Her geçen gün bir başka karabasana uyandığımız sabahların, karanlık sokaklarda bir lamba arar gibi peşinde koştuğumuz hayallerin, uzaklaşmasının ard arda dizilişi... Telefonda sesini duyma ümidiyle, bütün gece gözlerimizi tavana dikerek şafağı bekleyişimizin ertesi, sevgilinin veda etmeden gidişi... Bu yaz da çocuklarımızı, serin bir sahil kasabasında püfür püfür esen rüzgarların coşturduğu sahillerde koşturma planlarının, zaten hiç gerçekleşme ihtimali olmadan suya düşmesi... Offff offf! Nasıl çekilir bu hayat? Bu zaman nasıl akar?

Yetmişli yıllarda dahi sorarlardı, bu yaz yağmurları ne zaman bitecek, bu sene de güz erken gelecek mi? Evet, bu soru hep sorulurdu ve konuşulurdu. Onca terör olayının ve yokluğun varlığına rağmen, en gündelik, en sıradan konuşmaların 'can alıcı' konularıydı bunlar... Şimdi de konuşuluyor... Bir başka türlü biçimde. Havalar nasıl olacaksa olacak, ancak ülkenin havası hiç değişmeyecek. İnsanlar deli gibi, çılgınca bir kadına aşık olan mecnunlar gibi, bir kara sevdaya tutulu gibi, garip bir tutkunun büyüsüyle efsunlanmış gibi... Bir kaderlerine razı olma hali... Bir bezginlik. Bir suskunluk...

Oysa gökyüzüne, dolunaylara, denizin pespembe maviliğine doya doya bakmanın, engin düşlere dalmanın tam da zamanı... Şairleri düşünmenin ve düşündükçe keyiflenmenin... Bir kaç yıl önce kaybettiğimiz şair dostum Hüseyin Öncü'nün 'Okyanus Kalbi' adlı şiir kitabında yazdığı şu satırlar ne güzel anlatıyor kaybolmaması gereken ümitleri ve şairlerin her zaman hem ne kadar haklı hem de ne kadar bilge olduğunu:

'Geçer işgünü

Biter rotatifler, serigrafiler, yazar yakınmaları

Başlar asude bir hafta sonu

İmgemdeki gülüş

Kurulur bir kıyıya

Ceviz ağaçları, deniz kuşları ve deniz yakınında

Elbette deniz, fırtınaların

Dürülüp beklendiği güzel deniz

Şimdi sokaktaki iktidar, aykırı, başıboş

Ama insanlar yine de doygun

Ölmedikleri için ve doyduklarından

Ama ufuk, ufuktaki günlerin umudu

Büyümeli gözlerde

Çağlara, çağlara hiç durmadan''.

Bu olağanüstü satırlara başka ilave yapmama gerek var mı?