doğruya galip devletler arasında paylaşılması uygun görülmedi. Ayrıca barış konferansında etkin olan ABD, sömürgeci sistemin genişletilmesine karşı idi. Irak ve Filistin mandası Büyük Britanya'ya, Suriye mandası Fransa'ya verildi. 1923'te Ürdün-Ötesi(Transjordan) mandası Filistin'den ayrıldı. Irak Mandası yedi ay sürdükten sonra, 23 Ağustos 1923'te bağımsız Irak Krallığı'nın ilan edilmesiyle sona erdi. Suriye'de manda yönetimi 1944'e, Filistin'de 1948'e dek sürdü. (Kaynak: Vikipedi)

Himaye veya protektora nedir: Bir devletin ötekini koruma ve denetimi altına aldığı hukuksal rejimdir. Bu koruma ve denetimin derecesi bazı farklılıklar gösterir. Örneğin Hindistan'ın Bhutan üzerindeki protektorası korunan devletin güvenliğini garanti etmekten ileri gitmezken, Mart 1939'da Çekoslovakya'da kurulan Bohemya ve Moravya Protektorası aslında bir ilhakın maskesidir. (Kaynak: Vikipedi)