Yazarımız Gönül Soyoğul'un Buca Belediyesi Meclis Üyesi Levent Köstem'le yaptığı söyleşi...

BAŞLARKEN...
Buca'da doğup büyüyüp okuyup evlenip ev sahibi olan biri olarak; Buca'da yerel seçimden sonra kopan küçük kıyamete aldırmadan bakmak, yazılan çizilenleri okumadan geçmek mümkün mü?
Sadece duyarlı bir seçmen değil, aynı zamanda gazeteciyseniz eğer…
Elbette mümkün değil.
Levent Köstem'i iyi tanırım; insanlığını da, doktorluğunu da, muhalifliğini de.
Lafı dolandırmadan diyeceğini ortaya koymasına saygı duyarım.
Buca'da meclis üyeleri listesinde adını en başta gördüğümde de bu yüzden çok sevinmiştim. Oy pusulasını, tanıdığım bu dürüst isim yüzünden, elim titremeden CHP'ye atmıştım.

Buca'da İzmir'in aylardır gündemine oturan bir takım olaylardan herkesin haberdar olduğu düşüncesiyle konuyu tekrarlamıyorum. İl Yönetim Kurulu'nca disipline sevk edilen Buca Meclis Üyesi Levent Köstem'in muayenehanesine gidiyorum.
Köstem'in yakın arkadaşı, ilk kez tanıştığım (ve çok samimi/içten bulduğum) Buca meclis üyesi Adnan Öztekin'in de bulunduğu odada masaya teybi koyup sorulara başlıyorum.
Bugüne kadar hep doğruları söyleyen Köstem, inanıyorum ki bana, birinci ağızdan meselenin aslını astarını anlatacaktır.
Keşke bu söyleşinin ana konusu bunlar değil de, tıpkı benim gibi Buca'yı çok seven Köstem'i yeni görevi için tebrik etmek ve hayalindeki projeleri karşılıklı konuşmak üzerine olsaydı demeden geçemiyorum; play tuşuna basıyorum.

SONSÖZ: En baştan alalım. Sizin CHP ile ilişkiniz nasıl başladı?

KÖSTEM:
Karşıyaka'da 1993, 94 yıllarında parti üyesi oldum.

SONSÖZ: Ama aktif bir parti üyeliği değildi bu.

KÖSTEM: Ben daha çok yazı çizi işlerinde görev yaptım. Mesela partinin tüzüğü hazırlanırken, sağlıkla ilgili bölümlerinde 15 kişi bir hazırlık yapmıştık. O zaman Haluk Koç bizi arayıp bu çalışmayı genel merkez düzeyinde yapmamızı önerdi. Nurettin Demir, Türkan Süren, Meltem Ağzıtemiz gibi İzmir'in tanınmış hekimleri, 8-10 kişi Ankara'ya sürekli gidip geldik. Çalışmalar yaptık, herkes kendine ait sorumluluklar üstlendi. Yazdık çizdik. Daha sonra parti meclisi onları kabul etti. Altan Öymen'in döneminde yeni tüzük çalışması yapıldı hatırlarsınız. Özellikle delege seçimleriyle ilgili konuda çok emek harcadım, Ankara'ya gittim geldim. Daha sonra doktorların hakları konularında il başkanları bana danışıyorlar, soruyorlardı. Sonra CHP'de bazı kayıtlar silindi, bir şeyler oldu. Ben kaydımı yenilemedim, gerek olursa yaparım dedim. Ama yıllardır bana gel aday olur denirdi, bilirsiniz.

SONSÖZ: Ve sizin isminiz her seçim öncesi, aday adayları arasında geçerdi. Politikada aktif olarak derken, kamuoyunun önüne ilk kez bu seçimde çıktınız demek istemiştim. İlk kez aday oldunuz ve ilk kez meclis üyesi oldunuz.

KÖSTEM: Evet ama istemeden oldum ben. Zorlanarak olduk. Ercan Bey'in zorlamasıyla.

SONSÖZ: Arkadan ittiler yani sizi ve şimdi bakıyorsunuz kim itti beni diye?

KÖSTEM:
İten belli, belediye başkanı olarak oturuyor.

SONSÖZ: Nasıl oldu bu adaylık süreci?

KÖSTEM:
Geçen seneden bu yana Buca'dan insanlar, CHP'nin içinden bir takım insanlar, sürekli bana Buca'da seçimin zor geçeceği, Cemil Bey'in karşısına, güçlü bir adayın çıkması gerektiği vurgulayıp benim de Bucalı olmam, kamuoyunda tanınmış bir hekim olmam gibi nedenlerle sanıyorum, Buca'dan aday olmam telkinini yaptılar. Ben birkaç kez gittim bir iki görüşme yaptım. Ama çok istekli olmadım, çünkü hekimliği seviyorum ben. İyi bir eğitimim var, sürdürmek istiyorum. O yüzden hep kaçtım.
Ama zaman zaman da şöyle düşüncelerim oldu. Bu memlekete nasıl belediye başkanlığı yapılır, nasıl sosyal belediyecilik yapılır? Kendi arabasıyla belediyeye gidip gelen, bisiklete binip halkın arasına karışan, onların sorunlarını dinleyen, gezen dolaşan, amatör sporu destekleyen, bir yeşil alan varsa işte gerekirse evi istimlak edip yeşil alana katan, üç kuruşu biriktirip yeşil alanları büyüten bir belediye başkanı örneği gösterelim mi acaba diye de düşünüp bunu arkadaşlarımla da paylaştım.

SONSÖZ: Tamamen idealistçe yani…

KÖSTEM:
Olmayacak bir şey değil ama. Bunları düşünürken, arkadaşlarımdan, bu binadan da bana çok baskı oldu. Olman lazım diye. Onu yaparken tabii, sizin karşısınıza bir mali portre çıkıyor. Bu mali portrede de ben şöyle bir olay yaşadım. Bu seçimde değil de, bundan önceki seçimde. 12 sene önce. Yine Buca'da adaylığım söz konusu oldu. Buca'dan bir heyet geldi. İçlerinden iki tanesi de müteahhitmiş, ben bilmiyorum. Konuşuyoruz falan. Tamam dedim, ben aday olurum. Ama ben hiçbir zaman kalkıp CHP'li, CHP yandaşı diye ihale vermem dedim. Ama bu işler böyle olmaz dediler. Olmazsa, ben de olmam, yapamam ben öyle başkanlık dedim. Sürdüremem. O zaman içlerinden biri, kalkın gidelim arkadaşlar dedi. Kalkıp gittiler.

SONSÖZ: Bu kadar alenice mi?

KÖSTEM:
Yemin ediyorum, bu benim yaşadığım bir şey. Ben bunu arz ettim, aday olayım ama kendi gücümle aday olayım. Kimseden de bir kuruş para almayayım. Ki kimseye de gebe kalmayayım. Siyasetin finansmanı, siyaseti kirleten en önemli olay. Siyasetin finansmanı açık seçik yapılmadıktan sonra… Şimdi bir kanun çıkartmaya çalışıyor hükümet, AB baskısıyla. Banka hesabı açılıp paranın kaynağı nereden geldi, ne kadarını harcadın, gerekli miydi? Bunlar açıklanmadıktan sonra bu siyasetin kirliliği bitmez, mümkün değil. Ha ben kirlilikten nasıl uzak durabilirim dedim kendime. Kendi finansmanımı kendim sağlayarak. Geçen seneden bu yana adaylık sürecine kadar bunu çözmeye çalıştım.Bir iki malım mülkümü, çok sevdiğim yerleri satılığa çıkarttım. Soran bile olmadı. Ekonominin kötü dönemine denk geldi. Satılmadı. Ben de bu ekonomik durumu çözemedim, ben bu işte olamayacağım dedim. Ama ondan sonra, yine partinin üst tarafından baskılar geldi, sağolsun Başkan Aziz Kocaoğlu muayenehaneme kadar geldi Abdül Bey'le birlikte. Bana burada teklif ettiler başkan adaylığını. Anlattım açıkça gerekçelerimi. Ekonomik olarak bu işi sürdüremeyeceğimi. Sağolsun Aziz bey çok anlayışlı davrandı.
Ondan sonra partinin başka yerlerinden meclis üyesi ol demeye başladılar. Ben de 'başında olmayacağım hiçbir işe girmem' dedim. Biliyorum çünkü, girersem, adam yanlış yaparsa, ben susamam. Yok dediler. Baktım bir gün Ercan Bey, hatta bizimle birlikte Buca'da birlikte hareket ettiğim arkadaşlarımla görüşmüşler, onlar vasıtasıyla bana haberler yolladılar. En son kendisi bana geldi. Hatta şurada oturduk. İki kere geldi bana. Mutlaka senin meclis üyesi olman lazım dedi. Çok düzgün meclis üyelerinden grup yapacağım dedi. Çok düzgün olmalı, adı kire bulaşmamış isimler olmalı dedim ben de. Önce kabul etmedim teklifi. Sonra Buca'dan Adem diye bir arkadaşım var, onu Aykut'u araya soktu. Peki dedim. Şunu şöylediler bana. Buca'da AKP ile CHP eşit gidiyor. Yani sen tanınan bir insansın. Böyle eğitim düzeyi olarak birkaç isim daha var. Biz onları da yazacağız. Sen de olursan biz Buca'da rahatlarız. Seni gören insanlar Buca'da bize dönerler.
Madem AKP'ye karşı CHP'nin kazanması için katkım olacağını düşünüyorsunuz, peki dedim. Artık kaçacak durum kalmadı.

'KAYIKTAN ATTILAR BİZİ'

SONSÖZ: Meclis üyeliği için para harcamak, birilerine gebe kalmak da gerekmiyor..

KÖSTEM:
Evet gerekmiyor. Dedim ki ben toplantılarınıza gelirim ama politikaların, yol haritamızın belirlenmesi gerekiyor. Ben zannediyorum ki, meclis üyesi adayları oturacak, nasıl bir politika izleriz, neler yapabiliriz, Buca'nın geleceği ile ilgili neler edebiliriz. Bir vizyon ortaya koyup yazıp bunları halka bir vaatler zinciri olarak sunabiliriz. Böyle bir şey olmadı. Bu süreçte pazaryerlerine gittim, kahve toplantılarına katıldım, bütün her yere gittim. Geceler boyu Buca'da dolaştık. Ondan sonra beni hastalarım aramaya başladı. AKP'ye oy vermiş, ta Sarıkamış'tan duymuş gelmiş buraya. Senin adın var, biz bugüne kadar CHP'ye hiç oy vermedik, senin için ekip olarak sana oy vereceğiz diyorlar.
Neyse, seçim oldu. Kazandık. Yine ben zannediyordum ki, toplanılacak, konuşulacak, arkadaşlar biz ne yapabiliriz Buca'da, Buca'yı nasıl yönetebiliriz. Ortak akıl olmadan olabilir mi? Bu arada yavru kurbağa fıkrasını biliyor musunuz?

SONSÖZ: Hayır…

KÖSTEM:
Üç yavru kurbağa bir nehirde, küçük bir kayıkta yol alıyorlarmış. İçlerinden biri bağırmış, dikkat ileride şelale var. Hepsi heyecanlanmışlar biraz da korkmuşlar. Daha sonra biri demiş ki, ben çok akıllıyım merak etmeyin ben şimdi bir çozüm yolu bulurum. Bir diğeri itiraz etmiş, 'hayır ben hepinizden akıllıyım ben daha iyi çözüm bulurum ' demiş. Şelaleyi ilk görüp bağıran kurbağa ise' yahu demiş, sonuçta biz hepimiz kurbağa akıllıyız, oturalım hep birlikte ne yapabiliriz, birlikte karar alalım' demiş. En akıllı olduklarını iddia eden iki kurbağa göz göze gelip ortak aklı öneren, birlikte karar alalım diyen yavru kardeşleri kurbağayı, kayıktan aşağı atmışlar. Ne bileyim ben, bizi atacaklarını nereden bileyim. Bizi yavru kurbağa misali, tekneden atıverdiler!.
Şimdi bunlarla ilgili bir şeyler olur diye bekliyorum ben. Aaa! Günler geçiyor, hiçbir şey olduğu yok. Toplanıyoruz. Bir paylaşım savaşı sürüyor. Yani o komisyona sen gir, bu komisyona ben gireyim, o şöyle olsun, bu böyle olsun. Ortak akıl yine yok Buca'yla ilgili.
SONSÖZ: Kim işe ne kadar adam aldıracak, kimin oğlu/kızı nerede işbaşı yapacak?

KÖSTEM: Aynen öyle, aynen.

SONSÖZ: Eh bunları bilmek için meclis üyesi olmaya gerek yok. Biz vatandaş olarak şu ana kadar ne olup bittiğini, nelerin hiç daha görüşülmediğini biliyor/duyuyoruz.

KÖSTEM: Bir toplantıda dedim ki, sayın başkan birçok toplantıda, birçok söz verdiniz.

SONSÖZ: Grup toplantısında mı söylediniz?

KÖSTEM: Evet evet. Dedim ki, sayın başkan, Biz sizin birçok konudaki görüşlerinizi bilmiyoruz. Ama biz ortak bir ses çıkartmak zorundayız. Herkes üçer madde, beşer madde, Buca'nın sorunlarıyla ilgili sorular yazsın, siz de kendi bakış açınızla bunları bize anlatın. Ha biz de bunlara bir bakış açısı getirelim, bir ortak noktada buluşalım.

ADNAN ÖZTEKİN: Ortak bir manifesto hazırlansın, ortak ses çıksın.

SONSÖZ: Ne dedi peki başkan Tatı bu önerinize?

KÖSTEM: Hiçbir şey. Hiçbir şey demedi. Ne evet diyor, ne hayır diyor.

'AKÇELİ İŞLER BUNLAR…'

SONSÖZ: Dinliyor mu sadece?

KÖSTEM: Öyle bakıyor sadece. Ondan sonra toplantı oluyor, yine bu tartışmalar. İşçi meseleleri. Bakıyorsunuz, işçi alıyor bir iki kişi. Ya neden sürekli bir iki kişi işçi alıyor. Çünkü bunlar akçeli işler. Yarın bir gün laf çıkar. Hatta ben bunu direk olarak da söyledim. Bakın arkadaşlar yok böyle akçe işleri biliyorum ama yarın biri derse… Bir önerge verdim. Dedim ki bir komisyon kuralım, standartlar getirelim. Diyelim ki gelir düzeyi şöyle olsun, fakirlik düzeyi böyle olsun, her aileden bir kişi olsun. Özürlü çocuğu varsa, ona öncelik verilsin. Bir standardı olsun işe almanın kısacası. Ben bunu böyle düşünüyorum. CHP bunu böyle yapar. Veya sosyal demokratlar bunu böyle yapar. Yok. Biz kelaynak gibi ortada kaldık. Böyle bu ve buna benzer konularda tartışmalar oluyor. Bize hiçbir şey sorulmuyor. Mesela belediye başkanı gruba geliyor, hiçbir şey konuşmuyor. Bazen de gelmiyor.
Yahu kardeşim sen birini ata. Bu senin yetkin, ben buna bir şey demem ki.. Ama gruba gel de ki, arkadaşlar ben şu imar işleri için Ahmet beyi düşünüyorum, şundan dolayı düşünüyorum, sizin görüşlerinizi alayım ben. İsteyen fikrini söyler. Ondan sonra sen düşünürsün, dersin ki kusura bakmayın arkadaşlar, ben Ahmet beyi atayacağım. Eyvallah, bana ne yani. Ama sen beni dikkate almak zorundasın. Bu kadar meclis üyesine ne gerek var o zaman? Sabah kahvaltısına 25 kişiyi çağırmaya, parasını ödemeye ne gerek var. Yok 23 kişi, ikimizi çağırmadılar, Ne gerek var o zaman. Üç tane meclis üyesi yaparlardı, bu iş biterdi. Bu böyle oldu. Ondan haberimiz yok, bundan haberimiz yok. Biz bunları dert ediyoruz, söylüyoruz. Herkes söylüyor. Toplantılar yapılıyor.

'İL BAŞKANI'NA GİTTİK'

Ondan sonra bu geldi, ben Hüsnü Kaya'yı atadım dedi. Bizim hiçbir şeyden haberimiz yok. Atayım mı diye sorsun da demiyorum ben. Gel, 'Hüsnü Kaya'yı atıyorum arkadaşlar, görev yetkileri şunlar olacak, bir diyeceğiniz var mı arkadaşlar.' De. Bu kadar basit. Çünkü ortak akıl, böyle gelişir. Demokrasi kültürü böyle gelişir. Başka türlü olmaz.
Ondan sonra ne oldu. Geldi, bu arkadaşın maaşını dedi, kanun gereği, belediye başkan maaşının üçte ikisini vereceksiniz. Kim verecek parayı? Meclis verecek. Bir dakka. Kardeşim sen atarken bana akıl danışmıyorsun; parasını verirken, ben oylayacağım. Altına ben imza atacağım. O zaman ben de vermiyorum bu parayı dedim.

SONSÖZ: İlk isyan çıkışı böyle oldu.
KÖSTEM: Bunlardan önce biz bazı sıkıntılar hissettik. Adnan'la ikimiz il başkanına gittik biz. Sayın başkan, insan psikolojini iyi biliyorum. Bakın bazı şeyler hoş gitmiyor, yarın bir gün tatsızlık olacak. Ben dedim özellikle, böyle şeyleri kabul edebilecek yapıda değilim. Lütfen bunu usulunce, nasılsa partinin usulu bunu bir şekilde çözün. Bir araya mı geliriz, başka türlü bir şey mi olur. Bir şey yapın dedim.

SONSÖZ: Ne oldu?
KÖSTEM: Hiçbir şey. Ondan sonra meclise bu konu gelince, meclis üyesi 10 kişi dedik ki, kardeşim bu böyle olmaz. Sen bize danışmıyorsun, biz de o zaman vermiyoruz bu parayı. Vermiyoruz da denmiyormuş. Minimum bir para var. Meclisten aşağıya indik. Bizim çok meşhur bir doktorumuz var. Ali Rıza Kaya. Bu bir şeyler söyledi. Biz de 'tamam o zaman madem kanunen para geriyor. Asgari ücret verilsin o zaman' dedik. Meclis üyelerinden Erkut Tamay, kalktı grupta dedi ki, ben buna şiddetle karşıyım. Ben bedava çalışacağım o zaman. Güngör Kaya çıktı, ben bedava çalışacağım dedi. Üstelik ben 15 sene çeşitli belediyelerde, İstanbul'da belediyelerde başkan yardımcılığı yaptım. Adnan dedi ki ben de bedava çalışacağım. Madem bu kadar belediyenin borcu varsa.

SONSÖZ: Ne cevap verdiler size?
KÖSTEM: Tıss yok. Bunu nasıl algıladılar. İşte bunlar belediye başkan yardımcılığı istediler, ben vermedim, ondan dolayı. Hiç alakası yok. Olayın gelişim tarzı böyle. O böyle getirince konuyu, arkadaşlar biz de bedava çalışacağız dediler, olay bu. Hüsnü bey de bedava çalışsın, almasın o zaman para. Meclis üyesi olarak geldi. Buradan çıkan bir tartışma.
Ondan sonra bu olaylar üzerinden bizim üzerimize gelinmeye başlandı. Niçin böyle yapıyorsunuz, partinin disiplini var, şu var bu var. Bu arkadaş, belediye başkanımız çıktı, 'ben bunların disipline sevkini istiyorum' dedi. Bakın, bir partinin disiplini açısından, şimdi beni disiplinsizlikle suçlayan bu parti, disiplin açısından en büyük disiplinsizliği partinin belediye başkanı, ne yaptı. Bir partinin içinde bir kişinin disipline sevk edilmesinin tarzı, yolu yöntemi bellidir. Nedir? İlçe bir tutanak tutar, İl'e yollar eğer suçluysa. İl de bunu uygun görürse disipline yollar. Şimdi burada olaya bakın. Belediye başkanı çıkıyor demeç veriyor. Bu arkadaşlar disipline sevk edilmelidir diyor. Allah Allah.

'BİZ FAŞİST PARTİDE MİYİZ?'

SONSÖZ: CHP Buca İlçe ne diyor bu arada?
KÖSTEM: Buca İlçe böyle bir suç yoktur dedi. Çünkü ilçe başkanının gözleri önünde oluyor bu olaylar, bütün toplantılara katılıyor adam. Ne oldu? İl beni disipline sevk etti. Gerekçesi ne? Grup kararlarına uymamak.
İçerde bu işle ilgili, parasal konuyla ilgili bize geldiler, grup kararı alınacak dediler. Hatta abartılı konuşmalar oldu. Grup Başkanvekili Ali Rıza Kaya, bana Ankara'dan üst düzeyden geldi, bu konuda grup kararı alacaksınız diye emir verildi dedi.
Dedim ki, partinin üst düzeyi ekonomik konularda, akçeli konularda, imar konularında grup kararı alınmayacağını bilmiyor mu? Ben daha dünkü meclis üyesiyim, biliyorum. Bu akçeli iş, grup kararı alamazsınız dedim. Kaya, 'Yok, bana genel sekreterim söyledi, bana haberler geldi' dedi. Arkadan gazeteye bir demeç daha belediye başkanından. 'Bu arkadaşlara parti içi demokrasi bol geldi.'
Ya kardeşim, biz faşist bir partide mi yaşıyoruz yani? Ne demek demokrasi bol geldi. Biz neyin mücadelesini verdik yıllarca bu ülkede? Demokrasinin mücadelesini. İnsanlar seslerini çıkartsın, Avrupa normları içinde konuşsun, etsin.
Biz bir tepkiyi ortaya koyuyoruz. sen ne yapıyorsun. vay namussuz, kellesini kopartın. Ne o? Bu adam parti içi demokrasiye aykırı, bu adama demokrasi bol. Böyle bir mantık var mı? Böyle bir tarz olmaz.

SONSÖZ: Meclis'te ne oldu?
KÖSTEM: Meclis'e indik. Ben asgari ücreti önerdim. AKP'li üyeler de de kalktılar, 'Levent Köstem'in önerisini destekliyoruz' dediler. Ondan sonra beyefendi çıktı, sağda solda 'Bunlar AKP'lilerle işbirliği yaptılar' dedi. Biz orada hangi AKP'lilerin odaya çağrılıp, ikna edilmek için ne vaatler verildiğini biliyoruz zaten, o ayrı bir şey. (o vaatler Ege Telgraf'ta çıktı)

'İL BAŞKANI, BIRAKSAK DÖVECEK!'

SONSÖZ: Bu arada hiç araya giren olmadı mı?
KÖSTEM: Aradan geçti bir ay. Tekrar meclis oldu, tekrar gündeme getirdi. Ben dedim ki bunu tekrar gündeme getirme. Oturalım, konuşalım, bu işin çözümünü bulalım. Bir tarz getirelim. Ha, bu arada bizi CHP İl'e çağırdılar. İl Başkanı, bıraksak bizi dövecek yani. Vay siz, nasıl böyle bir şey yaparsınız, olmaz asla kabul etmem diyor. Bana biraz daha saygılı davranıyor, arkadaşlara daha fazla bağırıyor. Arkasından size emrediyoruz dedi. Olacak şey mi bu mu? Biz çocuk muyuz? Emredecekler de biz bunu yapacağız.
Meclis toplantısı öncesi grup toplantısı oldu. Hüseyin Mutlu beyefendi var, il sekreteri o da katıldı. Ben burada Deniz Baykal'ı temsilen bulunuyorum dedi. Burada benim söylediklerime karşı çıkmak, Deniz Baykal'a karşı çıkmaktır dedi. Burada grup kararı alacaksınız, aşağıya inip o şekilde oy kullanacaksınız dedi.
Ben, akçeli konuda grup kararı alamazsınız, ben de almıyorum, vermiyorum dedim. Tam kalkıp gidiyordu ki, ben günlerdir hazırlandım buraya 7-8 tane sosyal proje ile ilgili önerge getirdim dedim. Oturdular, zorla dinlediler. Neyse gittiler. Aşağı inmeden önce kendi aramızda kısaca görüştük, dedik ki madem öyle lanet olsun verelim oyu gitsin, verelim çünkü bu iş can sıkıcı bir hal aldı. Aşağıya indik Meclis'e ki, yukarıya insan doldurmuşlar. Hiç geldiniz mi Buca Meclisi'ne?

SONSÖZ: Hayır, hiç gitmedim.

'CEMİL'İN TIRNAÐI OLAMADILAR'

KÖSTEM: Aşağıda biz oturuyoruz, yukarıda dinleyiciler. İçeriye girdik, bizi 8-10 kişiyi yuhlamaya başladılar. Satılmışlar, diye.
Bundan bir gün önce de bana haberler geliyor, meclise gelmesin, döveceğiz onu, şöyle yaparız, böyle yaparız diye. Neyse gittik, içeriye bir girdik, ne satılmışlığımız kaldı ne bir şeyimiz. Bunların başını çeken iki kişi. Biri Buca belediyesinde işçi, biri de Büyükşehir belediyesinde işçi. Mesai saatlerinde buradalar. Bir iki tane tip var yukarda, bana habire saydırıyorlar lafları. Neyse, olay oldu. Bu arada kendi kendime diyorum ki, Levent kardeşim ne işin var senin bu işlerin içinde... Bir yandan da birilerinin de bir şeyleri söylemesi gerekiyor bu ülkede diyorum kendi kendime.

SONSÖZ: Ne hissettiniz o anda?
KÖSTEM: Kurbanlık koyun gibi hissettim kendimi. İnan, kötü bir duygu, tat oldu içimde.
Neyse girdik oturduk. Meğer bunlar zaten AKP'lilerle anlaşmışlar. Biz oturup konuşalım dedikçe, hayır meclise getirelim demelerinin nedeni buymuş. Zaten sonra gazetede de çıktı. AKP ile anlaşmışlar, denilenlere göre üçer tane işçi sözü, büfe sözleri falan verilmiş. AKP'liler bu işi çözen kişi yine biz olacağız ve olumlu oy kullanıyoruz dedi. Yukarıdan yine bağırmalar falan başlayınca, bizim arkadaşlardan Murat galiba kalkıp konuşma yapmak istedi, Ali Rıza Kaya inanılmaz kötü bir konuşma yaptı, baskılamaya çalıştılar. Biz de salonu yuhlar arasında terk ettik.
Tarz çok kötü. Bakın Cemil Bey'e herkes bir şeyler söyler ama, onun döneminde; benim duyduğum bildiğim kadarıyla, Meclis'te Cemil Şeboy, muhalif olan insanların konuşma özgürlüklerini hiçbir zaman engellemedi. Ve konuşturdu, hayır konuşamazsın demedi, susturmadı kesinlikle. Herkes konuştu. Bunu da en çok kullanan insan Ali Rıza Kaya'ydı o dönem. Çünkü muhalifti. Ve o gün oturumu Ali Rıza Bey yönetiyordu.
Ben, bir önceki mecliste bir konuşma yapmak istedim. Ortak akıl nedir, sosyal demokrasi nedir, yerel yönetimlerin yeri nedir, iyi yöneticinin elemanları nelerdir'i anlatmaya çalışan bir yazı. 4 sayfalık bir makale. İkinci sayfaya geldim. Ali Rıza Bey, ben dedi, burada böyle bir konuşmaya izin veremem. Neden dedim. Sen dedi, özgürlüğü kötü kullanıyorsun, bunu yapamazsınız. Konuştu da konuştu… Ben 10 dk. konuştum, o 58 dk. konuştu orada. Bitti mi dedim konuşmanız hiç sinirlenmeden. O devam etti. Konuşmamı bitirdim sonunda. Yani bu nasıl demokratlık? Eleştirdikleri Cemil Şeboy'un tırnağı bile olamadılar meclis içersindeki demokrasi kültürü açısından. Yani bir kişinin konuşma özgürlüğü açısından. Orası halkın meclisi. Ben çıkıp orada konuşabilirim ve benim burada çıkıp konuşabileceğimi anlatan da sizsiniz dedim.

ADNAN ÖZTEKİN: Levent Abi konuşurken hatta birkaç AKP'li üye, Ali Rıza Kaya'ya seslenerek, ya bıraksana adamı ne güzel şeyler söylüyor, biz de dinleyelim, biz de öğrenelim dedi.

KÖSTEM: Bu bizi çok rencide etti, çok üzdü. Hatta bir iki arkadaşım olmasa, bırakıp lanet olsun deme noktasına geldim. Bunlarla mı uğraşacağız bu memlekette ya.

SONSÖZ: Ben ne arıyorum burada duygusu, yüzünüzde şu anda bile okunuyor.
KÖSTEM: Ben ne arıyorum gerçekten? Nelerle uğraşıyoruz… İşin A B C'sindeyiz daha….
'TATI'YI MAHKEMEYE VERECEÐİM'

SONSÖZ: 4.5 ay oldu seçim geçeli. Siz seçim öncesi, katıldığınız CHP toplantılarında, pazarlarda, kahvelerde ne vaat ediyordunuz?
KÖSTEM: Oooo, vaat çok! Birincisi, her mahallede, herkese iş vaat ediliyordu.

SONSÖZ: Her mahallede!!!
KÖSTEM: Her mahallede. Ben ilkinde ne olduğunu anlayamadım. İkincisinde Barış mahallesinde, özellikle Ağrılıların yoğun olduğu mahallede çok rahatsız oldum. Hemen telefon edip Ercan Bey'den randevu aldım. Akşamüzeri Şirinyer'de bir bürosu var, oraya gittim. Dedim ki bak Ercan, (daha o zaman bey dememizi istemiyordu. Sonra bir gün bana burada Ercan diyemezsin, bana Ercan bey ya da Başkan diyeceksin dedi.) siz burada herkese iş vaat ediyorsunuz. 200 tane orada, 300 tane burada, 100 tane şurada. Buca'nın 39 mahallesi, 4 tane de köyü var. Bunları bir çarpın bakalım kaç çıkıyor? Belediyeye, norm kadro yasasıyla kaç kişiyi işe alabilirsin? Alsan alsan 150-200 insan alabilirsin. Yarın bir gün bu insanların tepkilerini ne yapacaksınız?

SONSÖZ: İkinci vaat?
KÖSTEM: İkincisi yol sorununu çözeceğiz dediler. Dedim ki, yol, trafik sorununu nasıl çözeceksiniz. Buca'nın trafiği yıllardır kangren olmuş. Cevap yok.
İşte Kaynaklar'ı organik tarım bölgesi yapacağız. Ben organik tarımla uğraşıyorum. Urla'nın en büyük organik tarım çiftliği benim çiftliğim. O işi de iyi biliyorum ve o kadar kolay bir iş değil. Nasıl yapılacak?
Bucaspor'u Süper Lig'e çıkartalım. Tamam çıkartalım. Ama nasıl yapacaksın? Çünkü parayla yapılacak bir iş. Aman ha dedim, bu konuda insanlara çok söz vermeyelim. Bizden isteklerde bulunacaklar, sen de bunların çoğunu yerine getiremeyeceksin. Ben de istiyorum Bucaspor'un Süper Lig'e çıkmasını. Ben Bucaspor'un ilk doktoruyum. Yıllarca Bucaspor'a nereden baksan 15 sene bir kuruş para almadan hizmet etmiş insanım. O ayrı bir şey. Verdiğimiz sözlerin karşılığını bulması ayrı bir şey.
Ha, bir de taşeron olayı var. En önemlisi o. Buca'da taşeron olayını kaldıracağız, bütün işçileri belediye bünyesine alacağız ve hepsini sendikalı yapacağız. dediler. Bu çok zor bir şey. Bu kadar insanı belediye bünyesine almak kolay değil çünkü. Size norm kadro veriyor, o kadar alabiliyorsunuz.

SONSÖZ: Taşeron olayı sadece Buca Belediyesi'nin sorunu değil, tüm belediyelerin sorunu bu yüzden..

'SÖZ VERİNCE, CV YAÐDI TABİİ…'

KÖSTEM: Değil, tabii. Ben de biliyorum. Taşeronlaşma Fransızca bir kelime. Bir anlamı da hayvan gibi yaşamak. Bu insanlar 8-9 senedir çalışıyorlar, hiçbir kıdem tazminatları yok. Bunu Buca Belediyesi için söylemiyorum, kesinlikle yanlış anlaşılmasın. Çünkü bu Buca belediyesinin şimdiki sorunu değil. Eskiden beri gelen bir sorun. Ama biz bir takım sözleri verirken, bunların karşılığında ne yapacağımızı çok iyi bilmemiz gerekir.
Mesela ben adaylık sürecinde arkadaşlarla konuşurken, sakın ha hiç kimseye iş sözü vermemeliyiz dedim. Beni böyle kabul ederlerse seçsinler, etmiyorlarsa vermesinler oy.
Sözler verildi ne oldu sonra? Ercan Tatı'nın kendi ifadesiyle 10 bin cv geldi (GS: Bu rakam basında 30 bin olarak çıktı)
Ne yaptılar, yeni adam almak için bazı eski çalışanları işten çıkardılar. Onlar ayyuka çıktı, kavgalar oldu. İnsanlara taşeronlaşma sözü verildi ama bu öyle bir yapı ki, taşeronlaşma insan onurunu yok ediyor. Nasıl yok ediyor. İnsanlar oradan işten atılmasın diye, bilmemne kapısına gelip 'yaşa başkanım' diye bağırıyorlar. Bu insanlar ikili konuşmalarında ise, 'bunlar beni bilmemnesiz çalıştırıyorlar, maaş değil sadaka veriyorlar' diye yakınıyorlar. Taşeronlaşmanın getirdiği o kadar sıkıntı var ki. Bence Buca'daki tepkinin nedeni bu. Bu tepkinin giderek artma ihtimali yüksek.

SONSÖZ: Ne kadar taşeron var ve hangi birimlerde?
KÖSTEM: Temizlik işlerindee var bildiğim kadarıyla, tam bilmiyorum ki…

SONSÖZ: Sizlere bir brifing verilmedi mi? Şu kadar işçimiz var, kasada şu var, borcumuz bu, alacağımız bu, şu kadar hizmet satın alıyoruz vs. vs. diye bir rapor sunulmadı mı meclis üyelerine?

KÖSTEM: Bakın, Cemil Bey'le ilgili bazı iddialar oldu, tutuklandı, sonra dışarı çıktı, biliyorsunuz. Cemil benim çocukluk arkadaşım. Buca'ya iyi şeyler yapmaya çalıştı, yanlışları da olabilir, olmuştur. Ayrı bir şey. Şimdi bir belediyeyi alıyorsunuz. 30 trilyon borcu var, 40 trilyon borcu var diyorsun. O zaman kardeşim ne yapacaksın? Daha ilk gün, ilk toplantıda söyledim. Serbest Müşavirler Odası var. Oda'dan bağımsız bir grup gelsin, belediyeyi baştan aşağı tarasın, bize buranın fotoğrafını net olarak çıkarsın. Biz de alacağımız ne, vereceğiniz ne bilelim. Bazı problemli dosyalar varsa görelim. Yoksa da olmadığını bilelim. İlk gün söyledik, kabul görmedi. Özellikle ben çok konuştum bu konularda. Ne olur dediler, ne de olmaz. Ama hiçbir şey de yapılmadı.

'SİZ BAYRAÐA KARŞI MISINIZ?'

SONSÖZ: Peki 4.5 ay geçti, bu vaatlerin hangileri gerçekleşti. Bir Bucalı olarak benim duyduğum bazı işe almalar oldu, ha bir de niye dikildiğini anlamadığım bir bayrak direği dikildi heykele.

KÖSTEM: Mesela o bayrak direğini ben eleştirdim. Bana ne dediler biliyor musunuz? Siz bayrağa karşı mısınız?

SONSÖZ: Ne alakası varmış? Her neyse, CHP'ye Ercan Tatı ve ekibine oy vermiş bir Bucalı olarak, henüz direkten ve 80 milyara yenilediği makam odasından başka bir şey göremedim ben. Başkan'ın neler yaptığını, neleri yapacağını, bunları hangi zaman dilimlerinde gerçekleştireceğini, bu konuda hangi girişimlerde bulunduğunu öğrenmek istiyorum. Bucalı bir gazeteci olarak.

KÖSTEM: Buca'nın bir yol haritası yok. Ben ilk bir yıl bunu yapacağım, ikinci yıl bunu diye bir şey yok. Mesela bana başkan adaylığı için geldiklerinde söylüyordum, Birinci olarak, bir battaniye fabrikasının yıkılan arazisini devletleştireceğimi, Buca'da ilk çevre kirliliği bu fabrika tarafından başlatılmıştır diye buraya bir taş dikeceğimi söyledim. İkincisi TOKİ'nin satın almaya çalıştığı bizim Tekel'in arazilerini halka açık bir park yapacağım. Ben bunları Ercan Tatı'ya da söyledim. Yağmurlu bir günde geldi, hatta bir saat arabada işimin bitmesini bekledi. Arabayla Buca'ya gittik arka yoldan. Orada ona 'aday olacaksın,, bunlara sahip çık lütfen' dedim. 'Tamam,, daha bak ne projelerim var benim' dedi. Kasaplar projem var dedi.

SONSÖZ: Kasaplar projesi Cemil Şeboy ile rahmetli Piriştina'nın projesiydi, hatta Cemil Bey, oraya Piriştina'nın adını vermek istiyordu da, rahmetli kabul etmemişti.

KÖSTEM: Diyorum ya, yol haritası yok Buca'nın.

SONSÖZ: Bir de şu olaylı yemeği anlatır mısınız?
KÖSTEM: Malum yemeğe gittik. Değerli il başkanımız, il sekreteri, İzmir Milletvekili Ahmet Ersin bir ekip yapmışlar. Mehmet Ali Bey de oturuyor. İşte rutin konuşmalar oldu. Tuncay Bey kalktı, birlik beraberlikten söz etti. Sonra Belediye Başkanı kalktı.(Ercan Tatı) 'Üç ay içinde yaptıklarımı anlatacağım dedi. Bir şeyler söyledi. 'Yapmadıklarımı da anlatacağım' dedi. Valla ben ne olduğunu merak ettim. 'Bu 10 arkadaş' dedi, 'Benden bir çok şey istediler, ben de yapmadım. Ben yapmayınca istediklerini, gidip AKP ile konuşmuşlar beni devirmek için. Hatta AKP'lilere iki tane de başkan yardımcılığı teklif etmişler.'
Arkadan 'gazete karşılığı haber de yaptırıyorlar' dedi. Daha birçok şey söyledi ama tansiyonum çıktı o ara, asabım bozuldu. Sonra arkadan, 'bir parti üst düzey yetkilimiz de el altından belgeler vererek, köşe yazarlarına servis yapıyor' anlamında laf söyledi. Acaip sinirlendik. İl başkanı ve il sekreterinden cevap hakkı istedik. Olmaz dediler. Arkadan ilçe başkanı geldi, o da olmaz dedi. Bu sırada İzmir Milletvekilimiz Mehmet Ali Bey kalktı, çok güzel bir konuşma yaptı. Hakikaten. Türkiye'nin genel durumunu, genel başkanımızın dediklerini anlattı, sonra döndü Ercan Bey'e az önce söylediklerinin cevabını verdi ve yemekten kalktı gitti. Ardından biz de gittik.

'NE İHALE İSTEMİŞİM? İSPAT ETSİN'

Şimdi olacak iş mi bu? Bu, hukuksal bir olay. Ben her ne kadar politikacı değilim diyorsam da benim İzmir'de bir ismim var. Bütün arkadaşlarımın var. Adnan'ın var, Osman Bey'in ticari bir ismi var. Kemal Erözel esnaf birliği başkanı adam, onun var. Bunlar benden ihale istedi dersen, adama bi dakka bakalım derler. Şimdi biz diyeceğiz bunu, dava açacağız. İspat et bakalım, ben ne ihalesi istemişim, hangi gazete gazete alma karşılığı haber yaptırmışım? Gazeteciler cemiyetine de başvuracağım. Böyle böyle bir konuşma yaptı, biz hangi gazeteye, para karşılığı ne haber yaptırdığımızı tespit edilip bildirilmesini istiyeceğim. Bunları dava edeceğim. Bir de kalktı dedi ki, 'bakalım bir meclis üyesi arkadaşımız disipline sevk edildi, sonucu merakla bekliyoruz' dedi. Bizi disipline sevk ettirdi, bir de sonucunu merakla bekliyor! Olay, böyle tatsız bir şey işte.

SONSÖZ: Tüm meclis üyelerinin davet edilip sizin ve Adnan Bey'in çağrılmadığı kahvaltıya gelirsek…
ADNAN ÖZTEKİN: Kahvaltıya gelmeden önce o gece Başkan Tatı yemekte konuşmasına başlarken, 'Ben buraya Buca'nın gülen yüzü olarak seçildim ama 10 muhalif meclis üyesi yüzünden benim yüzüm gülmüyor' dedi. 'Bunlar benim hiçbir şey yapmama izin vermiyorlar' dedi. Biz de birbirimize baktık dehşetle, şaşkınlıkla. Siz bir tane öğrenci yurdu kuracaktınız. En büyük sözlerinizden bir de oydu. İsmi de Atatürk Öğrenci Yurdu olacaktı. Siz buna başladınız da biz hayır mı dedik? Veya sen bu binayı yaptın da biz balyozla kırdık mı? Biz zaten bunları bekliyoruz, yapın bunları. Pazar yerlerinin üzerini kapatacağım demiştiniz. Siz kapattınız da biz gece yıktık mı? Hayır mı dedik? Şimdiye kadar 70 küsur tane dosya geldi meclise. 70'i de oybirliği ile geçti. AKP'liler de dahil. Yani, siz Meclis'e ne getirdiniz de biz hayır dedik? Tek itiraz edilen başkan yardımcısının maaşıydı, o kadar.
Şimdi, 'ben çok iş yapacağım da bu on meclis üyesi izin vermiyor' lafı, çok ciddi bir suçlama. Biz neye izin vermiyoruz?
Orada yaptığı başka bir ciddi suçlama da şuydu: Bu arkadaşlar bana belden aşağı vuuyorlar. Bazı meclis üyelerinin ellerinde bir takım görüntü cd'leri varmış, bu cd'ler olsa olsa benim arabamdan çaldıkları cd'lerdir dedi.
Şimdi, siz 10 tane muhalif üye diyorsunuz. Bu suçlamadan sıyrılma şansınız yok, ben çalmadım, o ben değilim deme şansınız yok. Levent Köstem'in gidip senin arabandan cd çalacak hali yok. Kimi suçluyorsun, söyleyeceksin o zaman. Ad vereceksin Ahmet, Mehmet diye…

'DAHA MI SUSACAÐIZ, YETER ARTIK!'

KÖSTEM: Şimdi ilk meclis üyesi olundu, belediye başkan yardımcılıkları meseleleri oldu. Bir gün ameliyattayım, telefon geldi, acele Buca Belediye Başkanlığı'na gel dendi.. Ameliyatı bitirdim, kapatmayı arkadaşlara bıraktım, atladım arabaya başkanlığa gittim. Benden 20 -25 dk. Önce başlamış toplantı. Buca Mar'ın başına bir arkadaş atadılar. Özellikle biz karşı çıkıyorduk onun atanmasına. Neden karşı çıkıyorduk? Onlar biz mazbatalarımızı aldığımız gün bizim iki meclis üyesine 'bundan sonra Buca Mar bizden sorulur, bir şey istiyorsanız bize geleceksiniz kardeşim' demişler. Böyle, tatsız tuzsuz bir şey. Bu gelmiş toplantıya hiddetle, bir tek ben yokum o anda, tüm meclis üyeleri orada, 'Benim atamalarımı beğenmeyenler varmış. Beğenmeyenlerin ta anasının bilmemnesine kadar yolu var.' Diye bağırmış. Olacak şey mi şimdi bu, bir belediye başkanına yakışıyor mu? 'Ben kardeşim bu Fatih Kara'yı Buca Mar'ın başına atarım, maşa gibi de sonuna kadar kullanırım' diye devam etmiş Başkan. Böyle bir şey olabilir mi?

SONSÖZ: Bunları 25 meclis üyesinin önünde mi söylüyor?
KÖSTEM: Aynen, 25 kişinin önünde. Ve benim annem, meme kanseri kadıncağız, seçim öncesi Şirinyer'de bunun broşürlerini dağıttı.
Toplantı yaptık sonra, dedim ki sen böyle bir şey söylemişsin! Yaa söyledik işte falan gibi bir şeyler yuvarladı. Dedim ki özür dileyeceksin, özür dilemezsen, ben mahkemeye vereceğim. Sonra partiden birilerine mi söyledi, ne yaptıysa artık, beni aradılar, aman sakın mahkemeye falan gitme, daha ilk günden kötü olur, parti birliğini zedeler, bu işleri çözeceğiz. Açık verdi ya şimdi, kapattırmaya uğraşıyor. Peki dedim, vermiyorum. Arkadan Cumhuriyet Gazetesi'ne bir demeç. Laflar şu:
'Bunlar içimizdeki İrlandalılar. Bunlardan bir tanesi benim hakkımda para topladı, benden makam istediler vermedim, bunlardan bir tanesi milletvekili olmak istiyor (herhalde beni kastediyor) vermedim. Ondan böyle davranıyor.'
Avukatımı aradım, bu çok ciddi bir suç, Hemen dava açalım dedi. Yine birileri araya girdi, peki dedim yine açmadım.
Adam anamıza küfretti sustuk, İrlandalılar dedi sustuk, AKP'lilerle işbirliği yapıyor diye bas bas bağırdı, sustuk. Demokrasi bunlara fazla geldi dedi, sustuk. Bunu disipline sevk edin dedi, sustuk. İlçe yemeği yedik, söylemediğini bırakmadı. Daha mı susacağız? Yeter artık ya. Ondan sonra da disipline çağırıyorlar beni.

SONSÖZ: Nasıl ifade verdiniz disiplinde?
KÖSTEM: Gittik, evet dedi, Mahmut Esat Bey'di dı galiba ismi. Evet dedi savunmanızı yapın. Olay ne, ben neyle suçlanıyorum, önce onu söyleyin, ben de ona göre savunma yapayım dedim.
Orada oturan bir bey daha vardı, adını bilmiyorum, 'Siz bir demecinizde, CHP'ye kaliteli insanlar gelsin demişsiniz. Siz partiyi küçük mü görüyorsunuz, partiyi aşağılıyor musunuz?' dedi.
Ne alakası var, aklınca beni küçük düşürüp kündeye getirip ceza vereceksin. Bırak şimdi bunları dedim. Bakın kardeşim, 1994 yılında Deniz Baykal İzmir'den 10-12 kişiyi yemeğe çağırdı Foça'ya. Ali Rıza Bodur şahittir. Gittik bizim Cihan Büyükoral da var. Tanımadığım kişiler de vardı. O yemekte sayın Baykal, 'Bu partiye düzgün, kaliteli insanlar gelmesi lazım. Bu partiye girin, politika yapın' dedi bize.

SONSÖZ: Ama bu yıllardır her parti başkanının ya da yöneticisinin dillendirdiği bir istektir. Eğitim düzeyi yüksek insanları, aydınları partilerine davet edip çıtayı yükseltmeleri istenir. Bu istek, eğitimsizleri küçümsemek anlamına gelmez ki…

KÖSTEM: İl başkanı da aynı Baykal gibi konuşmuştu daha önce..

ADNAN ÖZTEKİN: Biz Levent Beyle il başkanına gittiğimizde Levent Abi çok sinirliydi, o sinirle konuşunca ve 'ben bunu yürütemem, bana bu kadar hakaret edilecek, ben de yutacağım, ben bu işi yürütemem böyle' deyince, İl Başkanı Rıfat Bey, Levent Abi'ye 'Sakın bırakmayın, biz sizin gibi insanların bu partiye gelmesini, bu partide aklı başında insanların çoğalmasını istiyoruz' dedi.. 'Sakın böyle bir şey düşünmeyin, lütfen, rica ediyorum hiçbir yerde de bunları söylemeyin. Biz sizin gibi insanların çoğalmasını isterken, sizin gibi insanları kaybetmek istemeyiz.' Aynen il başkanı Rıfat Nalbantoğlu böyle söyledi. İl sekreteri Hüseyin Bey de 'Aman Levent Bey ne yapıyorsunuz' dedi.

SONSÖZ: Her parti, eğitimli partili sayısının artmasını istiyor. Üstelik yerel yönetimlerde komisyonlara seçecek isim bulamıyorlar. Onun için imar komisyonlarında mimar, şehir plancısı; sağlık komisyonlarında doktor bulmakta zorlanılıyor ya…

ADNAN ÖZTEKİN: Bornova'da imar komisyon başkanı kasap mesela. Bu sadece Buca için geçerli değil tabii. Her ilçede, her parti için geçerli. Konularında ihtisas yapmış insanlara ihtiyacı var partilerin.

'KANIMDA ARNAVUTLUK VAR'

SONSÖZ: Sizi bu gayya kuyusuna kimin ittiği belli de, nasıl çıkılacağını biliyor musunuz? İçinizden bırakıp gitmek geçtiğini de söylediniz. Bırakacak mısınız gerçekten?

KÖSTEM: Beni iyi tanırsınız ama yine de bir huyumu anlatayım. Benim babaannemin babası Türkçe bilmeyen bir Arnavut. Kavgacı bir adammış. Arnavutlukta birileriyle kavga etmiş yine, birilerin vurmuş öldürmüş, Drama'ya kaçmış. Drama'ya gelmiş, benim neneyi bulmuş, evlenmiş. Nene 90 küsur yaşında çocukluğumuzda bizimle birlikteydi. Evlenmişler, babaannem olmuş, teyzem olmuş. İnat, kavgacı bir adam, yine kavga etmiş ve pat diye vurmuşlar. Babannem 6-7 yaşındayken, bunu öldürmüşler. Benim kanımda, ondan gelen inat vardır. Şimdi ben şuradayım. Bu iş için mücadele etmeye değer mi değmez mi? Ben mücadele etmeye değer bir şey bulduğum anda, siz de bilirsiniz, yıllardır mücadele ettim pek çok konuda; yine ederim. Önemli olan, ona değer olup olmadığına insanın karar vermesi.

SONSÖZ: Değer mi, değmez mi? Karar verdiniz mi?
KÖSTEM: Şimdi ben böyle bir konuda mücadele etmenin değerli olduğuna kanaat getirdim.

SONSÖZ: Neden değerli?
KÖSTEM: Neden? Çünkü bana ceza verdiler. Şimdi bir insanın kişilik hakları olarak en temel anayasal haklarından birisi nedir? Seçme ve seçilme hakkıdır. Şimdi bana verdikleri cezanın açılımı ne? Ben bir yıl boyunca belediyenin komisyonlarına seçilemiyorum. Bırakın seçilmeyi, çalışamıyorum. Ben şu an İzmir'in imardan sonra en önemli komisyonu olan Çevre ve Sağlık Komisyonu'nda başkanım. Orada çalışamayacağım ben. Komisyon üyesi olamayacağım. Buca'da sağlık komisyonu başkanı olamayacağım.

SONSÖZ: Meclise gidebiliyorsunuz sadece…
KÖSTEM: Meclis'e gidiliyor da, gruba giremiyorsunuz. Komisyonlara giremiyorsunuz, ilçede delege olamıyorsunuz, ilçe başkanı ya da ilçe yöneticisi olamıyorsunuz, ilçe yönetimi belirlenirken oy dahi kullanamıyorsunuz. Bu, en temel insan hakları ihlalidir, elinden alınmasıdır.

'İSTİFA ETMEM, BU İŞ O KADAR BASİT DEÐİL'

Şimdi siz bir insanın seçme ve seçilme haklarını, hangi durumlarda elinden alırsınız? Vatan hainiyse al, hırsızlık yaptıysa al, ahlaksızlık yaptıysa, yöneticiliğini kullanarak kadınları taciz ettiyse al. Eğer oy verme yetisi beyninde kalmamışsa, demans gelişmişse al. Ee, ben ne yaptım? Siz benim hakkımı niçin elimden alıyorsunuz? Birincisi bu.
İkincisi… Bana verdikleri cezada kim cezalandırıldı, ben mi cezalandırıldım? Yoo, ben yarın sağlık komisyonu toplantım var, gideceğim. İki saatim belediyede geçiyor. Haftada üç günüm Büyükşehir Belediyesi'nde geçiyor. Gerekirse dosyaları alıyorum, evimde inceliyorum, yerlerine gidip bakıyoruz. 5 yıldır süren bir dosya vardı Narlıdere'de. Karar verememişler. Ben gittim gezdim, inceledim arkadaşlarla imzayı attık, bitirdik. Ben bu konularda deneyimli bir insanım, iyi bir hekim olduğuma inanıyorum. Eğitimimi sürdürüyorum. Peki benim bu deneyimlerimden faydalanılması engellendiğinde birinci derecede zarar görecek olan kim? Cumhuriyet Halk Partisi. Neden? Cünkü CHP meclis içinde uzman danışman bulamadığında, görüşünü söyleyemediği anda parti hata yapacak. Veya proje geliştiremeyecek. İkincisi bundan vatandaş zarar görecek. Esas sorun bu. Bu adamlar bana ceza veriyorlar güya. Şimdi bundan dolayı öyle istifa mistifa etmek yok. O kadar basit bir iş değil. Bir de artık politikada bazı tarzların değişmesi gerekiyor. Yani demokratik yapı, ortak akıl, kaliteli insanların ki kalite sadece eğitimle ilgili değil ki. İlkokul mezunu çok kaliteli insanlar var. Ne eğitimli ama kalitesiz, adam olmayan insanlar var. Biliyorsunuz. Bazı insanlar yalan da söyleyebiliyor. Ben üniversite mezunuyum diyor, aday oluyor, lise mezunu çıkıyor! Ne gerek var. Bunlardan dolayı bu olay artık, benim için mücadele edilmesi gereken, bir durum. Efendim bu adam, milletvekilliğine oynuyor diyorlar. Yok kardeşim, milletvekili olmak istesem, olurdum. Veya olabilirim. O da ayrı bir şey. Size mi soracağım, birinden izin mi alacağım?
Benimle uğraşanlardan biri Ahmet Ersin. Ne istiyorsun sen benden?. Telefon ettim kendisine. 'Ahmet bey, siz benimle ilgili sağda solda konuşuyormuşsunuz. Söyleyeceğiniz bir şey varsa, benim yüzüme söyleyin, sağda solda konuşmayın öyle' dedim.

SONSÖZ: Ne cevap verdi?
KÖSTEM: Hiçbir şey diyemedi. Telefonu kapattı.
Şimdi ben bazı şeyleri yaparken, bu partide duayen insanlar var, onların görüşlerini alıyorum. Yanlış yapıyorsun diyenler de oldu, haklısın diyenler de. Ben bilge tipli insanlara telefon ediyorum, akıl alıyorum. Arkadaşlarıma telefon ediyorum akıl alıyorum. Beni bu partiden atabilirler, ceza verebilirler… Ama en azından, sen ne diyorsun, 'Senin ismini gördüm oy verdim' diyorsun. Ben annem babam, senin ailen, demek ki ben hiç değilse 9 tane oy getirmişim Buca'ya. Çünkü belediye başkanı konuştu biliyorsunuz, bu oyu ben aldım dedi. O belediye başkanı, biz de Patagonya'nın meclis üyesiyiz herhalde. Ama sıkıntılı bir iş. Durum bu.

'BİRBİRİMİZİ SEVMEK ZORUNDA DEÐİLİZ'


SONSÖZ: Nasıl çözülür sizce?
KÖSTEM: Birincisi biz birbirimizi sevmek zorunda değiliz. Ama saygı göstermek zorundayız. Bana küfür edemez.
İkincisi, sabah kahvaltısı kutlama kahvaltısı yaptırıp bizi aklınca rencide etmek isteyebilir. Şimdi o kahvaltı, özel kahvaltı ise beni ilgilendirmez. Ama belediye başkanı adına bir çağrı yapıp kahvaltı düzenliyorsa, beni de çağırmak zorunda ve o kahvaltının parasını da ya kendisi ödemek, ya da oraya katılan meclis üyelerine ödetmek zorunda. Eğer kendi kahvaltısıyla, özel kalemine telefon ettirip bu insanları kahvaltıya çağıramaz. Mecliste soracağım, o kahvaltının parasını kendiniz mi ödediniz, yoksa belediyeye mi rücu ettiniz?

SONSÖZ: Toplantıya kimler çağrılmadı?
KÖSTEM: Sadece ikimizi, Adnan'la beni çağırmadılar. Giden arkadaşlardan 3 tanesi bizi aradı, bilgi verdiler. Biz gideceğiz, en azından olayın ne olduğunu öğreneceğiz dediler. Sonra sizin haberi görünce çok üzülmüşler. Hakikaten sana verilen cezadan sonra bu kahvaltı kutlamaya dönüştü dediler..

SONSÖZ: Bu mesele nasıl çözülebilir(di)?
KÖSTEM: Meseleyi esas çözümsüz hale getiren İl Başkanı Rıfat bey. Ve yangına körükle giden il sekreteri Hüseyin Mutlu.

SONSÖZ: Niye istesinler böyle bir şeyi sizce?..
KÖSTEM: Açıkça söylenen şu, o bilge kişilere sordukça, ha bu, bundardır dediler bana. Bu kişiler yıllarca milletvekilliği yapmış. Bakanlık yapmış kaliteli adamlar. İl başkanı büyük ihtimalle milletvekili olmak istiyor, milletvekili olurken de Buca bölgesinden (1. bölgeden) aday olmak istiyecektir. Buca da 600 bin nüfusuyla önemli bir yere sahip. Bu bölgeden milletvekili olmak isteyen, belediye başkanını karşısına almak istemez, onunla birlikte olur. Demek ki bundan oluyormuş. Başka mantığı yok. Tarafsız durması gerekir il başkanının. Ben il başkanı olsam, iki tarafı da çağırır anlattırırım. 10 kişiyi çağırırım. 'Levent bey sen bunlarda bunlarda yanlışsın, bunu böyle yapacaksın. Ercan bey sen de ortak akla hizmet edeceksin. Bu böyle olacak. Haydi bakalım el sıkışın, gidin yemek yiyin' derim. Bu bir çözümdür.
İş artık mahkemeye gitti. Yüksek disiplin kuruluna itirazımın sonucuna göre dava acağım. Bir de başkana dava açacağım. Meclis geçsin. Ayın 7 veya 8'inde dava açacağım. Dilekçemi vereceğim.

SONSÖZ: Üzücü…

KÖSTEM: Enerjimi bunlarla harcıyorum işte.

SONSÖZ: Ne hayal ediyordunuz Buca için?

'ÇOK ÜZÜLÜYORUM, ÇOK…'

KÖSTEM: Buca'da insanlara çevre bilinci aşılanmış, çöplerin evlerde ayrıştırıldığı, sinemasının tiyatrosunun olduğu, kültür kitaplığının olduğu, amatör sporların desteklendiği, mahalle aralarında insanların sporla kaynaştığı, bir belediyecilik türü istiyorduk. İnsanların taşeronlarda sürünmediği bir iş istiyorduk. Buca Kaynaklar çok güzel. Çok yeşil projeler yapılmasını istiyordum. Çok yazık oldu çok. Çok üzülüyorum. Canım çok sıkılıyor, neden biliyor musun? Bu kadar deneyimim, deneyimimiz var, niye faydalanmazlar, niye bizi böyle 'vay namussuzlar' deyip istifaya zorlarlar? Sağda solda diyorlarmış zaten, 'bu adam üzerine gidince istifa eder' diyorlarmış. Nedendir bu? 'Yılanın başını ezince, arkası siner' diyormuş. Olacak iş mi bu. Ben enerjimi 1.5 yıl sonra başlayacak engelliler kongresi için harcasam daha iyi değil midir? Mahalle mahalle dolaşıp yaşlıların evlerini tespit etmek daha iyi değil miydi? Neden amatör sporlarla ilgili belediye adına ücretsiz bir sağlık merkez kurmayayım? Yani bu şimdi başarı mı yani? Beni disipline verdirmek, arkadan şu yarattığı imajı kurtarabilecek mi 5 sene içinde. Zor.
Sadece beni değil, Mehmet Ali Susam'ı da karşısına aldı, yıllarca esnafa liderlik etmiş adama ne laf söyledi. Basını karşısına aldı. Dedin ki parayla iş yapıyorsunuz dedin. Esnafları karşına aldın, esnaf birliği başkanlığını yapmış insana el altında haber yaptırıyorsun diye ağır bir suçlama yaptın. Ben Mehmet Ali Bey'in yerinde olsam, kimdir bu üst düzey yönetici ispat et, ispat edemiyorsan dava açarım derdim. Ben açacağım, soracağım şimdi. Bu kadar ucuz değil. Başarı mı şimdi bütün bunlar?
Biz daha önce toplantı yapmıştık kendi aramızda. Aman dedik makam odanla, arabanla uğraşma. 10 kişi şahittir. Yok dedi, ben klimayı değiştiriyorum, bir iki ufak değişiklik yaptırıyorum, toplam 10 milyarı bulmaz dedi. Cemil'in odası düzgün bir oda. Makam odasında iyon başlıklarıyla belli bir kültür de vardı orda. Bizim Veli'yi aramış, sanat danışmanı kendisi. Diyormuş ki, 'Ya Cemil çok ağır konuşmuş, ben buna sanatsal anlamda bir cevap vermem lazım, bana bir gerekçe yaz' demiş. Böyle bir şey olabilir mi ya. Odasını yıkmasının sanatsal gerekçesini istiyor. Yazamam ben demiş çocuk.
İki yıl sonra seçim var, asıl o zaman ne diyeceksiniz Bucalılara?

SONSÖZ: Odasını beğenmeyebilir, değişiklik yapabilir diyenler de oldu.
KÖSTEM: O zaman da 24 trilyon borcum var diyemezsin. Ağlaşamazsın. Artık ne bizim gönlümüzü alabilir, ne Mehmet Ali Susam'ın gönlünü alabilir. Ne de para karşılığı haber yaptılar diye suçladığı gazetecilerin gönlünü alabilir. Bu 5 sene böyle gider. Zor yani.