Yazarımız Gönül Soyoğul'un Dinç Bilgin'le yaptığı söyleşi...

BAŞLARKEN…
İzmir üzerine yaptığım, hepsi birbirinden değerli gazeteci meslektaşlarımla gerçekleştirdiğim röportaj dizisinin, (şimdilik) son konuğu, patronum Dinç Bilgin.
Mesleğe, onun okulu Yeni Asır'da, çırak olarak başladığım insan...
Yeni Asır'dan İstanbul'a uzanıp devasa bir basın impatorluğu kuran, iki yıl önce yaptığım röportajda kendi ifadesiyle, kaybedişinin faturasını da kendisine çıkaran, sohbet etmekten, tartışmaktan son derece büyük keyif aldığım, bana bu meslekte öğreneceğim daha çok şey olduğu duygusunu, her iki röportajda da fazlasıyla hissettiren, gerçekten saygı duyduğum Dinç Bey...
Ardı ardına seri röportajlar yapınca, bir güne iki röportaj sıkıştırınca, haliyle bu kayıtları yazıya dökmek için zaman geçti. Yani, röportajı yaptığım kişinin bant kayıtlarını, aradan bir hafta geçtikten sonra ancak çözebildim. Dinç Bilgin ile yaptığım röportajda da bu böyle oldu. Sıralamaya göre ilk yayına vereceklerime öncelik tanıyınca, Dinç Bey'in kasetini, 10 gün sonra, yani en son çözmek durumunda kaldım.
Tuhaf, belki de komik gelecek size ama, bu röportajı çözerken soluk soluğa kaldığımı, sorduğum soruya verdiği cevabı, kelimesi kelimesine merak ettiğimi fark ettim.
'Ara vereyim, bir şey yiyeyim, bir şey içeyim' gibi mola verme ihtiyacını hissettiğim anlarda bile; kendimi, 'bu sorunun cevabı da bitir, ondan sonra yersin yemeğini' derken buldum.
Röportaj adım adım ortaya çıktıkça, yazıya dönüştükçe; cümlelerin içeriğine, kelimelerin gücüne şaşırdım, heyecanlandım.
Şimdi bu başlangıç size; yaptığı yemeği ballandıra ballandıra anlatan, iştahlanmanızı sağlamak için hazırladığı yemeğin önce reklamını yapan bir kadının söyledikleri gibi gelebilir.
Ama okuduktan sonra, altı boş bir reklam olmadığını anlayacağınızı umuyorum.
Çünkü Dinç Bilgin'in iZMİR'den yola çıkarak kurduğu medya imparatorluğu, beğenin ya da beğenmeyin; tesadüflerle kurulmuş/kazanılmış bir imparatorluk değildi kabul edersiniz ki...
Bu yüzden de söylediği her sözün altında deneyerek/yanılarak/başararak/başaramayarak/kazanarak ve kaybederek elde edilmiş, çok zengin bir birikim barındırıyor.
Ve ben o birikimi didikleyen/deşen/deşmeye çalışan olmaktan, o didiklediklerimle size son derece zengin bir menü hazırlamaktan dolayı, mutluyum.
Ağzım kulaklarımda...
Zengin diyorum, çünkü Dinç Bilgin hem yaşı, hem yaşadıkları, hem bir işadamı, hem bir gazeteci, üstelik çok iyi bir gazeteci olması nedeniyle, pek çok duyguyu/düşünceyi uzun uzun elekten geçirmiş, süzmüş, demlemiş, yeterli bulmayıp düşüncelerini bin bir kez daha filtreden geçirmiş biri bana göre.
Yaklaşık son iki yılda ikinci kez röportaj yaptığım Dinç Bey'i, bu süre içinde bile çok değişmiş buldum ben. İlk görüşmemizde, kendisiyle dalgasını geçerken, daha düşünceli, az biraz gergin olan Dinç Bey, iki yıl aradan sonra kendisiyle daha barışçıl bir şekilde didişiyordu bana göre mesela...
Bana verdiği yanıtlarda, daha öğretici, daha sabırlı, daha şefkatli bir hoca gibiydi yaklaşımları da mesela.
Ve en önemlisi neydi biliyor musunuz bana göre?
İzmir'e, İzmirlilere karşı; ağzından yanlış bir laf çıkmaması, kırıcı bir cümle sarf etmemek için, o kadar çok özen gösterdi ki iki saatlik söyleşimizde..
Doğduğu ve uzun yıllar doyduğu bu topraklara karşı gösterdiği inceliği/nezaketi, belki siz cümlelerinden tam olarak çıkaramayacaksınız ama röportajı yaparken beden dilini de gözleme imkanı bulduğum Dinç Bey'in bu düşünceli tavrı/tarzı...
Beni, tüm söylediklerinden daha fazla etkiledi.
Arkanıza yaslanıp hazır mısınız okumaya, ne dersiniz?
GÖNÜL SOYOÐUL: İzmir'de şöyle bir arayış var. Neden bu hale geldik? Bu halden nasıl çıkabiliriz? İzmir'in sanayisi kalmadı, dipte. İzmir basını göçtü, İzmir futbolda göçtü, İzmir kültür şehri değil, turizm şehri değil, ama ne, o da belli değil. Bir İzmirlilikten bahsediyor herkes ama İzmir'i İzmir yapan ruh, ne oldu da İzmir'i zirveye taşımıyor?
DİNÇ BİLGİN: Çok kötümser bir manzara çizdin şimdi sen. Genel kabul gören bir durum bu?
SOYOÐUL: Öyle diyebilirim. Öyle ki, kentte herkes bir şeyler yapma, ucundan tutma gayretinde. Ekonomik Kalkınma Koordinasyon Kurulu oluşturuldu mesela. Herkes hep bir ağızdan konuşuyor şu aralar İzmir'de. Çok kötümser mi tablo? İyimser değil en azından, öyle diyebilirim…
BİLGİN: İzmir ne zaman iyiydi de bozuldu?
SOYOÐUL: Güzel soru da... Röportajı siz yapsaydınız keşke! (gülüşmeler)
BİLGİN: Böylesi daha iyi değil mi?
SOYOÐUL: Tabii tabii, fikir jimnastiği yapar, sohbet eder gibi... İzmir ne zaman bozuldu? Bu konuda kendi cevabımı söylemeyeyim de sizden önce röportaj yaptığım Ergun Babahan, zaman konusunda ipucu veren gazeteci oldu. Ergun, 'Ben İzmir'den 1995'te İstanbul'a giderken Yeni Asır nasıldı, bir ona bak, bir de şimdiki Yeni Asır'a dön bak. Çöküşü göreceksin' dedi. Ayrıca Ergun şunu da söyledi, adınız geçtiği için iletiyorum: 'Buraya İzmir'i harekete geçirecek, fişekleyecek bir Dinç Bilgin lazım, Hatta 5 tane Dinç Bilgin lazım' da dedi.
BİLGİN: Tamam da patolojik narsist olmamak lazım.(kahkahalar)
SOYOÐUL: İzmir'in çöküşü, 2000'den sonra hızlandı diyebilirim.
BİLGİN: 2000 değil aslında. Doğrusu şu. İzmir zaten böyle bir göçmen şehri değil mi? Önce işte Girit'ten kaçanlar gelmiş, arkasından Balkan göçmenleri gelmiş, sonra meşhur mübadele olmuş, müdabeleyle gelmiş, sonra da işte Anadolu'dan gelmiş. Yani eski İzmirli denecek, hani böyle kökleri, 4-5 nesil geriye giden, belki bir avuç insan vardır, belki de o da yok. Hep göçmen şehri. Şimdi de başka türlü bir göç oluyor İzmir'e anladığım kadar.
SOYOÐUL: Bu göç Doğu, İç Anadolu, Güneydoğu'dan, değil mi?
BİLGİN: Daha evvel başka yerlerden gelmiş değil mi? Girit'in Osmanlı'dan kopuşundan sonra ilk Giritliler gelmiş, mübadil, arkasından Balkan göçmenleri gelmiş harplerden. Ondan sonra işte meşhur mübadele. Yunanlıları göndermişiz, onların yerine Yunanistan'daki Türkler gelmiş. Benim ailem de belki o zaman geldi. Ondan sonra da Anadolu'dan göç almaya başlamış. Dediğim gibi 4-5 kuşak geride aile seceresi olan, pek fazla insan sayamazsın İzmir'de. Zaten göçmen şehri, yine göçmen şehri; bütün mesele, daha önceden gelmiş olanlar, (gülüyor) daha sonradan gelmiş olanlara biraz böyle, ters bakıyor İzmir'de. O kadar fark. Onun için İzmir'de sizin çizdiğiniz kötümser tabloya da pek fazla iştirak etmiyorum. İstanbul'a gelmek durumunda kaldım, İzmir'e az gidebiliyorum ama geldiğim zaman hayranlık duyduğum şehirlerden bir tanesidir İzmir...
SOYOÐUL: Nesine hayranlık duyuyorsunuz mesela?
BİLGİN: Vallaha bana böyle, İstanbul'un gürültülü patırtılı havasından sonra, daha bir...
SOYOÐUL: Tamam gürültüsü patırtısı, İstanbul kadar değil... Doğru, o bozulmadı.
BİLGİN: Eskiden ben düşünün, o çok çalıştığım dönemlerde bile, İzmir'de evime yürüyerek, öğle yemeğine giderdim. Kolay bir şehir.
SOYOÐUL: Doğru, İstanbul'la kıyaslanamayacak kadar kolay bir şehir, hala…
BİLGİN: Yazın herkes Çeşme'ye, yazlıklarına giderdi. Yine de böyle son derece yavaş, rahat, İstanbul'un büyük telaşı olmayan bir şehirdi.
SOYOÐUL: Bütün bunlar doğru. Biz İzmirliler'in en çok övündükleri, elimizde kalan nimetler, bunlar zaten. Dışardan gelenleri cezbeden de bu. Ve hala hatırladığınız gibi, kabaca İzmir bu ve belirttiğiniz yönleri çok fazla değişmedi.
TUTUCU, YENİLİÐE KAPALI BİR ŞEHİR OLDU MAALESEF…
BİLGİN: Ama tabii İzmir'in bir başka o öncü vasfı vardı, şimdi hak veriyorum size. İzmir eskiden, hani zamanın ruhunu, hangi devirde olursa olsun, devrin ruhunu en iyi anlayan şehirlerden bir tanesiydi. Yani o, büyük değişimin şehriydi. Dolayısıyla, ilk demokrasi denemeleri, Serbest Fırka, en fazla İzmir'de güçlendi. Arkasından Demokrat Parti, hatta arkasından Turgut Bey'in, Özal'ın en fazla güçlendiği bir şehirdir İzmir. Zamanın ruhunu iyi kokluyordu. Zamanın ruhunu şimdi iyi şekilde kokluyor mu derseniz? Hayır, koklamıyor maalesef. İzmir benim görüşüme göre, son derece böyle… hımmmm… (doğru kelimeleri özenle seçmek için arıyor, duruyor, düşünüyor...) tutucu, bir garip, yeniliğe/değişikliğe kapalı, değişiklikten korkan bir şehir olmuş... Yani burada basının rolüne geleyim. En azından beni konuşturmak isteyeceğiniz anladığım kadarıyla o.
SOYOÐUL: Basının rolü, ağırlığı ya da hafifliği, gerçekten önemli, belirleyici ama…
BİLGİN: Basın farklı tabii. Basın, sonuçta yaşadığı çevrenin ruhu... (yine uygun kelimeyi bulmaya çalışıyor, düşünüyo...) Birazcık da ben kendimle ilgili birkaç şey söylemek isterim. Yani bir şehrin gazetesi, yörenin gazetesi nasıl olmalı? Orada yaşamalı, ruhu, beyni orada olmalı. Yani bizim Yeni Asır'ın beyni/ruhu İzmir'deyken... Bu bahsettiğim, 80'li senelerin ilki. Yeni Asır 100 binin üzerinde net satan, çok büyük, güçlü bir gazete.Hatta Türkiye'de Hürriyet'ten sonra en fazla özel reklamı olan bir gazete, hareketli. İzmir de öyle aynen. Öncü. İlk özel biranın yapıldığı, ilk özel büyük turizm atılımlarının yapıldığı işte Altınyunus'tan bahsediyorum. Böyle bir şehirdi. Ama o gazetenin kalbi de ruhu da İzmir'di. Her şeyi oradaydı. Ondan sonra Dinç Efendi'nin sabah macerasına başlaması, buraya geldikten sonraki şey, uzaktan komutalı, kalbi de ruhu da - aslında hep patronun üzerinde olmaz ama- en azından sahibinin/patronunun, uzaktan, tepeden, İstanbul'dan baktığı, süratle tiraj yitiren… Ne kadar niyetim halisane olsa da, bütün yaptıklarım artık yapmacık olmaya başlıyor. Çünkü o çevreden kopuyorum, onların meseleleri artık benim meselem değil... Değil mi? Doğrusu o ondan sonra da Yeni Asır'a karşı bir takım halisane teşebbüsler var. O zaman İzmirli büyük müteşebbisler, işadamları; belki benim hissettiğim söylediğim kadar açıklıkla hissetmiyorlar ama işte 'oturalım, bir araya gelelim, birlikte bir gazete kuralım, Çünkü İzmir'in meselelerini Dinç Efendi'ye İstanbul'da anlatmak zor, ona mesele anlatmak son derece güç!. (gülüyor) Dinç Efendi bizi dinliyor mu, dinlemiyor mu; belli değil... Belki dinliyordur ama bu iş öyle delegasyon yanıyla olacak bir iş değil.' Teşebbüslerde bulundular ama o teşebbüsler de pek fazla böyle profesyonel becerileri olmadığı için uzun ömürlü olmadı.
SOYOÐUL: Selçuk Yaşar'ın Gazete Ege'sinden bahsediyorsunuz değil mi?
BİLGİN: Evet evet, Selçuk Bey'in (Yaşar'ın) teşebbüsleri. Aslında (kahkaha atıyor) o zaman çok kızmıştım başka… Ama şimdi baktığım zaman, hakikaten haklılar. Bize burada bir gazete lazım, sesimizi duyurmamız lazım. Yani sesimizi duyurmak için Dinç Efendi, sırayla oraya (Yeni Asır'a,) maslahatgüzar tayin ediyor! Sırayla atıyor. Çetin'i koyuyor, ardından Aydın Bilgin'i koyuyor, ardından onu koyuyor, onu alıp bunu atıyor. (Ben kahkaha atınca) Samimi söylüyorum, doğru konuşuyorum. Böyle konuştuğum zaman insanlar garip karşılıyorlar...
SOYOÐUL: Yok yok, garip karşılamıyorum, içtenliğinize gülüyorum.
BİLGİN: Ama öyle değil mi? Doğru. Bunun olmayacağı, yapay olduğu, meydana çıkıyor. Yalnız Yeni Asır'ın işlemi mi bu? Hayır, Türkiye'de bir sürü basın var, ama onlar da öyle. Sonuçta Ege ekleri veriyorlar. Ege eklerinin başına onlar da birilerini tayin ediyorlar. Ama hepsinin ruhu, kalbi, ne dersen de; başka yerde...Yani kalbi, ruhu İzmir'in dışına taşındığı anda, o tabii büyük işlevini kaybediyor. Doğrusu o. Yani Dinç Efendi İzmir'deyken; işte, Sanayi Odası toplantısına gidiyor, Ticaret Odasıyla ilgili, onla ilgili, bunla ilgili… Bir de huyu bozuk bir herif, her boka karışıyor, her şeyi öğrenmek istiyor falan filan. (kahkahalar) Şimdi onu kaldırdığınız zaman işin içinden... Sonuçta benim yerime o işi yapacak insanın da öyle olması lazımdı. Öyle olması da mümkün değildi. Benim yerime başkası yapacak olsa, izin verir miydim? Hayır. (gülüyor) O zaman izin de vermezdim. Yani böyle bir fenalık oldu İzmir basını açısından. Elbette yerel basının, İzmir gibi bir şehirde çok büyük bir işlevi var. Hakikaten. (duruyor) hayati işlevi var. Sahibi kimse İzmirli olması lazım veya İzmir'de yaşaması lazım. Orada hisseden ve daha önemlisi şehirle birlikte geçmişi olan... Orayı bilen… Oluyor, yine oluyor da maalesef yapay olur. İnandırıcı olmazsınız.
SOYOÐUL: Sebep sonuç ilişkilerini araştırırken, diyorlar ki, bu kentin iletişim kanalları tıkandı. Tespitlerden biri bu. İnsanlar birbirleriyle konuşamıyor, diyalog kuramıyor, anlaşamıyor.
BİLGİN: İşte yerel gazetenin fonksiyonu bu. Bu değil mi? O ortamı sağlayan gazeteydi. İzmir halkının hayal kırıklıkları, sevinçleri, başarıları, başarısızlıkları hep o gazetede sesleniyordu eskiden. Ama iyi zamanında sesleniyordu. Sonraki senelerde iyi yaptığımızı söyleyemem.
Tabii değişik iletişim kanalları var. Bunlar, iyi bir yerel gazetenin yerini alabilir mi? Bana göre alamaz. Çünkü gazete başka bir şey. Gazetenin ruhu var, gazetenin huyu var, gazetenin tavrı var. Öbür kanalların, sizinki dahil kanalların her şeyi var, daha çabuk iletişim sağlanıyor, her şey sağlanıyor ama tek eksikleri var; sizin huyunuz yok, tavrınız yok ve olamaz da. Yani bir tavır huy, ne bileyim bir romanda olur, piyeste olur, yazılı bir şeyde olur. Öyle bir handikapınız var, onu söyleyeyim .
SOYOÐUL: İletişim kanallarını, bir gazete olsa, açsa... İzmir...
BİLGİN: Var zaten bir gazete. Gazetenin o şekle dönüşmesi lazım.
SOYOÐUL: Tabii, tabii. Pardon yanlış kullandım. Yani sizin tarif ettiğiniz bir gazete, İzmir'deki ileriye dönük o dönüşümü hızlandırır mı? Buna inanıyor musunuz Dinç Bey? Teorik olarak tabii.
BİLGİN: Yani çok zor. İzmir dediğim gibi benim gördüğüm kadarıyla zamanın ruhundan bir miktar ayrıldı. Başka bir şey oldu. Bir garip şekilde politize oldu.
SOYOÐUL: Bu sizin zamanında böyle değil miydi, Dinç Bey? Biraz önce hani dediniz ya, bu şehir tutucu, bu şehir değişime karşı...
BİLGİN: Tam tersi, tam tersi...
SOYOÐUL: Peki sizin zamanınızda, bıraktığınızda diyelim, İzmir nasıl bir şehirdi?
BİLGİN: Son derece ilerici, son derece her yeniliğe açık. Bana göre Türkiye'de belki zamanın ruhunu en iyi anlayan şehirlerden bir tanesiydi, belki birincisiydi. Şimdi tersini görüyorum orada. Çok kendi içine kapandı, böyle bir garip şey...
SOYOÐUL: Ama bunda iktidarın da payı olabilir. Çok kendi içine kapanma, genellikle savunma durumlarında olur. Eğer siz temel noktalarda kendi canınıza kastedildiğinizi düşünüyorsanız; ilk düşünceniz, canınızı kurtarmaktır. Kapanmaktır. Değil mi?
BİLGİN: Çok doğru söylüyorsun, tam üzerine bastığın şey. İzmirli, kendisini Anadolu'nun diğer şehirlerinden farklı, daha ileride, daha Avrupalı olarak gördü. Bu yeni iktidarın kendi hayat tarzına tehdit olduğunu varsaydı ve ondan ürktü, korktu. Bu korkuları önleyebilecek bir medya organı da olmadı. Şimdi insaflıca baktığımızda...
SOYOÐUL: Tam tersine, o korkular körüklendi…
BİLGİN: Hah, işte onu söylemeye çalışıyorum. Baktığımız zaman İzmirlinin korktuğu, endişelendiği, kendi hayat tarzlarına tehdit olarak gördüğü yeni iktidar, 7 senedir iktidarda. (gülüyor) 7 senedir ne Türkiye'ye irtica geldi, ne İzmirli kızlar kapandı (gülüyor) ne de İzmirli kızların etek boylarına karışan oldu. Hiçbir şey olmadı.
SOYOÐUL: Olmadı ama, İzmir'in duruşundan olmadı, belki de bazı şeyler...
BİLGİN: Değil değil. Türkiye'de de olmadı. Tam tersi yani İzmir bana göre gereksiz bir paranoyaya kapıldı ve o paranoya da onu zamanın ruhundan kopardı. Şimdi İzmirlilerin ilericilik zannettikleri şey, böyle gördüğüm kadarıyla, gericiliğe dönüştü.
SOYOÐUL: Tutuculuk diyelim, gericilik çok ağır bir laf Dinç Bey.
BİLGİN: Pardon pardon, doğru söylüyorsun. Tutuculuğa dönüştü... Türkiye'nin en ulusalcı şehri oldu mesela İzmir... Bu, bana acı geliyor.
SOYOÐUL: (gülerek) Ergenekoncu şehir mi?
BİLGİN: Evet, Ergenekoncu şehir oldu. (buruk gülümsüyor) Bu bana hakikaten acı geliyor. İzmir ki Demokrat Parti'nin kalesi İzmir, arkadan Adalet Partisi'nin kalesi İzmir, arkasından ANAP'ın ANAP olduğu dönemde kalesi İzmir'in, birden böyle ulusalcılığa dönüşmesi, bana acı ve garip geliyor.
Şimdi bu AKP iktidarından memnun değilim. Memnun olmamam için 50 bin tane şart var ama insafla da baktığım zaman, bu iktidara reaksiyon olsun diye yapılan şeyler, bana son derece tutucu ve komik geliyor.
SOYOÐUL: Tabii, bu sözleriniz de tartışılır. Ama bunu okuyucu tartışsın, görüşlerini bildirsin bize. Kararı şehir versin. Ben başka bir yerden yola çıkacağım. Tamam basın böyle. Sanayi kötü. Nasıl anlatsam? Kente birkaç tane Özal lazım diyorlar. Hani o Özal'ın değiştiren kimliğinden hareket ederek... Biz buna hadi 4-5 Dinç Bilgin demeyelim, yanlış anlamasın insanlar, siz de rahatsız olmayın, adınızı vermeyelim... Özal diyelim, (gülüyor) Deniyor ki, sanayisi için bu kente Özal lazım, bir belediye başkanlığında Özal lazım, basında bir Özal lazım... Buna katılıyor musunuz?
SELÇUK YAŞAR ALLAHIN CEZASI, HUYU BOZUK BİR HERİFTİR AMA…
BİLGİN: İzmir'de çok uzun zaman kalmadım, bilmiyorum ama Selçuk Yaşar'larla.. Selçuk Bey son derece huyu bozuk, zaman zaman bana göre Allahın cezası bir heriftir ama, (gözlerimi hayretten aça aça gülüyorum.) Öyledir, gülme... Ama adamın vasıflarını görmemek, yaptıklarını görmemek mümkün değil. İzmir'e böyle böyle öncüler lazım. İzmir'de bu tip öyle öncüler yok mu? Mutlaka var, Ama öncüler, Selçuk Bey'in eskiden bulduğu vasıfı bulamıyor. Onun için diyorum güçlü sesi, güçlü basını olan bir İzmir, bu işleri daha kolay hallederdi. Kolaylığı bu. Şimdi artık güçlü bir gazete, ütopya olduğuna göre, bu işi belki siz yapabilirsiniz; yeni elektronik ortamda, belki bunlar olabilir. Yeni Selçuk Yaşar'lar, yeni (rahmetli) Melih Özakatlar, yeni yeni müteşebbisler,çok enteresan olurdu. Onların kavgaları bile enteresandı. Çok yakın dosttuk mesela, Önder Akgerman'la. Onlara 'pentapot' demişti. (gülüyor)
SOYOÐUL: Evet hatırlıyorum, kıyamet de kopmuştu.
BİLGİN: Son derece de haklıydı pentapot demesinde. Onlar da aynı benim gibi, gazete sahibi olduğum devirde olduğu gibi, pek fazla böyle etraflarında rekabet barındırmayan tavırlar içindeydiler, belki o açıdan söyledi. Ama yine de canlı, çok enteresan bir şehirdi İzmir. İşte rahmetli Özal parti kurdu, ilk önemli şehir olarak İzmir'e geldi. Şimdi hangi hareket İzmir'den mi beslenecek, beslenemeyecek mi, bunlar tartışılacak şeyler. Zor işler.
SOYOÐUL: Evet, zor işler. Başlangıçta bana karamsar tablo dediniz ya... Ama umut da var. Harekete geçmek için en azından bir şeyleri konuşmaya başladık.
BİLGİN: Tabi tabii. Konuşmak, her kafadan bir sesin çıkması, bana göre çok doğru.
SOYOÐUL: Evet, siz çok seversiniz.
BİLGİN: Ama doğru, öyle olması lazım. Demokratik hayat öyle olması lazım. Ama tutuculuktan uzak, her türlü ezbere karşı bir İzmir...
SOYOÐUL: Ergun Babahan'ın adını geçireceğim yine ama, cümleleriniz aynı olmasa da benzer sözler söylüyorsunuz tutuculuk, AKP'den korku... Ergun'a 'ne yapalım yani, AKP'ye biat mı edelim' diye sordum röportajda ve ağzımdan; soru sorana yakışmayacak şekilde bir 'biat mı edelim' sözü çıkıverdi. Bunu bir biat gibi görüyorum bakın.
BİLGİN: Yo yo, son derece haklısınız.
SOYOÐUL: Ne yapmalı peki, CHP'ye oy verenlerin tamamı da CHP'ye yüzde yüz katıldıklarından/inandıklarından vermiyor ki? AKP'ye karşı başka bir alternatif bulamadıklarından veriyorlar.
İZMİR GÜÇLÜ OLSAYDI, AKP KARŞITI SİYASİ HAREKET İZMİR'DEN YEŞERİRDİ…
BİLGİN: Orada söylediğim partiyle ilgili değil ama. İzmir eski İzmir, eski güçlü İzmir olsaydı, AKP'nin karşısındaki siyasi hareket, İzmir'den başlardı, İzmir'den yeşerirdi. Düşünün ki, Serbest Fırka da, Fethi Bey de o zaman İzmir'den en fazla oy aldığı... Demokrat Parti için de aynı şey söylenebilir, hatta ANAP için de. Ama şimdi bir hayatiyeti olabilecek bir demokratik hareket, İzmir'den başlamaz. Başlaması da beklenmez. Öyle bir iklim yok, onu söylemeye çalıştım.
SOYOÐUL: Bu yanıyla bakın hiç düşünmemiştim...
BİLGİN: Sonuçta siyasi partiler de bir grubun, bir takım ekonomik taleplerinin siyasete yansıması, öyle değil mi? AKP ne? Anadolu burjuvazisi. Onunla birlikte zenginleşiyor, ihracat yapıyor. Cumhuriyet Halk Partisi ne? Cumhuriyet Halk Partisi, kararsız, işte bürokratların, bir miktar eski burjuvazinin olabilir ama onlar yapay kaçıyor. Böyle garip bir hal. İzmirliler'in ekonomik talebi yok mu? Olması lazım. Mutlaka var
SOYOÐUL: Olmaz mı, çok var.
BİLGİN: E onların partisi kim? Siyasi platformda? Yok, havada. Yani o açıdan söylüyorum, AKP'ye biat mı edelim dediğinde. Türk demokrasisi için bana göre en büyük tehlike, siyasi alternatifin ortada görünmeyişi. Çok tehlikeli, çok kötü bir şey. Keşke olabilse ama.. İkiye bölünmüş bir ülke manzarası. Bakın işte şu domuz gribi aşısı olayına bakın. İktidar yanlıları aşı olacak, muhalifler aşı olmayacak. Genetiği değiştirilmiş Organizmalar. GDO yanlısıysanız iktidar yanlısı, GDO karşısındaysanız muhalif yanlısı. Bu açıdan baktığınız zaman çarpıklığa, Genetiği Değiştirilmiş Organizmaya, İslamcı kesimin felaket karşı olması lazım.(gülüyor) En azından Darwinci kafada bile değiller. Ama orada bile tersine dönüş ve böyle garip, komik bir manzara. Genişletin işte. Cunta yanlıları, cunta karşıtları, açılım karşıtları, açılım yanlıları, Ergenekon yanlıları, Ergenekon karşıtları. Mesela İzmir'in demokratik açılıma karşı olmasını düşünmen mümkün değil. Ama İzmirlilere, arkadaşlarıma sorduğum zaman genel hava bu. Hepsi son derece tutucu, memleket bölünür korkusuyla düşünen.. Şimdi bu insanın kafasının almadığı bir şey. Yani Türkiye'nin Kürt vatandaşlarından korkan, çekinen bir İzmirli düşünemiyorum.
SOYOÐUL: Aslında korkmuyorlar, bizim internet sitesinin ortaklarından Fahrettin arkadaşımızın ailesinin 6 tane düğün salonu var. Diyor ki, 'kız tarafı Kürt, oğlan tarafı Türk. Veya tam tersi. Bir tek tartışma şuradan çıkıyor: Önce Kürt havaları mı çalacak, Türk havaları mı? Bu kadar yani. O eşiği atlattıktan sonra Balkan müziği de, göçmen havaları da hepsi çalınıyor.'
BİLGİN: Konuşmamızın başında zaten İzmir göçmen şehri derken, onu kastettim. Eski İzmirli denen, bir avuç insan. Onun dışında herkes göçmen. Arnavutluk'tan gelen de İzmirli, Bosna'dan gelen de İzmirli, Girit'ten, Selanik'ten gelen de...Konya'dan gelen de, Eskişehir'den gelen de. Kars'tan gelen de, İğdır'dan gelen de İzmirli. Bu, insanın içini acıtıyor biraz. Ve bunun politik getirisinin olması, daha da beter ve insanı endişeye sevk ediyor. Olmaması lazım. İzmir başka bir İzmir olması lazım. İzmir'in demokratik açılımda en azından, Türkiye'de öncü şehir olması lazımdı. Yani dedim ya, kalbi, ruhu, beyni İzmir'de olan bir basın organı bana göre bunu sağlayabilirdi. Şimdi sağlanmamış olmasının sebebi, tabii yapay yapılışı ve inandırıcı olmaması işin.
SOYOÐUL: Sizi, İzmir'de yeniden basının başında bulacak mıyız?
BİLGİN: Çok zor. Çok. Böyle bir ütopya, hayal. Ama bu işi benden yüz kat daha iyi yapacak yüzlerce müteşebbis, yüzlerce insan vardır. Gazete işini, böyle iş olarak görmek, bunu bir hayat tarzı olarak benimsemek, bunla yatıp kalkmak, bununla mutlu olmak şart. Böyle bir müteşebbis, yani asıl işinin yanında gazete işi yapan değil! Benim büyük bir şansım vardı. İnanılmaz bir şanstı benimki. Babam da gazeteciydi, dedem de. Gazetecilikten başka bir şey bilmedikleri için, ben bunu bir iş farz ettim. İstanbul'a gelince baktım ki, kimse bunu iş olarak farz etmiyor. Aslında, tüccar, satıcı, ek iş olarak yanında gazetecilik yapıyor. Yani uzun perspektifle baktığımız zaman da onlar haklı çıktı, onlar zaferle çıktı işten. Bu işin kötü tarafı oldu. Bu işte adamlar kötüydü, ben iyiydim demek istemiyorum. Anormal hatalarım olduğu için, bu işler böyle oldu. İzmir özelinde, İzmir'in gazetesi, Ege'nin gazetesi, benim dediğim biçimde olmaya mecbur. Yani, onun müteşebbisi, İzmir'le birlikte ekmek yiyecek, İzmir'le birlikte zarar görecek, İzmir'le birlikte dayak diyecek, İzmirli ile birlikte gururlanacak, İzmir'le birlikte canı yanacak. Yeni Asır oydu. Yeni Asır'ın büyük başarısı, becerisi, o tarihte oydu. Sonra bu nasıl oldu, nasıl bozuldu? Dinç Efendi tarafından bozuldu. Maalesef. Çünkü adam bırakıp gitti…
SOYOÐUL: Bırakıp gitti, üstelik Yeni Asır'ı, rahat da bırakmadı! Uzaktan hep karıştı…
BİLGİN: Aynen! Rahat bırakmadı, yedekte tuttu hep. Başka şekilde olabilir miydi? Kendime yine insaflıca bakayım. Başka çarem var mıydı? Benim kabiliyetimde, benim yeteneğimde, daha başka şey bulamadım, doğrusu. Niyetlerim halisane miydi? Bakıyorum şimdi.. (düşünüyor). Bu konuda kendime tarafsız olamıyorum.
SOYOÐUL: Bu kadar da kendinizi çitilemeyin zaten.
BİLGİN: Şartlar böyleydi. Başka da olamazdı galiba. Bundan sonra farklı olması lazım ama. Türkiye'deki gibi bir basın organizasyonu, dünyanın hiçbir yerinde yok. Böyle bir şey olamaz. Dünyanın her tarafında gazetecilik, medya iştir. Birinci iştir. Bunun başka örnekleri yok mu? Var ama onları bir anamoli olarak görmek lazım. İtalya'da Berlusconi. İtalya'da gazete çıkartıyor, büyük müteahhit, aynı zamanda Başbakanlık yapıyor. Bu ayrı. Ama işin geneline baktığınız zaman New York Times, gazetedir. Washington Post gazetedir. Murdoch Efendi'nin gazeteleri gazetedir. Almanya'da, Fransa'da, her tarafta gazete işi, iştir. Yani onunla yatar, onunla kalkarsın, onunla zarar eder, onunla batarsın. Ama iştir. Hiçbir zaman yan iş değildir. Bu büyük basın için böyledir. Ama özellikle yerel basın için bu vazgeçilmez bir şey bana göre. Yüzde yüz böyle olması lazım. Amerikan kovboy filmlerinde vardır hani, gazeteci gazeteleri basıyor, satıyor, dağıtıyor filan, öyle olması lazım, yaşaması lazım.
SOYOÐUL: İzmir'de farklı yayınlar da vardı değil mi?
BİLGİN: İlk politik dergi çıkarma hadisesi Selçuk Efendi'nin, Devir dergisiydi değil mi? İzmir enteresan bir şehirdi. Altemur Kılınç, istanbul'dan getirildi, bir takım beyin takımı falan. İşte böyle TÜSİAD'ın ikinci başkenti havasındaydı İzmir. İzmir itibari olarak şimdikinden çok güçlü, meşhur. O zaman beni de katmak istediler o işlere Rahmetli Cemil Devrim Bey. Olmaz dedim ben. Ben olmaz deyince zaten o zaman, olmazdı. (gülüyor.) Bizim grubun eşitleri arasında, en eşit bendim! (kahkahalar) Yani şimdi baktığım zaman onun böyle gayretlerine, (Selçuk Yaşar'ı kastediyor) sempati ile bakıyorum. Eskiden kızgınlıkla bakıyordum. Adam bir şeyler yapmak istiyordu...
SOYOÐUL: O da umarım sevimlilikle okuyacaktır, sizin söylediklerinize kızmayacaktır diye umuyorum.
BİLGİN: Ben çok severim Selçuk Yaşar'ı. Çok severim ama Allahın cezası bir heriftir. Yani… (kahkahalar)
SOYOÐUL: Ee, sizin için de öyle diyenler oldu değil mi Dinç Bey? (kahkahalar)
BİLGİN: Doğru, doğru. Ama yine de beni onunla aynı teraziye koyman, Şelçuk Bey'i dehşete düşürür şimdi.(kahkahalar) Yaşlandı değil mi şimdi?
SOYOÐUL: Tabii ki, yaşlandı. 4-5 ay önce İZSİAD ona onursal başkanlık vermişti, orada törende gördüm kendisini. Gayet keyifliydi…
BİLGİN: Ama olağanüstü bir adamdı. Ofset baskıya başladık mesela, ilk ofset mürekkep yaptı, mürekkep illa bundan alınacak diye. Her şeyde böyle bir ilk olmaya çalışırdı. Türkiye'nin ilk doğru dürüst fabrikasyon peyniri onun zamanında, ilk doğru dürüst sütü, onun zamanda. Bir Altınyunus'u hızla bitiriş şekli vardı ki onun, hayran olmamak mümkün değildi adama.. Balık çiftlikleri... Her şey.
SOYOÐUL: Aslında siz, müthiş bir ikiliymişsiniz! İlkler anlamında. Sizin de çok ya ilkleriniz. Çağdaşlık, modernlik, teknolojide yenilik…
BİLGİN: Benim işim başkaydı, medyaydı, basındı. Ben daha dar sahada daha rahattım.
SOYOÐUL: Daha mı zordu Selçuk Bey'in işi?
BİLGİN: Tabii ki, elbette. Adam büyük sanayici, banka kuruyor, balık çiftlikleri, et, bira, boya, kağıt bir ara. Normal insan beyninden çok daha büyük bir beyni olduğu belli ama (duruyor, gülümsüyor) Onun da İzmir'de başlaması önce avantajı, sonra handikapı oldu. İstanbul'da olsaydı, geçseydi belki farklı olurdu. Burada üst düzey yönetici bulma zorlukları oldu sanıyorum bir tarihte. O da sırayla birilerini getiriyordu, sonra hayal kırıklığına uğruyordu. Önce seviyordu adamları, sonra nefret ediyordu aynı adamlardan. (gülüyor) Ama şunu söyleyeceğim, yüz bin tane işadamı var, fakat bir tane Selçuk Yaşar var. Hoş bir şey bu. Huyuyla, huysuzluğuyla...
SOYOÐUL: O da politik iktidarların gadrine uğradı...
BİLGİN: O da zamanın ruhunun farkında olmayan bir işadamı türü. Hep böyle siyasi hareketlere bakışında ofsaytta kaldı. Yani Türkiye darbeden demokrasiye geçti; o darbecilerle kaldı (gülüyor)
SOYOÐUL: Sunalp'le kalmıştı...
BİLGİN: Evet. Özal'ı desteklemedi, dayak yedi. Tansu hanımı kendisine danışman olarak alacaktı, Tansu hanımı kovaladı, arkasından Tansu hanım büyük şans eseri Türkiye'ye başbakan oldu, bir daha dayak yedi. Böyle politik hayatına baktığınızda, hep yanlış ata oynamakta üstüne yok. At yarışında oynasaydı, bütün servetini kaybederdi herhalde. (kahkahalar) Ama çok enteresan bir antika.
SOYOÐUL: Konumuzdan biraz uzaklaştık, tekrar dönersek... Siz İzmir'deykende tartışılır mıydı, İzmir'in ne şehri olacağı? Kongreler şehri mi olsun, fuarlar şehri mi olsun, turizm şehri mi olsun?
BİLGİN: Bana göre hepsi olsun! Türkiye kongre şehri olsun, fuarlar şehri olsun, turizm, sanayi olsun, Hi-tech şehri olsun. Bildiğim kadarıyla orada Yüksek Teknoloji Enstitüsü var, teknolojiye dönük bir şehir olabilir. Çünkü İzmir'de Türkiye'nin başka şehirlerinde olmayan life style denen bir şey var. Hayat kalitesi yüksek. İzmir Türkiye'nin beyinlerini İzmir'e çekebilir, araştırma şehri olabilir filan. Hepsi bir arada olabilir.
SOYOÐUL: Siz çok yurt dışına çıkan, teknolojiye büyük ilgi duyan bir kişisiniz. Fuarları dolaştığınızı biliyorum. Yeniden canlandırılabilir mi bizim Fuar'ımız sizce, mümkün mü bu Dinç Bey?
BİLGİN: Değişik bir metod, bir şekil bulunabilir. Eski İzmir Fuarı, 20 Ağustos 20 Eylül arası bir aktiviteydi, fuara bütün sanatçılar akardı. Ama o fuarda bile bizim medyanın çok büyük bir parmağı vardı. Fuar zamanında Yeni Asır'ın meşhur sanatçı reklamları, harekete geçirmişti o zaman sektörü. 70'li senelerden sonra. Hatta bizim ofsete geçişimiz, o gazino ilanlarını vermeye başlayışımız. Yerel gazetenin büyük işlevi vardır o işte. O ilanlarla işte bir enteresan iş yakalandı. Onu İstanbullu gazinocular, sanat organizatörleri fark ettiler ve bir dahaki fuarda, Türkiye'nin gazino hayatının, sanat hayatının nabzının attığı yer oldu İEF. O yeniden olur mu? Hayır olmaz. O, o devre ait bir şeydi. Ama buna benzer yeni bir şey bulunabilir. Dünyanın tek icadı o değildi, şimdi 50 bin tane şey, atraksiyon var. Milanolular, Torinolular biliyorlar, dünyada fuarcılıkta başarılı olmuş şehirleri biliyorlar. Onun için bu işte, inovatif bir zekaya ihtiyaç var. İzmir'de yaratıcı zeka, bana göre bol bol vardır. Ona imkan var.
SOYOÐUL: Bir de herkesin birleştiği noktayı, siyaseten İzmir'e iktidarlarca hep ceza kesildiği konusundaki ortak görüşü sorayım size...
BİLGİN: İzmir'e ceza veriyorlarsa, hata yapıyorlar, büyük hata yapıyorlar. Ama adamların her seçimde İzmir'de seçim kaybetmeye razı olduklarını tahmin etmiyorum. Öyle bir şey olduğunu tahmin etmiyorum.
SOYOÐUL: Sizinki biraz iyimser bir yaklaşım, bu yüzden İzmir kendi göbeğini kesmeye çalışıyor ve yerel yönetimlere büyük görevler düşüyor. Sizce yerel yönetim, bir kenti sürükleyebilir mi?
BİLGİN: Hükümetin desteği olmadan, dengesi olmadan zor sürükler tabii ama, sürükler neticede. Yıllar yılı Napoli belediyesi Komünist Partisi yönetimindeydi ama iyi de belediyecilik yaptılar Napoli'de adamlar. Ama bakın, birinci kural, İzmir'in herkesle dost bir şehir olması lazım. Böyle Türkiye nüfusunun önemli bir kısmıyla kavgalı, Türkiye Kürtleriyle kavgalı bir şehir olmamalı.
SOYOÐUL: Değil aslında Dinç Bey, ama sanki öyle yansıyor.
BİLGİN: Öyle olmamalı. Türkiye'de Türkiye'nin 2. Kuvay-ı Milliye kafası İzmir'de diyen olduğu sürece, hiçbir gelişim olmaz… Ucuz şoven şeyler, İzmir'e zarar veriyor gördüğüm kadarıyla. O zaman çelişkiler, ayrım büyüdükçe, İzmir zarar görür. Zaten Türkiye toplumuna baktığımız zaman, bir ikiye bölünmüşlük var. Grip bile bölünme sebebi olarak görünüyor. Bu bölünmüş kampın bir tarafında olan İzmir, bana göre akıllara ziyan.
SOYOÐUL: Karşı durduğu kampta yer almadan da bir şeyler yapılabilir mi diyorsunuz?
BİLGİN: Evet, evet, açık. Son derece demokrat, son derece liberal, Avrupa'ya dönük… Avrupa Birliği'ne ilk girmek isteyen şehir, İzmir olmalıydı. Öyle bir İzmir, ilerici bir İzmir lazım. Şimdi İzmir; gerici olarak farz ettiği partiye karşı ilericilik yapıyor ama, aslında yaptıkları bölücülük, gericilik oluyor. Kavramlar değişti, demin söylediğim gibi. Bu Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar'da olduğu gibi. O zaman iş gülünç oluyor. İzmir gülünç bir şehir değil, İzmir sahici bir şehirdi. Tekrar sahici olmaya dönmek lazım.

RUS SALATASI YAPAR GİBİ GAZETE YAPIYORLAR

GÖNÜL SOYOÐUL: Siz dediniz ki, bu işi yapan sadece gazetecilik yapmalı, başka yan işle, ek işle uğraşmamalı. Sadece gazetecilik yapmak, bir işverene kazandırır mı? Çünkü sonuçta bir yatırım yapacak, karşılığını almak isteyecektir. Yerel gazete bazında soruyorum.


DİNÇ BİLGİN: Vallaha kazandırır. Bizim Gazi Bulvarı'nda kiraladığımız bir binada, işte Bilginler ve Sokullular, Yeni Asır Gazetesi'ni çıkarırlardı; iki ailenin de gayet güzel hayatı vardı, para kazanırlardı. Senede birkaç defa Avrupa'ya giderdi iki taraf da. Sonra işte Dinç Efendi geldi, işi daha da büyüttü. Gazetecilikten başka hiç bir iş yapmadan, Yeni Asır imkanlarıyla, kendi payıyla İstanbul'a geldi, başka gazete kurdu filan… Yani elbette gazetecilik para kazanır.

SOYOÐUL: Krize rağmen?

BİLGİN: Krize rağmen, her şeye rağmen! Süha Sukuti Tükel'in Ticaret Gazetesi vardı. Türkiye'deki ticaret gazetelerinin belki birincisiydi, ilk iyi örneğiydi. Süha Tükel de bildiğim kadar Ticaret Gazetesi dışında başka iş yapan biri değildi. Ticaret Gazetesi iyi para kazanırdı. Tükeller, para kazanan bir aileydi. Yine o tarihteki İzmir, şimdiki İzmir'in onda biri kadar var mıydı? Yoktu. Şimdiki bir mahalle, o yıllardaki İzmir'den daha büyük. Şimdi bir gazete para kazanır mı derseniz, çok rahatlıkla olur derim.

SOYOÐUL: Ben sizinle daha önce yaptığım röportajda da 'yerel basının durumu çok zor, para kazanmak neredeyse imkansız hale geliyor' demiştim. Siz o zaman da karşı çıkmıştınız bu anlayışa. 'Avrupa fonları, başka şeyler var, bulunur, yeni yollar yaratılır/açılır' demiştiniz.

BİLGİN: Nasıl söyleyeyim... Hep aynı şeyi yapıyoruz, hep aynı gazeteyi yapıyoruz. Gazetelere baktığın zaman, hepsi sanki birbirinin karbon kağıdıyla kopyası çıkarılmış gibi. Getir arka arkaya koy bak. Aynı. Bazıları iyi bir şeyler yapmaya çalışıyor. Mesela görüntü açısından en azından. Bir süre sürüyor. İşte Habertürk. Formatı farklı. Boyut farklı. İşte ilk başta farklı bir şeyler yapmaya çalıştılar. Şimdi aldığınız zaman, bütün gazetelerin sayfalarına bakın, bunun boyu küçük, o kadar. Enden/boydan küçültülmüş gibi. Nedense iyi bir şeye devam edilemiyor. Mesela Milliyet, pazartesi günü Cadde diye bir ilave yaptı, hoşuma gitti. Çok güzel, diğerlerinden farklı bir görünümde. Üstelik de görsel olarak grafiklerini yapan çocuk gazeteci de değilmiş galiba. Bugün Çarşamba değil mi? Pazartesi başladı, Salı, Çarşamba… Bugün yine eski usule doğru geldiler yine.

SOYOÐUL: Çekmiş mi eskiye doğru yine?

BİLGİN: İnşallah tekrar döner. Milliyet'teki yenilik de hoştu. Ekonomi haberleri falan. Diğerlerinden farklı olabilir zannediyorsunuz, fakat bir süre sonra basmakalıp zihniyet hakim oluyor yine. Tabii hiçbir şey yapmadığım için çok büyük rahatlıkla söylüyorum bunları. Kendim yapsam…

SOYOÐUL: Ben sizin yanınızda çalışmış bir insanım. Siz hiçbir şeyle tatmin olmuyordunuz.

BİLGİN: Doğru ama yani daha iyisini yapabilir miyim? Şimdi çok rahatlıkla söylüyorum, denemek yapmak ayrı, söylemek ayrıdır.

SOYOÐUL: Ben zihniyet anlamında söylüyorum. Yeni Asır'da öyle yapıyordunuz. Sabah'ta ben sizinle çalışmadım. Yeni Asır'da değiştirirdiniz bir şeyi, 10 gün sonra yine değiştirirdiniz. Dışarıda 'O gazetede duvarlar bile yürüyor' diye konuşulurdu!

BİLGİN: Ama Yeni Asır, muhteşem dönemindeydi o zaman. O tarihteki Türk basınında birçok öncülüklerin gazetesi. Ayrıca, Yeni Asır'ın bir şansı var, son derece kabiliyetli bir insan grubu vardı.

SOYOÐUL: Evet, daha önceki söyleşimizde de hep hakkını verdiniz o kadroların…

BİLGİN: Çok çok kabiliyetli. Öyle bir grup şimdi…

SOYOÐUL: Güngör Ağabey'in söylediğine katılıyorum; o yapıdan, o insanlar fışkırdı diyor Güngör Mengi. Yani her şey birbirini tetikliyor. Siz diyorsunuz ya şimdi, İzmir'de muhteşem insanlar vardır, yaratıcı insanlar vardır. Ama bir şeyin tetiklemesi gerekiyor. O dönem, o insanları tetikledi işte, öyle değil mi?

BİLGİN: Doğru, hiçbir şeyin tesadüf olmadığı doğru. Şimdi Türk basınına bakıyorum, Türk basınının başındakilere bakıyorum. Dehşet verici bir durum var. Mesela, eskiden Haldun Simavi işte. O zamanlar genel yayın müdürlerini televizyonlara davet ederlermiş, onlar da korkuyla patronlarından izin istemeye giderlermiş, 'Yavrum, şimdi çıkacaksın, ne kadar sersem bir adam olduğunu bu kadar adam öğrenecek. Otur oturduğun yerde' dermiş. (kahkahalar)

SOYOÐUL: Bazen beğendiğim yazarlarla tanışmak istemiyorum Dinç Bey; hayal kırıklığına uğrar, bir daha yazılarını okuyamam diye. Onun gibi bir şey bu da. İyi yazan biri, iyi konuşmacı olacak diye bir kural yok elbet.

BİLGİN: Televizyon da çok fena yaptı onları, onu söylemeye çalışıyorum. Görüyorum bazen, Haldun Bey'e hak veriyorum o zaman. (kahkahalar) Bu kadar da sert söylemesi gerekmiyordu ama…
Pazarlanan her ürün gibi, işin başarılı olması için, FARKLI bir ürün yapmanız lazım. Farklı bir ürün olması lazım. Ne bileyim, işte bir sürü diş macunu varken, bir tane daha aynısından çıkarmamak lazım. Ayrıca gazetenin başka bir huyu, tavrı olması lazım. Bir karakteri, o karakterinin biçimlenmesi lazım. Şimdi her olaya aynı biçimde bakan gazeteler grubu var. Öbür tarafta da tam tersi bakan grup var. Bunlar komik geliyor insana. Trajikomik. Bir de… Basının üzerinde -ben artık gazete yönetmediğim için rahat söylüyorum-; besbelli ki ağır baskılar da var, belli. Muhalefet düzeylerini frenliyorlar, onu da insan hissediyor, o da çok komik oluyor. Ne bulacaklarını bilemiyorlar? Bir gün çıkacak mutlaka… Bir büyük gazete falan… Bunlarla kalmaz bu iş. (sanki içinden söylenir gibi mırıldanıyor)

SOYOÐUL: Şekil açısından küçültülmüş gibi falan dediniz ama, Habertürk'ü içerik olarak nasıl buluyorsunuz?

BİLGİN: Yok, bana göre içerik de yok. Hiçbir yenilik yok. Kocaman, o kadar. O kadar kocaman bir gazete verdiğiniz zaman da bütün mesainizi o gün, o gazeteyi bitirmeye sarf ediyorsunuz. Yaratıcı olamıyorsunuz. Aklınızda kalan bir manşeti var mı?

SOYOÐUL: Yok. Herkes ana gazetenin ruhsuz olduğunda hemfikir. Ama ekonomisi daha iyi, magazini daha iyi, ekleri daha iyi diyorlar. Fakat, sizin dediğiniz açıdan hiç bakmamıştım, enerjinin gazete yapmaya harcanmasına, yaratıcılık anlamında düşünecek zaman, enerji kalmadığına…

BİLGİN: Baktığınız zaman günde 60-70 tane sayfa var. Bu kadar sayfa; Milliyet+Vatan+Sabah=Habertürk… Hepsinin toplamı kadar sayfa yapıyor. Çılgınca bir mesai sarf ediyorlar. Biri bağırıyor 'ekonomin altıncı sayfası gelmedi', öteki bağırıyor 'bilmem kaçınca sayfa nerede? Baskıya geç kalıyoruz.'

SOYOÐUL: Kaçmaktan kovalamaya vakit yok gibi bir şey, bu durumda.

BİLGİN: Ekonomiyi büyüt istediğin kadar, saçma sapan şeylerle, fazlalıklarla dolu bir şey.

SOYOÐUL: Hala Taraf'ı mı beğeniyorsunuz? Sizinle daha önce konuştuğumda bana, saatlerce okuyorum demiştiniz.

BİLGİN: Taraf'ı beğeniyorum, Taraf büyük hizmet yaptı vatana-millete. Türkiye'deki ezberlerin bir kısmını, bozdu, ortaya çıkardı. Ama gazete mi derseniz, gazete değil. Misyon. O başka bir şey. Gazetecilikle onu bağdaştırmak mümkün değil, başka bir şey o. Ama o da lazım. Buna bir şey demiyorum.

SOYOÐUL: Yeniden dönseniz medyaya. Ütopya diyelim ama hani mesela? Ne tür bir gazete yapardınız Dinç Bey? Biraz Taraf, biraz …

BİLGİN: (şiddetle itiraz ediyor)Hayır hayır hayır!

SOYOÐUL: Tamam, biraz ondan, biraz bundan olmaz; ama ne yapardınız merak ediyorum. Düşünemiyorum ne yapacağınızı…

BİLGİN: Yapsaydım gazete yapardım. Bizim Türkiye'dekiler gazete değil. Gazete için konu, insan olması lazım. İnsan hikayesi yok Türk gazetelerinde, çok garip bir şey. Human story, insan hikayesi yok. O kadar yok ki, o yüzden Türkiye'de spor okunuyor, magazin okunuyor. Çünkü sporda da magazinde de ister istemez, insan var.

SOYOÐUL: Spor ve magazin haberlerinin daha çok okunmasının altında bu mu yatıyor?

BİLGİN: Tabii, onun başarısı oradan geliyor. Çünkü, her konu insan. İnsan yok bu bizim gazetelerde. Ve fark etmiyorlar da. Yabancı gazeteleri de Allah bilir ellerine alıp okumuyorlar. Dünyada böyle değil. Dünyada insan merkezlidir gazete. Ben gazete yapsaydım, her sayfada mutlaka bir insan haberi olması için, çalışırdım. İnsan haberi olunca, ne oluyor? Gazetecilik oluyor.
İzmir'de ne kadar güzel insanlar vardı, Günaydın'da polis muhabiriydi hani?

SOYOÐUL: Mümin Sertbaş mı?

BİLGİN: Evet, ne kadar güzel haberler, insan öyküleri çıkartırdı o mesela. İşte o. Gazete o. Mümin Sertbaş nasıl, sağlığı iyi mi?

SOYOÐUL: İyi iyi, gayet iyi. Hepimiz kadar bir takım problemler yaşıyor, o kadar.

BİLGİN: Bizim gazetelerde olmayan o işte, insan haberi. Garip bir karışım. Gazetecilik eskisi kadar, şimdi böyle bir haber peşinde koşturmayı gerektirmiyor, bu da belli miktarda tembellik veriyor. Müthiş bir bilgi akışı var; her taraftan görüntü akıyor, resim akıyor, bilgi akıyor. Toplanıyor haberler, televizyonda bir takım adamlar da masanın başına toplanıyorlar, 'bugün ne kullanalım' diye konuşuyorlar. Rus salatası yapar gibi, gazete yapıyorlar. Ama gazeteye gelen her haberin içine, 'katma değer' katılması lazım. İnsan haberi dediğim o. Bu haber mutlaka işlenecek, palavra atılmayacak tabii. Haber zenginleştirilecek. Birçok haberi gazetede okuyorum, anlamıyorum ne dediklerini. Gerçekten anlamıyorum. Hele bir de ekonomik haber olursa… anlamıyorum. Ne diyor, kim haklı, kim haksız? İşin altındaki gerçek falan diye yazan yazarlar var, (gülüyor) gazetede çıkan haberleri bir de tarif ediyorlar. İnsan haberlerinin en güzel örneklerini İngiliz gazeteleri, Amerikan gazeteleri veriyorlar. İngiliz tabloit'leri bütün popüler basın, insan haberi üzerine kurulu. O zaman bu kadar ucuz magazine de gerek kalmaz. İnsana döndürdüğünüz zaman.
Şimdiki gazeteler, Hürriyet, Vatan, Milliyet, Sabah… Başka bir şey. Zamanında benim Sabah'a uydurduğum şeyi, onlar daha da bozarak, devam ettirdiler. Bir miktar da biz bozduk. Hiç böyle ekstradan bir şey koymadılar. Bir fark yaratma gayretine girmediler.

SOYOÐUL: Bir gazete yapsanız… Kiminle yapardınız?

BİLGİN: Bir gazete yapsam Recai Seyrek'le yapardım. Mutlaka.

SOYOÐUL: O da sizin gibi solak bakar her şeye.

BİLGİN: Recai Star'da da çok güzel şeyler yaptı. Star farklı bir gazeteydi. Ama her şeyi ile farklıydı. Bir huyu vardı, bozuk olmasına rağmen, karakteri vardı. Zengin çocuğu havası vardı, fırlama ama zengin. O yüzden de sattı.

SOYOÐUL: Görsel Yönetmen olarak Recai Seyrek… Ya Genel Yayın Yönetmeni olarak kim?

BİLGİN: (düşünüyor)

SOYOÐUL: Bildiğiniz, birlikte çalıştığınız isimler… Mesela Yılmaz Özdil, mesela Fatih Çekirge, mesela Ergun Babahan… Hangisi?

BİLGİN: Bu saydığın isimlerin üçü de olmalı o gazetede. Mutlaka.

(Dinç Bey, bu sorunun cevabını ortada bıraktı. Belki cevap vermek istemediğinden, belki bunun cevabını şimdi vermenin anlamlı olmadığını düşündüğünden belki de net bir yanıtı olmadığından… Ama bu üç isim için de görüşleri çok netti; üçünü de çok takdir ediyordu, üçünü de beni bir kez daha hayretler içinde bırakacak kadar tanıyordu.)

VE BİR TEŞEKKÜR: Fotoğrafları, Sözcü'nün Yazı İşleri Müdürü (eski Yeni Asır'cı) Neşet Şenizel'in gönderdiği genç stajyer Hande Zeyrek çekti. Tümüyle söyleyişe konsantre olduğumuz için, ne Dinç Bey'in, ne de benim, hiç yardımcı olamadığımız Hande, ters ışık yüzünden gerçek performansını gösteremedi ama profesyonel tavırları ile gazetecilikte (şansı da yaver giderse) parlak bir geleceği olduğunu bence gösterdi. Kendisine buradan da teşekkür ediyorum.