Bu hafta Mübadele haftası… Geçen hafta İstanbul'da iki Mübadele etkinliğinin konuşmacısıydık. Geçen cumartesi akşamı da TCF Yemek Sanatları Merkezi'nde (YESAM) çok lezzetli bir 'Mübadil Yemekleri Gecesi' yaşadık. Yarın İzmir'deki etkinliklerdeyiz, saat 14.00'de APİKAM'da, saat 17.30'da da Selçuk Yedi Bilgeler'de konuşacağız… Bekleriz…

***

Mübadeleyi 93. Yılında konuşuyoruz ama büyük göçler başlayalı 100 yıl geçmiş… İşi 1912'den itibaren konuşmak gerek…

Yarın 30 Ocak… Lozan Barış Konferansı'nda 30 Ocak 1923 tarihinde, Yunanistan'da yerleşik Müslümanlarla Türkiye'de yerleşik Ortodoks Rumların zorunlu göçünü öngören 'Mübadele Sözleşmesi' imzalandı. Bu sözleşme uyarınca da İstanbul, Bozcaada ve Gökçeada dışında yaşayan Ortodoks Rumlar ile Batı Trakya'daki Müslümanlar hariç; Yunanistan'da yerleşik Müslümanlar Türkiye'ye, Türkiye'de yerleşik Ortodoks Rumlar da Yunanistan'a gönderildi. Ve yaklaşık iki milyon insanın hayatı altüst oldu.

Aslında sancılı günler 1912'de patlak veren Balkan Savaşı ile başlamıştı. 1912-1922 yılları arasındaki savaşlar nedeniyle Balkanlar'da, Ege Adaları'nda ve Anadolu'da büyük acılar yaşandı. Balkan Savaşı sonrasında yüz binlerce Müslüman, savaşta yenik düşen Osmanlı ordusunun peşi sıra, korku ve panik içinde doğdukları toprakları terk ederek Anadolu'ya sığındı.

Aynı kaderi 1922 yılında Kurtuluş Savaşı'nda yenik düşen Yunan ordusuyla beraber Anadolu'yu terk eden Ortodoks Rumlar da yaşadılar. 9 Eylül 1922 tarihinde, İzmir'in kurtuluşundan kısa bir süre sonra, yüz binlerce Ortodoks Rum, Yunanistan'a sığındı. Bu durum Yunanistan'da büyük sıkıntılara ve kaosa yol açmış; nüfus bir anda dörtte bir oranında artmıştı. Ama şunu da unutmamak gerekir ki; 1922 yılının Eylül ayından yaklaşık olarak Aralık ayına kadar Türkiye'den ayrılıp Yunanistan'a yığılanların sayısı 850 bindir. Bu rakam daha sonra 1 milyon 200 bine çıkacaktır. Gidenlerin ve gelenlerin ayrılışı ile birlikte iki coğrafyada da önemli değişiklikler oldu. Gidenler ve gelenler başka topraklarda üretiyorlardı, yiyor, içiyorlardı, belli yerlerde barınıyorlardı, tarlaları, bağları, bahçeleri, fabrikaları, atölyeleri, zeytinlikleri, vardı.

30 Ocak 1923'ün de öncesi var elbette… Kurtuluş Savaşı'ndan sonra binlerce Anadolulu Rum, firari Yunan askerleriyle birlikte Yunanistan'a kaçmış ve orada büyük toplumsal ve ekonomik sorunlara neden olmuştu. Savaşın yenilgisinin psikolojik etkilerini yoğun olarak üzerinde taşıyan bu kızgın kitleler, kıta Yunanistan'ı ve Ege Adaları'nda Türklere akıl almaz baskılar yapıyorlardı. Türkiye'deki Ortodoks Hristiyanlar da benzeri bir baskıyı daha az ölçüde de olsa yaşıyordu. İşgalcilerle işbirliği yapan Osmanlı vatandaşlarının başına gelmedik kalmadı ama yüzlerce yıllık Müslüman dostlarını koruyanlara da bir şey olmadı…

Ama iki ülkeden de her gün bir trajik haber geliyor ve Lozan'daki görüşmeler her haberden sonra kesintiye uğruyordu. Bu sorunları çözüme kavuşturmak için, Lozan görüşmeleri sırasında, Türkiye ile Yunanistan arasında 30 Ocak 1923 tarihli 'Türk-Rum Nüfus Mübadele Anlaşması' imzalandı. Batı Trakya dışında yaşayan 680 bin kadar Yunanistanlı Müslüman, Türkiye'ye getirildi ve ülkenin değişik yörelerine yerleştirildi. 1 milyon 200 bin kadar Anadolulu Rum da (ki aralarında Ortodoksluğu seçmiş Karaman Türkleri de vardı), Yunanistan'a gönderildi. Bir kısmı 'döndü', 'ihtida etti' ve ölünceye kadar nüfus kağıdında kocaman bir D harfi ile yaşadı. İki milyona yakın insanın hayatı altüst oldu. Bu göçün en yürek yakan özelliği de isteğe bağlı değil zorunlu olmasıydı. Yani insanlar, göç etme konusunda gönül rızaları olmasa da zorunlu olarak karşı tarafa göç ettirilmişlerdi. Ne geldikleri yerde, ne gittikleri yerde tam anlamıyla mutlu olabildiler. Bırakıp geldikleri yerlerin hayaliyle yaşadılar.

Tarihte yaşanan bu ilk zorunlu göçle çoluk çocuk yaşlı genç demeden yüz binlerce insan yerinden yurdundan uzakta ve yeni yerleşim bölgelerinde yaşamaya mecbur edildi.

Evlerine dönme umudunu taze tuttular uzunca bir süre; sonra da yanıp tutuştular doğdukları toprakların hasretiyle.

Tarihimizdeki bu kitlesel zorunlu göçe 'mübadele', bu dramı yaşayan insanlara da 'mübadil' diyoruz. Mübadeleyle göç edenler, bilgi ve sanat birikimlerini, kültürel ve folklorik değerlerini beraberlerinde taşıdılar; kuşkusuz mutfak zenginliklerini de. Bugün mübadillerin yoğun olarak yaşadığı İstanbul'un Tuzla, Küçükçekmece gibi semtleriyle İzmir'in Karşıyaka ve Buca semtlerinde, Söke'de, Didim'de, Samsun'da, Tarsus'ta özellikle de evlerde yaşayan mutfaklarda mübadelenin izlerini görmek mümkün. Bu lezzetli izlerin keyfini bütün çocukluğum boyunca doyasıya çıkardım, bir mübadil torunu olarak. Bütün bu evlerin ve işyerlerinin bir anda boşaldığını, evlerin üzerine bir takım kilitlerin vurularak komşularına 'biz gidiyoruz kısa bir süre sonra döneceğiz' şeklinde biraz da insanı üzen, duygulandıran sözler söyleyerek ayrıldıklarını düşünün…

Eşya değil kültür getirdiler
Bu insanlar gelip yerleştikleri yeni yerlere hiçbir şey getiremediler belki ama yüzyılların alışkanlıklarını taşıdılar. Aradan 90 yıl geçtikten sonra bile, zengin bir mutfak kültürünün hala yaşıyor olmasının sebebi başka nasıl açıklanabilir? Atina'da Neasmyrni (Yeni İzmir) semtinde yaşayan dostumuz Sula Bozis ve Yunanistan Sanayi Bankası'nın avukatlığını yapan arkadaşımız Pandelli Thcavusoglu ile söyleşirken, eski Ege mutfak kültürünün bugünkü çağdaş Yunan kentlerinde bozulmadan yaşadığını örnekleriyle saptadığımızı hemen belirtmeliyim…

Selanik'teki en meşhur geleneksel lokantaların adlarının 'Hoş Kokulu İzmir' (Mylovobos Smyrni) ve 'Karidesin Geciken Adımı' olduğunu; bu iki lokantanın sahiplerinin de mübadil olduklarını unutmayın…

Gittiler ve geride boşluklar bıraktılar
Mübadeleden en çok etkilenen kent İzmir ve yakın çevresindeki Ayvalık, Alaçatı, Urla, Söke gibi kasabalarda büyük boşluklar doldu. İstanbul ve Ege'deki iki Türk adası ile Batı Trakya'daki Gümülcine, Dedeağaç ve İskeçe Mübadele anlaşmasının dışında bırakılmıştı

Rumlar; Ege'de şarap üretiyorlardı, Bornova'da misket üzümü bağlarının ünü Fransa'ya yayılmıştı. Bamya ve fasulye üretimini Rumlar yaparken, Ermeniler ise daha çok portakal, mandalina bahçelerinden gelir sağlıyorlardı. Zeytinyağı fabrikalarının, küçük el işçiliği, atölyelerinin, değirmenlerinin önemli bir bölümü Rumların elindeydi.

Sadece Rumların yaptığı işler de vardı: Tenekecilik, nalburluk, araba yapımı, araba tekeri yapımı, yaylı araba ve fayton yapımı gibi. Ermeniler ise duvar işçiliği, taş örme işi, kiremit ticaretiyle uğraşıyorlardı. Terzicilik, kunduracılık, peynircilik, rakı ve şarap Yahudilerle Rumların ortaklaşa işiydi. Özellikle İzmir'in sosyoekonomik yapısı üzerinde ve kentin gündelik yaşamı üzerinde Rumların ağırlığı hissediliyordu.

Mübadele sırasında Yunanistan'ın nüfusu 3.5 milyon kadardı. 'Bu nüfusa bir anda hem de bozgun halinde sonuçlanan bir savaştan perişan bir biçimde kaçarak karşı tarafa giden insanların aç, sefil, ilaçsız ve işsiz yığıldığını düşünürsek toplumsal ve ekonomik yapı iflas aşamasına gelmişti' diyordu Pandelli dostum. Pandelli, Isparta'dan gelen dedelerini anlatıyor, 1920'lerin Isparta şivesiyle: Büyük düş kırıklıkları vardı. Nenem ölünceye kadar, 'Neden bunlar başımıza geldi, ne oldu da bunlar oldu. Bunun sebebi kim?' diye sordu durdu. Bu düşünceler yaşadılar hep.

Pandelli, nenesinin Türk komşularının iyiliklerini de unutmamış, onu dinlemeye devam ediyoruz. 'Türk ordusu İzmir'e girdikten sonra bir takım Türkler Ortodoksları bu arada bizimkileri de saklamış, saklamaya çalışmış, bunların Türk ordusuna teslim olması şeklinde çağrı varmış. Bütün Ortodokslar kamplara alınacaktır. Savaşlar çok acı şeyler ne yazık ki. Bizimkiler trenle Isparta'dan İzmir'e oradan gemiyle aç susuz Pire'ye gelmiş... Kış ayları... Yunanistan çok soğuk günler yaşıyor ve insanlar çadırlarda sürünüyor… Neden çünkü bir savaş yenilgisi yaşayan bir ülke var. Ve ülkeyi savaşa sürükleyen bir takım siyasetçiler idam ediliyor. Ve ardından Yunanistan'da ihtilaller dönemi başladı Yunanistan'da. Ve müthiş bir enflasyon ortaya çıktı. Drahmi o dönemde Yunanistan'da yüzde 5 binlere varan bir ekonomik kayba uğradı. İnsanlar cep dolusu parayla gidip ancak bir iki ekmek alarak evlerine dönmeye başladılar.'

Bunlar 'yaşadıklarına şükredenler'…
Acılı, çok acılı günlerdi. Dileyelim Tanrı'dan böyle acılar yaşatmasın bir daha…