İzmir'in gerçek akillerinin muhalefet liderlerine yazdığı mektuba dönük tepkiler olumluydu.
İki partinin güçbirliğinin son süreçte daha da anlamlı hale geldiğini savunanlar oldu.
Ama güçbirliğinin zaten zayıflamaya başlamış olan AK Parti'yi güçlendirmekten öte anlam taşımayacağına inananlar da var.
Ve de muhalefet partilerinin ikisinin de ülkenin beklediği enerjinin çok altında kaldığını düşünen de…
Böyle düşünenler siyasetin matematiği konusunda benim verdiğim bir örneği hatırlattılar bana…
Siyasetin matematiğinde 2+2 çoğu zaman 4 etmez. Olsun.
Sonuçta kent ve ülke siyaseti önümüzdeki günlerde bu teklifi çok konuşacak, tartışacak.
Zaten işbirliği mektubunun altına imza atanların da amacı buydu.
Öneri tartışılsın. Gerekirse reddedilsin.
Ama yaklaşık 20 yıldır 'Milli görüşçülerin' elinde olan İstanbul ve Ankara'nın el değiştirilmesi için bir kapı aralansın, zemin yaratılsın. En azından bunun yolları aransın.
*
Uzlaşmaz tavrı, yangına körükle giden anlayışı, halkını 'bizim yüzde 50, öteki yüzde 50' şeklinde bölen talihsiz beyanatları, 'çapulcu, alkolik, ayyaş' gibi hakaret dolu sözleriyle adeta yangın yerine çevirdiği ülkesini terkeden Sayın Başbakan, önceden planlanmış yurtdışı seyehatinden döndü.
Hem de ne dönmek…
Kurmaylarının 'aman kimse karşılamasın' şeklindeki demeçlerine(!) rağmen, havarilerinin 'otobüsler tutmak suretiyle' gecenin 03.00'ünde havalimanına akın etmesi çok etkileyiciydi.
Ama bir o kadar da kurmacaydı.
Daha da etkileyici olan atılan sloganlar, yazılan dövizlerdi.
Önceden planlanan yurt dışı seyahatine çıkarken ülkeyi her an kan gölüne dönüştürecek bir ayrımın temellerini atan Sayın Başbakan, 'evlerinde zorla tuttuğu' yüzde 50'nin havalimanına akın etmesiyle moral depolamış, giderken kullandığı üslubun benzerini havarilerinin ve de 75 milyonun huzurunda aynen devam ettirerek, 'inadım, inat' şarkısının nakaratlarını söylemeye devam etmişti.
Oysa ki o yurtdışındayken 'mesajı aldık' diyen ve 'özür üzerine özür' dileyen Vekili Bülent Arınç, meydanların nabzını düşürmüş, 'devlet adamı' olgunluğuyla Cumhurbaşkanı Gül, öte yüzde 50'nin gazını alarak, ülkeyi normalleşme noktasına getirmeye gayret sarf etmişti.
Ama Sayın Başbakan'ın gerek ülkesine gelmeden Tunus'tan yaptığı açıklamalar, gerekse geceyarısı havalimanında söyledikleri 'tencere tava, aynı hava' söyleminin Sayın Erdoğan için de geçerli olduğunu, hatta süreçten ders ya da mesaj almayan tek ismin de bizzatihi zat-ı alileri olduğunu ortaya koymaya yetiyordu. Ve akşam saatlerinde ajanslara düşen bir haber…
AK Parti MYKY'sı Ankara'da ve İstanbul'da miting kararı aldı.
Sayın Başbakan'ın Taksim'deki kitleyi aşağılamak ya da onlara gözdağı vermek için canlı yayında söylediği 'Onlar 100 bin toplarsa biz 1 milyon toplarız' sözünün gereğini yerine getirmiş AK Parti MKYK. Gerek havalimanındaki manzara gerekse de 15-16 Haziran tarihindeki manzara ülkenin içinden geçtiği süreç için çok ama çok tehlikeli…
Sayın Başbakan'ın 'evlerinde zor tutuyoruz' dediği yüzde 50 İstanbul Kazlıçeşme ile Ankara Tandoğan'da gövde gösterisi yapacak.
Kime…? Öteki yüzde 50'ye…
Son 10 yılda ülke defalarca bölündü…
Hemen her tartışmada, gündem maddesinde en az ikiye ayrıldık.
Ama Gezi Parkı ile başlayan süreçteki kadar keskin bir bölünme yaşanmamıştı.
Balkon konuşmalarında 'herkesin, bilhassa da öteki yüzde 50'nin de Başbakanı' olmaya söz veren Erdoğan, gelinen noktada gençlerin başını çektiği, öteki yüzde 50'ye racon kesiyor.
Ve ülkesini kendi elleriyle çok tehlikeli bir noktadan bölüyor.
15-16 Haziran tarihlerinde dünya iki Türkiye manzarasıyla karşı karşıya kalacak.
Kazlıçeşme ile Taksim…
Belki Tandoğan ile Gündoğdu…
İşte Türkiye'yi bekleyen asıl tehlike… İki farklı Türkiye…
AK Parti MYKY'sı Erdoğan'ı korumak, liderlerine sahip çıkmak adına tehlikeli bir kararın altına imza atmıştır bana göre.
Şu ana kadar biri polis ikisi genç 3 kişinin 'şehit' olduğu süreçte yaratılacak iki Türkiye fotoğrafıyla korkum odur ki daha fazla kan dökülmesinin de zemini hazırlanmıştır.
Akl-ı selim olan milletle inatlaşmaz. Milleti meydan meydan bölmez.
Ama varlıklarını Erdoğan'a borçlu olanlardan kurulu MKYK'nın daha farklı bir karar almasını beklemek abesle iştigaldi doğrusu…
Bir yanda Taksim'le mücadele ederken bir yanda Abdullah Gül tehdidiyle başa çıkmaya çalışan, ülkenin geleceği gençlerle yaşadığı derin çelişkinin izlerini, eski bezberlerden oluşan hamlelerle silmeye çalışanlar hata üstüne hata yapıyor. Allah sonumuzu hayreylesin.
Ve ülkemizi egosu şişmişlerden, hırsı aklının önünde gidenlerden korusun.
Amin!
**
Efendim bu köşenin müdavimleri bilirler.
Benim 'Cumartesi ayini' şeklinde isimlendirdiğim Aziz Başkan'ın klasik açılış, temel atma seromonisinin sonuncusu Bayraklı'daydı bu hafta.
Yine aday adayları, bürokratlar, belediye başkanları hatta milletvekilleri, PM üyelerince takip edilen ayinde bendeniz de bulundum.
Çünkü Bayraklı'daki toplantı kenti çok yakından ilgilendiren 'dönüşüm' meselesinin özüne vurgu yapıyordu. Bayraklı sırtlarındaki 60 hektarlık alan için hazırlanmış dönüşüm projesinin tanıtım toplantısında teknik sunumun ardından başkanların konuşmasına geçildi.
Bayraklı Belediye Başkanı Hasan Karabağ'ın 10 dakikalık konuşmasında en az 3-4 kez 'Ben de gecekondu çocuğuyum, içinizden biriyim' şeklindeki bilindik tekrarı, projenin asıl sahibi Kocaoğlu'nun 'hakkaniyet ve adalet' vurgusu dikkat çekiyordu.
Aziz Başkan'ın 'Kentsel Dönüşüm Yasası'nı reddedip vatandaşla müzakereyi dahası uzlaşıyı esas alan belediye yasasının 73. Maddesinden yola çıktıklarını açıklaması da dikkate değer bir ayrıntıydı.
Ama ben daha çok 'Kentsel Dönüşüm Projesi'nin detaylarına takıldım.
Sahilden tepeye uzanan 'yürüyen yollar' Ali Ağaoğlu projelerini çağrıştıran havuz-dere ve yeşil alanlarla proje inanılmaz güzel ve etkileyiciydi.
Tabi ki 'Kıyı tasarım' projesi gibi büyük bölümü kağıt üzerinde kalmazsa, proje rüyaz sıfatını fazlasıyla hakediyor. İnsan böylesi bir projeyi kağıt üzerinde görünce bile heyecanlanıyor. Gönül isterdi ki bu rüya projenin kurdelesini keselim.
Ama olsun. Şimdilik kağıt üzerindekine bile razı olmak durumundayız. Umarım bir gün onu da görmek kısmet olur…