Yazarımız Gönül Soyoğul'un gazeteci-yazar Celal Başlangıç'la yaptığı söyleşi...
BAŞLARKEN…
Her konuda olduğu gibi, biz İzmirliler, hep bir ağızdan konuşabiliyoruz.
Geveze ama kafası da bir o kadar karışık kentlerden biriyiz. Özellikle de Kürtler konusunda.
Her konuda olduğu gibi, biz İzmirliler, hep bir ağızdan konuşabiliyoruz.
Geveze ama kafası da bir o kadar karışık kentlerden biriyiz. Özellikle de Kürtler konusunda.
Ulusal basına da taşınan röportajda Dinç Bilgin, 'Kürtlerden korkan bir İzmir düşünemiyorum' dese de, 'İzmirliler Kürtlerden değil, bu çok bilinmeyenli denklem gibi önüne konulan 'açılım'dan, açılımın sonunda ne çıkacağından, bilinmezlikten korkuyor bence' diye düşünürken; aklımda, sürekli 'bu konuyu kiminle konuşmalıyım ki, bu korkunun nedenini ortaya koyabilsin' sorusu geziniyordu.
Adı aklıma geldiğinde 'evreka' çığlığı atmadım ama 'niye bu isim daha önce aklıma gelmedi' diye kınadım kendimi.
Cumhuriyet Gazetesi İzmir büroda çalışırken tanıdığım, eşimin en yakın arkadaşı/sırdaşı olan Celal Başlangıç'tı bu isim.
Ben meslekte henüz yol alırken, Celal Adana'ya gitti, Cumhuriyet Gazetesi'nin bölge temsilcisi olarak… Adana Temsilcisi olmakla kalmadı, Cumhuriyet'in dağıtım ağı içinde kalan Doğu/Güneydoğu'daki 24 il de ona bağlandı.
Celal orada kaldığı süre boyunca, yazılarının röportajlarının yanı sıra, Güneydoğu'da tanık olduğu olayları anlatan 4 kitap yazdı:
Kanlı Bilmece, Telboyu İnsanları, Ölüm Kuşun Kanadında, Korku Tapınağı..
Ve Celal Başlangıç'ın orada yaptığı yüzlerce haberden biri, Türkiye'yi uluslararası gündeme taşıdı. Ne yazık ki akıllardan hiç silinmeyen, her hatırlandığında insan olana utanç yaşatan bir olayla. Cizre'nin Yeşilyurt köyünde, köylülere dışkı yedirilmesi olayıyla…(Dışkı yedirme davası, 1989 Ocak ayında Cizre'de başladı, oradan Ankara'ya taşındı bir ucu, diğer ucu da Strasbourg'a, Avrupa İnsan Hakları Komisyonu'na…)
İzmir'i, uzun yıllar gazeteci olarak yaşayan, çocukları, torunu hala bu kentte olan, hem akrabalık/arkadaşlık, hem de iş bağlantıları nedeniyle sık sık İzmir'e gelip giden Celal Başlangıç; bu sancılı ve Kürt açılımının ne olduğunun anlaşılamadan DTP'nin kapanmasına varan süreçte, kendimce konuşulacak en doğru adreslerden biriydi.
Anlattıkları, yanılmadığımı da gösterdi.
Umarım, (7 Aralık'ta, DTP henüz kapatılmamışken yaptığım) bu röportaj Kürt meselesindeki ezberinizi bozar.
Puzzle'ın parçaları birleşir, niye neden sorularının yanıtları, yerine oturur.
GÖNÜL SOYOÐUL: Bir yazında 'İnsanı çağıran kent, Diyarbakır' diye yazmıştın. Hoşuma gitmişti, aklımda kaldı. İzmir nasıl çağırmıştı seni, nasıl seslenmişti sana?
CELAL BAŞLANGIÇ: İzmir beni gazetecilik için çağırmıştı.
SOYOÐUL: Gazetecilik?
BAŞLANGIÇ: Evet gazetecilik. Ben İstanbulluyum biliyorsun. Gazeteci olmayı çok istiyordum. Puanım Ege Üniversitesi Basın/Yayın'ı tuttu. Ve İzmir'e geldim. İzmir'den hiç kimseyi tanımıyorum ve hayatımda sadece bir gece İzmir'de kalmıştım.
SOYOÐUL: Kaç yılıydı bu?
BAŞLANGIÇ: 1974 yılıydı. 1972'de babamın yanına İspanya'ya giderken gemiye binmek için İzmir'e gelmişim. O zaman Karadeniz vapuru vardı, Akdeniz sahilinden dolaşarak İspanya'ya giderdi. Ben de ona binmek için gelmiştim. Kentle ilgili hiç bilgim yoktu. Hiç tanımadığım bir kente gelmiştim ve gazeteci olmak istiyordum. Beni gazeteci olarak çağırdı İzmir.
SOYOÐUL: Kaç yıl kaldın İzmir'de?
BAŞLANGIÇ: 12 yıl. Gazetecilik okumak için geldim ama 12 yıl kaldım.
SOYOÐUL: Kendine İzmirliyim demiyorsundur, seni tanıdığım kadarıyla… Ne diyorsun, dünya vatandaşıyım mı?
BAŞLANGIÇ: Şöyle bir şey oldu. İzmir'e geldiğimde bana herkes İstanbullu diyordu, sonra biliyorsun Cumhuriyet'in Adana bürosuna temsilci olarak gittim. Adana'ya İzmir Cumhuriyet'ten gittiğim için herkes İzmirli İzmirli diyordu. Adana'dan İstanbul Cumhuriyet'e gidince, herkes Adanalı Adanalı demeye başladı. (kahkahalar)
SOYOÐUL: Geçmişte bıraktığın kente ait oluyorsun sen demek ki. Kaç yılına kadar kaldın İzmir'de?
BAŞLANGIÇ: 1986'ya kadar.
SOYOÐUL: O bıraktığın İzmir nasıl bir İzmir'di. Ya da yaşadığın İzmir'i nasıl hatırlıyorsun? Şimdi o İzmir'e nasıl bakıyorsun?
BAŞLANGIÇ: Benim geldiğim İzmir daha umutlu bir kentti. 1974'de gelmiştim, 80'e kadar özellikle. 82, 83 belki. Özal iktidarıdır orada kırılma noktası olan. Yani tarıma dayalı sanayinin yok olma süreci. Tütünün, incirin, üzümün… Vızır vızır işleyen bir İzmir limanı vardı o zaman. Bütün geleneksel tarım ürünleri gelirdi. Tütün taban fiyatı, üzüm baş fiyatı ilan edilirken, ortalık başka türlü karışırdı. Başka türlü hareket vardı. Mesela Çikita muzu ilk defa İzmir ihraç etmişti.. 1982 yılında. Sadık Kürekçi'dir o zamanki İzmir Yaş Meyve Sebze İhracatçılar Birliği Başkanı. Ben tesadüfen ondan öğrenmiştim ve haber yapmıştım. Giden bu İzmir. Artık taban fiyatın, baş fiyatın önemini kaybettiği bir süreci yaşayan kent. Ve böyle açıklamak ve bu İzmir'i anlamak çok mümkün. Orayı kavrayınca, bugünkü İzmir daha kolay anlaşılıyor. Bugün niye bu hale geldiği; aslında, oradan başlayan bir süreçle, var olmuş bir yapı.
SOYOÐUL: Nasıl açalım bu süreci Celal? Tarım…
BAŞLANGIÇ: Tarım, tarıma dayalı bir sanayi ve sanayi vardı. O zamanki Türkiye ölçeklerinde çok önemli bir yer tutuyordu buradaki İzmir'in varlığı.
SOYOÐUL: Temelinde ekonomi yatıyor.
BAŞLANGIÇ: Birinci neden ekonomi.. En kritik nokta bence oradan geçiyor. Ekonomik anlamda çöküşün, bir savaşla/çatışmayla örtüşmesinin getirdiği bir sonuç bu.
SOYOÐUL: Net savaş diyorsun PKK ile yaşanana?
BAŞLANGIÇ: Evet, savaş diyorum. Tabii ki… Eski Genelkurmay başkanlarından biri de düşük yoğunluklu çatışma demişti. Bu bir savaş halidir. Savaş olmasa, neredeyse ordunun yarısından fazlasının seferber edilmesi mümkün değil. Terör programı olsaydı, bu jandarmanın işi olurdu, polisin işi olurdu. Ama bu ordu meselesiyse, sen oraya tankla tüfekle bıçakla gidiyorsan eğer, bombardıman yapıyorsan kendi sınırının ötesinde; hatta, bazen kendi sınırlarının içerisinde, bu savaştır yani.
SOYOÐUL: İzmir'e gelip gidiyorsun, hem iş anlamında, hem akrabaların dostların anlamında bağların var.
BAŞLANGIÇ: Çoluk çocuğum var, torunum bile var. (kahkalar)
SOYOÐUL: İzmir üzerine konuşuluyor hala, biraz hız kesse de.. Sen İzmir'deki gerilimi, ya da kimilerinin iddia ettiği gibi faşist oluşumuzu, fark etmiş miydin, son DTP konvoyunda yaşananlara kadar?
BAŞLANGIÇ: Çok net fark etmemiştim. Ta ki Tayyip Erdoğan 'gavur İzmir' diyene kadar. Aslında Tayyip Erdoğan'ın 'gavur İzmir'i, bunu patlattı.
SOYOÐUL: Kırılma noktan o mu?
BAŞLANGIÇ: Benim için değil, İzmir için kırılma noktası o. Bu da Kürt meselesi ile bağlantılı. Bugünkü durumu açıklayan ikinci unsur da budur. Tayyip Erdoğan, yani AKP iktidarı unsurudur.
SOYOÐUL: Nasıl yani?
BAŞLANGIÇ: Şöyle. İzmir ekonomik olarak sıkıntılı, yoğun bir göç var. Özellikle 90'lardan sonra gelen yoğun bir Kürt göç dalgası var. Ve tabii ki orada giderek azalan ekmek, bölüşülmeye başlandı. Fazla miktarda. Hatırlarsan, AKP iktidarından önce de 1991 ya da 92'de Urla'da Kürt-Türk kavgası çıktı. Aslında, iki minibüs kooperatifinin meselesiydi o, başka da bir şey değildi. Ama Kürt-Türk kılıfı giydirilmeye çalışıldı o dönemde ama başarılı olunamadı. Çünkü iki kooperatifte de Kürtler de vardı, Türkler de vardı. Orada biri Kürtlerin kooperatifi, diğeri Türklerin kooperatifi durumu yoktu. Çok özellikle baktım o zaman ben duruma, iyi biliyorum öyle olmadığını. Şimdi orada bir ekmek kavgası vardı. Ekmek kavgasının üzerine, tabii İzmir'in yapısal olarak laiklikten yana tarzının olduğu bir toplumsal yapıyı da göz önünü koyarsak, AKP iktidarı zaten İzmir'in bir kısmını rahatsız etti. Rahatsız etmekle kalmadı, bir de 'gavur İzmir' deyince…
Şimdi bir yandan ekmek küçülüyor, ekmeğin küçülen parçasından dolayı insanlar, yerleşik İzmirliler, Kürtleri sorumlu tutuyorlar. Diğer yandan da laikliği, yaşama tarzını tehdit altında görüyor, tehdit altında gördüğü partinin genel başkanı da 'gavur İzmir' diyor, arkasından Kürt açılımı, gavur İzmir'i getiriyor.
Kürt eşittir AKP, AKP eşittir Kürt meselesi, Kürt meselesi eşittir laiklik meselesi oldu ve İzmir burada patladı.
SOYOÐUL: Sorumlu burada neredeyse AKP diyorsun.
BAŞLANGIÇ: Şartlar öyle getirdi belki. Tabii ki gavur İzmir lafındaki densizliğin ölçüsü yok. O ayrı bir şey. Ama bütün süreç Türkiye'yi buraya getirdi. İzmir'in bir de gavurluğu eklendi buna. Türkiye'de genel olarak yaşanan bir sorun zaten, özellikle Türkiye'nin batısında yoğun biçimde yaşanan Kürt sorunu ve yansımaları. Bir de üzerine sen 'gavur İzmir'i eklersen, en kolay patlayacak yer oldu ve nitekim o anlamda patladı da.
Adı aklıma geldiğinde 'evreka' çığlığı atmadım ama 'niye bu isim daha önce aklıma gelmedi' diye kınadım kendimi.
Cumhuriyet Gazetesi İzmir büroda çalışırken tanıdığım, eşimin en yakın arkadaşı/sırdaşı olan Celal Başlangıç'tı bu isim.
Ben meslekte henüz yol alırken, Celal Adana'ya gitti, Cumhuriyet Gazetesi'nin bölge temsilcisi olarak… Adana Temsilcisi olmakla kalmadı, Cumhuriyet'in dağıtım ağı içinde kalan Doğu/Güneydoğu'daki 24 il de ona bağlandı.
Celal orada kaldığı süre boyunca, yazılarının röportajlarının yanı sıra, Güneydoğu'da tanık olduğu olayları anlatan 4 kitap yazdı:
Kanlı Bilmece, Telboyu İnsanları, Ölüm Kuşun Kanadında, Korku Tapınağı..
Ve Celal Başlangıç'ın orada yaptığı yüzlerce haberden biri, Türkiye'yi uluslararası gündeme taşıdı. Ne yazık ki akıllardan hiç silinmeyen, her hatırlandığında insan olana utanç yaşatan bir olayla. Cizre'nin Yeşilyurt köyünde, köylülere dışkı yedirilmesi olayıyla…(Dışkı yedirme davası, 1989 Ocak ayında Cizre'de başladı, oradan Ankara'ya taşındı bir ucu, diğer ucu da Strasbourg'a, Avrupa İnsan Hakları Komisyonu'na…)
İzmir'i, uzun yıllar gazeteci olarak yaşayan, çocukları, torunu hala bu kentte olan, hem akrabalık/arkadaşlık, hem de iş bağlantıları nedeniyle sık sık İzmir'e gelip giden Celal Başlangıç; bu sancılı ve Kürt açılımının ne olduğunun anlaşılamadan DTP'nin kapanmasına varan süreçte, kendimce konuşulacak en doğru adreslerden biriydi.
Anlattıkları, yanılmadığımı da gösterdi.
Umarım, (7 Aralık'ta, DTP henüz kapatılmamışken yaptığım) bu röportaj Kürt meselesindeki ezberinizi bozar.
Puzzle'ın parçaları birleşir, niye neden sorularının yanıtları, yerine oturur.
GÖNÜL SOYOÐUL: Bir yazında 'İnsanı çağıran kent, Diyarbakır' diye yazmıştın. Hoşuma gitmişti, aklımda kaldı. İzmir nasıl çağırmıştı seni, nasıl seslenmişti sana?
CELAL BAŞLANGIÇ: İzmir beni gazetecilik için çağırmıştı.
SOYOÐUL: Gazetecilik?
BAŞLANGIÇ: Evet gazetecilik. Ben İstanbulluyum biliyorsun. Gazeteci olmayı çok istiyordum. Puanım Ege Üniversitesi Basın/Yayın'ı tuttu. Ve İzmir'e geldim. İzmir'den hiç kimseyi tanımıyorum ve hayatımda sadece bir gece İzmir'de kalmıştım.
SOYOÐUL: Kaç yılıydı bu?
BAŞLANGIÇ: 1974 yılıydı. 1972'de babamın yanına İspanya'ya giderken gemiye binmek için İzmir'e gelmişim. O zaman Karadeniz vapuru vardı, Akdeniz sahilinden dolaşarak İspanya'ya giderdi. Ben de ona binmek için gelmiştim. Kentle ilgili hiç bilgim yoktu. Hiç tanımadığım bir kente gelmiştim ve gazeteci olmak istiyordum. Beni gazeteci olarak çağırdı İzmir.
SOYOÐUL: Kaç yıl kaldın İzmir'de?
BAŞLANGIÇ: 12 yıl. Gazetecilik okumak için geldim ama 12 yıl kaldım.
SOYOÐUL: Kendine İzmirliyim demiyorsundur, seni tanıdığım kadarıyla… Ne diyorsun, dünya vatandaşıyım mı?
BAŞLANGIÇ: Şöyle bir şey oldu. İzmir'e geldiğimde bana herkes İstanbullu diyordu, sonra biliyorsun Cumhuriyet'in Adana bürosuna temsilci olarak gittim. Adana'ya İzmir Cumhuriyet'ten gittiğim için herkes İzmirli İzmirli diyordu. Adana'dan İstanbul Cumhuriyet'e gidince, herkes Adanalı Adanalı demeye başladı. (kahkahalar)
SOYOÐUL: Geçmişte bıraktığın kente ait oluyorsun sen demek ki. Kaç yılına kadar kaldın İzmir'de?
BAŞLANGIÇ: 1986'ya kadar.
SOYOÐUL: O bıraktığın İzmir nasıl bir İzmir'di. Ya da yaşadığın İzmir'i nasıl hatırlıyorsun? Şimdi o İzmir'e nasıl bakıyorsun?
BAŞLANGIÇ: Benim geldiğim İzmir daha umutlu bir kentti. 1974'de gelmiştim, 80'e kadar özellikle. 82, 83 belki. Özal iktidarıdır orada kırılma noktası olan. Yani tarıma dayalı sanayinin yok olma süreci. Tütünün, incirin, üzümün… Vızır vızır işleyen bir İzmir limanı vardı o zaman. Bütün geleneksel tarım ürünleri gelirdi. Tütün taban fiyatı, üzüm baş fiyatı ilan edilirken, ortalık başka türlü karışırdı. Başka türlü hareket vardı. Mesela Çikita muzu ilk defa İzmir ihraç etmişti.. 1982 yılında. Sadık Kürekçi'dir o zamanki İzmir Yaş Meyve Sebze İhracatçılar Birliği Başkanı. Ben tesadüfen ondan öğrenmiştim ve haber yapmıştım. Giden bu İzmir. Artık taban fiyatın, baş fiyatın önemini kaybettiği bir süreci yaşayan kent. Ve böyle açıklamak ve bu İzmir'i anlamak çok mümkün. Orayı kavrayınca, bugünkü İzmir daha kolay anlaşılıyor. Bugün niye bu hale geldiği; aslında, oradan başlayan bir süreçle, var olmuş bir yapı.
SOYOÐUL: Nasıl açalım bu süreci Celal? Tarım…
BAŞLANGIÇ: Tarım, tarıma dayalı bir sanayi ve sanayi vardı. O zamanki Türkiye ölçeklerinde çok önemli bir yer tutuyordu buradaki İzmir'in varlığı.
SOYOÐUL: Temelinde ekonomi yatıyor.
BAŞLANGIÇ: Birinci neden ekonomi.. En kritik nokta bence oradan geçiyor. Ekonomik anlamda çöküşün, bir savaşla/çatışmayla örtüşmesinin getirdiği bir sonuç bu.
SOYOÐUL: Net savaş diyorsun PKK ile yaşanana?
BAŞLANGIÇ: Evet, savaş diyorum. Tabii ki… Eski Genelkurmay başkanlarından biri de düşük yoğunluklu çatışma demişti. Bu bir savaş halidir. Savaş olmasa, neredeyse ordunun yarısından fazlasının seferber edilmesi mümkün değil. Terör programı olsaydı, bu jandarmanın işi olurdu, polisin işi olurdu. Ama bu ordu meselesiyse, sen oraya tankla tüfekle bıçakla gidiyorsan eğer, bombardıman yapıyorsan kendi sınırının ötesinde; hatta, bazen kendi sınırlarının içerisinde, bu savaştır yani.
SOYOÐUL: İzmir'e gelip gidiyorsun, hem iş anlamında, hem akrabaların dostların anlamında bağların var.
BAŞLANGIÇ: Çoluk çocuğum var, torunum bile var. (kahkalar)
SOYOÐUL: İzmir üzerine konuşuluyor hala, biraz hız kesse de.. Sen İzmir'deki gerilimi, ya da kimilerinin iddia ettiği gibi faşist oluşumuzu, fark etmiş miydin, son DTP konvoyunda yaşananlara kadar?
BAŞLANGIÇ: Çok net fark etmemiştim. Ta ki Tayyip Erdoğan 'gavur İzmir' diyene kadar. Aslında Tayyip Erdoğan'ın 'gavur İzmir'i, bunu patlattı.
SOYOÐUL: Kırılma noktan o mu?
BAŞLANGIÇ: Benim için değil, İzmir için kırılma noktası o. Bu da Kürt meselesi ile bağlantılı. Bugünkü durumu açıklayan ikinci unsur da budur. Tayyip Erdoğan, yani AKP iktidarı unsurudur.
SOYOÐUL: Nasıl yani?
BAŞLANGIÇ: Şöyle. İzmir ekonomik olarak sıkıntılı, yoğun bir göç var. Özellikle 90'lardan sonra gelen yoğun bir Kürt göç dalgası var. Ve tabii ki orada giderek azalan ekmek, bölüşülmeye başlandı. Fazla miktarda. Hatırlarsan, AKP iktidarından önce de 1991 ya da 92'de Urla'da Kürt-Türk kavgası çıktı. Aslında, iki minibüs kooperatifinin meselesiydi o, başka da bir şey değildi. Ama Kürt-Türk kılıfı giydirilmeye çalışıldı o dönemde ama başarılı olunamadı. Çünkü iki kooperatifte de Kürtler de vardı, Türkler de vardı. Orada biri Kürtlerin kooperatifi, diğeri Türklerin kooperatifi durumu yoktu. Çok özellikle baktım o zaman ben duruma, iyi biliyorum öyle olmadığını. Şimdi orada bir ekmek kavgası vardı. Ekmek kavgasının üzerine, tabii İzmir'in yapısal olarak laiklikten yana tarzının olduğu bir toplumsal yapıyı da göz önünü koyarsak, AKP iktidarı zaten İzmir'in bir kısmını rahatsız etti. Rahatsız etmekle kalmadı, bir de 'gavur İzmir' deyince…
Şimdi bir yandan ekmek küçülüyor, ekmeğin küçülen parçasından dolayı insanlar, yerleşik İzmirliler, Kürtleri sorumlu tutuyorlar. Diğer yandan da laikliği, yaşama tarzını tehdit altında görüyor, tehdit altında gördüğü partinin genel başkanı da 'gavur İzmir' diyor, arkasından Kürt açılımı, gavur İzmir'i getiriyor.
Kürt eşittir AKP, AKP eşittir Kürt meselesi, Kürt meselesi eşittir laiklik meselesi oldu ve İzmir burada patladı.
SOYOÐUL: Sorumlu burada neredeyse AKP diyorsun.
BAŞLANGIÇ: Şartlar öyle getirdi belki. Tabii ki gavur İzmir lafındaki densizliğin ölçüsü yok. O ayrı bir şey. Ama bütün süreç Türkiye'yi buraya getirdi. İzmir'in bir de gavurluğu eklendi buna. Türkiye'de genel olarak yaşanan bir sorun zaten, özellikle Türkiye'nin batısında yoğun biçimde yaşanan Kürt sorunu ve yansımaları. Bir de üzerine sen 'gavur İzmir'i eklersen, en kolay patlayacak yer oldu ve nitekim o anlamda patladı da.
SOYOÐUL: Gavur İzmir söyleminden sonra dikkatini İzmir'e yoğunlaştırdığını söylüyorsun. Bu tabloyu tahmin ettin o zaman?
BAŞLANGIÇ: Kırılma noktası orasıydı. Gavur İzmir'i de AKP getirdi, açılımı da AKP getirdi. Yani açılım ile gavur İzmirli demek arasında fark kalmadı İzmirlinin gözünde. Onun için İzmir patladı.
SOYOÐUL: Peki o olayı nasıl yorumluyorsun, DTP'nin taşla, soğanla, yumurtayla protesto edilmesini?
BAŞLANGIÇ: Türkiye'de özellikle 25 yıldır savaş propagandası yapıldı. Yani bir savaşla beyni yıkandı toplumun. Bir savaş hali var. 25 yıldır savaşa gönderir gibi asker gönderiyoruz. Savaş değil diyorlar ama 'asker gidecek, geri gelecek' sloganı ne zaman atılmaya başlandı? Kürt meselesi çıkmadan önce böyle slogan mı atılırdı? Bu savaş hali ve bu savaş halinin propagandası beyinlerin yıkanması hali vardı. 'Kürt = PKK' noktasına gelinmişti. Zaten PKK'nın taban bulmasının nedeni de uygulamanın da 'Kürt=PKK' olmasından, devletin yanlış politikalarının sonucuydu. Ve 25 yıldır milletin beyni savaş politikasıyla yıkandı. Kendi çocuklarını da askere götürüyorlar, getiriyorlar bu arada. Savaşın bir parçası haline geliyorlar doğal olarak. Kaçınılmaz olarak direk etkileniyorlar o savaştan.
Bir de bunun üzerine 'gavur İzmir' eklenince… Hatırlarsın o sözden sonra İzmir'den bayraklar inmedi evlerden. Her gün cumhuriyet bayramı gibi, evlerin balkonlarından bayraklar sallandı. Bu gavur İzmir'in tarzıydı, gavur İzmir lafına bir tepki olarak yoğunlaştı bu.
SOYOÐUL: Bayrak dedik, hemen saptama yapalım. Bu kentin tepki olarak bayrak asışını, faşizmle buluşturuyor musun? Gavur İzmir'e bir tepki dedin az önce.
BAŞLANGIÇ: Tabii tabii. Ben İzmir'in ırkçı olduğunu düşünmüyorum. İzmir çok kültürlü farklı etnik yapıların, farklı dinlerin bir arada yaşadığı yerden gelen ve bu nüansı iyi taşıyan bir yerdir. Hoşgörünün, hoşgörüyü burada tırnak içinde ve kasten kullanıyorum, hoşgörüyü farklı algılarlar, 'senin bir kusurun var ama ben seni hoş görüyorum'dur açılımı. İzmir de bunu sonunu kadar yapar.(kahkahalar)
SOYOÐUL: Sen Kürtsün, seni hoş görüyorum, sen Ermenisin, seni hoş görüyorum gibi diyor İzmirli yani.
BAŞLANGIÇ: Evet evet, bir kusurun var ama ben seni hoş görüyorum der İzmir ve bir arada yaşamayı becerirdi İzmirli. Ama bu son süreçte, hem ekonomik olarak çöküntü, hem AKP gibi yaşam tarzını tehdit edeceğini düşündüğü bir partinin iktidara gelmesi, hem de bu partinin başkanının gavur İzmir demesi, artı üzerine bir de o parti başkanının Kürt açılımını yapması, İzmir'in başka bir konuma, başka bir duruşa doğru geçmesine neden oldu. Bu hakikaten faşist gibi algılanabilecek bir durumdur ama İzmir'in altının derinliğini bilenler, bunun böyle olmadığını da bilirler. İzmir'de kolay kolay faşistler çıkamaz yani, yapısal olarak mayasında yoktur İzmir'in faşizm. Ama konjonktür oraya getirdi İzmir'i ve böyle algılanmasına yol açtı.
Bu açılımı AKP yapmasaydı da ya da AKP baştan gavur İzmir demeseydi ya da AKP baştan insanların yaşam tarzını tehdit edecek bir algı uyandırmasaydı, İzmir'in belki Kürtlere bakış açışı çok daha farklı olabilirdi ve böyle bir olay da yaşanmazdı. Ama birkaç faktör bir araya gelince; tabii ki, İzmir bir anda zıvanadan çıktı. Tayyip ne yapsa ona karşı çıkacak, o noktaya geldi. Buna Kürt açılımı da dahil.
Şimdi mesela ben hatırlıyorum 1977 yılında Demokrat İzmir'de çalışıyordum, siyaset muhabiriydim. Kadifekale'de Kürtler yoğun olarak da Mardinliler yaşardı. Benim önümde oradaki Kürtlerin temsilcisi gelip o zamanki ilk başkanı Sedat Akman'dı, Sedat Akman'dan üç milletvekili kontenjan istemişti. CHP'den. Kürtlerin çok varlık göstermediği, bir yerde yoğunlaşıp da bir partiden kontenjan talep edeceği bir konumda olmadığı dönemde, Türkiye'de İzmir'de Mardinliler adına CHP'den 3 tane milletvekilliği kontenjanı talebinde bulunabiliyordu adamlar. İzmir'de Kürtler'in bir sorunu yoktu, olmamıştı da. 12 Eylül'den sonraki özellikle Özal döneminde geleneksel tarım ürünlerimizin değer yitirmesi, tarıma dayalı sanayinin yok olması, sanayinin yok olması giderek İstanbul'a doğru kaçması, ekonomik çöküntü, arkasından AKP iktidarı, yaşamını tehdit altında hissetmesi İzmirlinin, artı gavur İzmir lafı, artı Kürt açılımı. Hepsinin bir araya geldiği bir atmosferin ürünü bugünkü İzmir. Ve mayasında/yapısında olmayan bir yere geldi. Bütün şartlar bir araya gelince de…
SOYOÐUL: Sen uzun yıllar Doğu'yu, Güneydoğu'yu karış karış dolaştın. Oradaki yapıyı da iyi biliyorsun. Bu sürecin hiç iyi açıklanmadığı, anlatılmadığı da malum. İktidar samimi mi, yoksa gerçekten bir planın parçası olarak mı yürüyor bu işler?
BAŞLANGIÇ: Kürt açılımı, Türkiye'nin çözümü değil. Uluslararası bir planın parçası. Ama ben burada Türkiye'nin çıkarının var olduğunu düşünüyorum. Aslında belki de Kürt sorunu, PKK meselesi çıktığından beri, 25 yıldır ilk defa Amerika'nın, Avrupa Birliği'nin, Türkiye'nin, Irak'ın ve Irak Kürdistanı'nın çıkarları, üst üste çakıştı. Üst üste geldi. İlk defa üst üste geliyor ama. Bütün 25 yıllık bu çatışmalı ortamda, ilk defa üst üste geldi.
SOYOÐUL: Niye üst üste geldi? Nasıl oldu da buluştu çıkarlar?
BAŞLANGIÇ: Amerika Irak'tan askerini çekmek istiyor. Sadece petrol kuyularında ve rafinelerinde asker bırakacak. Zaten Irak'ın 25 yıllık petrol gelirinin yüzde 73'üne el koymuş durumda. Arkada bıraktığı Irak'ın stabil olması gerekiyor. Yani Irak'ın toprak bütünlüğünü koruduğu, devlet olarak var olduğu bir Irak olması gerekiyor. Bunun için de Türkiye'nin zırt pırt oraya girmemesi gerekiyor. Çünkü her girdiği yer orası. Irak Kürdistanı, Amerika'nın oradaki en yakın müttefiki, Iraklı Kürtler. Yani Iraklı Kürtler dışında ne Şii Araplarla, ne Sünni Araplarla, doğru düzgün bir güvenilirlik ilişkisi kurabilmiş değil. Eğer Kürdistan karışırsa, Irak da karışır. Yüzde 13'lük bir yapı olmasına rağmen devlet başkanı hala Kürt. Ancak Kürtlerle ayakta tutabiliyor o yapıyı. O yüzden bir kere orada Kürtlerin de rahat etmesi, güvence altında kalması gerekiyor. Ki orayı kaybetmemek gerekiyor.
Niye kaybetmemek gerekiyor? Mesela bu sene Irak Kürdistanı'nda yapılan seçimlerde PKK'nın partisini seçime sokmadılar. Oradaki PKK yandaşları, gidip Değişim Partisi'ni destekledi ve neredeyse Talabani, Barzani'yle eşit oy aldı. Üçüncü parti olarak geldi.Yani orada PKK'nın iktidarı ele alma ihtimali bile var. Onun için de Amerika oradan PKK'yı tasfiye etmek zorunda. Türkiye'nin girmesini engellemek için tasfiye etmek zorunda. Bu nedenle Amerika'nın çıkarı, Türkiye'de şu anda bu işin çözümlenmesi, Kürt savaşının sona ermesinde var. Bu bir.
İki, Avrupa Birliği açısından. Nabucco projesi. Avrupa'nın doğalgaza ulaşabileceği Rusya dışındaki yeni bir alternatif kaynak. Rusya'nın eline mahkum kalmış durumda. Eğer orası güvenli bölge olmazsa, doğalgaz boru hattı yaşamını sürdürmezse, kesinlikle çok pahalıya petrol alacaklar bunlar Rusya'dan. Onun için o bölgenin güvenli olması lazım. Avrupa Birliği'nin çıkarı da burada. E Irak'ın zaten yapı olarak çıkarı, PKK'nın o bölgeden tasfiye edilmesi, Türkiye'nin o bölgeyi hani ayak altı yer haline getirmemesi. Sınır güvenliğini sağlaması ile ilgili.
SOYOÐUL: Şimdi gelelim Türkiye'ye. Üç yerin çıkarı tamam. Ya Türkiye'ninki?
BAŞLANGIÇ: Türkiye bu 25 yıllık savaşta çok fazla değer kaybetti. Ne kaybetti? 40 bin insan diyoruz. Bir yanda bu. 40 bin insanla bitmiyor bu iş. Mesela İzmir'de de şimdi yaşadığımız, kentler dokularını kaybetti. Muhteşem bir sorunla karşı karşıyayız. Bu kolay kolay sarılamayacak, yani 25 yıl sürdüyse bu savaş, 50 yılda zor tamir edilecek bir şeyle karşı karşıyayız şu anda… Şimdi oradan gelenler… Büyük bir göç dalgası yaşandı, köyler boşaltıldı ve şu anda işte Adana'nın, Antalya'nın, Mersin'in, İzmir'in, İstanbul'un, Ankara'nın kısmen yaşadığı, Bursa'nın yaşadığı sorunlar buradan geliyor. Kaybedecek hiçbir şeyi kalmamış insanlar kentlere geldi. Daha önceki, bölgeden Türkiye'nin batısına olan Kürt göçüyle karıştırmamak lazım. İsyanlar zamanında Kürtler zorunlu göçe tabii tutulurken, nerede kalacakları belliydi. Devletten ne kadar yardım alacakları belliydi. Hatta ekmek karneleri bile verilmişti. Tren biletleri verilmişti. İsyanlar döneminde bile. Şimdi köyler boşaltıldı. İnsanlar aç çıplak kaldı, hatta yatakları yorganları bile olmadan göçen insanları ben çok biliyorum. Onlar büyük kentlere geldiler.
Şimdi feodalizm falan diyoruz ama, orada bir aşiret kontrolü vardı. Aşiret kontrolünün kaybolduğu yerde PKK'nın kontrolü vardı. Şimdi sonuçta kabul etmek lazım ki, aşiret de, PKK da, bir değerler sistemini savunur. İnsanları kontrol altına tutar. İnsanlar büyük şehirlere geldikten sonra birden ne aşiretin kontrolü kaldı, ne PKK'nın. Tek başlarına çıplak, aç ve yoksul kentlerde kaldılar. Bunlar, kaybedecek hiçbir şeyi olmayan insanlardır, her şey yaparlar, yaptılar da. Şimdi yaşadığımız bu kentsel dokunun bozulması, buradan kaynaklanıyor… İstanbul'da 10-15 yaşına gelmiş, hiç okul yüzü görmemiş çocuklar var.
SOYOÐUL: Ve kimbilir ne kadar çok 'hiç'in içi doldurulabilir. Aç ve kaybedeceği hiçbir şeyi olmayan insandan her şey olur. Bu çok tehlikeli.
BAŞLANGIÇ: Evet. Onu yaşıyoruz şu anda. Şu anda onu yaşıyoruz. Ha.. Sadece burada İzmir'de de değil. Diyarbakır da onu yaşıyor. Şöyle bir örnek vereyim. 350 bin nüfusu vardı Diyarbakır'ın, orada bir kitapçı arkadaşım yaşıyordu. Diyarbakır nüfusu 1 milyona çıkınca, çocuk kitapçıyı kapattı ve İzmir'e göçtü, Karşıyaka'da kitapçı açtı. Dediği şu: Diyarbakır'ın nüfusu 350 binken, daha fazla kitap satıyordum!
Bozulmanın, inanılmaz bir kültürsüzleşmenin, eğitimsizleşmenin ifadesidir bu. Ve kentler köyleşmeye başladı o yüzden. Git mesela Adana'daki Küçük Armutlu'ya, orada bir tane Şırnak vardır. Adana'nın dışında, Çukurova'nın kıyısında Şırnak vardır. Çık burada Nuhtepe'ye bir tane Mardin görürsün. Orada yaşadıkları yerleri buralara taşıdılar. Hem de değerler sistemini kaybederek geldiler.
SOYOÐUL: Hem de yoksul geldiler.
BAŞLANGIÇ: Kendi ekonomik dengeleri köyde şöyle ya da böyle vardı. İki tane hayvan besliyordu, biraz buğday ekiyordu, geçimini sağlıyordu. Devletle bir işi yoktu, bir şey talep etmiyordu. Göçtüğü yerde elektrik parası, su parası, ev kirası istiyorlar. Ne yapacak bu insanlar ya? Kentsel felaketler de bizi bekliyor, yansıması bu. Onun için açılım gerekli. Açılımı tırnak içinde kullanıyorum, bugüne kadarki gösterildiği üzre kullanmıyorum.
SOYOÐUL: Can kaybı, kentsel dokunun yok oluşu. Başka?
BAŞLANGIÇ: Türkiye bu savaşta bilinen rakamlarla 300 milyar dolar kaybetti.
SOYOÐUL: 25 yılda?
BAŞLANGIÇ: Bu aslında tam hesaplanamıyor. Böyle yuvarlak bir rakam veriliyor. Biz aslında fonlardan buralara aktarılan paraları henüz bilmiyoruz. Çünkü Sayıştay, meclis denetimi dışında o paralar. Müthiş bir ekonomik kayıp var burada. İşte orada savaş sürdükçe, buradaki insanların sofrasından her gün bir dilim fazla eksildi. İşte bunun için de açılım gerekli aslında. Türkiye'nin ekonomik düze çıkması için.
Bir yanıyla Türkiye, pazarda sigorta bütününü kaybetti. Sen Türkiye'nin o bölgesindeki pazar ürünlerini sigorta yaptıramıyorsun, biliyor musun? Bazı yerlerde Şırnak'ta mesela, araçları sigorta yapmıyor bazı şirketler. Hatta batıdan Güneydoğu'ya gelen gazetecileri, Avrupa'daki sigorta şirketleri de sigorta etmiyor. Bir yanı pazar bütünlüğünü de kaybediyor. Kapitalizmin en temel ihtiyacı olan pazar bütünlüğü koşulu, burada kaybolmaya başladı. Bu 25 yıllık savaşta. Bunun için de açılım gerekli aslında.
Ha, başka ne için gerekli? Türkiye'de demokrasinin üzerinde ciddi bir askeri vesayet vardır. Savaş sürdükçe de bu askeri vesayetin kalkması imkansızdır. Bunun için de savaşın bitmesi gerekiyor.
Artı, nedir, o bölgede yapılan insan kaçakçılığı, o bölgede yapılan mazot kaçakçılığı, o bölgede yapılan silah kaçakçılığı, o bölgede yapılan uyuşturucu kaçakçılığı… Bu savaşın arkasına gizlenerek yapılıyor. Eğer bu savaş ortadan kalkarsa, bunlar ortaya çıkacak!
Şimdi devletimiz güçlüdür. Sınırlardan geçen kaçaklardan PKK komisyon alıyor, PKK'nın gümrük birlikleri var İran tarafında falan. Uyuşturucudan da komisyon alıyor. Yüzde 3, yüzde 5, neyse. Peki, oradan girdikten sonra bütün Türkiye coğrafyasını kat ederek İzmir'e, Dikili'ye Seferihisar'a nasıl geliyor bu kaçaklar? Buradaki pay kimin? PKK'nın kontrolünde mi burası? Değil. Ha o zaman başka bir şey daha var. Bu savaşın rantı, hem bir takım devlet görevlilerine, hem de PKK'ya yarıyor. Bunun için de bitmek zorunda, bu açılım olmak zorunda bir biçimde.
SOYOÐUL: Peki nerede hata yaptı hükümet? Tamam, açılım şart da?
BAŞLANGIÇ: Önce hükümet hatasından değil. 25 yıllık bir savaş. 25 yıldır sen insanların beyinlerini savaşla yıkamışken, bir açılıma gittiğin zaman, bir Türk-Kürt barışı yapacağın zaman diyelim, mutlaka bir çatışma olacak zaten, bu kaçınılmaz! Psikolojik nedenlerle olacak, propaganda nedeniyle olacak, artı bu savaşın rantına göre, herkes kendini ona göre konumlandırmış; ondan dolayı olacak! Şimdi ben şundan çok eminim ki, Ergenekon davası olmasaydı, bu açılım zaten yapılamazdı. Daha TRT şeş yayına başladığında, Türkiye'nin her tarafından bombalar patlardı. (yüzümdeki bel bel bakan ifadeyi neye yoracağını bilemediğinden tekrarladı Celal.) Ergenekon davasından bahsediyorum.
SOYOÐUL: Anladım, anladım da altını doldurmaya çalışıyorum kafamda.
BAŞLANGIÇ: Bu aslında 2005'in planıdır. Ve Amerika'nın planıdır. 2007 yılında eve dönüş yasası çıktı, hatırla. Eve dönüş yasasını, Genelkurmay bir budadı; sadece Hizbullahçılar tahliye oldu. O plandır uygulanan, yeni bir şey değil yani bu. Ha hükümet bütünü söylemeye cesaret edemiyor, muhaliflerden dolayı edemiyor. Kendi içindeki çatlamadan korktuğu için edemiyor. Yoksa bu planın uluslararası boyutları falan hepsi belli. Ha nedir? CHP karşı çıkıyor. MHP? Bu savaş çıkmadan önce MHP'nin oyu yüzde 1.5'tu. bu savaşla oyu yüzde 15'lere geldi. MHP'nin bu savaşa ihtiyacı var. Şehit cenazeleri üzerinden, asker uğurlamaları üzerinden politika yaparsan, bu savaşa ihtiyacın var!
SOYOÐUL: Ya CHP?
BAŞLANGIÇ: CHP… (gülüyor) Genetik kodlarında bozulmalar oldu herhalde. Başka türlü açıklanamaz bir sosyal demokrat partinin, kendine sosyal demokratım diyen partinin bu hale gelmesi, mümkün değil onu anlamak. Bu vahim bir nokta. Ha, bu klasik Türk oylarına gözünü dikmek… CHP diyoruz, Cumhuriyet'in kurucu partisi, Türkiye'nin sadece 31 ilinde var ya! 81 ili olan bir ülkenin, sadece 31 ilinde var. Bölge partileri olarak kaldılar bunlar. DTP nasıl bölge partisi… CHP de bölge partisi, MHP de bölge partisi…
SOYOÐUL: Şu anda Diyarbakır başta olmak üzere, pek çok Doğu/Güneydoğu ilçesinde/ilinde yıkıp yakıyorlar, bir sürü yaralamalar, ölümler oluyor. Bunun nedeni, o biraz önce saydığın savaşın bitmesini istemeyenler mi? Onlar mı kullanıyor birilerini, çocukları?
BAŞLANGIÇ: Ben PKK'nın içerisinde var olan bir grubun da savaşın bitmesinden yana olduğunu düşünmüyorum. Açıkçası. Her ne kadar barışcıl görünse de ondan nemalanan çok insan var, çok fazla kadrolar var orada. PKK birincisi, pazarlık payını arttırmak için yapıyor bunu. Buradan bakınca, o okunuyor. En önemli nedeni bu. Yani şeyi gösteriyor, 'bak dağda savaş biterse, burada böyle savaş çıkar'ı gösteriyor. Dağda çatışmalar durdu bu süreçte farkındaysan, ufak tefek karşılaşmalarda oluyor, ama bu sefer şehirlere taşıdılar. Onun da provasını yapıyor. Yarın diyelim ki, IRA sorununda böyle yaşanmıştır, ETA sorununda da böyle yaşanmıştır. Savaş şehre iner. Sen çatışmayı durdurursan, savaş şehre iner, doğal olarak; kaçınılmazdır bu. Ben bu sürecin daha çatışmalı olacağını düşünüyordum aslında, daha az çatışmalı geçiyor, şu ana kadar.
SOYOÐUL: Öyle mi?
BAŞLANGIÇ: Öyle, çünkü herkesin burada kaybedecek bir şeyi var. Herkesin.
SOYOÐUL: Ve herkes altında kalabilir!
BAŞLANGIÇ: Tabii. Şimdi yani diyelim ki Kandil dağındaki bir komutan, bu savaş bitince ne yapacak? Yani ya Kuzey Irak'ta yaşayacak, ya da planın öbür parçasında olduğu gibi İskandinavya'da Orta Avrupa ülkelerine gidip bir başına oturacak. Herkesin kaybedecek bir şeyi var yani… Bütçesini Sayıştay denetiminin dışında tutan Genelkurmay ne yapacak?
SOYOÐUL: Aslında yapılacak çok şey bulunur sivilleşmede; yapılacak çok şey bulunur da…
BAŞLANGIÇ: Ama olduğu konumu kaybetmek istemeyenler var. Ha, bütün mesele o, güç/iktidar meselesi yani..
Tabii, Bunun siyasi rantı var, bunun ekonomik rantı var, bunun psikolojik rantı var. Bunu kaybetmek istemiyorlar. Yani yarın, askerlerin aldığı emekli maaşı ile normal emeklilerin aldığı maaş sorgulanırsa ne olacak? Niye bugün sorgulanmıyor? Bu savaştan dolayı sorgulanmıyor… Asker harcamaları niye sorgulanmıyor? Bu savaştan dolayı sorgulanmıyor. Yani burada askerin de kaybedeceği şeyler var.
SOYOÐUL: Peki AKP, bu planı, açılımı, şu ana kadar soğukkanlı ve doğru bir şekilde götürebildi mi sence?
BAŞLANGIÇ: Şartlar bana göre… AKP hata yaptı ama şartlar hata yaptırdı. Bir kere, bu Habur'dan girişlerde gördük ki, bu işin yasal çerçevesi hazırlanmamış. Hazırlanan yasal çerçeve, buna uygun değil bir kere. Kesinlikle uygun değil. İki, Türkiye toplumu buna daha başka türlü hazırlanmalıydı, AKP çok acele etti, ama niye acele etti? Çünkü Amerika'nın acelesi vardı, onun için acele etti AKP.
SOYOÐUL: Ocak'a yetiştirilmesi gerekiyordu çünkü.
BAŞLANGIÇ: Tabii tabii. Yılsonuna kadar yetişmesi gerekiyordu ama bu o kadar kolay bir iş değil. Bu uluslararası örneklerinden de biliyoruz ki, uzun sürecek bir süreç. 70 bin korucuyu ne yapacaksın? 55 bin kaldı şimdi. 55 bin korucu… 25 senedir bunlar neredeyse karakolların gölgesinde yatıp maaş alıyorlar. Çifti çubuğu bıraktılar, ürünü bıraktılar, göçenlerin, boşaltılan köylerdeki tarlalarına el koydular, hala onların arazileri üzerinde iş yapıyorlar. Nasıl silahı bırakacak bu adam? Nasıl kendi tarlasına geri çekilecek? Nasıl ekonomik varlığını sürdürecek? (Ben derin bir iç çekince…) Hakikaten çok zor bir sorun bu. Çözümü kolay bir sorun değil de… Bir ülkede 25 yıl savaş sürer mi? Ne oldu sonuçta? Türkiye şiddet toplumu oldu. Yani trafikte iki araba karşılaşınca, biri çekip ötekini vuruyor ya! Çünkü bu şiddetin sonucu. 25 yıldır televizyonlarda cenaze görüyoruz. Bana göre nedeni bu günlük hayattaki şiddetin. 25 yıldır cenaze görüyoruz, çatışma görüyoruz. Bir de sadece onu gösterdiler. Sadece onu gören bir toplumda, işte bu taş atılması bile hafif kalıyor.
SOYOÐUL: Peki ne öngörüyorsun önümüzdeki süreçte. Tamam müneccim değilsin ama süreci çok iyi okuduğunu görüyorum anlattıklarından. IRA, ETA örneklerinden yola çıkarsak…
BAŞLANGIÇ: Daha gerilimli bir dönem bekliyor bizi aslında. Bu sorunun çözümü için. Kolay değil çünkü. Aslında 80 yıllık bir sorun. Cumhuriyet'in yanlış yığınağından gelen bir sorun. Bütün bunların acısı, tabii tek tek çıkacak. 80 yıllık sorun derken, aslında şunu da kastediyorum. Biraz İzmirlilerin şaşkınlığının da buradan geldiğine çok eminim. Benim aile çevremin de şaşkınlığı var, çok şaşırıyorlar bu konuda. Dün mesela amcamla konuştum, o da çok şaşkın. Eğitimli meğitimli bir adam, dünyayı falan bilen bir adam. Ne öğrettiler bize? Türkiye'de Kürt yoktur. Bunlar dağ Türkü'dür. Dağda karlar sert olduğu için karlar kart kurt ettiğinden bunlara Kürt denmiş. Bu neredeyse 90'a kadar geldi böyle. Şimdi İzmirlilerin şaşırdığı noktalardan biri de burası. 15 yılda nereye geldik? Aa, Kürt varmış!
SOYOÐUL: Bunu anlamamız daha çok yeni gerçekten de…
BAŞLANGIÇ: Evet, Türkiye bu soruna kapattı kendisini zaten. Çatışmalı ortamın gelişmemesi falan da biraz bundan kaynaklandı. Dağda bir grup adam var, onlarla savaşılıyor. Zaten 50'lerde 60'larda dağlarda şakiler vardı, onlarla savaşılırdı, öyle görüldü. Ama bir yandan kentlere göç, bir yandan 'aa, Kürt varmış, Kürtlerin hakları varmış' olduğu anda, hop ne oluyoruz dediler. Hatta ayrılalım diyenler olmaya başladı Türkler'den. Bu kez Türkler bölücü olmaya başladılar. Çünkü bu zamana kadar kendilerine verilen ezber bozuldu. Bunun da getirdiği ciddi bir psikolojik bozukluk var. Bu sefer 'ben Türk olarak ne olacağım' sorusu gündeme geldi. 80 yıldır devam eden bir sorun bu.
Sonuçta nereden bakarsan bak, yani en azından uygulamada görürsün ki, Türkiye Cumhuriyeti ırk cumhuriyeti olarak kurulmuştur. Türklük de bir üst kimlik olmayı becerememiştir. Zaten beceremediği, beceremeyeceği için de Kürt yoktur diyerek onları da Türk sınıfına dahil etmiştir. Ve şimdi bu; üst kimlik kapsayamıyor. Şimdi Kürt meselesinde 'a Kürtler de varmış, hakları da varmış, televizyonları da olacak, dillerini de konuşacaklar' olunca; birdenbire çok şaşırdılar.
50'li yıllarda Türkiye'nin batısında yapılan 'vatandaş Türkçe konuş' programı; aslında 12 Eylül'den sonra Türkiye'nin Doğusunda yapıldı. Müslüman olanları Türk olarak kabul edip Müslüman olmayanları da buradan kaçırmaya dönük bir projeydi bu. Müslüman olmayanları gayrı Müslimleri kaçırma projesi bir kısımda tuttu. Bu sefer Müslüman olanlar artık Müslüman kimliklerinden öte, kendi etnik kimliklerinin peşine düşünce, sorun çıkmaya başladı.
Bize hiç böyle öğretilmedi, hani hiç Kürt yoktu? Devlet bize yalan söyledi. Şimdi söylediği yalanın altında hep beraber kalıyoruz. Cumhuriyetin kuruluşunda yapılan bir yığınak hatası, 80 yıl sonra karşımıza böyle devasa bir sorun olarak geldi.
SOYOÐUL: Çok sancılı bir şekilde hem de. Ve çok sancılı bir sürecin bizi beklediğini daha iyi görebiliyorum bu anlattıklarından…
BAŞLANGIÇ: Çatışma olacak, kaçınılmaz. Çünkü bütün şartlar çatışmaya müsait geliştirilmiş. Cumhuriyetin kuruluşundan, PKK'nın ortaya çıkış sürecindeki propagandadan, kutsallığa yapılan güzellemelerden, kahramanlık hikayelerinden….Baktığın zaman bütün her şey 'yarın bu sorunu çözmeye kalkarsan çatışma çıkar' kodunu zaten veriyor. Ben de buradan bakarak varıyorum bu sonuca, ve bu yaşadığımız doğal bir süreç diyorum. Bundan ne çıkar, buradan ancak hır çıkar yani. Hani İzmirliler bir işi beğenmeyince 'anam bu işin sonu gramafon' derler ya… Geldiğimiz nokta o.
SOYOÐUL: Bu süreci en sancılı yaşayacak kentlerden biri İzmir gibi görünüyor, anlattıklarından.
BAŞLANGIÇ: Kendi özgün şartları müsait, e genel şartlar zaten buna müsait, Türkiye buna doğru kurgulanmış, bilerek ya da bilmeyerek. Çok farkında olmadan da. Çok kolay, en başında engellenebilecek Türk meselesi, detaylı hale dönüştürülmüş. Hakikaten 87'de Özal Mardin'de konuşmasında '3.5 eşkıya' demişti. Şimdi gör işte üç buçuk eşkıya nereye getirmiş? Türkiye'de siyasiler bunu okuyamadı. Okuyanlar da çözüm bulamadı. Genelkurmay bunu, cumhuriyetin kurucusu olarak kendi yöntemleriyle çözmeye çalıştı. Burdan fırsat kalmadı, sivil yönetimlere fırsat tanınmadı, sivil yönetimler ses de çıkaramadı. AKP'nin ciddi anlamda tabii ki uluslararası destekten de dolayı, bu soruna el atması, hiç değilse olumlu karşılanmalı. Yoksa sonu nereye gideceği belli değil ya…
SOYOÐUL: Ur patlayacaktı yani, patladı da..
BAŞLANGIÇ: Kaçınılmazdı. 10 sene önce patlasaydı, daha az sancılı olurdu, 10 sene sonra patlasa, daha çok sancılı olurdu. Nereye toslayacağı belli olmazdı. Ama bu Türkiye'nin enerjisini müthiş emen bir sorun. Ve bundan kurtulmadıkça, Türkiye'nin ileri gitme şansı yok, sıfır yani. Şimdi Avrupa Birliği falan diyorlar. Allahaşkına, sınırlarında 5 bin tane gerillanın hazır beklediği, sınırlarının içinde 1500 tane gerillanın savaştığı bir ülkeyi kim alır Avrupa Birliği'ne? Mümkün mü bu ya?
SOYOÐUL: AKP biliyordu ama bunu?
BAŞLANGIÇ: Ama mecburdu bunu yapmaya. Bunu yapmadan sorunu çözemezdi yani. İdare ederdi ancak. Ama dikkat et, zaten Özal iktidarı, 12 Eylül'den sonradır, o sırada, süreçte başlamıştır silahlı çatışma. İkinci seçimde Özal iktidarı güç kaybederek seçimi almıştır, üçüncüde ise iktidardan düşmüştür. Ondan beri de Türkiye'de hiçbir iktidar da kalmamıştır. Kimse tek başına iktidar olmayı beceremedi, kimisi de yıkıldı gitti. Bir dönem geldi ki parlamentoda bakan arabasına binmeyen milletvekili kalmadı neredeyse. Sürekli koalisyonlar kuruldu, sürekli koalisyonlar bozuldu. Ne oldu? Hiçbir parti tek başına iktidara gelmeyi beceremedi. Gelenler de zaten durumu idare ettiler. Savaşın yönetimi de zaten Genelkurmayın elindeydi. Bir seçim yaşadık ki, parlamentoda olan bütün partiler silindi, parlamentoda olmayan iki parti meclise girdi. Demokrasi gelenekleri olan bir ülkede böyle bir şey olabilir mi? Ha, bunun temel nedeni Türkiye'nin yaşadığı krizdir. Krizin altında yatan da Kürt sorunu vardır, çatışma vardır yani.
BARIŞTAN YANA ELMALARLA ARMUTLAR TOPLANDI
SOYOÐUL: Biraz ırkçılık yapayım, nasıl olsa lekelendik ya… İzmir'i bu bekleyen çatışma, görünen o sancılı süreçte, daha hafif yaşaması için ne yapılabilir? Yerel yönetimlere düşen görev, basına düşen görev, hani bir kişi bile okuyup faydalansa bundan, ki bunu bile kar sayarım. Ne olabilir? Ne dersin?
BAŞLANGIÇ: Şimdi biz burada İstanbul'da 78'liler olarak bir toplantı yaptık. Toplantıya, Tarık Ziya Ekinci de geldi… Hasan Cemal de geldi, Avni Özgürel de geldi. Mustafa Karaalioğlu da geldi. Hatta şunu dedik, 'Barıştan yana olan elmalarla armutlar bir araya geldik.' Tam da böyleydi yani. Kapalı bir toplantıydı, yazılmamak kaydıyla yapıldı. 'Şimdi ne yapılır?'ı tartıştık. Bütün bu konuda hemen herkes hemfikir: Bir, burada Türkleri ikna etmek; iki, Kürtleri tatmin etmek. İki tane yolu var bu işin. Çünkü gerçekten Türkleri ikna edeceksin, çünkü artık bu saatten sonra Türk sorunudur da… Sadece Kürt sorunu değildir yani, Türk sorunudur da. Yıllarca tabii ihmal edilen bir şey bu, kimse bunu özellikle Türkiye'nin batısındaki insanlara doğru düzgün anlatmayı düşünmedi. Ve ben anlatıldıkça da bunun çok başarılı olduğunu düşünüyorum. Sorun bunu doğru anlatabilmek.
87 yılında CHP kurultayında yazdığım bir yazı, Cumhuriyet Gazetesi'nde çıkmıştı. 'Keşke burada Deniz Baykal-İnönü'nün kavgası olacağına, Tekirdağ'daki delege gelse de ayçiçeği sorurunu anlatsa, Diyarbakırlı delege gelse de Kürt sorununu anlatsa. Böylece Diyarbakırlı ayçiçeği meselesini öğrense, Tekirdağlı da Kürt sorununu öğrense' diye yazmıştım.. Bu tür yapılarda sosyal demokrat partiler genelde bunu görev edinir. Çünkü sosyal demokrat partiler genelde toplumsal barıştan yanadır. Hatta sınıfsal barıştan da yanadır. Bizim maalesef bu görevi yerine getiren bir sosyal demokrat parti olmadı Türkiye'de. Var olan sosyal demokrat parti de bu kritik süreçte görevini yerine getiremedi. İşte bu yüzden bu konuda ciddi bir açık var, bu konuda bunu yapacak siyasi bir organizasyon için, ama siyasi organizasyonun yetmediği yerde, sivil toplum örgütleri, bunu üstlenebilir.
Biz mesela bu yapıdan bir diyalog grubu çıkarmayı/kurmayı düşünüyoruz. Panellerle konferanslarla, parti ziyaretleriyle, sivil toplum örgütleriyle görüşelim, bu işin bir empatisini yapmak insanların birbirini anlamasını sağlamak için bir çaba göstermek istiyoruz mesela. Bunun çalışmasına başladık. Yapılacak en temel şeylerden biri bu. Yani Türkler bunu anlayacak. Kürtler de Türkler'i anlayacak. En temel mesele bu. Bu anlaşılmadan, bu iş çözülmez.
Hükümeti eleştirirken, hem bunun yasal altyapısını hazırlamadı… Şimdi mesela bu çözüm içerisinde, paketinde senin Anayasa değişikliği yoksa, sen bu işi çözemezsin. Bu kararlılığı göremiyoruz mesela. Cesaret de edemiyorlar. Yasal hazırlığını yapmadılar, artı, psikolojik olarak toplumu hazırlayıcı enstrümanlar geliştirmediler. Toplum çok hazırlıksız olarak başka şekilde karşı karşıya kaldı.
SOYOÐUL: İzmir'de de bu tür girişimler olmalı diyor, bunu öneriyorsun özetle.
BAŞLANGIÇ: Tabii ki, bunun en iyi örneği, Mersin'de zamanında yapılmıştır. Ve Mersin'in bu kadar az çatışmayla bu süreci, sadece bu süreç değil ama o bayrak krizinin olduğu dönemlerde, hepsinde. Bir diyalog grubu kurulmuştur orada. Toplumun çok değişik kesimlerinden insanlar bir araya gelmişler ve çalışma grubu olarak ciddi çalışma yapmışlardır.
SOYOÐUL: Gerçekten bir ara Mersin barut fıçısı gibiydi. Bu anlattığın modeli uyguladıkları için mi, bu süreçte nispeten sakin geçiyor?
BAŞLANGIÇ: Tabii, MHP'li belediye başkanı ile DTP'li belediye başkanı, hepsi bu komitenin içerisindedirler, kentin aydınları falan. Mersin bu işi, bu diyalog grubuyla hakikaten başarmıştır. Farklı kesimlerden, farklı siyasi görüş temsilcilerinin yer aldığı grupla… Şimdi burada şöyle bir sorun var. İzmir'in yerel yönetimlerinin neredeyse tümü CHP'li. CHP'nin genel merkez politikaları, şu anda böyle bir diyaloğa engel.
SOYOÐUL: Ege'de işe basından başlamak lazım belki de. Basın derken, sadece yerel basından söz etmiyoruz. Şu son süreçte Örneğin, Taraf'tan bir kişinin çıkıp İzmir faşizmin merkezi gibi laflarla insanları çileden çıkarması… Meseleye daha uzlaşmacı bakan beni bile zıvanadan çıkardı bu faşist suçlamaları, bu bakış açısı. Bu konuda bir şey yapmak lazım. Sizin diyalog grubunun ele alacağı konulardan biri de bu olmalı diye düşünüyorum. Köşebaşlarını tutan arkadaşlara, daha dikkatli sakinleştirici bir dil kullanmalarının yerinde olacağını anlatmakla başlayabilirsiniz.
BAŞLANGIÇ: Zaten hata, koskoca bir kente faşist demek. İçinde her görüşten insan olan. Elbette içinde faşistler de vardır, komünistler olduğu gibi.
SOYOÐUL: Kavramlarla daha bir karıştırılıyor sanki.
BAŞLANGIÇ: Ama şu anda zaten Türkiye'nin çivisi çıkmış vaziyette. Herkes sağduyusunu kaybetmiş durumda ciddi olarak. Genel bir eğilim bu. Normaldir, böyle çalkantı dönemlerinde insanlar bir yerlere savrulurlar. Onun yansımalarını yaşıyoruz ama mutlaka dengesini bulacaktır. Bunun öyle olmadığı ve olmayacağı, insanlar tarafından anlaşılacaktır. Ama bu süreç hızlandırılırsa, en az yarayla, en az çatışmayla atlatılır.
SOYOÐUL: (bu soru internet üzerinden sorulmuştur.) Seninle bu röportaj yaparken DTP'nin kapatılması gündemdeydi ve röportaj yayınlanmadan kapatıldı. Önce Tokat'tan 7 şehit, DTP'nin kapatılması ve pek çok şehirde silahlar, çatışmalar, kundaklamalar… Şimdi ne olacak? Sokaklardaki çatışmalar için ne diyorsun?'
BAŞLANGIÇ: DTP'nin kapatılmasıyla ortaya çıkan boşluk bugün herkesi düşündürüyor. Aslında gözlemim o ki DTP'nin önemi kapatılma kararından sonra daha fazla anlaşıldı. Çünkü sorunu eğer 25 yıldır hatta 80 yıldır yaptığınız gibi silahla çözmeyeceksiniz ki çözemediğiniz ortada, elinizde tek çözüm zemini kalıyor, parlamento. Kürtlerin bu alanı boşaltmak zorunda bırakılması, çözümden yana olanları İmralı ve Kandil'le karşı karşıya bırakmıştır. Aradaki siyaset seperasyonu ortadan kalkmıştır. Aslında iki tarafın şahinlerinin de istediği gerçekleşmiş oldu.
Sokaklarda yaşananlara gelince.
İki şahin kanat da çatışmasız yapamıyor. Çünkü çatışmalı ortam ikisini birden var ediyor. Belki şimdi yaşanılan, 'eğer dağda çatışma biterse kente çatışmaların nasıl indirileceği'nin bir provasıdır. Burada amaç dağdaki çatışmayı bitirmenin anlamsızlaştırılmasına dönüktür.
Oysa çözüm için öncelikle ellerin tetikten çekilmesi gerekiyor. Ama şimdi yaşanılan, dağdakilere ek olarak kenttekiler de ellerini tetiğe uzatıyorlar.
İngiltere 'İRA sorununu barışçıl yollarla çözelim' diye girişimde bulunduğu andan itibaren tam 10 yıl sonra silahları susturabildi.
Bu örnek bile Türkiye'de barış projesinin ne denli uzun ve zorlu bir süreç olduğunu gösteriyor.
Oysa daha Cumhurbaşkanının 'Güzel şeyler olacak' diye Kürt sorunun çözümünde adımlar atılacağını 'müjdelemesi'nin üzerinde daha 6-7 ay geçti.
1984'te başlayan kimine göre 'düşük yoğunluklu çatışma'nın, kimine göre 'savaş'ın üzerinden ancak 25 yıl geçtikten sonra, daha birkaç ay önce Türkiye parlamentosu bu sorunu ilk kez adı konularak tartışabildi.
Yani çözüm bir yana, daha bu konudaki tabuların yıkılması, konunun tartışılabilir hale gelebilmesi için bile bunca zamana ihtiyaç olduğu ortada.
Sorunun çözümü de ancak çatışmalardan arındırılmış ortamda mümkün olur.
Burada AKP iktidarına iki görev düşmektedir. Birincisi açılım hamlesini daha ete kemiğe büründürerek ve daha kararlı şekilde sürdürmesi. İkincisi de parlamentodaki çoğunluğuna dayanarak sorunun çözümünün yasal ve hatta anayasal altyapısını oluşturmasıdır.
Kürtlerin yapması gereken de bütün yolların tıkanmasına karşın demokratik siyaset alanını terk etmemek ve sorunu meşru zeminlerin dışına taşımamak…
CHP ve MHP için söylenecek fazla bir söz yok. Ülkenin geleceğiyle kendi siyasi gelecekleri arasındaki tercihi çoktan yapmışlar bile…
BAŞLANGIÇ: Kırılma noktası orasıydı. Gavur İzmir'i de AKP getirdi, açılımı da AKP getirdi. Yani açılım ile gavur İzmirli demek arasında fark kalmadı İzmirlinin gözünde. Onun için İzmir patladı.
SOYOÐUL: Peki o olayı nasıl yorumluyorsun, DTP'nin taşla, soğanla, yumurtayla protesto edilmesini?
BAŞLANGIÇ: Türkiye'de özellikle 25 yıldır savaş propagandası yapıldı. Yani bir savaşla beyni yıkandı toplumun. Bir savaş hali var. 25 yıldır savaşa gönderir gibi asker gönderiyoruz. Savaş değil diyorlar ama 'asker gidecek, geri gelecek' sloganı ne zaman atılmaya başlandı? Kürt meselesi çıkmadan önce böyle slogan mı atılırdı? Bu savaş hali ve bu savaş halinin propagandası beyinlerin yıkanması hali vardı. 'Kürt = PKK' noktasına gelinmişti. Zaten PKK'nın taban bulmasının nedeni de uygulamanın da 'Kürt=PKK' olmasından, devletin yanlış politikalarının sonucuydu. Ve 25 yıldır milletin beyni savaş politikasıyla yıkandı. Kendi çocuklarını da askere götürüyorlar, getiriyorlar bu arada. Savaşın bir parçası haline geliyorlar doğal olarak. Kaçınılmaz olarak direk etkileniyorlar o savaştan.
Bir de bunun üzerine 'gavur İzmir' eklenince… Hatırlarsın o sözden sonra İzmir'den bayraklar inmedi evlerden. Her gün cumhuriyet bayramı gibi, evlerin balkonlarından bayraklar sallandı. Bu gavur İzmir'in tarzıydı, gavur İzmir lafına bir tepki olarak yoğunlaştı bu.
SOYOÐUL: Bayrak dedik, hemen saptama yapalım. Bu kentin tepki olarak bayrak asışını, faşizmle buluşturuyor musun? Gavur İzmir'e bir tepki dedin az önce.
BAŞLANGIÇ: Tabii tabii. Ben İzmir'in ırkçı olduğunu düşünmüyorum. İzmir çok kültürlü farklı etnik yapıların, farklı dinlerin bir arada yaşadığı yerden gelen ve bu nüansı iyi taşıyan bir yerdir. Hoşgörünün, hoşgörüyü burada tırnak içinde ve kasten kullanıyorum, hoşgörüyü farklı algılarlar, 'senin bir kusurun var ama ben seni hoş görüyorum'dur açılımı. İzmir de bunu sonunu kadar yapar.(kahkahalar)
SOYOÐUL: Sen Kürtsün, seni hoş görüyorum, sen Ermenisin, seni hoş görüyorum gibi diyor İzmirli yani.
BAŞLANGIÇ: Evet evet, bir kusurun var ama ben seni hoş görüyorum der İzmir ve bir arada yaşamayı becerirdi İzmirli. Ama bu son süreçte, hem ekonomik olarak çöküntü, hem AKP gibi yaşam tarzını tehdit edeceğini düşündüğü bir partinin iktidara gelmesi, hem de bu partinin başkanının gavur İzmir demesi, artı üzerine bir de o parti başkanının Kürt açılımını yapması, İzmir'in başka bir konuma, başka bir duruşa doğru geçmesine neden oldu. Bu hakikaten faşist gibi algılanabilecek bir durumdur ama İzmir'in altının derinliğini bilenler, bunun böyle olmadığını da bilirler. İzmir'de kolay kolay faşistler çıkamaz yani, yapısal olarak mayasında yoktur İzmir'in faşizm. Ama konjonktür oraya getirdi İzmir'i ve böyle algılanmasına yol açtı.
Bu açılımı AKP yapmasaydı da ya da AKP baştan gavur İzmir demeseydi ya da AKP baştan insanların yaşam tarzını tehdit edecek bir algı uyandırmasaydı, İzmir'in belki Kürtlere bakış açışı çok daha farklı olabilirdi ve böyle bir olay da yaşanmazdı. Ama birkaç faktör bir araya gelince; tabii ki, İzmir bir anda zıvanadan çıktı. Tayyip ne yapsa ona karşı çıkacak, o noktaya geldi. Buna Kürt açılımı da dahil.
Şimdi mesela ben hatırlıyorum 1977 yılında Demokrat İzmir'de çalışıyordum, siyaset muhabiriydim. Kadifekale'de Kürtler yoğun olarak da Mardinliler yaşardı. Benim önümde oradaki Kürtlerin temsilcisi gelip o zamanki ilk başkanı Sedat Akman'dı, Sedat Akman'dan üç milletvekili kontenjan istemişti. CHP'den. Kürtlerin çok varlık göstermediği, bir yerde yoğunlaşıp da bir partiden kontenjan talep edeceği bir konumda olmadığı dönemde, Türkiye'de İzmir'de Mardinliler adına CHP'den 3 tane milletvekilliği kontenjanı talebinde bulunabiliyordu adamlar. İzmir'de Kürtler'in bir sorunu yoktu, olmamıştı da. 12 Eylül'den sonraki özellikle Özal döneminde geleneksel tarım ürünlerimizin değer yitirmesi, tarıma dayalı sanayinin yok olması, sanayinin yok olması giderek İstanbul'a doğru kaçması, ekonomik çöküntü, arkasından AKP iktidarı, yaşamını tehdit altında hissetmesi İzmirlinin, artı gavur İzmir lafı, artı Kürt açılımı. Hepsinin bir araya geldiği bir atmosferin ürünü bugünkü İzmir. Ve mayasında/yapısında olmayan bir yere geldi. Bütün şartlar bir araya gelince de…
SOYOÐUL: Sen uzun yıllar Doğu'yu, Güneydoğu'yu karış karış dolaştın. Oradaki yapıyı da iyi biliyorsun. Bu sürecin hiç iyi açıklanmadığı, anlatılmadığı da malum. İktidar samimi mi, yoksa gerçekten bir planın parçası olarak mı yürüyor bu işler?
BAŞLANGIÇ: Kürt açılımı, Türkiye'nin çözümü değil. Uluslararası bir planın parçası. Ama ben burada Türkiye'nin çıkarının var olduğunu düşünüyorum. Aslında belki de Kürt sorunu, PKK meselesi çıktığından beri, 25 yıldır ilk defa Amerika'nın, Avrupa Birliği'nin, Türkiye'nin, Irak'ın ve Irak Kürdistanı'nın çıkarları, üst üste çakıştı. Üst üste geldi. İlk defa üst üste geliyor ama. Bütün 25 yıllık bu çatışmalı ortamda, ilk defa üst üste geldi.
SOYOÐUL: Niye üst üste geldi? Nasıl oldu da buluştu çıkarlar?
BAŞLANGIÇ: Amerika Irak'tan askerini çekmek istiyor. Sadece petrol kuyularında ve rafinelerinde asker bırakacak. Zaten Irak'ın 25 yıllık petrol gelirinin yüzde 73'üne el koymuş durumda. Arkada bıraktığı Irak'ın stabil olması gerekiyor. Yani Irak'ın toprak bütünlüğünü koruduğu, devlet olarak var olduğu bir Irak olması gerekiyor. Bunun için de Türkiye'nin zırt pırt oraya girmemesi gerekiyor. Çünkü her girdiği yer orası. Irak Kürdistanı, Amerika'nın oradaki en yakın müttefiki, Iraklı Kürtler. Yani Iraklı Kürtler dışında ne Şii Araplarla, ne Sünni Araplarla, doğru düzgün bir güvenilirlik ilişkisi kurabilmiş değil. Eğer Kürdistan karışırsa, Irak da karışır. Yüzde 13'lük bir yapı olmasına rağmen devlet başkanı hala Kürt. Ancak Kürtlerle ayakta tutabiliyor o yapıyı. O yüzden bir kere orada Kürtlerin de rahat etmesi, güvence altında kalması gerekiyor. Ki orayı kaybetmemek gerekiyor.
Niye kaybetmemek gerekiyor? Mesela bu sene Irak Kürdistanı'nda yapılan seçimlerde PKK'nın partisini seçime sokmadılar. Oradaki PKK yandaşları, gidip Değişim Partisi'ni destekledi ve neredeyse Talabani, Barzani'yle eşit oy aldı. Üçüncü parti olarak geldi.Yani orada PKK'nın iktidarı ele alma ihtimali bile var. Onun için de Amerika oradan PKK'yı tasfiye etmek zorunda. Türkiye'nin girmesini engellemek için tasfiye etmek zorunda. Bu nedenle Amerika'nın çıkarı, Türkiye'de şu anda bu işin çözümlenmesi, Kürt savaşının sona ermesinde var. Bu bir.
İki, Avrupa Birliği açısından. Nabucco projesi. Avrupa'nın doğalgaza ulaşabileceği Rusya dışındaki yeni bir alternatif kaynak. Rusya'nın eline mahkum kalmış durumda. Eğer orası güvenli bölge olmazsa, doğalgaz boru hattı yaşamını sürdürmezse, kesinlikle çok pahalıya petrol alacaklar bunlar Rusya'dan. Onun için o bölgenin güvenli olması lazım. Avrupa Birliği'nin çıkarı da burada. E Irak'ın zaten yapı olarak çıkarı, PKK'nın o bölgeden tasfiye edilmesi, Türkiye'nin o bölgeyi hani ayak altı yer haline getirmemesi. Sınır güvenliğini sağlaması ile ilgili.
SOYOÐUL: Şimdi gelelim Türkiye'ye. Üç yerin çıkarı tamam. Ya Türkiye'ninki?
BAŞLANGIÇ: Türkiye bu 25 yıllık savaşta çok fazla değer kaybetti. Ne kaybetti? 40 bin insan diyoruz. Bir yanda bu. 40 bin insanla bitmiyor bu iş. Mesela İzmir'de de şimdi yaşadığımız, kentler dokularını kaybetti. Muhteşem bir sorunla karşı karşıyayız. Bu kolay kolay sarılamayacak, yani 25 yıl sürdüyse bu savaş, 50 yılda zor tamir edilecek bir şeyle karşı karşıyayız şu anda… Şimdi oradan gelenler… Büyük bir göç dalgası yaşandı, köyler boşaltıldı ve şu anda işte Adana'nın, Antalya'nın, Mersin'in, İzmir'in, İstanbul'un, Ankara'nın kısmen yaşadığı, Bursa'nın yaşadığı sorunlar buradan geliyor. Kaybedecek hiçbir şeyi kalmamış insanlar kentlere geldi. Daha önceki, bölgeden Türkiye'nin batısına olan Kürt göçüyle karıştırmamak lazım. İsyanlar zamanında Kürtler zorunlu göçe tabii tutulurken, nerede kalacakları belliydi. Devletten ne kadar yardım alacakları belliydi. Hatta ekmek karneleri bile verilmişti. Tren biletleri verilmişti. İsyanlar döneminde bile. Şimdi köyler boşaltıldı. İnsanlar aç çıplak kaldı, hatta yatakları yorganları bile olmadan göçen insanları ben çok biliyorum. Onlar büyük kentlere geldiler.
Şimdi feodalizm falan diyoruz ama, orada bir aşiret kontrolü vardı. Aşiret kontrolünün kaybolduğu yerde PKK'nın kontrolü vardı. Şimdi sonuçta kabul etmek lazım ki, aşiret de, PKK da, bir değerler sistemini savunur. İnsanları kontrol altına tutar. İnsanlar büyük şehirlere geldikten sonra birden ne aşiretin kontrolü kaldı, ne PKK'nın. Tek başlarına çıplak, aç ve yoksul kentlerde kaldılar. Bunlar, kaybedecek hiçbir şeyi olmayan insanlardır, her şey yaparlar, yaptılar da. Şimdi yaşadığımız bu kentsel dokunun bozulması, buradan kaynaklanıyor… İstanbul'da 10-15 yaşına gelmiş, hiç okul yüzü görmemiş çocuklar var.
SOYOÐUL: Ve kimbilir ne kadar çok 'hiç'in içi doldurulabilir. Aç ve kaybedeceği hiçbir şeyi olmayan insandan her şey olur. Bu çok tehlikeli.
BAŞLANGIÇ: Evet. Onu yaşıyoruz şu anda. Şu anda onu yaşıyoruz. Ha.. Sadece burada İzmir'de de değil. Diyarbakır da onu yaşıyor. Şöyle bir örnek vereyim. 350 bin nüfusu vardı Diyarbakır'ın, orada bir kitapçı arkadaşım yaşıyordu. Diyarbakır nüfusu 1 milyona çıkınca, çocuk kitapçıyı kapattı ve İzmir'e göçtü, Karşıyaka'da kitapçı açtı. Dediği şu: Diyarbakır'ın nüfusu 350 binken, daha fazla kitap satıyordum!
Bozulmanın, inanılmaz bir kültürsüzleşmenin, eğitimsizleşmenin ifadesidir bu. Ve kentler köyleşmeye başladı o yüzden. Git mesela Adana'daki Küçük Armutlu'ya, orada bir tane Şırnak vardır. Adana'nın dışında, Çukurova'nın kıyısında Şırnak vardır. Çık burada Nuhtepe'ye bir tane Mardin görürsün. Orada yaşadıkları yerleri buralara taşıdılar. Hem de değerler sistemini kaybederek geldiler.
SOYOÐUL: Hem de yoksul geldiler.
BAŞLANGIÇ: Kendi ekonomik dengeleri köyde şöyle ya da böyle vardı. İki tane hayvan besliyordu, biraz buğday ekiyordu, geçimini sağlıyordu. Devletle bir işi yoktu, bir şey talep etmiyordu. Göçtüğü yerde elektrik parası, su parası, ev kirası istiyorlar. Ne yapacak bu insanlar ya? Kentsel felaketler de bizi bekliyor, yansıması bu. Onun için açılım gerekli. Açılımı tırnak içinde kullanıyorum, bugüne kadarki gösterildiği üzre kullanmıyorum.
SOYOÐUL: Can kaybı, kentsel dokunun yok oluşu. Başka?
BAŞLANGIÇ: Türkiye bu savaşta bilinen rakamlarla 300 milyar dolar kaybetti.
SOYOÐUL: 25 yılda?
BAŞLANGIÇ: Bu aslında tam hesaplanamıyor. Böyle yuvarlak bir rakam veriliyor. Biz aslında fonlardan buralara aktarılan paraları henüz bilmiyoruz. Çünkü Sayıştay, meclis denetimi dışında o paralar. Müthiş bir ekonomik kayıp var burada. İşte orada savaş sürdükçe, buradaki insanların sofrasından her gün bir dilim fazla eksildi. İşte bunun için de açılım gerekli aslında. Türkiye'nin ekonomik düze çıkması için.
Bir yanıyla Türkiye, pazarda sigorta bütününü kaybetti. Sen Türkiye'nin o bölgesindeki pazar ürünlerini sigorta yaptıramıyorsun, biliyor musun? Bazı yerlerde Şırnak'ta mesela, araçları sigorta yapmıyor bazı şirketler. Hatta batıdan Güneydoğu'ya gelen gazetecileri, Avrupa'daki sigorta şirketleri de sigorta etmiyor. Bir yanı pazar bütünlüğünü de kaybediyor. Kapitalizmin en temel ihtiyacı olan pazar bütünlüğü koşulu, burada kaybolmaya başladı. Bu 25 yıllık savaşta. Bunun için de açılım gerekli aslında.
Ha, başka ne için gerekli? Türkiye'de demokrasinin üzerinde ciddi bir askeri vesayet vardır. Savaş sürdükçe de bu askeri vesayetin kalkması imkansızdır. Bunun için de savaşın bitmesi gerekiyor.
Artı, nedir, o bölgede yapılan insan kaçakçılığı, o bölgede yapılan mazot kaçakçılığı, o bölgede yapılan silah kaçakçılığı, o bölgede yapılan uyuşturucu kaçakçılığı… Bu savaşın arkasına gizlenerek yapılıyor. Eğer bu savaş ortadan kalkarsa, bunlar ortaya çıkacak!
Şimdi devletimiz güçlüdür. Sınırlardan geçen kaçaklardan PKK komisyon alıyor, PKK'nın gümrük birlikleri var İran tarafında falan. Uyuşturucudan da komisyon alıyor. Yüzde 3, yüzde 5, neyse. Peki, oradan girdikten sonra bütün Türkiye coğrafyasını kat ederek İzmir'e, Dikili'ye Seferihisar'a nasıl geliyor bu kaçaklar? Buradaki pay kimin? PKK'nın kontrolünde mi burası? Değil. Ha o zaman başka bir şey daha var. Bu savaşın rantı, hem bir takım devlet görevlilerine, hem de PKK'ya yarıyor. Bunun için de bitmek zorunda, bu açılım olmak zorunda bir biçimde.
SOYOÐUL: Peki nerede hata yaptı hükümet? Tamam, açılım şart da?
BAŞLANGIÇ: Önce hükümet hatasından değil. 25 yıllık bir savaş. 25 yıldır sen insanların beyinlerini savaşla yıkamışken, bir açılıma gittiğin zaman, bir Türk-Kürt barışı yapacağın zaman diyelim, mutlaka bir çatışma olacak zaten, bu kaçınılmaz! Psikolojik nedenlerle olacak, propaganda nedeniyle olacak, artı bu savaşın rantına göre, herkes kendini ona göre konumlandırmış; ondan dolayı olacak! Şimdi ben şundan çok eminim ki, Ergenekon davası olmasaydı, bu açılım zaten yapılamazdı. Daha TRT şeş yayına başladığında, Türkiye'nin her tarafından bombalar patlardı. (yüzümdeki bel bel bakan ifadeyi neye yoracağını bilemediğinden tekrarladı Celal.) Ergenekon davasından bahsediyorum.
SOYOÐUL: Anladım, anladım da altını doldurmaya çalışıyorum kafamda.
BAŞLANGIÇ: Bu aslında 2005'in planıdır. Ve Amerika'nın planıdır. 2007 yılında eve dönüş yasası çıktı, hatırla. Eve dönüş yasasını, Genelkurmay bir budadı; sadece Hizbullahçılar tahliye oldu. O plandır uygulanan, yeni bir şey değil yani bu. Ha hükümet bütünü söylemeye cesaret edemiyor, muhaliflerden dolayı edemiyor. Kendi içindeki çatlamadan korktuğu için edemiyor. Yoksa bu planın uluslararası boyutları falan hepsi belli. Ha nedir? CHP karşı çıkıyor. MHP? Bu savaş çıkmadan önce MHP'nin oyu yüzde 1.5'tu. bu savaşla oyu yüzde 15'lere geldi. MHP'nin bu savaşa ihtiyacı var. Şehit cenazeleri üzerinden, asker uğurlamaları üzerinden politika yaparsan, bu savaşa ihtiyacın var!
SOYOÐUL: Ya CHP?
BAŞLANGIÇ: CHP… (gülüyor) Genetik kodlarında bozulmalar oldu herhalde. Başka türlü açıklanamaz bir sosyal demokrat partinin, kendine sosyal demokratım diyen partinin bu hale gelmesi, mümkün değil onu anlamak. Bu vahim bir nokta. Ha, bu klasik Türk oylarına gözünü dikmek… CHP diyoruz, Cumhuriyet'in kurucu partisi, Türkiye'nin sadece 31 ilinde var ya! 81 ili olan bir ülkenin, sadece 31 ilinde var. Bölge partileri olarak kaldılar bunlar. DTP nasıl bölge partisi… CHP de bölge partisi, MHP de bölge partisi…
SOYOÐUL: Şu anda Diyarbakır başta olmak üzere, pek çok Doğu/Güneydoğu ilçesinde/ilinde yıkıp yakıyorlar, bir sürü yaralamalar, ölümler oluyor. Bunun nedeni, o biraz önce saydığın savaşın bitmesini istemeyenler mi? Onlar mı kullanıyor birilerini, çocukları?
BAŞLANGIÇ: Ben PKK'nın içerisinde var olan bir grubun da savaşın bitmesinden yana olduğunu düşünmüyorum. Açıkçası. Her ne kadar barışcıl görünse de ondan nemalanan çok insan var, çok fazla kadrolar var orada. PKK birincisi, pazarlık payını arttırmak için yapıyor bunu. Buradan bakınca, o okunuyor. En önemli nedeni bu. Yani şeyi gösteriyor, 'bak dağda savaş biterse, burada böyle savaş çıkar'ı gösteriyor. Dağda çatışmalar durdu bu süreçte farkındaysan, ufak tefek karşılaşmalarda oluyor, ama bu sefer şehirlere taşıdılar. Onun da provasını yapıyor. Yarın diyelim ki, IRA sorununda böyle yaşanmıştır, ETA sorununda da böyle yaşanmıştır. Savaş şehre iner. Sen çatışmayı durdurursan, savaş şehre iner, doğal olarak; kaçınılmazdır bu. Ben bu sürecin daha çatışmalı olacağını düşünüyordum aslında, daha az çatışmalı geçiyor, şu ana kadar.
SOYOÐUL: Öyle mi?
BAŞLANGIÇ: Öyle, çünkü herkesin burada kaybedecek bir şeyi var. Herkesin.
SOYOÐUL: Ve herkes altında kalabilir!
BAŞLANGIÇ: Tabii. Şimdi yani diyelim ki Kandil dağındaki bir komutan, bu savaş bitince ne yapacak? Yani ya Kuzey Irak'ta yaşayacak, ya da planın öbür parçasında olduğu gibi İskandinavya'da Orta Avrupa ülkelerine gidip bir başına oturacak. Herkesin kaybedecek bir şeyi var yani… Bütçesini Sayıştay denetiminin dışında tutan Genelkurmay ne yapacak?
SOYOÐUL: Aslında yapılacak çok şey bulunur sivilleşmede; yapılacak çok şey bulunur da…
BAŞLANGIÇ: Ama olduğu konumu kaybetmek istemeyenler var. Ha, bütün mesele o, güç/iktidar meselesi yani..
Tabii, Bunun siyasi rantı var, bunun ekonomik rantı var, bunun psikolojik rantı var. Bunu kaybetmek istemiyorlar. Yani yarın, askerlerin aldığı emekli maaşı ile normal emeklilerin aldığı maaş sorgulanırsa ne olacak? Niye bugün sorgulanmıyor? Bu savaştan dolayı sorgulanmıyor… Asker harcamaları niye sorgulanmıyor? Bu savaştan dolayı sorgulanmıyor. Yani burada askerin de kaybedeceği şeyler var.
SOYOÐUL: Peki AKP, bu planı, açılımı, şu ana kadar soğukkanlı ve doğru bir şekilde götürebildi mi sence?
BAŞLANGIÇ: Şartlar bana göre… AKP hata yaptı ama şartlar hata yaptırdı. Bir kere, bu Habur'dan girişlerde gördük ki, bu işin yasal çerçevesi hazırlanmamış. Hazırlanan yasal çerçeve, buna uygun değil bir kere. Kesinlikle uygun değil. İki, Türkiye toplumu buna daha başka türlü hazırlanmalıydı, AKP çok acele etti, ama niye acele etti? Çünkü Amerika'nın acelesi vardı, onun için acele etti AKP.
SOYOÐUL: Ocak'a yetiştirilmesi gerekiyordu çünkü.
BAŞLANGIÇ: Tabii tabii. Yılsonuna kadar yetişmesi gerekiyordu ama bu o kadar kolay bir iş değil. Bu uluslararası örneklerinden de biliyoruz ki, uzun sürecek bir süreç. 70 bin korucuyu ne yapacaksın? 55 bin kaldı şimdi. 55 bin korucu… 25 senedir bunlar neredeyse karakolların gölgesinde yatıp maaş alıyorlar. Çifti çubuğu bıraktılar, ürünü bıraktılar, göçenlerin, boşaltılan köylerdeki tarlalarına el koydular, hala onların arazileri üzerinde iş yapıyorlar. Nasıl silahı bırakacak bu adam? Nasıl kendi tarlasına geri çekilecek? Nasıl ekonomik varlığını sürdürecek? (Ben derin bir iç çekince…) Hakikaten çok zor bir sorun bu. Çözümü kolay bir sorun değil de… Bir ülkede 25 yıl savaş sürer mi? Ne oldu sonuçta? Türkiye şiddet toplumu oldu. Yani trafikte iki araba karşılaşınca, biri çekip ötekini vuruyor ya! Çünkü bu şiddetin sonucu. 25 yıldır televizyonlarda cenaze görüyoruz. Bana göre nedeni bu günlük hayattaki şiddetin. 25 yıldır cenaze görüyoruz, çatışma görüyoruz. Bir de sadece onu gösterdiler. Sadece onu gören bir toplumda, işte bu taş atılması bile hafif kalıyor.
SOYOÐUL: Peki ne öngörüyorsun önümüzdeki süreçte. Tamam müneccim değilsin ama süreci çok iyi okuduğunu görüyorum anlattıklarından. IRA, ETA örneklerinden yola çıkarsak…
BAŞLANGIÇ: Daha gerilimli bir dönem bekliyor bizi aslında. Bu sorunun çözümü için. Kolay değil çünkü. Aslında 80 yıllık bir sorun. Cumhuriyet'in yanlış yığınağından gelen bir sorun. Bütün bunların acısı, tabii tek tek çıkacak. 80 yıllık sorun derken, aslında şunu da kastediyorum. Biraz İzmirlilerin şaşkınlığının da buradan geldiğine çok eminim. Benim aile çevremin de şaşkınlığı var, çok şaşırıyorlar bu konuda. Dün mesela amcamla konuştum, o da çok şaşkın. Eğitimli meğitimli bir adam, dünyayı falan bilen bir adam. Ne öğrettiler bize? Türkiye'de Kürt yoktur. Bunlar dağ Türkü'dür. Dağda karlar sert olduğu için karlar kart kurt ettiğinden bunlara Kürt denmiş. Bu neredeyse 90'a kadar geldi böyle. Şimdi İzmirlilerin şaşırdığı noktalardan biri de burası. 15 yılda nereye geldik? Aa, Kürt varmış!
SOYOÐUL: Bunu anlamamız daha çok yeni gerçekten de…
BAŞLANGIÇ: Evet, Türkiye bu soruna kapattı kendisini zaten. Çatışmalı ortamın gelişmemesi falan da biraz bundan kaynaklandı. Dağda bir grup adam var, onlarla savaşılıyor. Zaten 50'lerde 60'larda dağlarda şakiler vardı, onlarla savaşılırdı, öyle görüldü. Ama bir yandan kentlere göç, bir yandan 'aa, Kürt varmış, Kürtlerin hakları varmış' olduğu anda, hop ne oluyoruz dediler. Hatta ayrılalım diyenler olmaya başladı Türkler'den. Bu kez Türkler bölücü olmaya başladılar. Çünkü bu zamana kadar kendilerine verilen ezber bozuldu. Bunun da getirdiği ciddi bir psikolojik bozukluk var. Bu sefer 'ben Türk olarak ne olacağım' sorusu gündeme geldi. 80 yıldır devam eden bir sorun bu.
Sonuçta nereden bakarsan bak, yani en azından uygulamada görürsün ki, Türkiye Cumhuriyeti ırk cumhuriyeti olarak kurulmuştur. Türklük de bir üst kimlik olmayı becerememiştir. Zaten beceremediği, beceremeyeceği için de Kürt yoktur diyerek onları da Türk sınıfına dahil etmiştir. Ve şimdi bu; üst kimlik kapsayamıyor. Şimdi Kürt meselesinde 'a Kürtler de varmış, hakları da varmış, televizyonları da olacak, dillerini de konuşacaklar' olunca; birdenbire çok şaşırdılar.
50'li yıllarda Türkiye'nin batısında yapılan 'vatandaş Türkçe konuş' programı; aslında 12 Eylül'den sonra Türkiye'nin Doğusunda yapıldı. Müslüman olanları Türk olarak kabul edip Müslüman olmayanları da buradan kaçırmaya dönük bir projeydi bu. Müslüman olmayanları gayrı Müslimleri kaçırma projesi bir kısımda tuttu. Bu sefer Müslüman olanlar artık Müslüman kimliklerinden öte, kendi etnik kimliklerinin peşine düşünce, sorun çıkmaya başladı.
Bize hiç böyle öğretilmedi, hani hiç Kürt yoktu? Devlet bize yalan söyledi. Şimdi söylediği yalanın altında hep beraber kalıyoruz. Cumhuriyetin kuruluşunda yapılan bir yığınak hatası, 80 yıl sonra karşımıza böyle devasa bir sorun olarak geldi.
SOYOÐUL: Çok sancılı bir şekilde hem de. Ve çok sancılı bir sürecin bizi beklediğini daha iyi görebiliyorum bu anlattıklarından…
BAŞLANGIÇ: Çatışma olacak, kaçınılmaz. Çünkü bütün şartlar çatışmaya müsait geliştirilmiş. Cumhuriyetin kuruluşundan, PKK'nın ortaya çıkış sürecindeki propagandadan, kutsallığa yapılan güzellemelerden, kahramanlık hikayelerinden….Baktığın zaman bütün her şey 'yarın bu sorunu çözmeye kalkarsan çatışma çıkar' kodunu zaten veriyor. Ben de buradan bakarak varıyorum bu sonuca, ve bu yaşadığımız doğal bir süreç diyorum. Bundan ne çıkar, buradan ancak hır çıkar yani. Hani İzmirliler bir işi beğenmeyince 'anam bu işin sonu gramafon' derler ya… Geldiğimiz nokta o.
SOYOÐUL: Bu süreci en sancılı yaşayacak kentlerden biri İzmir gibi görünüyor, anlattıklarından.
BAŞLANGIÇ: Kendi özgün şartları müsait, e genel şartlar zaten buna müsait, Türkiye buna doğru kurgulanmış, bilerek ya da bilmeyerek. Çok farkında olmadan da. Çok kolay, en başında engellenebilecek Türk meselesi, detaylı hale dönüştürülmüş. Hakikaten 87'de Özal Mardin'de konuşmasında '3.5 eşkıya' demişti. Şimdi gör işte üç buçuk eşkıya nereye getirmiş? Türkiye'de siyasiler bunu okuyamadı. Okuyanlar da çözüm bulamadı. Genelkurmay bunu, cumhuriyetin kurucusu olarak kendi yöntemleriyle çözmeye çalıştı. Burdan fırsat kalmadı, sivil yönetimlere fırsat tanınmadı, sivil yönetimler ses de çıkaramadı. AKP'nin ciddi anlamda tabii ki uluslararası destekten de dolayı, bu soruna el atması, hiç değilse olumlu karşılanmalı. Yoksa sonu nereye gideceği belli değil ya…
SOYOÐUL: Ur patlayacaktı yani, patladı da..
BAŞLANGIÇ: Kaçınılmazdı. 10 sene önce patlasaydı, daha az sancılı olurdu, 10 sene sonra patlasa, daha çok sancılı olurdu. Nereye toslayacağı belli olmazdı. Ama bu Türkiye'nin enerjisini müthiş emen bir sorun. Ve bundan kurtulmadıkça, Türkiye'nin ileri gitme şansı yok, sıfır yani. Şimdi Avrupa Birliği falan diyorlar. Allahaşkına, sınırlarında 5 bin tane gerillanın hazır beklediği, sınırlarının içinde 1500 tane gerillanın savaştığı bir ülkeyi kim alır Avrupa Birliği'ne? Mümkün mü bu ya?
SOYOÐUL: AKP biliyordu ama bunu?
BAŞLANGIÇ: Ama mecburdu bunu yapmaya. Bunu yapmadan sorunu çözemezdi yani. İdare ederdi ancak. Ama dikkat et, zaten Özal iktidarı, 12 Eylül'den sonradır, o sırada, süreçte başlamıştır silahlı çatışma. İkinci seçimde Özal iktidarı güç kaybederek seçimi almıştır, üçüncüde ise iktidardan düşmüştür. Ondan beri de Türkiye'de hiçbir iktidar da kalmamıştır. Kimse tek başına iktidar olmayı beceremedi, kimisi de yıkıldı gitti. Bir dönem geldi ki parlamentoda bakan arabasına binmeyen milletvekili kalmadı neredeyse. Sürekli koalisyonlar kuruldu, sürekli koalisyonlar bozuldu. Ne oldu? Hiçbir parti tek başına iktidara gelmeyi beceremedi. Gelenler de zaten durumu idare ettiler. Savaşın yönetimi de zaten Genelkurmayın elindeydi. Bir seçim yaşadık ki, parlamentoda olan bütün partiler silindi, parlamentoda olmayan iki parti meclise girdi. Demokrasi gelenekleri olan bir ülkede böyle bir şey olabilir mi? Ha, bunun temel nedeni Türkiye'nin yaşadığı krizdir. Krizin altında yatan da Kürt sorunu vardır, çatışma vardır yani.
BARIŞTAN YANA ELMALARLA ARMUTLAR TOPLANDI
SOYOÐUL: Biraz ırkçılık yapayım, nasıl olsa lekelendik ya… İzmir'i bu bekleyen çatışma, görünen o sancılı süreçte, daha hafif yaşaması için ne yapılabilir? Yerel yönetimlere düşen görev, basına düşen görev, hani bir kişi bile okuyup faydalansa bundan, ki bunu bile kar sayarım. Ne olabilir? Ne dersin?
BAŞLANGIÇ: Şimdi biz burada İstanbul'da 78'liler olarak bir toplantı yaptık. Toplantıya, Tarık Ziya Ekinci de geldi… Hasan Cemal de geldi, Avni Özgürel de geldi. Mustafa Karaalioğlu da geldi. Hatta şunu dedik, 'Barıştan yana olan elmalarla armutlar bir araya geldik.' Tam da böyleydi yani. Kapalı bir toplantıydı, yazılmamak kaydıyla yapıldı. 'Şimdi ne yapılır?'ı tartıştık. Bütün bu konuda hemen herkes hemfikir: Bir, burada Türkleri ikna etmek; iki, Kürtleri tatmin etmek. İki tane yolu var bu işin. Çünkü gerçekten Türkleri ikna edeceksin, çünkü artık bu saatten sonra Türk sorunudur da… Sadece Kürt sorunu değildir yani, Türk sorunudur da. Yıllarca tabii ihmal edilen bir şey bu, kimse bunu özellikle Türkiye'nin batısındaki insanlara doğru düzgün anlatmayı düşünmedi. Ve ben anlatıldıkça da bunun çok başarılı olduğunu düşünüyorum. Sorun bunu doğru anlatabilmek.
87 yılında CHP kurultayında yazdığım bir yazı, Cumhuriyet Gazetesi'nde çıkmıştı. 'Keşke burada Deniz Baykal-İnönü'nün kavgası olacağına, Tekirdağ'daki delege gelse de ayçiçeği sorurunu anlatsa, Diyarbakırlı delege gelse de Kürt sorununu anlatsa. Böylece Diyarbakırlı ayçiçeği meselesini öğrense, Tekirdağlı da Kürt sorununu öğrense' diye yazmıştım.. Bu tür yapılarda sosyal demokrat partiler genelde bunu görev edinir. Çünkü sosyal demokrat partiler genelde toplumsal barıştan yanadır. Hatta sınıfsal barıştan da yanadır. Bizim maalesef bu görevi yerine getiren bir sosyal demokrat parti olmadı Türkiye'de. Var olan sosyal demokrat parti de bu kritik süreçte görevini yerine getiremedi. İşte bu yüzden bu konuda ciddi bir açık var, bu konuda bunu yapacak siyasi bir organizasyon için, ama siyasi organizasyonun yetmediği yerde, sivil toplum örgütleri, bunu üstlenebilir.
Biz mesela bu yapıdan bir diyalog grubu çıkarmayı/kurmayı düşünüyoruz. Panellerle konferanslarla, parti ziyaretleriyle, sivil toplum örgütleriyle görüşelim, bu işin bir empatisini yapmak insanların birbirini anlamasını sağlamak için bir çaba göstermek istiyoruz mesela. Bunun çalışmasına başladık. Yapılacak en temel şeylerden biri bu. Yani Türkler bunu anlayacak. Kürtler de Türkler'i anlayacak. En temel mesele bu. Bu anlaşılmadan, bu iş çözülmez.
Hükümeti eleştirirken, hem bunun yasal altyapısını hazırlamadı… Şimdi mesela bu çözüm içerisinde, paketinde senin Anayasa değişikliği yoksa, sen bu işi çözemezsin. Bu kararlılığı göremiyoruz mesela. Cesaret de edemiyorlar. Yasal hazırlığını yapmadılar, artı, psikolojik olarak toplumu hazırlayıcı enstrümanlar geliştirmediler. Toplum çok hazırlıksız olarak başka şekilde karşı karşıya kaldı.
SOYOÐUL: İzmir'de de bu tür girişimler olmalı diyor, bunu öneriyorsun özetle.
BAŞLANGIÇ: Tabii ki, bunun en iyi örneği, Mersin'de zamanında yapılmıştır. Ve Mersin'in bu kadar az çatışmayla bu süreci, sadece bu süreç değil ama o bayrak krizinin olduğu dönemlerde, hepsinde. Bir diyalog grubu kurulmuştur orada. Toplumun çok değişik kesimlerinden insanlar bir araya gelmişler ve çalışma grubu olarak ciddi çalışma yapmışlardır.
SOYOÐUL: Gerçekten bir ara Mersin barut fıçısı gibiydi. Bu anlattığın modeli uyguladıkları için mi, bu süreçte nispeten sakin geçiyor?
BAŞLANGIÇ: Tabii, MHP'li belediye başkanı ile DTP'li belediye başkanı, hepsi bu komitenin içerisindedirler, kentin aydınları falan. Mersin bu işi, bu diyalog grubuyla hakikaten başarmıştır. Farklı kesimlerden, farklı siyasi görüş temsilcilerinin yer aldığı grupla… Şimdi burada şöyle bir sorun var. İzmir'in yerel yönetimlerinin neredeyse tümü CHP'li. CHP'nin genel merkez politikaları, şu anda böyle bir diyaloğa engel.
SOYOÐUL: Ege'de işe basından başlamak lazım belki de. Basın derken, sadece yerel basından söz etmiyoruz. Şu son süreçte Örneğin, Taraf'tan bir kişinin çıkıp İzmir faşizmin merkezi gibi laflarla insanları çileden çıkarması… Meseleye daha uzlaşmacı bakan beni bile zıvanadan çıkardı bu faşist suçlamaları, bu bakış açısı. Bu konuda bir şey yapmak lazım. Sizin diyalog grubunun ele alacağı konulardan biri de bu olmalı diye düşünüyorum. Köşebaşlarını tutan arkadaşlara, daha dikkatli sakinleştirici bir dil kullanmalarının yerinde olacağını anlatmakla başlayabilirsiniz.
BAŞLANGIÇ: Zaten hata, koskoca bir kente faşist demek. İçinde her görüşten insan olan. Elbette içinde faşistler de vardır, komünistler olduğu gibi.
SOYOÐUL: Kavramlarla daha bir karıştırılıyor sanki.
BAŞLANGIÇ: Ama şu anda zaten Türkiye'nin çivisi çıkmış vaziyette. Herkes sağduyusunu kaybetmiş durumda ciddi olarak. Genel bir eğilim bu. Normaldir, böyle çalkantı dönemlerinde insanlar bir yerlere savrulurlar. Onun yansımalarını yaşıyoruz ama mutlaka dengesini bulacaktır. Bunun öyle olmadığı ve olmayacağı, insanlar tarafından anlaşılacaktır. Ama bu süreç hızlandırılırsa, en az yarayla, en az çatışmayla atlatılır.
SOYOÐUL: (bu soru internet üzerinden sorulmuştur.) Seninle bu röportaj yaparken DTP'nin kapatılması gündemdeydi ve röportaj yayınlanmadan kapatıldı. Önce Tokat'tan 7 şehit, DTP'nin kapatılması ve pek çok şehirde silahlar, çatışmalar, kundaklamalar… Şimdi ne olacak? Sokaklardaki çatışmalar için ne diyorsun?'
BAŞLANGIÇ: DTP'nin kapatılmasıyla ortaya çıkan boşluk bugün herkesi düşündürüyor. Aslında gözlemim o ki DTP'nin önemi kapatılma kararından sonra daha fazla anlaşıldı. Çünkü sorunu eğer 25 yıldır hatta 80 yıldır yaptığınız gibi silahla çözmeyeceksiniz ki çözemediğiniz ortada, elinizde tek çözüm zemini kalıyor, parlamento. Kürtlerin bu alanı boşaltmak zorunda bırakılması, çözümden yana olanları İmralı ve Kandil'le karşı karşıya bırakmıştır. Aradaki siyaset seperasyonu ortadan kalkmıştır. Aslında iki tarafın şahinlerinin de istediği gerçekleşmiş oldu.
Sokaklarda yaşananlara gelince.
İki şahin kanat da çatışmasız yapamıyor. Çünkü çatışmalı ortam ikisini birden var ediyor. Belki şimdi yaşanılan, 'eğer dağda çatışma biterse kente çatışmaların nasıl indirileceği'nin bir provasıdır. Burada amaç dağdaki çatışmayı bitirmenin anlamsızlaştırılmasına dönüktür.
Oysa çözüm için öncelikle ellerin tetikten çekilmesi gerekiyor. Ama şimdi yaşanılan, dağdakilere ek olarak kenttekiler de ellerini tetiğe uzatıyorlar.
İngiltere 'İRA sorununu barışçıl yollarla çözelim' diye girişimde bulunduğu andan itibaren tam 10 yıl sonra silahları susturabildi.
Bu örnek bile Türkiye'de barış projesinin ne denli uzun ve zorlu bir süreç olduğunu gösteriyor.
Oysa daha Cumhurbaşkanının 'Güzel şeyler olacak' diye Kürt sorunun çözümünde adımlar atılacağını 'müjdelemesi'nin üzerinde daha 6-7 ay geçti.
1984'te başlayan kimine göre 'düşük yoğunluklu çatışma'nın, kimine göre 'savaş'ın üzerinden ancak 25 yıl geçtikten sonra, daha birkaç ay önce Türkiye parlamentosu bu sorunu ilk kez adı konularak tartışabildi.
Yani çözüm bir yana, daha bu konudaki tabuların yıkılması, konunun tartışılabilir hale gelebilmesi için bile bunca zamana ihtiyaç olduğu ortada.
Sorunun çözümü de ancak çatışmalardan arındırılmış ortamda mümkün olur.
Burada AKP iktidarına iki görev düşmektedir. Birincisi açılım hamlesini daha ete kemiğe büründürerek ve daha kararlı şekilde sürdürmesi. İkincisi de parlamentodaki çoğunluğuna dayanarak sorunun çözümünün yasal ve hatta anayasal altyapısını oluşturmasıdır.
Kürtlerin yapması gereken de bütün yolların tıkanmasına karşın demokratik siyaset alanını terk etmemek ve sorunu meşru zeminlerin dışına taşımamak…
CHP ve MHP için söylenecek fazla bir söz yok. Ülkenin geleceğiyle kendi siyasi gelecekleri arasındaki tercihi çoktan yapmışlar bile…