Bir gazete haberi; “Dana eti yedi” diye öldürülen Müslüman Hintlinin midesinden keçi eti çıktı.”
İnanılması güç ama gerçek. Bu trajediden zuhur eden komediye gülümse gülümseyebilirsen!
İnsan yaşamında aidiyet, inanç, tabu ve gerçeğin bilgisini yadsıyan yüce yalandan oluşan paradigma, insan hayatından daha değerlidir. İnsanı öldürmenin meşruiyetini veya mazeretini bu paradigma bir şekilde inşa ediyor.
Gündelik hayatın içinde üstesinden gelemediğimiz, altında ezildiğimiz her şeyden kurtulmanın yolu, gerçeklik ile aramıza mesafeler koymaktır. Bu mesafeleri mümkün kılan, yalanın sıradanlaşmasıdır. Sıradanlaşan yalan, hayatın olağan akışı içinde yerini bulur. Ve gerçeğin yoldan çıkmış bu hali makbuldür. Çünkü başaramadıklarımızın mazereti olduğu ölçüde hayatı kolaylaştırır. Ve bu hayatı kolaylaştırıcı yalanlar muktedirler tarafından yüceltilir; böylece toplumsal hayatta dolaşıma girer.
Yüceltilmiş yalanlar alenidir ve toplum tarafından benimsenmiş olduklarından hararetle savunulurlar. Yüceltilmiş yalan bu özelliğiyle o bildiğimiz basit yalandan ayrılır.
Yüce yalanlar basit yalanları yadsır. Basit yalanları söylemek kusurdur; yüce yalanları söylemek ise erdemdir. Mesela, “halka hizmet için gece gündüz çalışmak, vatan aşkı, millet sevgisiyle yanıp tutuşmak, hiç yalan söylememek, insanların eşit olduğunu söylemek, sloganlar ve siyasal söylevler vs. yüce yalanlardan mürekkeptir, gerçeği yansıtmaz.
Yansıtmaz, çünkü yüce yalanlar, yüce idealleri beslemek için tasarlanmıştır. Yüce idealler ise salt muktedirlere, efendilere, yöneticilere hizmet eder. Ayakta durmak için, toplumları yöneten efendilerin bu yüce ideallere, yüce ideallerin de yüce yalanlara ihtiyacı vardır.
Yüce yalanlar, gündelik hayatımızı 7/24 kuşattığından, olağan dışı bildirimlerine rağmen kanıksanmıştır, sıradanlaşmıştır. Etkisi, dokunulmazlığı öğretilmiş değerlerin tabu etkisiyle sınırlıdır. Bu yüzden, kişi yüce yalanlara inanmasa da, ne olur ne olmaz, renk vermez.
Olağanüstü olanın iktidar ilişkileri içinde olağanlaşması ve sıradanlaşması, aynı zamanda, değerli olanın değersizleşmesidir. Fakat yalan o kadar yücedir ki kimse aksini söylemek istemez. Aksini söylemek, kişiyi sistemle sorunlu hale getirir. Çünkü bunun anlamı başkaldırıdır, bedel ödemek gerekir. Bedel ödemek ise, sistemin kıyısına itilmektir. Yani milletvekili, belediye başkanı, belediye meclis üyesi, parti yöneticisi, bürokraside üst düzey yönetici, gelir düzeyi iyice memur falan olmayı umursamamaktır.
Bir insan düşünün, ne emir alıyor ne emir veriyor, hiçbir koşulda sistemin yüce yalanına ihtiyaç duymuyor, itaat etmiyor… Sistem bu insanı ne yapsın?
Sistemde tutunmanın ilk koşulu, kurulu düzenin bekası için söylenmiş bütün yalanları, bütün yüceliğiyle kabul etmektir. Ondan sonra, kapılar bir bir açılmaya başlar. Ve o açılan kapıdan geçince, sistem size her ne sunuyorsa, onu yitirmemek için yüce yalanları değil sorgulamak, onların değişmez parçası olursunuz; Hidayete erer, hayatın gerçekleri niyetine o yalanları savunursunuz.
İnsanlığın bu denli aşağılanmasına yol açan ve yalanı yüceltip insanı onun kuyruğuna takan güçlü motif, yönetenlerin toplumları kontrol altında tutma arzusudur.
Yönetenler diye adlandırılan iktidar zümresini kendi bütünlüğü içinde kavramak gerekir, bu zümre içinde yer alan farklı grupların iktidarda veya muhalefette olmaları sadece nöbet değişimidir.
Halkları sisteme rapteden yüce ideallerin aslında yüce yalanlardan beslendiğini, hatta o ideallerin yalanların ta kendisi olduğunu söylememin, bu kaynaktan beslenen neredeyse bütün sosyal grupları karşıma almaktan başka bir işe yaramayacağını biliyorum.
Ama söylemeden de olmuyor; insanı kuşatan devlet, ülke, inanç ve bilumum insanlık meseleleri yüceltildikçe, insan kendi meselesinden uzaklaşıyor, kendine yabancılaşıyor; kendini, yalanlarla tahkim edilmiş yüce ideallere feda ediyor. Bu adanmışlık, insanı kendi gerçeğinin bilgisinden uzaklaştırıyor.
Nedir o gerçek? Verili zamanın dışına çıkmak, hayat ile hemhal olmaktır. Dolaylanmış ilişkilerden, sembole yüklenmiş anlamlardan azade doğrudan yaşanan bir hayatın insana sunduklarıdır.
Hepimiz, anlamsız bir uygarlık gösterisine kurban ettik bu güzelim hayatta en yaşanılası anlarımızı.