Batı Anadolu Sanayici ve İșadamları Dernekleri Federasyonu (BASİFED) Yönetim Kurulu Başkanı Başkanı Levent Akgerman Egedesonsöz’e konuştu.
Onur DENİZ/EGEDESONSÖZ - İzmir ekonomisinde uzun yıllardır söz sahibi olan Akgerman Ailesi'nin üçüncü kuşak temsilcisi Levent Akgerman…
Amerika'daki eğitiminin ardından 2000'li yılların başında AKG Grup içinde yer alan AKG Gazbeton'un başına geçen Levent Akgerman, göreve geldiği andan itibaren önemli başarılara imza atarak markayı Avrupa başta olmak üzere dünyanın dört bir yanına taşıdı.
EGİAD, İMSAD, TGÜB, DEİK gibi çok sayıda sivil topum kuruluşunda bașkan ve bașkan yardımcılığı görevlerinde bulunan Akgerman, iki yıldır Batı Anadolu Sanayici ve İșadamları Dernekleri Federasyonu (BASİFED) Başkanlığı görevini sürdürüyor.
AKG Gazbeton'daki başarıları, İzmir gündeminde yaptıkları çalışmaları ve açıklamalarıyla adından söz ettiren Levent Akgerman, Egedesonsöz'ün sorularını yanıtladı.
Ülke gündeminden düşmeyen terör olaylarına, terörün gölgesinde zor günlerden geçen ülke ve kent ekonomisine kadar birçok konuda soruları yanıtlayan Akgerman, AKG Gazbeton'un yol haritası hakkında önemli açıklamalar yaptı.
2016 DAHA BÜYÜK SÜRPRİZLERE GEBE OLMASIN
7 Haziran ve 1 Kasım seçimleri sürecinde Türkiye'deki sorunları dile getirenlerden biriydiniz. Seçimlerin ardından 2016'da nasıl bir tabloyla karşılaştık? Beklentiler nelerdir?
Her iki seçimin ardından 'beklenen ve beklenmeyen' sorunlarla, ülke olarak 2016'yı yaşayarak hepimiz görüyoruz. Başta turizm olmak üzere, bütün sektörlerde sıkıntılar var. 2 bin otel şu anda satılığa çıkarılmış durumda. Turistin gelmemesi demek sadece turizmin ekonomiye sağladığı katkı yönünden değil, ülkemizin itibarı açısından da çok ciddi bir kayıp demek. Bununla birlikte istihdam desteğinden söz ediliyor. Bu istihdam desteği verildiği zaman bu turistler geri gelmeyecekler. Sonuçta geçici çözümler bunlar. Türkiye'nin algısının değiştirilmesi için uğraş vermemiz lazım. Burada görev hepimize düşüyor. Ülkemiz jeostratejik konumu itibariyle çok ciddi sorunlar yaşıyor. Yurt içine baktığımızda Doğu'da, Güneydoğu'da tahminlerin ötesinde bir tablo ile karşı karşıyayız. 2016 yılının daha büyük çapta kötü sürprizlere gebe olmaması en büyük dileğimiz.
SORUN, ETNİK DEÐİL EKONOMİKTİR
Türkiye bugünlerde terör gündemine kilitlenmiş durumda. BASİFED ve İzmir'deki çok sayıda sivil toplum kuruluşu terörün son bulması için çağrıda bulunmuştunuz. Şu an Güneydoğu'da operasyonlar devam ediyor. Bu politika doğru bir politika mı? Terörün kalıcı olarak sonlandırılmasında etkili olacak mı?
Bu yaşadıklarımızın hepsi birer sonuç. Yaşadıklarımızın hepsinin altında köklü nedenler yatıyor. Bu kök sebepleri ortadan kaldırmadan bu olaylar kısır döngü olarak karşımıza çıkacaktır. Nedenler bellidir. Konu Türk-Kürt problemi değildir. Bölgesel gelir dağılımı eşitsizliğidir. Bölgesel, coğrafi güçlüklerdir. İstanbul'da birkaç mahalle dışında huzurlu bir ortam vardır. Bunun sebebi ekonomiktir. Bölgedeki sorunların biraz daha gerisine baktığınız zaman, iyileşme ve normale dönme halkın ekonomik kalkınmasıyla olacaktır. Bölgenin belli ekonomik refah seviyesine ulaşmasıyla ilgili çalışmaların yapılması gerekir.
Ne gibi çalışmalar yapılmalıdır?
Bölge halkına bölgenin doğal kaynak ve enerji gelirlerinden daha çok pay verilmesi, bölge halkının kendisini rahatça ifade edebilmesi, toplumsal olarak yer bulabilmesi bölgedeki kamu çalışanlarının farklı özlük hakları ve imkanlarla istihdam edilmesi gerekir.
Ege'de görev yapan memurla orada görev yapan memur arasında cezbedici düzeyde fark olması gereklidir. Bunlar ilave ekonomik, sosyal bazlı haklar ile olur. Oradaki ortam çok zor bir ortam… Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da çalışmayı teşvik edecek çalışmalar yapılmalıdır. Ben buna inanıyorum. Çünkü terör örgütünün arkasında yatan nedenlere baktığımızda ekonomik açıdan bölgede büyük bir boşluğu doldurduklarını görüyoruz. Uyuşturucu kaçakçılığı, petrol kaçakçılığı, sigara kaçakçılığı gibi yasadışı kaynaklarından elde edilen gelir ile ekonomide yaşanan boşluğu doldurduklarını görüyoruz. Bu yıllardır süregeliyor. Süregeldiği için de bu sorunlar devam ediyor. Orada zehirli bir ot var. O zehirli otu bahçenizden söküp atmazsanız ve halkın ekonomik sorunlarını asgariye indirecek yönde toprağa bir şeyler ekmezseniz bu kısırdöngü yaşanmaya devam eder. Bölgedeki sorunları sadece okullarda Kürtçe ders yapılmasını sağlayarak değil, bölge halkının temel özgürlükleri ve ekonomik özgürlüklerini sağlayarak aşabilirsiniz. Ekonomik refah olduğu zaman, kültürel sorunlar daha kolay halledilir. Orada havaalanı yapmak tek başına bir çözüm değil. Ekonomik çalışmalara yön verilmesi lazım. Bir örnek verelim; bölgede elektrik faturasını ödeyemeyen bir kesim ve bu kesime haraç ödemesi yönünde baskı yapan bir terör örgütü var. O halkı terör örgütünün vesayetinden kurtarmamız gerekiyor. Terör örgütünün yarattığı ekonomi yerine, en az aynı ölçekte bir ekonomiyi ikame etmeniz lazım. Siz bunu yaptığınız zaman, kimse terör örgütüne boyun eğmez, terör örgütü de o cesareti bulamaz. Tabi siyasetçiler bunu ne kadar arzuluyor, bu ayrı bir konu.
EKONOMİNİN OLDUÐU YERDE BARIŞ OLUR
Bir dönem Güneydoğu'da GAP yatırımları yapıldı fakat devamı gelmedi. Bir yatırımcı olarak o bölgede nasıl yatırımlar gerçekleşebilir?
GAP projesinin kapsadığı alan Urfa, Adıyaman gibi yerler. Oralar zaten tarım bölgesi. Buralarda sıkıntı yok. Sıkıntı dağlık bölgelerde. Dağlık yörelerde tarım zor. Buralarda şunu yapmak lazım; Kuzey Irak petrolünün geçtiği yerlerde kalkınma vergisi alınabilir. O gelirden bölgeye refah payı ayrılırsa ve orada siyasetin finansmanı legal olarak güçlenirse, siyaset mekanizması da terör örgütünün vesayetinden kurtulacaktır. Biz orada gerçekten demokrasi ve siyasi özgürlük istiyorsak böyle yapmak lazım. Bu batıda da böyledir. İnsanlar kendilerini temsil etmesini istedikleri adayları destekliyorlar. Siyasette yapılması gereken işler var. Siyaset, her yerde parayla dönüyor. Bu paranın kaynağı terör örgütünden gelirse, o zaman tıkanıyoruz. Terör örgütünün yarattığı kayıt dışı ekonomiyi ortadan kaldırma niyeti gösterilmezse bölgenin de ülkenin de durumu çok zorlaşır. Mesela tekstil yatırımları yapıldı, tekstilci dostlarımız o bölgeye gitti. Sonra? Sonrası gelmedi. Verilen vaatler yerine getirilmedikçe oraya gidenler pişman oluyor. Eğer devlet gereken desteği devam ettirmiyorsa o zaman halkın da, yatırımcının da güveni kalmıyor. Beklenilen destekler verilmeyince de iş adamları zor durumda kalıyor. Bunu görmemiz lazım. Dağlık bölgelerde kışın kayak turizmini, yazın dağcılık ve golf turizmini gerçekleştirmek mümkün. Erzurum'da yaşanan sorunlar ortada. Hala tam anlamıyla oturmayan bir kış turizmi var, buralara odaklanılmalıdır. Niye dağlık bölgelerimizde bunu ciddiye almıyoruz? Bölge insanlarının taleplerinden korkmamamız lazım. Onları terör örgütü vesayetine girmelerinden kurtarmamız için onları kucaklamamız lazım. Baraj göllerinde kültür balıkçılığını uygulayabiliriz. Bunları teşvik etmemiz lazım. Buradaki vatandaşların da devletin koyduğu kurallara uyum göstermesi gerekiyor. Bu bölgedeki kaçakçılığı önlemek için belli teşviklerin verilmesi uygun olur. Potansiyel madenler araştırılmalıdır. Bunların iyi araştırılması, madenlerin değerlendirilmesi, madenlerden çıkacak gelirlerden bölgenin kalkınması için pay verilmesi lazım. Bu olduğu zaman barış olur. Ekonominin olduğu, refahın olduğu yere barış gelir. Bölge halkını, paranın olmadığı yerde devlet ve terör örgütü arasına sıkışmış yoksul halk konumundan kurtarmak gerekir. Ne yazık ki bu durumu hep kullanan siyasiler var. Olan oradaki vatandaşa oluyor. Olan, bölgesel çalışan siyasi partilere oluyor. Bölgeyi bu durumdan kurtarmak için acil önlemler alınması, harekete geçilmesi gerekiyor.
PARADAN PARA KAZANMA ANLAYIŞI DEÐİŞMELİ
Son dönemde Ali Koç'un Kapitalizm çıkışı gündeme gelmiş, gelir adaletsizliği için uyarıda bulunmuştu. Gelir adaletsizliği, orta gelir tuzağı gibi konular sizin de üzerinde durduğunuz konulardan biriydi. Türkiye'deki mevcut tabloyu nasıl yorumluyorsunuz?
Gelir adaletsizliğinin tezahürünü şu anda yaşıyoruz. Batı'da mevduat faizleri eksiye indi. Birincil neden, paradan para kazanma anlayışının bu gruplar arasındaki gelir makasının açılmasında etken olması… Bunu kabul edelim. Çünkü risk yok. Parada kalanlar için her zaman gelir arttırma var; ama esnaf, sanayici, emekçi her zaman zorlamışlar. Üreten her zaman ikincil planda kalmış, sermayeyi parada tutanlar her zaman adeta kutsanmış. Bunun ortadan kalkması lazım. Belli noktalarda bu faiz politikalarının bütün dünyada çok büyük zararlar verdiğini düşünüyorum. Bir diğer önemli husus, 'siyasetin finansmanı'. Siyasetin finansmanının çok açık, şeffaf ve ölçülebilir olması lazım. Siyaset yürütülürken, etik kuralların göz önünde bulundurulması lazım. Şirketler yönetilirken birçok büyük firmada yolsuzluklar ortaya çıktı. Bunlar tamamen etik problemler. İnsanların etik kurallara riayet etmemesi sonucu ortaya çıkan gelişmeler neden oluyor. Etik kurallara riayet eden, kazanma hırsını dizginleyebilen kesimlerin toplumda hakim olması, muhakkak bu noktada daha dengeli bir toplum yaratılmasında etkili olacaktır. Bu işin başka yolu yok. Kapitalizmin kalkıp yerine başka bir sistemin gelmesini ben mümkün görmüyorum. Çünkü her birey eşit çalışkanlıkta, üretkenlikte vasıflarda değil. Böyle bakıldığında komünizmin olması, tek tip bir ekonomi modelinin olması mümkün değil. Aşırı liberal unsurların törpülenerek belli kurallara uygulayabilmek lazım. Kurallı bir ekonominin olması lazım. Liberal ekonomi sonsuz özgürlük demek değil. Etik kurallar çerçevesinde bu işin yürütülmesi lazım. Mesela rekabet. Rekabet unsurunun uygulanması lazım. Ülkemizde ve dünyada bu konuda hala eksiklikler var. Diğer yandan rekabetçilik daha verimli bir ekonominin önünü açacaktır. Paradan para kazanma olayının bitmesi lazım. Kenarda ciddi para biriktirenlerin toplum yararına çalışmaları lazım. Bunu sadece vakfetmek olarak söylemiyorum. Mutlaka bunlar yapılacak ama istihdam yaratılması gerekiyor. Yatırım yapanların teşvik edilmesi gerekiyor. Siyasilerin verdiği kararların toplumun her kesimini gözetmesi lazım.
SORUN LİBERAL EKONOMİ DEÐİL SİYASET
Bakın Amerika'da Trump gibi bir adam çıkıyor, insanların zayıf noktalarını kullanabiliyor. Eğitimi güçlendirmediğiniz zaman böyle siyasetçilerin çıkmasına engel olamıyorsunuz, neden oluyorsunuz. Bence Batı'dakilerin en büyük hatası, geliri düşük olan kitleleri önceliklendirmekten ziyade, siyaseti finanse edenlerin koruma yönünde çalışmalar yapmalarıdır. Sorun siyasetten kaynaklanıyor. Yoksa kapitalist düzen dediğimiz şey aslında liberal ekonomi. Her kesimi gözettiği ölçüde liberal ekonomide sıkıntı yok. Liberal ekonominin kurallarını belirleyen siyaset mekanizmasında sorun var.
Bernie Sanders gibi bir adam çıkıyor, gerçekten doğruları O söylüyor. O adam bir Komünist değil ama sosyal demokrasi gibi bir kavramı o kadar güzel anlatıyor ki… Sanders, 'Ben bana bir dolar veren adamın hakkını bile eşit olarak gözeteceğim. Bir bankacı 250 bin dolar veriyorsa ben onun menfaatlerini ikinci planda tutacağım' diyor. Bunu yapabilmek çok önemli. Ülkemizde son 13 yılda ne kadar eleştirirsek eleştirelim, sosyal demokrasi anlamında olumlu şeyler yapıldığının hakkını vermemiz lazım. Eğitim konusunda eksikliklerimizin olduğunu kabul edelim. Eğitim konusunda eksiklikleri olan bir halk, doğru sonuçlara varma noktasında sorunlar yaşıyor. Bu iş eğitim ile başlayacak, ekonomik refahın gelişmesiyle devam edecek. Sonrada kültürel gelişmelerle beraber yükselecek. Kapitalizmin bu kadar gelir adaletsizliğine neden olmasının sebeplerinden biri de büyüme hızlarını yüksek tutma endişesinden kaynaklanıyor. O da istihdamı yaratma endişesinden kaynaklanıyor. İstihdam yaratma endişesi de, yüksek nüfus artışından kaynaklanıyor. O zaman nüfus artışını savunmak çok yanlış. Kontrolsüz bir nüfus artışında istihdam yaratma paniğiyle siz bu ekonomiyi Çin'deki gibi yüzde 8 – 9 oranında aşırı büyütmeye kalktığımızda, hem doğanın dengesi bozuluyor, hem de liberal ekonominin dengesi bozuluyor çünkü borçlanma artıyor. Borçlanmada bir para verenler var, bir de borçlular var. Para verenler var, demek ki paradan para kazananlar var. Onun için düşük borçlulukla makul büyüme oranlarına hepimizin alışması lazım. Önümüzdeki sene yüzde 4'lerde büyüme oranı hepimiz için makul olacaktır. Nüfus artışını dizginlediği sürece Türkiye başarılı olacaktır.
İstikrarlı ekonomi bisiklete binmek gibi bir şey. Avrupa ülkelerinde yaşlıların nüfustaki oranı artıyor. Bu sosyal güvenlik giderlerinin artmasına neden oluyor. Onları sırtlayabilecek genç bir nüfus yok. Türkiye 2030'dan itibaren yaşlı bir nüfus haline gelecek. Çünkü ömür uzuyor. Bununla beraber birçok parametreyi birlikte değerlendirmemiz gerekiyor. Nüfus artış politikalarını sosyal güvenlik politikaları ile dengeyle götürmek gerekiyor.
BU KADAR ÜNİVERSİTE FAZLA
Genç nüfustaki artışın sanayicilerin beklentilerini, istihdam sorununu karşıladığını göremiyoruz. Artan genç nüfus ile eğitim seviyesi arasında bir ters orantı mı var?
Orada karşılıklı bir uyumsuzluk başladı. İş gücü ihtiyaç kriterleri belli. Bir de mevcut gençlerin kriterleri belli. Bunlar birbiriyle uyuşmuyor. Bu kadar üniversite fazla. İşletme, ekonomi okuyan üniversiteli enflasyonu var. Çoğu bölümler boş. Örneğin Su Ürünleri… Aslında gelecek bu yeni alanlarda. Daha revaçta olması lazım. Gençlerin iyi yönlendirilmesi lazım. Almanya'da meslek liselerinin mezun ettiği bireylerin iş kaliteleri ve refah düzeyleri daha yüksektir. Bunlara yönelik politikaların yapılması lazım. Şu anki politikalar doğurganlığı arttırıcı politikalar. Kadınların daha çok istihdam edilmesi, doğurganlığın kadın istihdamını kolaylaştırıcı politikalarla dengelenmesi lazım.
Kapsayıcılık olması lazım. Genç nüfus var, büyüme var diyoruz. O nüfus 'ekonomik büyümeden' faydalanamıyor. Başka bir örnek, gelir seviyesi düşük vatandaşlar da ekonomik büyümeden faydalanamıyor… Neden? Çünkü kapsayıcılık yok. Belli bir kesim büyümeden faydalanıyor. Her kesimin eşit şekilde büyümeden faydalanabilmesi için sosyal politikaların sadece sadaka sistemiyle değil, iş gücü politikaları ile teşvik edilmesi lazım. Balık vererek değil, balık tutmayı öğreterek ilerlememiz gerekiyor.
Bunu yapamazsak bağımlı bir toplum oluşmasına sebep oluruz, bağımlı bir toplum da siyasiler açısından önemlidir çünkü 'oy ' demektir. Bu şuna benzer, şirketler karı maksimize etmek için vardır. Siyasiler de oyu maksimize etmek için vardır. Bunu aslında makisimize etmek yerine optimize etmemiz lazım. En yüksek oy almayı değil, ülkeyi ileri düzeye taşımayı hedeflememiz lazım.
İZMİR'DE BİR STK ENFLASYONU VAR
Biraz daha İzmir'e geldiğimizde kentin çözüm bekleyen çok fazla sorunu var. Kamuoyunda sorunların çözümü için STK'ların vasıfsız olduğuna dair, 'Bu STK'lar ne yapar?' eleştirileri var. BASİFED ne yapar, faaliyetleri nelerdir?
BASİFED bir federasyon. 9 dernekten oluşuyor. BASİFED'in öncelikli kuruluş amacı kalkınma ajanslarına paralel olarak TÜRKONFED'in altında faaliyet gösteren bölgesel federasyon olması. Federasyonlar eş güdüm sağlıyor. Bizim toplantılarımızda dernek başkanları toplantının başında bir sunum gerçekleştiriyor. Benim öncelikli hedefim derneklerin mükerrerliğini önlemek. Bir işi en verimli şekilde bir dernek yapsın. İki dernek aynı işi ayrı ayrı kaynaklarla yaparsa kaynak israfı oluyor. Bir diğer görevimiz TÜRKONFED'in çalışmalarını buraya yansıtmak, faaliyetlerini yerele indirmek; yerelde olanları ulusala taşımak. Mesela Tunceli'de iktisadi kalkınmışlık protokolünün incelemeleri. Yerel dinamikler ve bölgesel fırsatlar gibi sempozyumlar var.
İzmir'de bunlar söz konusu olmadığı için, biz de mesela kadınların istihdamdaki yeri ile ilgili TÜRKONFED'in çalışmalarından faydalanıyoruz. Geçen 8 Mart'ta gerçekleştirdik. Bakın bu 8 Mart'ta ne kadar çok kadınla ilgili organizasyon oldu. Eskiden bu kadar olur muydu? Burada BASİFED'in öncülük yaptığını görürsünüz. Kadın derneklerimize bunun yolunu açtık. Önemli iş insanları getirdik. 2016'da İzmir'de kadınlar günü başka kutlandı. Biz bir şey yapma gereği görmedik çünkü kadın dernekleri artık başarılı işler yapıyor. Bazı şeylerin sadece bir kez önünü açmak bile yeterli olabiliyor. Mesela şimdi önümüzdeki ay yeni Anayasa ile ilgili bir toplantımız olacak. TÜRKONFED ilkini Ankara'da gerçekleştirdi. Şimdi İzmir ayağını gerçekleştireceğiz. Fuat Keyman, Bekir Ağırdır geliyor. 'Yeni Anayasaya Doğru' biz de kendi ölçümüzde katkıda bulunmayı ve görüşlerimizi ortayı koymayı uygun görüyoruz. Finans, bilişim, yönetişim konulu bir zirve yaptık. Bu yapıldıktan sonra İzmir'de kaç tane bilişim zirvesi oldu. TİM mesela inovasyon zirvesini üç seferdir İzmir'den başlatıyor. Birbirini tetikleyen faaliyetler kelebek etkisi yaratıyor. BASİFED'in amacı, BASİFED'in adını ön plana çıkarmak değil. BASİFED'in amacı toplumsal duyarlılığı ortaya çıkarmak. Bizim derneklerimiz zaten gerekeni yapıyor. Kentsel dönüşüm ile ilgili EGİAD zaten raporunu açıklıyor. Buradaki sorunlar da BASİFED aracılığıyla TÜRKONFED'e aktarılıyor. Bölgesel iletişimi ulusal çapta arttırmaya çalışıyoruz.
İzmir'deki STK'ların ortak sorunları nelerdir?
İzmir'de STK enflasyonu var. STK'lar güçlerini birleştirip daha verimli hale gelmeli. İzmir'de birden fazla, söz sahibi olmak isteyen Sivil Toplum Örgütlenmeleri var. Burada mükerrer faaliyetlerden kaçınmak ve farklılaşmak gerekiyor. İzmir'de STK'ların belli faaliyetlerde güçlenmesi gerekiyor. Kadın dernekleri arasında bile konu başlıkları farklı olmalı. Hepsinin Türkiye'nin yararına olması lazım; fakat gündemlerinin farklı olması gerekiyor. Biri eğitime yoğunlaşırken, diğeri yatırımların iyileştirilmesine yoğunlaşabilir. Benzer faaliyetler içindeki, STK'ların koordinasyonu yok. Bu koordinasyonu sağlayacak olan yerel yönetimler olması gerekiyor ama maalesef yerel yönetimlerde ve kalkınma ajanslarında o koordinasyon becerisini göremiyoruz.
Koordinasyon becerisinin oluşmamasında temel neden nedir?
STK'lar kendi örgütlerinin menfaatleri çerçevesinde çalışıyor. En büyük sıkıntılardan biri olarak Ankara ile yerel yönetimlerin sağlıklı ve sistemli ortak çalışma platformlarını kuramadıklarını görüyoruz. Son dönemde özellikle merkezi hükümet tarafından kapsayıcılık görüyoruz. Koruyucu ve yerel yönetimle zıtlaşmadan belli konuları ve sorunları ortaya koyabilme iradesi var. Başbakanlık ofisinin açılması, Davutoğlu'nun Yunan mevkidaşı Çipras ile görüşmesi etkili oluyor. Bu yönde atılan adımların arkasının gelmesini bekliyoruz. Türk-Yunan ortak çalışma toplantısında vapur seferleri, uçak seferleri gibi olumlu sonuçlar ortaya çıktı. Şimdi bu seferlerin içini doldurmak, ortak çalışmalara ağırlık vermek gerekiyor. Kentsel dönüşümün sadece çürük binaların imar artış yolu ile yenilenmesi ile sınırlı kalmayıp kentlerin yeniden planlanması lazım. 1/100.000'lik imar planları yerel yönetimler tarafından mahkemeye veriliyor. Merkezi yönetimin son dönemde çalışmaları ile bu çelişkileri aşmamız, yerel yönetimlerin de merkez yönetimine kapı açması lazım. Örneğin ulaşım sorunu. Otobanda trafik olmasının nedeni, otobanın yetersizliği ve bağlantı yerlerinde yığılma olması. İmar planları yapılırken bunlara dikkat edilmesi gerekiyor. Örneğin, Amerika'da binalara yakın otobanlar yok. Bizde şehrin ortasından otoban geçtiği için ana arterler sıkışıyor. Yaşam alanlarını toplu taşıma noktalarından uzak tutmak lazım.
Burada sorunların aşılması için şehir bilimcilerine güvenmek gerekiyor. Odalarla, karayollarıyla, yerel yönetimlerle bir araya gelip bu işin çözülmesi için yerel yönetimlerin ve merkezi hükümetin yardımcı olmalarını bekliyoruz.
İZMİRLİ'NİN ULAŞIMINI MI DÜŞÜNÜYORUZ, PATRONLARIN ÇEŞME'YE GİTMESİNİ Mİ
İzmir'in ulaşım sorunun çözülmesinde Körfez Geçiş Köprüsü çözüm olacak mıdır?
Körfez geçiş projesinde şöyle bir konu var. Halk sembollerden çok etkilenir. Halkı etkilemek istiyorsanız sembollerden gidebilirsiniz. Bu şehrin sembolü bir köprü yapmak olabilir ve bu kent halkında yankı bulabilir. Eğitim seviyesi düşük kesimde bu konu daha büyük yankı uyandırabilir. Böyle bir projenin İzmir'e getireceği fonksiyonel katkılar ikinci planda tutuluyor. Şekilsel olduğu için bu kadar konuşulduğunu düşünüyorum.
4 – 5 milyar dolarlık para harcanacaksa, ekolojik olarak belli dengeleri bozacaksa, tekrar düşünülmesi lazım. Bununla ilgili veriler var. Buna göre yeniden bakılıp farklı çözümlere gidilmesi gerekir. Köprünün kentin bir sembolü olarak İzmir'de olması, ekolojik dengeleri bozmadığı sürece ve maliyetini karşılayacaksa, 10 – 15 senede amorti edecekse tamam; ancak sırf şehirden Çeşme'ye gidecek iş adamının parasıyla dönecekse bu iş, zor. Biz orada o inşaat işinin ticaretini mi düşünüyoruz, İzmir'de çalışan insanın mobilitesini mi düşünüyoruz; yoksa patronların Çeşme'ye gitmesini mi düşünüyoruz? Öncelikleri doğru belirlemek lazım.
TEŞVİKTE İZMİR MİLLİYETÇİSİ DEÐİL, EGELİ'YİM
BASİFED olarak yerli otomobil konusunda İzmir çağrısı yaptınız. BMC yatırımın ayrılma kararı tepkilere neden olmuştu. Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım'ın BMC konusunda yaptığı bir açılama vardı. BMC'nin gitmediği, yatırımları arttırarak devam edeceği yönünde açıklamaları oldu. Bu açıklamalar sektöre yeterli geldi mi?
BMC'nin iki alanda çalışması olacak. Biri sivil otomobil üretimi, diğeri askeri araç üretimi. Bu ikisinin ayrışmasıyla ilgili bir konu oluştu. Orada giden yatırımın yerine yenisinin geleceği yönünde bir garanti yok ve bu yatırım nasıl olacak hep beraber göreceğiz.
Bunun dışında mega projeler için arsa geliştirme sorunu var. Boş olan OSB'lerin doldurulması için geçici bir süre teşviklerin verilmesi gerekir. Teşvik konusunda ise ben İzmir milliyetçisi değilim, Ege milliyetçisiyim. Egeli ve İzmirli olarak bölgeye Manisa'da yapılan yatırım çok önemli. Buradaki yatırımların İzmirli'ye de çok katkısı olduğu gibi, çevre illerdeki yatırımların da İzmir'e katkısı olacak. Örneğin Manisa-İzmir arasındaki 40 dakikalık mesafe Sabuncubeli ile daha da düşecek. İzmir-Manisa konusuna İstanbul, Kocaeli gibi bakmak lazım.
İzmir milliyetçiliğini bırakmamız, Aliağa'da, Tire'de, Menemen'deki OSB'leri doldurmayı öncelikli konu olarak ele almamız lazım. OSB yönetimlerinin teşvik edici davranması, 'Ben buraya OSB'yi kurdum gelenden iyi para kazanayım' anlayışıyla yaklaşmaması gerekiyor. OSB'lerinin kendi yaklaşımlarını gözden geçirmeye ihtiyacı var.
250 KİLOMETRE ÖTEYE GİTMEZ DENİLEN MAL KANADA'YA GİTTİ
Amerika'dan gelip AKG Gazbeton'un başına geçtiğinizden beri firma başarılı bir ivme kazandı. Bu büyümede neler etkili oldu?
2003 yılında yurt dışından Türkiye'ye geldiğimde yeni bir hükümet ve yeni politikalar vardı. Hükümetin inşaat hamlesine paralel biz de gelişim gösterdik. 2005'ten itibaren biz de bu gelişmeye dahil olduk. Oradaki çarkı geliştirmek için bir ihracat hamlemiz oldu. 'Bu ürün 250 kilometreden öteye gitmez' diyenler; gazbetonu Dubai'ye, Fransa'ya, Kanada'ya, Gana'ya Senegal'e gönderdiğimizde şaşırdı. Daha sonra 'sen bu işi burada bedavaya yapıyorsun' denmeye başlandı. Bizim işimizde navlun bedelleri çok yüksektir. Onun için hala gerçek fiyatlarımızı tam anlamıyla bulabilmiş değiliz. Kayıt dışı gerçeği, ikame ürünlerle rekabet gibi konular var. Bunlarla mücadele etmek kolay olmadı. En büyük hamlemiz ise 2007 yılında temelini attığımız Çorlu İşletmesi oldu. İzmir merkezli grup olarak, İstanbul'daki pastadan yeterince pay alabilmek için Çorlu İşletmesi çok önemli bir görev üstlendi ve AKG Gazbeton İşletmeleri'nin Türkiye'deki konumunu çok farklı yere taşıdı.
AR-GE VE İNOVAYON ODAKLI ÇALIŞMA
Gazbetonda Avrupa'da ciddi ihracat hacmine ulaştınız. AR-GE çalışmalarına özen gösteriyorsunuz. Sıfır enerjide önemli hedefleriniz var. Ağırlık verdiğiniz çalışmalar neler?
Gazbetonda AR-GE ve inovasyon olarak bakış açımızı geliştirdik. AKG Gazbeton olarak kurumsal hedeflerimizden biri sıfıra yakın enerji harcayan binalar için hazır olmak. Bu konuda gerçekten çok iyi yol aldık. Yalıtım değerleri her gün yükselen ürünler ortaya çıkardık. Şu anda uluslararası bir rakibimizden çok daha iyi değerlerde üretim yapabiliyoruz. AR-GE merkezimizin resmi belgesini aldık. Bu sektörümüzde bir ilktir. Gazbeton ve duvar sektöründe ilk AR-GE merkezine sahip olan firma özelliği taşıyoruz. 2008'de AR-GE'mizi bağımsız olarak yapılandırmıştık. 7 yılda 18 proje, 4 yeni ürün ve 8 yeni teknoloji geliştirdik. Global patentlenmiş 4 yeni teknolojimiz var. Ulusal İnovasyon değerlendirmesinde, inovasyon kaynakları kategorisinde 500 kurum arasında 21'incilik derecesini elde ettik geçen sene. AR-GE sayesinde ısı yalıtım kabiliyeti geliştirilmiş ürünler ile Türkiye'de sağlanan enerji tasarrufu 25 milyon TL ve yeni nesil ürünler ile 50 bin konutu 200 bin ton hafifleterek deprem emniyetini sağlıyoruz. Deprem emniyetinde hafiflik çok önemlidir. 8 farklı uzmanlık alanında 38 tam zamanlı araştırmacımız, gelişmiş teknolojili 5 laboratuvarımız ile dünya çapında 65 milyon patente ve 2 bin 200 bilimsel belgeye doğrudan erişim alt yapısına sahibiz. Gazbeton alanında 26 AR-GE faaliyetimiz var. Bunlardan 8'i ülkemizin saygın üniversiteleri, TÜBİTAK, Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, TTGV gibi kuruluşlar tarafından destekleniyor. Cirodan AR-GE'ye yüzde 2 buçuk oranında pay ayırıyoruz. Bu oranlar daha evvel binde 5 gibiydi. 2008'den itibaren 3 hedefini koymuştum, Şimdi 2 buçuğa yaklaştık. Türkiye'nin 2023'teki hedefi yüzde 3, bizim AR-GE'ye cirodan ayıracağımız pay ile ilgili 2017 hedefimiz de yüzde 3. Bu açıdan Türkiye'nin ilerisindeyiz. 4'ü Avrupa'da olmak üzere 24 üniversite ile işbirliği yapıyoruz. 32 akademisyenle ortak çalışmalarımız, akademisyenlerden oluşan danışma kurulumuz, ODTÜ ve İTÜ ile ilk kez gerçekleştirilen ortak projelerimiz bulunuyorç Çok zor gerçekleştirdik ama binalarda gazbeton kullanımı ile ilgili inşaat fakültelerini bir araya getirdik, Yeni Nesil Isı Yalıtım Plağı Minepor ürünümüzü 4 yıl içinde hazırladık, geliştirdik ve pazara sunduk. Avrupa Birliği ve TÜBİTAK iş birliği ile yürüttüğümüz projelerimiz ile AR-GE ve inovasyon odaklı çalışmalarımızı sürdürmeye devam ediyoruz. Yarın bu tesislerde çok daha farklı ürünler üretebileceğiz.
Yeni ürün planları var mı?
Kurumsal hedeflerimizden biri karbon ayak izimizi küçültmek. Bu yönde önemli adımlar atıyoruz. Kullandığımız hammaddeler tamamen doğal maddeler. Üretimimizde çimento kullanmadan yapı malzemesi yapımı için çalışıyoruz. Karbon ayak izi noktasında ciddi sıkıntılar yaratabilecek unsurları bertaraf etmeye, hem maliyetleri düşürüp hem de daha çevreci ürünler üretmeye çalışıyoruz. Yalıtım sektöründe ses yalıtımı noktasında yeni ürünler geliştirme hedefimiz var. Batı'da farklı ihtiyaçları karşılayacak, sadece duvar dolgu malzemesi olarak değil, su yalıtımında silikon dolgu malzemesi yerine geçebilecek devrim niteliği olan bir çalışma içindeyiz. Bu faaliyetler sadece yapı sektörüyle sınırlı kalmayacak. Önümüzdeki dönemde çeşitli faaliyetler olacak.
KORDON'DA 4 BİNA BİR ARAYA GELSİN, KULE DİKSİN
İzmir'deki inşaat yatırımlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
İzmir'de en fazla hava almayan yer, Alsancak. Kordondaki binalar kıyı şeridini bir Çin Seddi gibi kaplamış durumda. Şöyle bir şey niye yapamıyoruz? Biraz rasyonel ve pragmatik olmamız lazım. 4 bina yan yana. 4 bina bir araya gelsin, ince uzun bir kule diksin. Etrafı açılsın, yeşil alan olsun, oradan hava alınsın. Başka türlü yapamayacağız bu işi. Bunu yatay genişleme taraftarı olan bir insan olarak söylüyorum. Yatay yapılaşma, sosyalleşme açısından da doğru bir şeydir. Yatay yapılaşma ilçeleri birleştirir, kaynaşma sağlar. Ama bir gerçek de var ki o da tapu sahipleri, hak sahipleri onların da avantajının olması lazım. O avantaj için de emsal artış olması lazım. O emsal artışı kendi binası içerisinde yapmasına müsaade etmemek lazım. Buradaki 3 yada 4 apartmanı birleştirelim, bize buraya bir gökdelen yapılsın, yanları açılsın demek lazım… Aynı New York gibi. Orada da gökdelenler var ama şehir büyük aralıklardan nefes alıyor. Bu olmaz sanıyorlar. New York'un yeşil alanı çoktur. Yoğunlaşmayı kontrol ederek dikey yaşam merkezleri pekala kurulabilir.
İZMİR DEÐİL KOLOMBİYA
Peki Alsancak'ın yapısı buna uygun mu?
Değil. Çünkü dolgu zemin. Dolgu zemin olduğu zaman ne kadar sağlıklı olabilir. Ama alternatif çözümler üretilebilir. Mesela şehir merkezinde kullanılmayan, eski binaların hak sahipleriyle anlaşıp oraya yüksekliği çok olmayan bir akvaryum yapılabilir. Oradan gelen gelirler, hak sahiplerine verilebilir. Kamulaştırması daha kolay yerler olabilir. Mesela kullanılmayan depolar, Alsancak Tekel depoları gibi. Oyuncak müzesi, medeniyetler müzesi gibi birçok kültürel alan bu bölgede dönüşümle yapılabilir. Bunlar aynı zamanda Alsancak'a gelen turistin kentte kalmasına da katkı sağlayacaktır. Kültürpark'ta yeni bir yapılaşmaya gitmeyelim, bırakalım orası yeşil alan olarak kalsın. Bunların yapılması için belli ekipler kurarak çalışmak lazım. İzmir'e havadan baktığınızda Kolombiya'dan bir farkı yok. İş merkezlerinin olduğu yerlerin gökdelen olmasında fayda var ama Seferihisar, Urla, Bergama gibi yerlerde yatay genişleme olmalıdır.
Kültür balıkçılığı yatırımları hangi düzeyde?
AKG Grubu olarak kültür balıkçılığında önemli yatırımlarımız oldu. Kültür balıkçılığı hamlemiz sadece tesis kurmakla kalmadı. Kapasite arttırmak, balık çeşitliliğini arttırmak, yurtdışı pazarda etkili olabilmek gibi faaliyetlerimiz oldu. Daha önce satışlar yüzde 80 yurt içi satış yaparken şimdi yüzde 99 yurt dışına dönüştü. Mevcut yatırımlarımızı geliştirerek balık çiftliğinde kapasitemizi arttırıyoruz. Yılda 6 bin ton balık işler hale geldik. Çiftlik çalışmalarını sürdürüyoruz. Yurt dışında yapılanmalarımız devam ediyor.
Son olarak yeni yatırımlar görecek miyiz?
Şu an için başka sektörlerde yatırımdan ziyade mevcut sektörlerde büyüme hedeflerimiz var. Çimstone'u büyütüyoruz. Bir kapasite artışı çalışması var. Yalıtım konusunda önemli bir ilerleme kaydettik. Belki Güney Marmara tarafında bir fabrika kurma çalışmamız olabilir ama bunlar orta ve uzun vadede olacak şeyler.