Bir toplumda hangi taraftan gelirse gelsin, şiddetin her türlüsüne karşı çıkacak ve tepki gösterecek ortak bir kültür bağı oluşmamışsa, o toplumda düzen sağlanması kolay başarılamaz. Ya da şöyle söylemek mümkün; demokratik ve güçlü bir toplum yaratılması mümkün olamaz.

Demokratik
bir toplumun meydana getirilmesinde bazı asgari prensipler vardır. Temel insan haklarını evrensel ölçekte baz alan bir anlayışın kök saldığı modernleşme süreci bunlardan biridir.

Modernleşmenin 22. yüzyıldaki tabanı, elbette Antik Yunan çağında başlayan demokrasinin dayandığı ilkelerden farklıdır. İçinde yaşadığımız dönem, Batı uygarlığının uzay teknolojisini keşfettiği ve kullandığı bir döneme tanıklık etmektedir. İletişim imkanlarının böylesine hızlı ve yaygın olduğu bir dönemde, yanı başındaki şiddeti görmezden gelen veya bu şiddet arasında tarafgirlikle görmezlik durumu sergileyen her toplum, despotizme mahkûm kalmaya mecburdur.

Barış kavramı
; farklılıklar ve zıtlıklara tahammül edebilme ve bir arada yaşama yeteneğini içeriyorsa, şiddetin sebebi asla mazeret olmamalıdır. Böyle bir mazeret, özellikle de halkların bir arada eşit ve özgür bir biçimde var olmasını savunanların dilinde yer almamalıdır…

Oysa Türkiye'ye bakıldığında, şiddet eylemlerinin gerek medyada ve gerekse devlet kurumları ve halk tabanında kesin çizgili bir tarafgirlikle ele alındığını anlıyoruz. Maalesef bu durum kültürel yetişme biçimimiz ve kurumlarımızın kültürel yapısından kaynaklanıyor.

Görmezden geldiğimiz asıl mesele; şiddeti haklı gösterecek sebepler karşısında susma ve boyun eğme geleneğimizdir. Babasına karşı çıkan çocuğun tokadı hak etmesi ya da isyan çıkaran bir gruba karşı polisin copla saldırması, bizim ananelerimize göre makul karşılandığından, her türden toplumsal şiddete de uygun bir gerekçeyle sırt çevirme mazereti bulabiliriz!

Devenin başını kuma gömmesi gibi!

Türkiye halklarını oluşturan fertler; bütün bireylerin tek tek temel insan hak ve özgürlüklerini savunmadıkça ve bu felsefeyi hakim kılacak bir kültür temellendirilmedikçe, özlenen barış ve dayanışma da gelmekte gecikecektir.

Ancak kültür dediğiniz; bir değişim sürecine tekabül eder ve birden gökten düşer gibi gelip yerleşmez elbette. Kitleleri geniş ölçüde eğitmek; bilinçli ve disiplinli bir aydınlatma çabası gerektirir.

Türkiye'nin geleceğini inşa edecek olan; bu aydınlatma çabaları ve kültür devrimi olacaktır. Bu devrimin önder kadroları ve neferleri olacak yeni nesillere Hümanizmle başlayan Avrupa aydınlanması ve reform hareketlerini etüt etmelerini öneririm.

Başımızı kuma gömen bir toplum olmaktan kurtulmak istiyorsak…