Yazarımız Gönül Soyoğul'un EGİAD Başkanı Cemal Elmasoğlu'yla yaptığı söyleşi...

BAŞLARKEN…
EGİAD Başkanı Cemal Elmasoğlu gerçek tanışıklığımız, 2007 Kasım'ındaydı..
O zamanlar çalıştığım DİVA'ya işadamları da tiryaki olsun diyerek, 'DİVA Business' eki yapmak üzere kolları sıvamıştık Pakize Sükan'la.
Kapısını çaldığımız ilk yer de EGİAD olmuştu.
Uzun bir söyleşi yapmıştım Cemal Elmasoğlu ile DİVA için.
Efendiliği, saygısı, özellikle de 'ben' değil de 'biz'e vurgu yapması, paylaşımcılığa verdiği önem, ailesine/arkadaşlarına verdiği değer, mütevazılığı, beni 12'den vurmuştu.
'Biz diyen kaç işadamı var? Kalmış demek ki' diye düşünmüştüm o günlerde.
Ve o günlerde; enerjisini, coşkusunu, pozitifliğini, 'evelallah her şeyin üstesinden geliriz' duygusunu, bana bile geçirmişti sevgili Cemal Elmasoğlu.
Bir hafta önce, yine EGİAD'taki odasında oturup konuştuğum Cemal Elmasoğlu, 3 yıl önce konuştuğum EGİAD Başkanı'ndan oldukça farklıydı...
Kimliğinde, kişiliğinde, içtenliğinde, tevazusunda, sürekli 'biz' üzerine yaptığı vurguda; değişen hiçbir şey yoktu.
Ama enerjisi? Ama ışıltısı? Ama coşkusu? Ama 'dağları deviririz biz' duygusu?
İşte, onlar aynı değildi. Eksilmişti… Kararmıştı…
Çünkü; Türkiye, aynı Türkiye değildi…
Kriz, özellikle bazı sektörlerin üzerinden silindir gibi geçmişti.
Ve 700 üyesi olan EGİAD'ta, Başkan Elmasoğlu, her bir üyesinin sıkıntısını, (kendisi anlatmasa da biliyorum) birebir kendi içinde yaşamıştı/yaşıyordu.
'Ben' demekten haz etmeyen, 'görmeyi unutmamak lazım' diyen biri olarak, o kararmayacaktı da kim kararacaktı?
Cemal Elmasoğlu ile elbette 'EGİAD Başkanı' şapkası altında söyleştik.
Üzerinde taşıdığı sorumlulukla, yine dokuz kez yutkunarak, yine her zamanki yapıcı üslubuyla ve 'pek çok cümleyi içine attığını' hissettirerek konuştu…
Anlaşıldı ki, sevgili Elmasoğlu ile görev süresi bittiğinde, Kasım 2010'da bir kez daha röportaj yapacağız. Söyleyeceklerini şimdiden merak ederek; sizi, bugün söylediklerini okumaya davet edeyim. Sözlerinin önünde/ardında yatan şifreleri okuyabilirseniz eğer, yine de çok şey söylediğini göreceksiniz zaten…
GÖNÜL SOYOÐUL: İstanbul'daki İzmirli gazetecilere İzmir'i sormuştum bir süre önce. Herkes kendi üslubuyla, İzmir'in içine kapanmışlığından söz etmişti. Siz nasıl bir İzmir portresi çiziyorsunuz, oradan başlayalım söyleşiye.
(uzun bir sessizlik…)
SOYOÐUL: Nasıl bir İzmir deyince daldınız. Çok mu derin bir soru oldu?(kahkahalar)
CEMAL ELMASOÐLU: Yok canım. Şimdi bazen biz paradoksta kalıyoruz. Biz her zaman söyledik, tecrübe çok önemli. Önümüzde çok güzel emsaller var. En azından hata anlamında, aynı hataları tekrarlamak istemiyoruz ama.. Başarı öyküleri de var onlara daha çok sahip çıkmaya çalışıyoruz. 'İzmir epey durağanlaştı, İzmir köy gibi' söylemlerinin doğruluğu ile ilgili sentezleri iyi yapabilirsiniz ama bir de tabii şöyle bir bakış açısı var. İzmir'de aslında yaşam kolay, ulaşım kolay, iş yapış şekilleri kolay, İstanbul'a göre daha ucuz bir şehir. Bunlar da tabii artı olarak gelebiliyor. Ama benim katılmadığım bir şey var: İzmirli tembeldir. Buna gerçekten katılmıyorum. İzmir bir şeyleri başarabilmekle ilgili ortak aklı kullandığı zaman, iyi projeler yapabiliyor. (duruyor) Buradaki problem bence şu. Görevdeyken konuşabilecekleriniz, görevde olmadığınız zaman konuşabilecekleriniz diye, iki ayrı sayfa açmak lazım.
SOYOÐUL: Şimdi siz, ilk sayfadasınız. EGİAD Başkanı kimliğiyle konuşabileceklerinizi söyleyeceksiniz yani. Okur, böyle değerlendirsin bu konuşmayı diyorsunuz bir anlamda.
ELMASOÐLU: Şimdi burada tabii biz İzmirlileri de kırmak istemiyoruz. Ama diğer tarafta da bu gerçeklerle yüzleşmediğimiz takdirde, benim hep söylediğim bir şey vardır, iğneyi kendimize batırmadığımız takdirde, en azından gelecek kuşaklara iyi yön veremeyiz. İzmir işte ödediğimiz, en azından salt verginin kamu harcamaları ve yatırımları olarak karşılığını alabiliyor mu? Alamıyor. Bu çok klasik bir söylemdir. Peki, biz bunu almak için ne yapıyoruz? İşte hep yine söylenen bir şey var. Güneydoğu'daki dostlarımız gerçekten Ankara'da çadır kurmuşlar ama bizim, en azından aynı gün gidip aynı gün gelelim diye kalbimiz çarpıyor. İzmir'i çok mu özlediğimizden? Hayır. 'Aslında İzmir'in işine mi gelmiyor' diye siz orada yine bir pencere açabilirsiniz…
Gerçekten bizim İzmir'imizi diğer şehirlerle bile kıyaslamak bence çok acı. Hatalı. İzmir bana göre tek bir şehir. İzmir'de insan kalitesi eğitim kalitesi, sanat kalitesi, bence inanılmaz derecede iyi. Ama biz İzmir'imizi yeterince savunamıyoruz. Koruyamıyoruz. İzmir'imizi geliştirmekle ilgili altı dolu projeler yapmakta problem yaşıyoruz. Ve biraz da çok fazla proje havuzu, fazlalığı içerisinde; gerçek konsantre olacağımız yeri kaçırıyoruz gibi geliyor bana.
Burada yapılması gereken bence, yine o ortak aklı kullanmak adına, makro düzeyde projeleri birlik beraberlik içinde sunabilmek… Herkesin projesi olacak şekilde bir hale getirebilmek ve akabinde de o projenin devamıyla ilgili; kamuysa kamu, bürokrasiyse bürokrasi her taraftan aynı desteği alabilmek için çalışmak, tek bir yere konsantre olmak lazım. Ve bir proje bittikten sonra, diğer projeyi ya yürütmek ya da projeleri çeşitlendiriyorsak bile onların sorumlularını, gerçekten bir şirket yapısı gibi belirlemek gerekiyor. Yoksa olmuyor.
SOYOÐUL: Peki iyi bir proje olduğu zaman sahipleniyor mu İzmir? Bu kentte yaşayan bir gazeteci olarak endişelerim var sahiplenme konusunda. Hedefte ortak olmayı göremiyorum ben… Gördüğüm, herkesin bir yerlerden çekiştirmesi…
ELMASOÐLU: Şimdi tabii ki başarısız projeler oldu, onun da bir demoralizesi var. Kipa bir başarıydı mesela. İsim vermek istemiyorum ama birçok olumsuzluk oldu. O olumsuzlukların nedeni, o insanların başarısızlıkları değildi. Gerçekten farklı bir şeydi. Onlara girmek istemiyorum. Şöyle bir şey var. Bir proje iyi anlatılırsa ve özellikle İzmir'in gelişim süreçleri için faydalı bir projeyse, ben gerçekten kişilerin arkasından gelmesini bekliyorum. Ama şu andaki, özellikle kriz dönemlerindeki projelerin sahipsiz veya arkasından gelinmemesi ile ilgili söylemleri veya yaptırımları, farklı bir yere koymak lazım. Yani bugün gerçekten Türkiye'deki birçok kurum ve kuruluş, yanında çalıştırdığı insanı işten çıkartmamak için üretmeye mecbur. O anlamda bir başka yere kaynak aktarmasıyla ilgili, sıkıntı yaşıyor ve o projelere soğuk bakıyor ama gerçekten sermayedar olan ve cebinde parası olan insanlar neden bu projelere soğuk bakıyorlar? İşte bunu anlamakta gerçekten zorlanıyorum… Ama makro düzeyde eğer gerçekten bir proje var ise onu, kamu ve özel sektör işbirliğiyle yapabilmek, bizlerin elinde. Yeter ki doğru proje olsun…
İZMİR PROJELERİ NİYE ÖLÜ DOÐUYOR?
Bugün bir sanayici, ithalatçı, imalatçı, ihracatçı neye bakıyor? Çok net olarak söyleyeyim: 'ben bir para koyarsam, o yatırımın geri dönüşünü nasıl alırım' diyor. Fakat her şeyin bu olmaması gerekiyor. Eğer İzmir için bir proje üretiyorsanız, işte Sayın Aziz Kocaoğlu'nun kongre merkezi ile ilgili bir çıkışı vardı biliyorsunuz. İşte orada işadamı, 'buraya yatırım yapıyorsak, bunun dönüşünü ne zaman alırız' diye soruyor. Bakın, İzmir projesine böyle bakmamak lazım, o proje o zaman ölü doğar. Anlatabildim mi?
Hani diyoruz ya, 'biz İzmir'den kazandık, İzmir'e vermeyi tercih ediyoruz.' Çok güzel bir söylem. Ama bunu söylemde bırakmamak lazım. Eğer bunu söylemde bırakmamak istiyorsan, elini taşın altına koyacaksın.
Ne oldu kongre merkezi? İlk başta çok güzel gidiyordu, yanlış hatırlamıyorsam 100'e yakın işadamı, katılacağım dedi. Ondan sonra Aziz başkan tek başına kaldı, iki üç kişiyle birlikte. O proje kötü bir proje miydi? Hayır iyi bir projeydi. Ama işadamı o artı, eksi hesabına bakıyor.
Bir şeyi yanlış yapmamak lazım Gönül Abla. Şu andaki konjonktürde birliktelik, beraberlik olmamasını… Bakın bizim Urla Teknokent'le ilgili duruma. Orada da ben elime çantayı aldım, gezmedik yer kalmadı. İnanılmaz uğraştım. Orada bile gitmediğim insan kalmadı İzmir'de. Ama ne oldu?
SOYOÐUL: Ne oldu?
ELMASOÐLU: Sonucunda bizim EGİAD'lı arkadaşlardan katılanlar oldu. Onun dışında bizim abi olarak, büyük olarak gördüğümüz, sermayedar olarak gördüğümüz arkadaşlarımız katılmadı. Dediler ki, 'konjonktür kötü, biz kendi işimizde dikine büyüyeceğiz, yayılmayı düşünmüyoruz, o yüzden ortak olmak istemiyoruz.' Benim orada problemim o oldu. Ben parayı bulamadım, sonuçta kredi ile bir para tedariki içine gitmek istemedim. İzmir'in sahip olması gereken bir proje. Herkes oradan bir parça alacak.
SOYOÐUL: İzmir'e 4 milyar dolarlık yatırımdan, 25 bin kişiye istihdam yaratılmasından söz ediyor o projede. Kente dönüşü çok iyi olacak değil mi?
ELMASOÐLU: Olacak, İzmir için bence muhteşem bir proje. Geleceğin projesi. Çocuklarımızın projesi. Biz öyle girdik bu işe. Ama çok net olarak yaşadığımız problemler… Tamam, onlar halledildi bir şekilde, halledilecek belli noktalar kaldı ama önemli olan karşı taraf yüzde 25 ortaklık verdi. Ben ne yaptım? Arkadaşlarımla birlikte oturdum, sadece EGİAD içinde kalmadım. İzmir'in sahip çıkacağı bir proje, herkes ortak olsun dedik. Ha işte ondan sonra katılımla ilgili sorun çıktı. Şimdi hala tırmalıyoruz.
SOYOÐUL: Fransızlarla işbirliği içine girdiniz bu saydığınız nedenlerle…
ELMASOÐLU: Tabii. Şimdi şirket kurulacak işte. Şirket kurulduğu zaman, yüzde 25 payı Fransız benden isteyecek. E, o parayı bulamadığım takdirde, ben ne diyeceğim Fransızlara? 'Kusura bakmayın bu projeyi İzmir'e getiren biz olduk, İzmir bilişimle kalkınacak söylemini biz ortaya attık, ama bu paraları bulmakta zorlanıyoruz' dediğimiz anda; o da gidecek, başka bir yerden, başka bir kredi, başka bir ortak bulacak.
SOYOÐUL: Siz imzaları 2008'de atmıştınız. Hatta 2009 Aralık'ında bazı işletmeler başlar demiştiniz. Aralık geçti. Ne zaman bu iş bitti diyeceksiniz?
İZMİR'DEN PARA ÇIKMAZSA, BİZ DE İZMİR DIŞINA AÇILABİLİRİZ…
ELMASOÐLU: Şimdi yabancı yatırımcı, sadece Türkiye'de iş yapmıyorlar. Uluslararası diplomasi yönetmek zordur. Hele hele uluslararası boyutta, dünyanın her tarafından yatırım yapmış şirketlerle olabilmek ve o prosedürü yürütebilmek de o kadar kolay değil. Tabii yabancı yatırımcı da haklı olarak oradaki mevzuat, kanun, yönetmelik açısından bütün her şeyin halledilmiş olmasını bekliyor. O anlamda, özellikle şu ana kadar yapılan görüşmeler içerisinde, son gelinen nokta, 'yap işlet devret'tir. Ama daha önceki dönemde CICOM Türkiye'ye geldiği anda, orada kurulmuş olan İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü A.Ş'nin hisselerini satın almak istemedi zaten. Bu direk olarak sunuldu. Öyle söyleyeyim. O kurulduktan sonra CICOM da 'eğer en kolay yol bu ise, ben bunu kabul ederim' dedi. O dönemde CICOM'a devretme prensibine varılmıştı ama daha sonradan, orada teknik problemler çıkınca, tekrar yeni bir arayışa girildi, 'yap işlet devret' modeli ortaya çıktı. 'Yap işlet devret' modelinde çünkü CICOM hem bir peşinat olarak, hem de orasının yer kirası olaraktan sözleşme maddelerine istinaden bir bedel ödeyecek. Herkes şöyle yorum yaptı ki, bu CICOM'un isteği değildi. CICOM oraya para koyacak, yüzde 95 şirketin sahibi olacak, sonra o paralar tekrardan CICOM'un olacak. CICOM böyle bir şey ister mi? Zaten istememesi gerekiyordu. Son genel kurul yapıldı. Genel kurulda CICOM'un teklif edilen dosyası kabul görmedi. Orada genel kurulda dedik ki, reddeden siz olmayınız, o yüzden şartları üniversite olarak siz koyun. Bırakın onlar reddetsinler.
Ama bu projede önemli olan Ege Genç İşadamları Derneği olarak bizim için; 'İzmir 2023 Türkiye'sinde ne kenti olarak anılacak?' Teknoloji kenti olacak, İzmir bilişimle kalkınacak modelini ortaya attıktan sonra en azından bu, bir daha hafızalara yerleşti. En azından bakanlar kurulu kararıyla Teknoloji Geliştirme Merkezi olarak addedilen bir yer, en azından bizim şu köşe ucunda olduğumuz bir daha ortaya çıktı. Yani bu CICOM olsun, olmasın; inşallah olur, bu kadar emek verildi ama bundan sonra uluslararası arenada teknoloji geliştirme merkezi; evet burada var…
Hatta bizim hep söylediğimiz bir şey var, Sayın Rektör Bey ile paylaşılan bir şey.. Hocam da hep söylüyor, en azından bizim elimizde artık, buraya gelebilecek yabancı yatırımcıya bir standart koyabilme metodolojisi içine girdik. Artık elimizde o var. Çünkü CICOM teklif etti, o teklifte olan dosyadaki belli kriterleri yarın bir gün, başka bir yatırımcı geldiği zaman, 'biz bu şartları istiyoruz, arıyoruz' diyebilecek bir ortama geldi.
Ama tabii ki çok vakit kaybettik biz burada. Burada herkesin hatası var. Benim de var, sayın rektörün de vardır, CICOM'un da vardır, diğerlerinin de vardır.
SOYOÐUL: Şu an ne bekleniyor?
ELMASOÐLU: Bu 'yap işlet devret'le ilgili demin ifade ettiğim, yabancı yatırımcı burada bir çok şeyin halledilmesini bekliyor. Bir şeyin halledilmesi derken, evrak olarak, mevzuat olarak, en azından imza altına alınabilecek kriterler yerine gelsin, ben o zaman geleyim artık diyor. Onla ilgili de evraklar, Türkçe gönderildi. Tabii Türkçe gönderilmesi bir şey ifade etmiyor, İngilizce olarak gitmesi gerekiyor. Onu hocalar, üniversite yapacak. Ondan sonra tekrar CICOM'la görüşmeler başlayacak diye ümit ediyorum.
Ama CICOM, o görüşmeleri yapmaya geldiği anda da bizim, EGİAD olarak, iyi niyet mektubu olarak verdiğimiz o yüzde 25'lik dilimle ilgili ortaklık akdini de tamamlamamız gerekiyor. Hep İzmir'den tanıdık alalım dedim ama… İzmir'de tekrardan o süreç bir daha önümüze çok yakında gelecek diye ümit ediyorum. O zaman yine gittiğimiz kanaat önderleriyle görüşmeye başlayacağız. Ama bu sefer çok açık söyleyeyim, İzmir'den bu rakamları çıkartamadığımız takdirde, İzmir dışına biz de açılmak zorunda kalacağız.
SOYOÐUL: Yani 'o payı İzmir'den bulamayabiliriz' öngörüsü var sizde.
ELMASOÐLU: Yani ödenemeyebilir. Çok net dedim. Geçen gün Deniz Abi (Sipahi) bir yazı yazdı, yüzde 25'lik ortak başka bir yere satıldı diye. Böyle bir şey yok. Ben Deniz Ağabey'le de konuştum bunu. Deniz Abi, çok sağlam bir yerden duydum dedi cevaben. 'Yok abi böyle bir şey yok' dedim. Kesinlikle çok net olarak söylüyorum. Bizimdir hak. Bizim ön protokol, zaten resmi bir protokoldür. Sonuçta o protokol ancak, aksine bir hüküm olduğu takdirde, başka bir protokolle iptal edilir. Öbür protokol, bizim şu anda EGİAD'ın kasasında olduğu için, o hak bizimdir. Bu konuda demagojiye girmeyi istemiyorum, konunun medyatik olmasını istemiyorum çünkü. Ama dediğim gibi biz çalışmalarımıza devam ediyoruz, inşallah sayın rektörümüz, bu talep edilen evrakları İngilizceye çevirtip CICOM'a gönderir, CICOM da onlarla birlikte konuyu değerlendirir… Ama dediğim gibi, zaten üniversite ile CICOM arasında bu anlaşma, akit yapıldıktan sonra, o proje zaten ok hızıyla yürür gider.
Benim üzüntüm ne olur? Biz başlattık, biz 'İzmir bilişimle kalkınacak' dedik. Fransızlar bizi buldu, biz Fransızları bulmadık. Bir vakit kaybı var mı? Kesinlikle var. Bu vakit kayıplarının her basamakta sorumluları da vardır. Sonucund,a bunlar da istenirse masaya yatırılır, ortaya çıkar. Ama biz şu anda çok açıkça projenin devamı ile ilgili olabilecek ne varsa onu yapmaya çalışıyoruz ve olumsuz yanları veya yaşadığımız sıkıntıları dile getirmek istemiyoruz, önümüze bakmaya çalışıyoruz.
Dediğim gibi, bu proje bence olacaktır. Kimle olacaksa, yine olacaktır. Böyle bir şeye İzmir'in ihtiyacı vardır. İzmir için yeni bir yatırımdır. Gerçekten inovasyon çok önemli. Biz hep söylüyoruz. Farklılık yaratmak çok önemli. İnovasyona dayalı bir sistem varsa başarılı olabilir çünkü, herkes aynı işi yapıyor, farklı işi yapabilen para kazanıyor. İstihdam sağlıyor. O yüzden bunlara kanalize olmak lazım.
SOYOÐUL: Dediniz ki, bu yüzde 25 pay İzmir'den sağlanamayabilir. Nedenleri çok. Dediğiniz gibi, İzmirli 'ben ne kazanacağım'ı birinci planda tutuyor. Bir neden de, krizin İzmir'e verdiği hasar. Ne diyorsunuz krizin İzmir'e verdiği hasara?
İZMİRLİ ADAMCILIK, PARTİCİLİK YAPMIYOR, İŞİNE BAKIYOR
ELMASOÐLU: Gönül abla, şu bir gerçek. Aynı ülkenin iki şehri, İzmir ve İstanbul. İstanbul'a gidiyoruz, insanlarla konuştuğunuzda; kriz gerçekten, onlara teğet geçmiş gibi gözüküyor. En azından belirli meslek kollarında. Ben şöyle diyorum, sektörel bazda iniş çıkış ve bu darbenin şiddeti değişik. Ona göre değerlendirmek lazım.
Biz çok şeyi iyi örneklerle, tecrübelerle görüyoruz. Yani bir analiz yaptığınız zaman, İzmir'de şu anda belirli bir konuma gelmiş şirketlere akılla baktığınız zaman, ki; gerçekten yaşadığı sıkıntılardan iyi ders almış, ona göre kadroyu iyi eğitmiş, hep liderlerin egemenliğindeki şirketler bunlar…Bu şirketlerin kuruluş tarihlerine bakıyorsunuz, bir de ondan sonra kurulan şirketlere bakıyorsunuz.. Mekan olarak da İzmir dışında kurulan şirketler bunlar ve çok kısa zamanda, çok yol kat ettiklerini görüyorsunuz.
Bunun nedenlerinden bir tanesi, İzmir'in mücadeleci olmaması falan değil. İzmir mücadelecidir, İzmir hırslıdır. İzmir inanılmaz yapıda insanlara sahiptir. Gerçekten takdire şayan sanayicilerimiz var burada. İhracatçılarımız var. Ama benim ölçümde, bu cesur olmamak değil. Benim çok sevdiğim bir söz var. Görmeyi unutmamak lazım. Görmeyi unutmamak çok önemli. Biz görmeyi unutuyoruz galiba. Bizden sonra kurulan şirketlerin bir anda nereye geldiklerini gördüğümüzde, ben çok açık söyleyeceğim. İzmir'deki kuruluşların birçoğu, demin ifade ettik, birçok başarılı şirketi de tenzih ederim; biz adamcılık yapmıyoruz. Biz particilik yapmıyoruz, yani birilerinin adamı olarak, birilerinin gücüyle bir yerlere gelmiyoruz İzmirli olarak. Çok açık, iki iki daha dört kadar net bu. Bunun altını çizmek istiyorum. Belki İzmirlinin Ankara'ya gidip haftalarca kamp kurmamasının altında yatan gerçeklerden bir tanesi de bu.
SOYOÐUL: A partisi, b partisi çok da sorun değil İzmirli işadamı için. İzmirli için önemli olan, işinin gereğini yapmak mı diyorsunuz?
ELMASOÐLU: Evet, işimizi yapıyoruz. Bizim dünyamız bu. Biz başka bir yere konsantre olmuyoruz. Biz kaliteli ürün üretelim, ihracat yapalım diye uğraşıyoruz. Birincisi bu.
İkincisi, insana gerçekten hırs geliyor. Özellikle sizden sonra işe başlamış insanların x, y, w unsurunu kullanaraktan sizi geçmesinin sonucunda, gerçekten hırslanıyorsunuz. Ve hırslandığınız zaman da işte yaşadığımız süreçler gibi, bizim olmayan paralarla büyümeye başlıyorsunuz. Bu rekabet de çok net söyleyeyim, o insanlar o finansal açılımlarını, fiyat rekabetinde senin önüne dayayabiliyorlar. Ama İzmirli, hizmette rekabet etmeye alışmış insanlar. Anlatabiliyor muyum? Orada kalkıp da fiyat unsuruyla ortaya çıktığı anda, o gerçekten patron, fazla para kazanmak adına değil, ama fabrikasını geliştiremeyeceğini biliyor. Çünkü İzmirli herhangi bir yerden bir destek almadan, sadece kazandığı kuruşlarla yatırım yapan insanlar. Bu anlamda da bu, eşittir korkak veya cesaretsiz olarak algılanmamalı. Düşünebiliyor musunuz? Selçuk Yaşar ki kendisini babam gibi severim, Yaşar Holding bile sağ tandanslı olarak gözükür, en büyük darbeyi Özal döneminde yemiştir. Selçuk Bey çok akıllı bir insan, inanılmaz girişimci, ilklerin insanı… O bilmez miydi yani Özal ile bir arada olsun, 3'ü 11 yapsın, şu anda Koç, Sabancı grubu gibi anılsın Yaşar Grubu? Neden? İzmir'de olduğu için mi? Hayır değil. Çok net olarak, siyasetin bir parçası olmadığı için. İzmir'deki sivil toplum örgütleri, şirketler partiler üstü. O anlamda biz, birilerinin adamı olmadık şimdiye kadar. Evet bir siyasi görüşümüz oldu… Ama bu eşittir şu değil. 'Biz Atatürkçüyüz, çağdaşız, laiğiz, demokratız. AK Parti şu anda İzmir'i cezalandırıyor. O yüzden biz bu haldeyiz..' gibi sözlerle, bu sebep sonuç ilişkisini bence aramayalım. Gerçekten önce biz kendimizde hatayı arayalım. O yüzden diyorum, iğneyi kendimize batıralım. Ondan sonra nerede hata yaptık, onu bulalım ve işin üzerine gidelim.
Benim hep kızdığım şey, hatayı başka yerde aramaktır. Eğer ilk önce biz hatayı kendimizde aramazsak, hata başka yerde der ve yanılırız.
SOYOÐUL: Hata derken… İzmirli hata yapmamış, işine gücüne bakmış. Sivil toplum örgütlerimiz partiler üstü diyorsunuz. O zaman bu alaşağı sonuç niye?
ELMASOÐLU: Gönül ablacım, bir soru sorabilir miyim? Siyasetin bir okulu var mı?
SOYOÐUL: Benim bildiğim yok. Denenerek öğreniliyor, senden öncekilerin tecrübeleriyle, tarihe bakılarak yol alınıyor; istenirse tabii.
ELMASOÐLU: Gelişmiş, demokrasiyi iyi yaşayan, demokratik kurallara bağlı ülkelere baktığınızda; gerçekten eğer siz bir partiyi desteklemiyorsanız seçim süreci içinde, siz orada cezalandırılmıyorsunuz. Aradaki fark bu. Siyasetin okulu var mı dediğim bu. Biz niye meclisteki milletvekillerini bugünkü aklımızla, bugünkü vizyonumuzla eleştirebiliyoruz. Ve sonra da kalkıyoruz, o siyasetin içinde yer almıyoruz. Böyle bir şey kabul edilebilir mi? Sen eleştireceksen, o siyasetin parçası ol o zaman. Git o adamı değiştir. Sen fikirlerini oraya taşı. Deniyor ki, ben siyasetin içinde değilim, ama oraya gittiğim zaman benim fikirlerimi onlar zaten nötr hale getiriyorlar. Yok böyle bir şey. Sen eğer aynı düşünen insan topluluğunu yaratamadıktan sonra, orada beğenmediğin fikirleri sonucunda değiştiremezsin ki…O yüzden hani bu tarzda düşünen, kabiliyeti, becerisi olabilecek insanlar gerçekten gitsinler. Gitsinler ki, en azından biz hep şikayet eden olmayalım; sorunun değil çözümün bir parçası olalım.
SOYOÐUL: Bunları İzmir'in yeteri kadar, yüksek sesle dile getirdiğine inanıyor musunuz? Az önce dediniz, 'İzmirli çalışkandır, demokrasiye inanır, işine gücüne bakar.' Yağ var, un var, şeker var ama bir türlü niye helva karılmıyor? Bunları sanki sivil toplum örgütleri yeterince dile getirmiyor. Siyasi iklim nedeniyle bu böyle olabilir ama ne yapmak gerekir?
BİZ PAYLAŞMAYI BİLMİYORUZ, ASIL SORUN BU…
ELMASOÐLU: Birlikte bizim hem iş anlamında, hem STK'lar, odalar, borsalar anlamında… Bir kere, birlikte iş yapabilme cesaretini bizim göstermeye başlamamız lazım. Gerçekten sinerjiyi, bizim üyeler arasında paylaşıma açmamız lazım. Ben her zaman şunu söyledim. Dünyayla rekabette; ki o zaman kriz de yoktu; en azından krizin olacağı ile ilgili bariz açılımlar yoktu, sinyal yoktu. Ama şunu gördük. Dünyaya baktığınızda dünyada çok basittir. Fransa'da şirketiniz varsa, Avrupa topluluğuna doymuştur, oraya mal satan çok ülke vardır, ne yaparsınız? Yeni pazarlar, az gelişmiş veya yeniden yapılanma süreci içerisinde olan ülkeleri bulur, oralara mal satarsınız. Açılım budur. Şimdi Türkiye'nin de bu doyuma bir gün ulaşacağı zaten belliydi. Avrupa Birliği Türkiye'yi nüfus olarak, popülasyon olarak inanılmaz bir pazar bir tüketim merkezi olarak görüyor. 'Çarpık tüketim devleti, kapitalizmin bir oyuncağı olmayalım' derdim hep. Maalesef Türkiye oldu. Çocuklarımızın cebinde iki üç tane kredi kartı, 3 milyarlık cep telefonu var, içlerinde kontör yok ama. Bu duruma geldik.
Biz paylaşmayı bilmiyoruz Gönül Abla, bence asıl problem bu. Dünyadaki rekabet o kadar kartopu gibi geliyor ki üzerimize; bir kişi olarak, siz bu sistemle rekabet edemezsiniz. Ama bugün ne var? Mesela ben lojistikçiyim. Bugün İzmir'de her şey benim olsun mantığından bir kere sıyrılmak lazım. O paylaşım süreci içinde bütün lojistikçiler bir şirket kurabilirler. O zaman sektörler teşvik bile almasa, o birliktelik içinde, o sermaye gücüyle, o beyin gücüyle o ekipman gücüyle dünya ile rekabet edebilirsiniz.
Siz bir silinmeyi mi, yoksa 'az ama benim olsun ayakta kalayım'ı mı tercih edersiniz? Yani biz bunu bilmiyoruz.
SOYOÐUL: Öğrenilecek ama. Hayat diretiyor çünkü bunu.
ELMASOÐLU: Öğrenebilirsiniz ama sıfıra vurduktan sonra tekrardan çıkamazsınız. Çıkmak çok zordur.
SOYOÐUL: Dibe vurmadan öğrenmek lazım yani.
ELMASOÐLU: Şimdi bakın, çok basit bir şey söyleyeceğim. İzmir'de şu ara herkes lojistik merkezi peşinde. Lojistik merkezi nedir, bilen var mı? Ticaret Odası Başkanımız Ekrem Demirtaş çıkıyor, işte lojistik merkezi yapacağız. Meclisten de çıkardı da zaten. 10 milyon TL, TOBB'a katkı payı olarak verilecek. Lojistik merkezi nedir? Ben lojistikçiyim, benim lojistik merkezim var. Kimse kalkıp da sektörel derneğe sormuyor, bir lojistikçiye sormuyor. İzmir'de lojistik merkezi kaç tane var, 1 taneye mi, 5 taneye mi var, nerede kuralım, ne olması lazım? Öyle enteresan ki, TOKİ inşaat yapıyor, bütün inşaatçılar ayağa kalkıyor. Diyorlar ki 'inşaatçı biziz, niye TOKİ yapıyor' diye soruyorlar.
Belediye fırın kurmaya kalkıyor, fırıncılar 'niye belediye bu işi yapıyor' diye soruyor. Belediye ben restoran işleteceğim diyor, restoran sahipleri ayağa kalkıyor.
Lojistikçi varken, TOBB veya Ticaret Odası, bir lojistik merkezi yapıyor. Ne gerek var? Niye benim işime giriyorsun? Dedik ya, niye birlik beraberlik olmuyor? Niye farklı kutuplaşmalar, söylemler oluyor? Sen benim mesleğime TOBB olarak giremezsin! Ben yatırım yapmışım. Sen müteahhidini TOKİ'ye karşı nasıl koruyorsan, fırıncıyı nasıl koruyorsan, sen beni de korumak zorundasın. Böyle bir şey olabilir mi ya? Ben senin neyinim? Kalkıp da bu anlamda 'İzmir'in en büyük projesi bir lojistik merkezi' olarak addedemezsin.
Bakın, lojistik merkeze ihtiyacı İzmir'in olsa da, dünyada tanınmış olan sistemler varsa da sen kalkıp da TOBB olarak…
Biz UND (Uluslararası Nakliyeciler Derneği) olarak Gürbulak'ta bir yatırım yaptık. Niye yaptık? Devletin bir ayıbıydı, devlet yapamıyordu, İran'ın sınır kapısını 'yap işlet devret' modeliyle aldık UND olarak. Ama bütün uluslararası nakliyeciler derneği ile ortak bir şirket kurduk. Katılan katıldı, katılmayan katılmadı. Ama katılan şu anda para kazanmaya başladı. Lojistik merkezini niye sektörel dernekler yapmasın? Niye sektör oyuncuları yapmasın, niye TOBB sen yapıyorsun? Nedir amacın?
Şimdi öyle bir enteresan ki, gündeme bir bakın, bütün herkesin plan projesinde bu var, Sanayi Odası'nda da bu var, lojistik merkez, lojistik merkez… Bugün Kemalpaşa'da, işte Aliağa'da herkes lojistik merkez yapmak istiyor. Niyedir, ben anlamadım?
SOYOÐUL: Hiç konuşmanız olmuyor mu mesela Ekrem Bey'le? Onlar size sormuyorlar, siz de onlara sormuyorsunuz, öyle mi?
ELMASOÐLU: Ben İzmir Ticaret Odası'nda da meclisteyim zaten. Ben mecliste, bu konuyu gündeme getirdim. Bu şekilde olmaması gerektiğiyle ilgili konuşma yaptım. İzmir Ticaret Odası'ndan o şirkete kim katıldı, kim katılmadı bilmiyorum. İhtiyaca binaen depolar yapılacaktır şudur budur. Benim demek istediğim burada farklı.
SOYOÐUL: Anlıyorum, kişiselleştirmiyorum ben de. 'Niye böyle olduğunun altında İzmirli olmanın özelliği mi yatıyor o zaman; iş o noktaya mı geliyor' diye sormadan, İZKA'ya geçelim. Sinerji yarattı mı İZKA'daki çalışmalar?
HEPİMİZ SANKİ BİRBİRİMİZLE YARIŞIYOR GİBİYİZ… NİYE BU BENCİLLİK?
ELMASOÐLU: Bakın şöyle bir şey var. İzmir'de kaç tane dernek var, bilmiyorum ama sayısı çok. Burada da belli başlı makro düzeyde, kendi üyesinin menfaati dışında İzmir için, bölge için, ülke için savaşan, iyi şeyler yapan büyüklerimiz, dostlarımız, kardeşlerimiz var. Ama onların yapısı içinde benim söylemek istediğim şuydu:
Mesela bu akşam başkanlar kurulu var. Şimdi Başkanlar Kurulu sekreteryasını EGEV yapıyor. EGEV bünyesinde İzmir'deki büyük ölçekli sivil toplum örgütleri, odalar, borsalar, dernekler üye zaten. Orada da başkan nezdinde temsil edilebiliyor. Benim demin söylemek istediğim şuydu: Biz hepimiz, bütün STK'lar, sanki birbirimizle yarışır gibi, sürekli proje üretmeye çalışıyoruz.
Kimseyi kırmayayım, kendimden örnek vereyim. Burada mesela EGİAD olarak benim bir projem olabilir… Ama ben bu projeyi gerçekleştiremeyecek bütçeye sahip olabilirim. Bununla ilgili lobicilikte başarısız olabilirim. Bir başkan olarak, bir yönetim kurulu olarak, benim üst kuruluma getirebilmeliyim bu projeyi. Bakın, İzmir'deki ortak birliktelik böyle sağlanabilir.
SOYOÐUL: Bizde eksik olan bu, evet.
ELMASOÐLU: Kesinlikle. Bunu yapmak lazım. Bunu yapma cesaretinin bizde olması lazım. Bu projeyi işte EGEV yapsın. Sonuçta İzmir için değil mi bu? Sen yapamayacaksın, seninle birlikte çöpe gidecekse, niye? Niye bu bencillik? Bizim bir kere bundan kurtulabilmemiz lazım. Bir seçimle geldik çünkü oraya.
Açık söylüyorum, İzmir Kalkınma Ajansı, inanılmaz yapıda bir kuruluş. İnanılmaz. Gerçekten orada bir şeyler öğrenebiliyorsunuz. Bir kere Vali Bey ile çalışmak inanılmaz bir onur. Bunu 'bla bla' için söylemiyorum. İnanılmaz bir birliktelik, çok iyi bir ortam. Ergüder Bey inanılmaz dinamik. Ama benim hayran olduğum, okumuş, donanımlı, gerçekten gençleri bir arada tutan, araştırmacı, vizyoner, İzmir için kalbi çıkan, sonucunda İzmir'e, özellikle yabancı sermayenin getirilmesiyle ilgili birliktelik yapan bir kuruluş İZKA.
İzmir Kalkınma Ajansı'nda tek şikayet ettiğimiz bir şey var, o da Devlet Planlama Teşkilatı, çok müdahale ediyor. DPT, eğer İzmir Kalkınma Ajansı üzerinde yaptırımlarını ki, biliyorsunuz Adana ve Mersin'den sonra İzmir, ikinci Kalkınma Ajansı ve şu anda önder, lider, örnek alınması gereken bir kalkınma ajansı. Ben de diyorum ki büyüklerimizin görüşlerine saygı duymakla birlikte, o zaman İzmir Kalkınma Ajansı tarafından gündeme getirilecek olan ve yaşayarak gördüğümüz problemleri aşmanın tek bir yeri var, o da DPT. DPT'nin buna sıcak bakması lazım. Ama DPT mümkün olduğu kadar egemenlik bende der, bir devletçilik anlayışına girer ise, o zaman hata yapar.
SOYOÐUL: EGİAD Başkanı olduğunuzda, ilk döneminizde, kriz yoktu. O dönemi ve bugünü nasıl değerlendiriyorsunuz? Örneğin, EGİAD'ın başkanlığını yapmış Ziya Beşe'nin kaçak durumuna düşmesini? Bu dönem EGİAD Başkanı olmak, zor değil mi?
EGİAD TARİHİNE EN ŞANSSIZ BAŞKANLARDAN BİRİ OLARAK GEÇECEÐİM
ELMASOÐLU: (derin bir iç geçiriyor) EGİAD'ta abi derneklerle, kurum kuruluşlarla bir araya gelerek kendimizi geliştiriyoruz, bir tecrübe ediniyoruz ama çok açık söyleyeyim, ilk dönem başkanlığımda, özellikle içinde bulunduğumuz bu binanın, ciddi ödemeleri vardı. O dönem kriz yoktu ama ödemelerimiz vardı. Çok şükür onları bitirdik. Ben o dönem arkadaşlarımla EGİAD'ın sadece mali yapısını, şirket gibi yönetebildik. Gerçekten çok tasarruf ettik. Birinci dönemde 250'nin üzerinde faaliyet yaptık, ful başarıydı yani bizim için. Eğer başarı varsa, aranıyorsa…
Biz bir birliktelik, bir sinerji yaratalım istedik. Herkesin EGİAD'ta eşit olduğunu göstermek istedik. Bunlar hepsi güzeldi. Ama daha sonradan, özellikle ikinci dönemimde… Ben CICOM'un da çok büyük baskısını gördüm, başlayan bir proje vardı. O dönemde, biz bir sene içerisinde bunu toparlayabiliriz dedik. Biraz da o devam eden projeden dolayı (çünkü kişi olarak hep ben onlarla birlikteydim); o anlamda da devam edelim dedik. Ve ikinci dönemde de çok ciddi bir kriz yaşadık.
Ziya Beşe Başkanım da, hep söylerim onu ben; EGİAD gibi bir dernekte 2001 krizinde başkanlık yaptı. İnanılmaz derecede cesaret vericiydi, inanılmaz başarılı oldu Ziya Abi. Ve sonucunda Ziya Ağabey'in yaşadığı krizi, bu konjonktürde herkes yaşayabilir. Herkesin işi bozulabilir. Hukuki süreçleri nedir, onları bilemem ama Ziya Başkan, dört dörtlük başkanlık yapan; EGİAD'ı, taş üstüne taş koyaraktan, bayrağı daha ileri götüren bir üyemizdir.
İlk dönemimizde borçlar, ikinci dönemde de bu krizin gelmesi… Ben nasıl söyleyeyim… Çok fazla insanın kaldırabileceği bir süreç değil bu… Gerçekten inanılmaz derecede bazen demorolize olabiliyorsunuz. Ama çok net, çıkış yolunu da yine sevgiyle, yine gerçek EGİAD'lılıkta buluyorsunuz. Çünkü EGİAD'lı olmak, bence çok özel, çok anlamlı.
Yalnız kaldığınız zamanlar oluyor, çok dürüstçe itiraf edeyim. Ama bir sorumluluktur, bir görev aşkıdır. O görev aşkıyla, belki gerçek performansınızı sergileyebileceğiniz bir ortam olmasa da, bunu 3. şahıslara anlatmak zorunda da değilim ben, ama anlatamıyorsunuz.
Bazen eleştirilmenize rağmen, biraz içine kapandı diyor birileri mesela. Ama içini kimse göremiyor. Çünkü biz inanılmaz şeylerle uğraşıyoruz. Çünkü EGİAD sıradan bir kuruluş değil. O yüzden üyesi çok farklı. Sadece İzmir'e değil, Türkiye'ye hükmeden bir üye profili var ve herkesi memnun etmek durumundasınız. EGİAD'ın gerçek sahibi de zaten o üyeler. O anlamda üyenin ihtiyaçları ve arzularına istinaden de proje üretmek durumunda kalıyorsunuz. Bunlar için de mali açılımlar gerekiyor. O mali açılımları da yerine koymanız gerekiyor.
Ben gerek 9. dönemde, gerekse 10. dönemde, arkadaşlarıma gerçekten teşekkür ediyorum. Katkı koyanlara teşekkür ediyorum. Benimle bu sancılı yolda yürüyen arkadaşlarıma teşekkür ediyorum ama her şey dışarıdan göründüğü kadar kolay değil. Ama gerçekten bana inanan, EGİAD'a inanan arkadaşlarla birlikte bu süreçleri aşacağız. Her dernekte, sivil toplum örgütlerinde de görüyorum; hele hele bizim gibi hırslı, her şeyi yapmak isteyen insanlarda o bütün araç gereci/enstrümanı bir araya getirmek için, daha farklı anlayışlar, daha farklı bütçeler, daha farklı vizyonlar gerekiyor.
Ama çok açıkçası, EGİAD tarihine; bilmiyorum ama görev süremiz bittikten sonra, herhalde 'en şanssız başkanlardan birisi' olarak yazılacağım.
SOYOÐUL: İşiniz zor gerçekten. Hem kendi işinizi kotarmaya çalışmak, bir taraftan bu gemiyi yürütmek gibi bir sorumluluk, kolay değil.
ELMASOÐLU: Bir de, siz biliyorsunuz belki, ben İstanbul'da bir yangın geçirdim. İstanbul tesisim yandı. Şirket içerisinde en güvendiğim kişiyi kaybettim. Yani bütün onlara rağmen, biz hala iyi bir EGİAD'lı örneği olarak, genç arkadaşlarımızla, bunlara rağmen görevi bırakıp gitmedik. EGİAD da bizim için, aile kadar önemli. Bu aralar ufak ufak notlar yazıyorum. İnşallah görev süresi bittikten sonra, paylaşırız sizinle.
SOYOÐUL: Röportaj başında söylediğinizin, ne anlama geldiğini anladım zaten. Hani dediniz ya, 'görevdeyken konuşmakla, görev bittikten sonra konuşmak farklıdır' diye. EGİAD'ın başındaki insan olarak, bazı şeyleri dile getiremediğinizin farkındayım.
ELMASOÐLU: Herkes beni tanır. Ben kendimden hiçbir zaman için korkmam, açığımdır. Ama kurum önemlidir. Kuruma zarar gelmesinden sakınmak gerekir. Bir de tabii şöyle bir şey var. Her şeyi toz pembe gibi göstermek de doğru değil. Bunları da konuşmak lazım.
SOYOÐUL: Elbette, ne çok pesimist olmak, ne de Polyannacı olmak. Denge bulunmalı.
ELMASOÐLU: Gönül Abla, konuşmak lazım. Yüksek sesle inançlarımızı dile getirmek lazım. Onu diyorum ya, sevgiyi de nefreti de paylaşmak lazım ya. Bizi biz yapan değerler, hiçbir zaman için satılık değildik dedik. O yüzden değerleri korurken, sizin gibi düşünen insanlarla bunları da paylaşmak gerekiyor.
SOYOÐUL: Ayrıca EGİAD büyük bir kuruluş. İzmirli olarak ses duymak istiyorsunuz, ne olup ne bittiğini duymak istiyorsunuz. İzmir'de işadamları ne yaşıyor, bunların sebepleri nedir? Nasıl düzelebilir? Bilmek gerekiyor…
ELMASOÐLU: Çok basit bir şey söyleyeceğim. Hep yanlış anlaşılmaktan korkmuşumdur. Şu anda bakıyorsunuz. Avrupa Birliği'nde tıkanmış bir ekonomi var. Ne yapacaksınız? Keşfedilmemiş pazarlar arayacaksınız, değil mi? Çok doğru. Ama biz bunu zaten yapıyoruz. Ama biz hiçbir zaman medyatik olalım diye, biz buraya gidiyoruz demedik. Ben Afrika'ya gittim. Günlerce kaldım. Sadece EGİAD için. bunları telaffuz dahi etmek istemiyorum. Şimdi şu ara çok enteresan bir şey var. Herkes bir yerlere gidiyor.
SOYOÐUL: Gerçekten de... Bütün İzmir seferberlik ilan etmiş gibi, elde bavul, sürekli bir yerlere gidiyor. Sizin bir rotanız yok mu diye soracaktım ben de.
YENİ TREND BU, HERKES GİDİYOR… GELİN, TEK BİR VURUŞ YAPALIM!
ELMASOÐLU: Evet, yeni trend bu. Şimdi bakın, burada ortak akıl ne söylüyor? Hepimizin üyeleri var. Hepimizin üyeleri bir yerlere akacak değil mi? Gelin, biz her zaman bir arada olan, konuşan insanlarız, bir konsorsiyum yapalım. Tek bir vuruş yapalım ya! Niye her dernek bir yere gidecek diye gövde gösterisi yapıyoruz gazetelerde? Sanki gitmeyen adam başarısız! Böyle bir şey var mı?
SOYOÐUL: Kaldı ki gidiyoruz diyorsunuz. Duyurmuyorsunuz ama.
ELMASOÐLU: İnanılmaz bir program yaptık, arkadaşlarla birlikte. İran gezisi yapacağız EGİAD olarak. Ne yapayım ben şimdi, ilan mı vereyim?
SOYOÐUL: Dillendireceksiniz işte.
ELMASOÐLU: Ama biz şov yapmak için burada değiliz ki! Üyemizin menfaatleri için faaliyetler yapmak üzere buradayız.
SOYOÐUL: Belki şöyle de bakabilirsiniz. İnsanları motive de edebilir bu hareketlilik. Hareketin berekete dönüşeceği umudu, kötü bir umut değildir ki. Aksi halde dışardan sanki hiç kimse, hiçbir şey yapmıyormuş gibi gözüküyor. Bu da iyi değil herhalde.
ELMASOÐLU: Ama bunu EGİAD üyeleri biliyor.
SOYOÐUL: Ben EGİAD üyelerini kast etmiyorum ki, elbet üyeler bilir. Ama dışarıda olan, dalga dalga yayılan umutsuzlukta, birilerinin bir şeyler yaptığını duymaya, görmeye ihtiyacı olan insanlardan söz ediyorum. Bir İzmirli olarak kendi kendime 'bak şu geziden şöyle bir şey çıkabilir mesela' diyorum ben.
ELMASOÐLU: Buçok güzel de… Ben diyorum ki..
SOYOÐUL: Beraber yapsak diyorsunuz. Hep birlikte gidilsin diyorsunuz.
ELMASOÐLU: Tabii canım, ne gerek var?
SOYOÐUL: O zaman İzmir'de bir lider eksikliği ortaya çıkıyor.
ELMASOÐLU: Dedim ya, çok fazla organizasyon olunca… Bu da bir çeşitliliktir, bu da bir renktir diyebilirsiniz ama özellikle bu tür makro konularda, bence birliktelik ruhunun oluşması ve bunun bir sahibinin olması gerekiyor diye düşünüyorum.
SOYOÐUL: Ne zaman İran yolculuğu?
ELMASOÐLU: Bitirdi arkadaşlar çalışmaları, programı netleştiriyorlar.
SOYOÐUL: Nisan gibi mi, bu ay mı?
ELMASOÐLU: Nisan sonu gibi olacak. Bu yıl bizim EGİAD'ımızın 20. yılı. 20. yıl etkinlikleri çok bizde. 1990 yılında 47 arkadaşımız, kurucu yönetim kurulu başta olmak üzere bu tarihe kadar 10 dönem yönetim kurulu (asil ve yedekte) yer alan bütün dostlarımıza bir onurlandırmayla teşekkür ettik biz. 20. yıl etkinliklerine böyle başladık. Yerel yönetimlerle ilgili toplantılarımıza Sayın Hakan Tartan ile başladık. Bu şekilde koşuyoruz. Bunlar içerisinde Dış İlişkiler Komisyonu'muzun yaptığı dış ülkelere gitmek ve ziyaretler vardı. Biz İran'ı özellikle seçtik.
SOYOÐUL: Niye İran?
ELMASOÐLU: Çünkü İran'da yeniden yapılanma süreci var. Bizden alabilecekleri en azından çok şey olduğunu biliyoruz. Onların bize satmayı planladığı ürünler de var. Jeolojik olarak da yakın bir ülke, sınır ticareti konu teşkil eden bir durum. Biz bunu hedefliyoruz. Bizim yapacağımız programlarda sonuç alabileceğimiz bir şeyler olması gerekiyor. Sonuç almaktan kastım, EGİAD oraya gittiği zaman, o akdi de gerçekleştirsin.
SOYOÐUL: Başka ülkeler var mı?
ELMASOÐLU: Yunanistan var. Yunanistan'da da bir ekonomik daralma var ve sonucunda istifa edilebilecek bir iklime nasıl döndürülebilir ama onun dışında Sun Ekspres ve Pegasus ile ilgili, özellikle yolcu motivasyonunu artıralım. Çünkü çok önemli. Dış hatlar devam etsin istiyoruz. İnsanların en büyük problemi, İstanbul aktarması yapmak biliyorsunuz. Benim de havaalanım var, dünya standartlarında. Yolcu sayısı düşerse, Pegasus veya Sun Ekspres bunları kaldırırsa, gidip de yeniden bir hat açtırabilmek, gerçekten kolay değil. Yolcu sayısı için, sadece o yüzden bile Yunanistan'a gidilmesini, katkı olarak görüyorum. Oraya gidildiği zaman bir alışveriş de tabii söz konusu olacaktır. Onun dışında bir Hollanda projemiz de var. Özellikle bizden az gelişmiş ülkelerle ilgili, sürekli arayış içinde arkadaşlarımız.
SOYOÐUL: Krizdeki son durumu nasıl okuyorsunuz?
İNSANLAR EKMEK DERDİNDEYKEN, LÜKS ARABAYLA GEZMEK ŞIK DEÐİL!
ELMASOÐLU: Bence kriz geçmedi, devam ediyor. İyileşme sinyalleri var mı? Var. Çok büyük miktarda değil ama…
Şimdi İzmir'le ilgili çok şey söyleniyor. Haydi öyle bağlayalım. Bence yapmamız gereken gerçek unsurlardan bir tanesi… Eğer birbirimize cesaret vermezsek, pozitif enerjimizi, moral ve motivasyonumuzu yüksek tutmazsak, o zaman asıl problem geliyor. Bence her birey, hala çok açıkçası yüksek pozitif enerjiyle istihdam yaratıcı, yatırıma endeksli, ihracat hedefli gelişme içinde olmak durumunda…
Bakın İstanbul'dan, hep söylüyorlar, 'İzmirlilerin tek bir farkı İzmirliler riske girmeyi sevmez, risk olmadan büyünmez' diyorlar. Riski almak lazım, riski iyi yönetmek lazım ama akıllı riski iyi yönetebilmek lazım. O anlamda hayalperest olmamak lazım.
Bu kriz döneminde çıkarttığımız çok büyük dersler var. En azından şunu öğrendik, bizim olmayan paralarla büyümek, büyümek değildir. O anlamda mümkün olduğu kadar öz sermayeyi artırmak durumundayız. Yetersiz öz sermayeler, kapanmaya, yok olmaya mahkumdur. Bunlar bildiğimiz, klasik işletme dersleridir. Bunlar illa ki kriz sonunda fotoğraf olarak önümüze gelmemeli. Gerçekten ders almalıyız. Ama bütün bunların bilinci içinde, birbirimizi olumsuzluğa iten söylemler içinde bulunmamamız gerekiyor. Riskleri bilelim, tedbirleri alalım, biz Türkiye'nin geleceğine inanan insanlarız. Özellikle iç piyasayı elimizde tutmamız lazım. İç piyasa için bankalardan, devlet yetkililerinden beklediğimiz açılımlar var. Bunlar yerine gelmek zorunda. Sadece sanayici, ihracatçı, imalatçının elini taşın altına koymasının ötesinde, kamu yönetimi de, devlet de buna taraftır. Eşdeğer bir şekilde yaklaşmalı. Evet, krizde iyileşme sinyali vardır ama kriz daha geçmedi. Özellikle Avrupa topluluğu ülkelerde mesela Almanya'da geçici tedbirlerle bir şeyler yapılmaya, takla attırmaya dayalı sistemlerle, kısmi rahatlamalar sağlanmaya çalışılıyor. Bunları görmek lazım. Cesur olacağız diye de kendi ülkemizi riske atabilecek şeylerden de kaçınacağız.
Belki olumlu olumsuz paradoks sinyali vermeye çalıştım ama gerçekten dikkat etmek lazım. Dikkatli gitmek lazım. Eskilerin deyimiyle ayağı yorgana göre uzatmak lazım. Fazla lüksten kaçınmak lazım. Öncelikle şu anda iş yapan iş sahibi olan insanlar şunu bilmeli. Sahip olduğumuz her varlığı, biz çalışanlarımızla birlikte, evet kendi fikrimizdir, kendi beynimizdir, kendi paramızın yatırıma dönüşümüdür, ama onlarla birlikte sağladık. Çok açık söyleyeyim; krizler geçer, ama ülkeyi kaybetmek veya şirketi kaybetmek diye bir şey söz konusu olmaz. O anlamda bizim çok basit bir söylemle yapmamız gereken, elimizde sahip olduğumuz değerleri, paramızı, arabamızı, lüks yaşıyorsunuz pek çok şeyi kaybedebilirsiniz. Bunları kaybedin, hiç önemli değil. Çünkü elinizde bir insan kaynağı, birikimi ve işinize sahipseniz, bunu kriz geçtikten sonra yine yaparsınız. Ama bu değerleri kaybederek, ülkeyi riske atmaktansa lüksten vazgeçin, lüksü kaybedin ama yanınızda çalışan insanları riske atabilecek kararlar vermeyin.
SOYOÐUL: Bu dönemde vazgeçtiğiniz lüksler oldu mu?
ELMASOÐLU: Evet, oldu.
SOYOÐUL: Neler oldu mesela? Az önce söylediğiniz tavsiyeyi, siz kendinizde nasıl uyguladınız?
HER ŞEY GİBİ, KRİZİ DE PAYLAŞMAK LAZIM
ELMASOÐLU: Benim lüks arabam vardı, onu sattım.
SOYOÐUL: Bu kriz döneminde mi?
ELMASOÐLU: Evet, bu dönemde ama paraya döndürmek için değil. Çok açık söylüyorum, bu kriz döneminde benim orada lüks bir arabamın durması, benim için bir şey ifade etmiyor. Sonucund,a elbette onu bir paraya döndürüyorsunuz, o para yine şirkete geliyor ama amacım o para değildi. Benim orada beraber çalıştığım arkadaşım ekmek derdindeyken, kalkıp ben o arabaya binemem. Bana şık gelmiyor. 'Burada kriz dönemi var, ben o yüzden araba sattım' diye değil; personele 'kriz var, Cemal bey altındaki arabayı bile sattı; o yüzden bak senin daha çok çalışman gerekiyor' felsefesiyle yapmadım bunu.
SOYOÐUL: İnsanların derdi varken, lükstencrahatsızlık duyduğunuzu, gayet net anlattınız.
ELMASOÐLU: Gönül Abla, insanlar eve nasıl ekmek götüreceğini düşünürken, sizin orada bilmem kaç bin euro'luk arabaya binmeniz, doğru değil. O demorolize eder insanı. O insandan verim de alamazsınız. Bu bir paylaşımsa, krizi de paylaşmak lazım. Ben kendi şirketlerimden sadece çalışmayan, verimsiz olanları çıkarttım. Ama kriz var deyip 50 tane blok insanın işine son vermedim. Yok öyle şey! Biz ne yaptık? Zam yapmayarak yürüyeceğiz dedik. Bu çorbadan herkes bir kaşık almayı öğrenecek, biz de o tarzda yürüyeceğiz, biz de böyle yapacağız. Paylaşmayı bilmezseniz, başarılı olamazsınız.
Onun ötesinde özellikle bunu söyledim. Rahmetli babam, ben biz çok çalıştık. Hala çalışıyorum. Sabahın 7'sinde şirkete gidiyorum. Ama her şeyin sahibi benim dersek, yanlış yaparız. Verimsiz adam varsa, tutma, çalıştırma. Ama biz birlikte yaptık her şeyi. Mümkün olduğu kadar alışkanlıklardan, varsa bir alışkanlığınız vazgeçin, lüksten vazgeçin. O kaynakları şirketinize aktarın. Sonucunda onlar kaybettiğiniz materyaller. Materyalleri nasıl olsa yapabilirsiniz.