Yazarımız Gönül Soyoğul'un Cumhuriyet Gazetesi yazarı Hikmet Çetinkaya'yla yaptığı söyleşi...

BAŞLARKEN…
1982'de Yeni Asır'da gazeteciliğe muhabir olarak başladığımda, Hikmet Çetinkaya Cumhuriyet Gazetesi Ege Bölge Temsilcisi'ydi.
Cumhuriyet'in Cumhuriyet olduğu yıllardı.
Ve Hikmet Çetinkaya da Ege'de bir ilahtı.
Bölgede gerçekten ağırlığa ve prestije sahip, bugünkü durumundan çok ama çok farklı olan Yeni Asır'da; örneğin pamuk, tütün gibi tarımla ilgili dizi yapılacağı, bir araştırma dosyası açılacağı zaman, benim gibi genç muhabirlere 'Hikmet Çetinkaya' araştırmaları/röportajları örnek gösterilirdi. Öncelikle, onun yaptığı röportajları, dizi yazıları okumamız tavsiye edilirdi gazeteci büyüklerimizce biz çömezlere…

Şimdilerde, (pek çok nedenden ötürü) tirajları ve etkinlikleriyle; ne Cumhuriyet eski Cumhuriyet, ne Yeni Asır o eski Yeni Asır.
Ama Hikmet Çetinkaya, hala eski Hikmet Çetinkaya.
Cumhuriyet'in eskimeyen eski tüfeği, yazıları hala en çok okunan, 'ne yazmış' diye merak ettiren yazarı.
Ve beni hala 'korkutan' Hikmet Abi'si…
Eşimin Cumhuriyet İzmir Büro'da çalıştığı yıllarda, telefonda birisine bağırırken tanık olduktan, sesiyle büronun yer aldığı iş hanını gümbür gümbür titretişini gördükten sonra içime yerleşen o korkuyu…
Ne nikahımda şahidimiz olmasıyla, ne de defalarca birlikte yediğimiz kahkahalı özel yemeklerde atabildim üzerimden…
Cumhuriyet'in Ege Bürosu'na röportaj için giderken fark ettim ki, hala da atamamışım… İçimdeki ben, hala çömez bir muhabir, o da hala bakışıyla titreten gazeteci Hikmet Çetinkaya…

30 yıldır benim için 'Hikmet Abi' olan Hikmet Çetinkaya'yla yaptığım bu söyleyişi okuduktan sonra…
Sorularımın 'eksik kaldığı' düşüncesi uyanırsa içinizde diye not düştüm bu girişi.
Nedeni… Nikah şahidime, eşimin eski müdürüne 'farklı' davranmak değil; içimde hala taşıdığım, saygı ile karışmış bu korkudur…
Ayrıca, çok usta bir röportajcı olan, Gazeteciler Cemiyeti yarışmalarında sayısız ödülü bulunan, röportajlardan birçoğunu kitaplaştıran Hikmet Çetinkaya karşısında, biraz da 'gazetecilik üstünlüğü' nedeniyle 'tutukluk' yapmış olabileceğimi de ekleyin korkuma.
Ve bu insafla okuyun söyleyişi…

GÖNÜL SOYOÐUL: Uğur Mumcu'yu anma etkinlikleriyle ilgili konuşurken, gazeteci arkadaşım Hakan, 'Gönül Abla, bu ülke ne zaman yaşayanları için ağlayacak' diye sordu bana. Ben de size sorayım…

HİKMET ÇETİNKAYA: 1980 öncesini bir kenara bırakıyorum. 1990 sonrası faili meçhul cinayetlere baktığımız zaman Türkiye'de, Çetin Emeç'le başlayan bir süreç var. Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Gaffar Okkan, Musa Anter, Mehmet Sincar, Kürt işadamları Behçet Cantürk, Savaş Buldan… Metin Göktepe, Hiram Abbas, Cem Ersever, Hrant Dink ve Hablemitoğlu, Trabzon'da Rahip Santoro cinayeti…Ve bu cinayetlerde tetikçiler ortaya çıkıyor bir süre sonra. Uğur Mumcu cinayeti 24 Ocak 1993'te işlendi, 2000 yılı Ocak ayında katilleri bulundu, tetikçiler. Hrant Dink cinayetinde, birkaç gün sonra Ogün Samast ve diğerleri yakalandı. Bunlar hepsi tetikçi. Malatya'da aynı şey. Rahip cinayetinde 14 yaşında bir çocuk. O tabancayı nereden buldu? İsrail yapımı 14 milyardı galiba değeri. Üstü örtüldü. Necip Hablemitoğlu cinayeti 2002'de işlendi. Aralıktı. Ve onun hala tetikçileri dahi bulunamadı.
Bugün gazetelerde eski İçişleri Bakanı İsmet Sezgin'in bir açıklamasını okudum. Diyor ki, 'Uğur Mumcu cinayetini tam olarak aydınlatamadık.' Ve biz şu soruyu soruyoruz ve bu ülkenin gazetecileri olarak sormak zorundayız: Büyük patron kim bu cinayetlerin arkasındaki? Devlet içindeki örgütlü çeteler mi, ya da bir başka derin devlet mi, kim, kimdir? Uğur Mumcu cinayetinde, Güldal Mumcu'ya, dönemin DGM Savcısı, 'bu cinayet eğer siyasal erk isterse, devlet isterse, bu cinayet çözülür.' diyor.
O tuğla çekilse, o duvar yıkılsaydı; eğer o cinayet çözülseydi zaten, ne Ahmet Taner Kışlalı cinayeti, ne Gaffar Okkan cinayeti işlenirdi. Gaffar, korumalarıyla güpegündüz Diyarbakır'ın en işlek caddesinde öldürülmezdi. Her cinayetten sonra, Hrant Dink'te de gördük. Karanfillerle, güvercinlerle ağlayarak, biraz önce senin de söylediğin gibi, hep gözyaşı, hep ağlama ve bir süre sonra bu cinayetler kanıksanıyor Türkiye'de. Türkiye gibi gelişmekte olan toplumlarda, demokrasi ve özgürlükler, yaşama hakkı insan hakları kapsamında, bir takım sözde Avrupa uyum yasaları adı altında bir şeyler çıkıyor. Fakat Türkiye'de ne yazık ki demokrasiler ve özgürlükler genişletilmiyor. İşte kafes planı, şu darbesi, bu darbesi, balyoz filan filan filan. Ergenekon olayı var mesela değil mi?

SOYOÐUL: Evet, Ergenekon olayı var. Kimine göre içi boş, kimine göre dolu. Kimine göre de hem boş hem dolu… Sizce?

ÇETİNKAYA: Şimdi baktığımız zaman Ergenekon öyle içi boş bir şey değil. Var olan bir şeyler var. İlk Ergenekon olayı olduğu zaman, bizden ilhan Selçuk gözaltına alınmıştı, yazı yazmıştım. Bu önemlidir demiştim. Kaçıncı dalgaydı anımsamıyorum da ilk dalgadaki isimleri gördüm, bazı isimleri… O isimler Susurluk'ta karşımıza çıkmıştı. Veli Küçük'tür bunlardan bir tanesi. Ve onun görev yapmış olduğu alanda, İzmit'te jandarma alay komutanıydı, o dönemde, Behçet Cantürk, Savaş Buldan, Hacı Kıray gibi işadamlarının Sapanca- Kocaeli ve Gebze üçgeninde cesetleri bulundu. Bu arada Susurluk diye bir kaza ortaya çıktı ki biliyorsun bu kazada, politikacı, emniyet müdürü ve 12 Eylül'den tanıdığımız bir isim öldü. Politikacı kurtuldu. Ve Türk halkı gerçekten o dönemde, aydınlık için bir dakika karanlık eylemi yaptı, bu bütün Türkiye'ye dalga dalga yayıldı. Ve dönemin Başbakanı Erbakan ne dedi, 'bunlar glu gulu dansı ediyorlar' dedi. Adalet Bakanı ne dedi? 'Bunlar mum söndü oynuyorlar' dedi. Ve o süreç içinde, Susurluk raporu hazırlandı ve bu raporun bazı önemli cümleleri (Kutlu Savaş'ın hazırladığı rapordu bu) çıkarıldı. Ne gerekçesiyle çıkarıldı? Devlet sırrı gerekçesiyle çıkarıldı. Ve bu Susurluk olayı aydınlatılamadı. Bu Susurluk olayı aydınlatılabilseydi, ben bundan eminim ki, Türkiye'de 12 Eylül öncesi de olmak üzere pek çok faili meçhul cinayet aydınlanırdı diye düşünüyorum. O susurluk üzerindeki, o kalııııınn sis perdesi kalkmadı. İşte Ergenekon sürecine geldik. Mesela Cumhuriyet gazetesi bombalandı üç kez. İkisinde gece yarısında atıldı, bir şey olmadı. Ama hiçbir medya kuruluşu bu konuya eğilmedi, haber de yapmadılar. Ne emniyet müdürü geldi, ne vali geldi. Ne şu, ne bu geldi. Üçüncü bomba gündüz atıldı. Gazetedeydim. Ve benim koruma polisim Suat, peşinden koşturdu atanın/atanların. Eğer ilk bomba Cumhuriyet'e atıldığında, şundan eminim ki, devlet, polisiyle MİT'iyle, askeri istihbaratıyla olayın üzerine gitseydi, o Alpaslan Aslan denilen avukat, üç gün-dört gün sonra kalkıp Ankara'ya gidip Danıştay'daki o kanlı baskını düzenleyemeden yakalanabilirdi. Yakalanmadı. Hrant Dink cinayetinde keza. Trabzon emniyeti biliyor, jandarması biliyor böyle bir cinayetin işleneceğini. Hrant Dink, koruma altına alınamıyor.

E-MUHTIRA OLMASAYDI AKP İKTİDAR OLAMAZDI

SOYOÐUL: Ergenekon'a geçersek… Bu biraz önce saydığınız cinayetler, iddianamede ne kadar yer alıyor?

ÇETİNKAYA: Hiç yok. Bunların hiçbiri yok.

SOYOÐUL: Hiçbiri yok ama ne var?

ÇETİNKAYA: Bunlar yok ama işte darbeler var. Geçen gün t24 sitesi için benimle röportaj yaptılar, orada da anlattım. Ben cumhuriyet gazetesinde yönetici olduğum dönemde, 10 yıllık genel yayın koordinatörlüğümde 28 Şubat'ı yaşadım. 28 Şubat'ta Erol Özkasnak general, nasıl Sabah'a, Hürriyet'e telefon ettiyse, bana da telefon etti. Dedi ki bana, 'Oral Çalışlar, Engin Aydın ve Erzurum muhabirimiz Recep Kapusuz'un işine son verin, bunlar şöyle şöyle.' Ben dedim ki, 'sizden buyruk almam.' Bunu ben söyledim. Ama diğer gazetelerin patronları ya da yöneticileri ne yaptılar? Söyleyemediler. Cengiz Çandar, Mehmet Ali Birand başta olmak üzere pek çok arkadaşımız işsiz kaldı. Bu, yöneticinin tavrıdır. Ben o tavrı koydum. Bugün olsa, bugün yine aynı tavrı koyarım.
28 Şubat'a karşıydım. Eğer 28 Şubat olmasaydı ve Refah Partisi kapatılmasaydı, bugün AKP'nin iktidar olmayacağını ben adım gibi biliyorum. Çünkü askeri darbeler dönemi zaten bitmiştir. 90'lı yıllarda bitmiştir. Arkadan e-muhtıra geldi, kim verdi 27 Nisan'da e-muhtırayı? Büyükanıt verdi. Ben de şimdi iddia ediyorum, her yerde televizyonlarda da söylüyorum, eğer e-muhtıra olmasaydı, bugün AKP 2007 Temmuz seçimlerinde yüzde 46 oyla iktidar olamazdı. Tepki gösterdi halk.
Bunun örneği var, sen de iyi hatırlarsın. Turgut Sunalp'in MDP örneği. Bu askerin kurdurtmuş olduğu bir partiydi ve sandıktan 3. parti olarak çıktı. Ve tarihin çöplüğüne gömüldüler siyaseten. Demokrasi ve özgürlüklerden yanayız. Elbet askeri ve sivil darbelere, faşizme karşı sonuna kadar mücadele edeceğiz..

SOYOÐUL: Başbakan bugün veryansın etti yine. Genelkurmay Başkanı deseniz, ateş püskürdü. Balyoz planına, 'Ordu darbe yapacak' sözlerine esti gürledi.

ÇETİNKAYA: Ben bugün Genelkurmay Başkanı'nın konuşmasını izledim. Bizim için önemli olan Genelkurmay Başkanı'nın şu sözüdür: 'Sivil iktidarlar seçimle gelir, seçimle gider. Bunu bir genelkurmay başkanı söylüyorsa, Türk halkının içi rahat olmalıdır.

SOYOÐUL: İnanmak zorunda mıyız yani?

ÇETİNKAYA: Zorundayız. Bakın, darbeler dönemi bitmiştir. Türkiye'de darbeler dönemi bitmiştir. Şimdi askeri darbeler…

SOYOÐUL: Ama Hikmet Abi, tamam, sivil iktidarlar seçimle gelir, seçimle gider sözü güzel de bir de arkasından şöyle diyor Genelkurmay Başkanı: 'Bizim de sabrımızın bir sınırı vardır!' Şimdi bu söz, aba altı sopa göstermek değil midir?

ÇETİNKAYA: Gösteriyor. Bakın buna benzer bir şeyi nasıl yaptı? Savaş üniformalarını giydi, Trabzon'da savaş gemisinde açıklamalar yaptı. Demokrasilerde bir genelkurmay başkanı böyle bir açıklama yapamaz. Bakın milliyette Devrim Sevimay'ın yapmış olduğu bir röportajda, Baykal'ın bir açıklaması var. Diyor ki, 'sen bunların darbe yapacağından eminsen, belge varsa elinde, derhal genelkurmay başkanını ve kuvvet komutanını görevden al. Elinde bir şey varsa, yap, insanın kafasını karıştırma' diyor. Ben başbakan olsam, elimde belgeler olsa, 'daha neler neler çıkacak' diyor ya… Elinde belge varsa, al o zaman görevden, görevden alın.

SOYOÐUL: Genelkurmay başkanına dönersek, geçen günlerde Hasan Cemal ve Cengiz Çandar'la yaptığı görüşmede, Abdullah Gül de demişti, 'darbeler döneminin bittiğine inandığını' söylemişti. Ama genelkurmay başkanının savaş gemisinde savaş kıyafetleriyle yaptığı açıklama… Bugünkü açıklamasında 'bizim de sabrımızın bir sınırı var' demesi, masanın üzerine vura vura konuşması.. Orada bir tehdit algılamıyor musunuz?

ÖZDEN ÖRNEK DIŞARDA, MUSTAFA BALBAY İÇERDE

ÇETİNKAYA: Sabır derken, TSK içinde bir köstebek var. Köstebekler var daha doğrusu. Mesela Taraf gazetesinin yayınladığı Balyoz harekatına baktığınız zaman, orada olan gazeteciler var mesela. Onlardan 'yararlanılacak' köşe yazarları diye bahsediliyor. Mesela Kadri Gürsel, Emre Aköz, İclal Aydın. 137 isim. Bunlar askerin tarafında diye yazılıyor. Ne orada görünenler askerin tarafındadır, darbecidir… Ne de öbür tarafta hainler haindir. Öyle bir şey yok. Ama çok önemli bir şey var orada. Bu saydığım isimler, Kadri Gürsel, Emre Aköz falan. Bunlar o tarihte köşe yazarı değiller.
Şimdi Türkiye öyle bir noktadan geçiyor ki, bir bilgi kirliliği var. Kafa karıştırıyorlar. Türkiye'de bir takım yerlerden, belli yerlere servisler yapılıyor. Bu yapılan servislerin hangisi doğru, nereye kadar doğru, içinde oynamalar yapılıyor mu, bilemiyoruz. Biz şunu savunmalıyız Türkiye'de. Darbelere elbet karşıyız ama baskıcı, otoriter, siyasal iktadarlara da karşı koymamız lazım. Bugün açık açık gazetelerde var, başbakan Türkiye'de baskıcı bir rejime doğru, adım adım gidildiğini söyleyen/yazan gazetecilere, ki bu gazeteciler ideolojik olarak çok farklı yerlerde… Örneğin Cüneyt Ülsever'den Nuray Mert'e kadar uzanan değişik yelpazede olan insanlar, Türkiye'de baskının olduğunu, yasal ya da yasadışı telefonların dinlendiğini, insanların endişe içinde olduğunu söylüyorlar. Demokrasilerde insanlar yılgınlığa uğratılmaz. Darbe gelecek, darbe gelecek darbe gelecek.
Bakın basit bir şey. Mustafa Balbay bir gazeteci. Mustafa Balbay notlar almış. O günlüğünde sadece onlar yok, Cumhuriyet'in iç sorunlarıyla ilgili bir takım yerler de var, iddianameyi okursanız. Pek çok şey var, benle de ilgili şeyler var. Bunlar önemli değil. Ama, yani Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek'in bir günlüğü var. Darbe günlüğü var. Darbe günlüğünü yazan komutan Özden Örnek dışarıda. Darbeyi yapacak olanlar, orgeneraller dışarıda. Mustafa Balbay içeride!. Bir de kandırılmış İbrahim Şahin denilen demaslı bir adam, olmayacak şeyleri olmuş gibi gören, Fatma Cengiz diye özel tim elbisesi giyen akıldan yoksun bir kadın var. O, onu işletiyor 'sen genelkurmaya bağlı bağımsız müsteşarsın terörle mücadele müsteşarısın' diyor. O ona inanıyor, üsteğmeni arıyor, üsteğmen genç teğmenleri arıyor. Üsteğmen arayınca görev var deyince, genç teğmenler 'emret komutanım' diyorlar ve içerdeler bunlar. 16 aydır, 17 aydır, 15 aydır içerdeler. Bir tanesi Gürbüz'le beraber çıktı. Bu teğmenler içerde, darbeyi yapacakları iddia edilenlerle, maruz kalacak olanlar dışarıda! Hedef komuta zinciri içinde oluyor darbeler. 12 Mart böyle oldu. 12 Eylül böyle oldu. Onu bıraktık, e-muhtıra veren Büyükanıt dışarıda. Başbakan diyor ki, 'Büyükanıt'la Dolmabahçe Sarayı'nda yaptığımız görüşme sırdır, ben ölene kadar, mezara kadar götürürüm o sırrı' diyor. Genelkurmay Başkanı çıkıp da açıklama yapmıyor, bu ne demektir diye? Kamuoyu bilmiyor bunu. Böyle bir demokrasi anlayışı olur mu? Allahınızı seversiniz söyleyin. Bunu hiç kimse yazmıyor, çizmiyor, eleştirmiyor. Eleştiren bir avuç gazeteci var.
Bakın demokrasiyi ve özgürlükleri savunuyorum, savunuyoruz, temel hak ve özgürlükleri savunuyoruz. Darbelere, askeri ve sivil darbelere karşı çıkıyoruz. Ne şeriat ne darbe diyoruz. Bunu diyen kadın, Türkan Hanım, ölmeden 15 gün önce sabaha karşı evi arandı. Kanser hastası kadının. Bu kadının görevi ne? Bu kadın Güneydoğu'dan, Trabzon'dan, Diyarbakır'dan, İzmir'den, Kayseri'den, başı açık kapalı hiç fark etmiyor, kızların eğitimini sağlıyordu.
(iyice sinirleniyor) İzmirliler faşist ilan edildi. Irkçı ilan edildi. İzmirliler, sadece demokratik bir tepki gösterdiler. Yumurta attılar. Bugün Avrupa'da Hollanda Başbakanı'nın yüzüne pasta atıyorlar, yumurta atıyorlar.

SOYOÐUL: Yumurta, domates, soğan, ellerine ne geçtiyse… Taş da var atılanlar içinde de… Orada bir grubun yaptığının tüm İzmir'e mal edilmesi, İzmir'in faşizmin merkezi ilan edilmesi yanlıştı.

CHP'YE YAKIŞTIRAMIYORUM BU YAPILANMAYI

ÇETİNKAYA: İzmir'in nüfusu 3-4 milyon. 50 kişi, 60 kişi, böyle bir tepki koyabilirler. Ben din, dil, ırk, renk ayrımına karşıyım. Bak ben sana İzmir'de 2-3 yıl önce başımdan geçen bir olayı anlatayım. Şurada ilerde Hanımağa diye bir lokanta var. Onun bir sokağı var, oraya yemek yemeğe gittik Serdar'la beraber, sokağı işgal etmişler otantik, Mardin'de gördüğümüz küçük sandalyelerle. Bir köşede döner var, bir köşede kokoreç var, tavla oynuyorlar. Geçemiyorsun yoldan. Kimindir bu diye sordum. İşte dediler, bunlar Mardinli. İyi de nereden bu gücü alıyorlar? Dediler ki Konak Belediyesi'nde bunlar hakim. CHP'li belediye meclisleri Mardinli. CHP'den bunlar güç alıyorlar. Ben yazı yazdım. Beni Mardinliler Derneği avukatı, 'ırk ayrımcılığı yapıyorum' diye mahkemeye verdi. Yahu, Mardinli değil Edirneli olsa, Boşnak olsa, Laz olsa, Çerkez olsa, İzmirli olsa, ne olursa olsa, ben onu yine yazarım. Örneğin, yeni bir belediye kurulmuş, 700 işçi alıyorlar belediyeye, bunun 600'ü Mardinli. İzmir'de yeni kurulan bir belediye. Yahu, İzmir'de yalnızca Mardinliler yaşamıyor. Diyarbakırlılar, Sivaslılar, Tunceliler, Urfalılar, Bingöllüler, Bitlisliler de yaşıyor. Niye Mardinliler? Örgüt içinde CHP Genel Merkezi'nde böyle bir yapılanma var ve bu yapılanmada sadece hemşerilik davası gözetiliyor. İzmir'e bu yakışmıyor, yakıştıramıyorum.

SOYOÐUL: Bugün milliyette bir anket var. Adil Gür'ün yaptığı ankete göre, bugün seçim olsa, AK Parti: Yüzde 32, CHP: Yüzde 21, MHP: Yüzde 19, DTP: Yüzde 7, TDH: Yüzde 6, Saadet Partisi: Yüzde 5 oy alıyor. Şunu soracağım size, CHP niye iktidar alternatifi olamıyor?

ÇETİNKAYA: Şimdi benim elimde de bazı anketler var. Yayınlanmamış, özellikle İstanbul merkezli, uluslar arası çok uluslu şirketlerin Türkiye mümessilliklerin yaptırdığı anketlerde, AKP'nin oyu yüzde 27 ile yüzde 32 arasında çıkıyor. CHP'nin oyu, yüzde 23 ile yüzde 27, arasında çıkıyor. 5 anketten 3'ünde yüzde 27 AKP, yüzde 24-25 CHP çıkıyor, yüzde 19 falan MHP çıkıyor. Adil Gür'ün anketiyle uyuşuyor MHP. Sarıgül hareketi, henüz daha parti olmadığı halde, 6 ile 7 arasında değişiyor, bazen de 8 çıkıyor. Cindoruk'un partisi yok o ankette. Onlar da yüzde 6.5 civarında değişiyor. Bu şunu gösteriyor bir defa, Cumhuriyet Halk Partisi, iktidar alternatifi olamıyor. Bunu, CHP'lilerin kendilerinin düşünmesi lazım.

SOYOÐUL: Sizin yorumunuz ne?

BU YÜZDEN CHP NE UZUYOR, NE KISALIYOR…

ÇETİNKAYA: Benim yorumum şu. Çünkü sosyal demokratlar kendilerini yenilemiyorlar. Sosyal demokratlar, emekten yana bir tavır koyamıyorlar. Emekçi kitleleler, giderek CHP'den uzaklaşıyor. CHP'liler şunu düşünüyor: Seçim olursa, bize ne kadar kızarlarsa kızsınlar, elleri mahkum bize verecekler diyorlar. CHP'ye gençlerin ilgisi yok. CHP'nin kurultay delegelerinin yaş kuşağı, benim yaş kuşağımda. 40-45 yaşındakiler genç olarak gözüküyor. Ya, 80 öncesinde, 40 yaşında olduğu zaman, adamlar tabii senatör oluyorlardı. (gülüşmeler) şimdi 40 yaşında olmak genç olmak oldu. Baktığınız zaman, benim kuşağımdaki arkadaşlar hala milletvekili, hala politikanın içindeler. 1973 seçimlerine baktığınız zaman, CHP'de 22-23 kişi yaşını büyülterek meclise girdi. Bunlardan bir tanesi Süleyman Genç'ti. Daha pek çok isim sayabilirim. Yüksel Çakmur. Buca'da belediye başkanı olduğu zaman 26-27 yaşlarındaydı. Aydın Ertem, Gültepe'ye belediye başkanı olduğu zaman 30 yaşındaydı. Yüksel Çakmur bakan olduğu zaman 33-34 yaşındaydı. 1974'de koalisyonda Mahmut Türkmenoğlu bakan olduğu zaman 35 yaşındaydı, en yaşlı bakan Çalışma Bakanı Mahir Aksoy'du ve 65 yaşındaydı. Diğerleri 40-45 yaşlarındaydı. Bülent Ecevit genel sekreter olduğu zaman kaç yaşındaydı? 46 yaşındaydı. Başbakan'ken 50'li yaşlardaydı.

SOYOÐUL: Koltuklarını bırakmak istemiyorlar, gençlere yol açmıyorlar, partiyi yenilemiyorlar, bu yüzden de alternatif olamıyorlar sonucu çıkıyor sözlerinizden.

ÇETİNKAYA: Evet, bu yüzden CHP ne uzuyor, ne kısalıyor.

SOYOÐUL: Sorun, partinin başında Deniz Baykal olması değil; sorun partinin genelinde mi diyorsunuz?

ÇETİNKAYA: Genelinden bahsediyoruz tabii. Genç insanlar partiye gelmiyorlar ya da almıyorlar.

SOYOÐUL: Almıyorlar elbet, almıyorlar.

ÇETİNKAYA: Almadıkları için de bu parti işte yüzde 21'lerde, yüzde 24'lerde filan dolaşan bir parti durumuna geçti.

SOYOÐUL: Aslında bir sorun da Partiler ve Seçim Yasası değil mi?

ÇETİNKAYA: Partiler ve seçim yasası. Bakın. Demokrasi bir yaşam biçimidir. AKP, tek başına iktidar. Değiştirsin 12 Eylül'ün getirdiği seçim yasasını, partiler yasasını. Hayır değiştirmez. Çünkü onlara akıl verenler diyor ki, 'değiştirirseniz, mecliste tablo değişir.' AKP'yi de kapatırlar diye korkutuyorlar. Böyle bir şey olur mu? Anayasa değişikliği falan. Önce bunu yap. Partiler yasasını, seçim yasasını değiştir. Bakın seçim barajı yüzde 10. Bugün hiçbir Avrupa ülkesinde yüzde 10 seçim barajı yok. Bırakın Avrupa ülkesini, KKTC'de yüzde 5'tir. Suriye'de yüzde 5'tir, Mısır'da yüzde 5'tir. Türkiye'de baraj yüzde 10. Bu ne için yapılmıştı? Kürtler parlamentoya giremesin diye. Delindi. Bağımsız girdiler. Kaldır kardeşim.

SOYOÐUL: Ne olabilir baraj? Ya da nasıl bir sistem?

SEÇİM YASASI DEÐİŞMELİ, MİLLİ BAKİYEYE GEÇİLMELİ

ÇETİNKAYA: Benim kafamdaki… 1965 seçimlerinde olduğu gibi, milli bakiyeye gidilir ve tek bir oy bile dışarıda kalmaz. Milli bakiye ile.

SOYOÐUL: Türkiye İşçi Partisi'nin Meclis'e girdiği seçimler değil mi?

ÇETİNKAYA: Evet, Milli bakiye seçimi, 1965 seçimlerinde oldu ve Türkiye İşçi Partisi böylece meclise girdi. Yani toplam oylar alınıyor, bölünüyor ve ona göre milletvekili belirleniyor. Grup kurdu TİP. Ve ondan sonra hemen seçim yasasını değiştirdiler. Süleyman Demirel ile İsmet İnönü birleştiler. Ve İsmet Paşa korkusundan 'ben ortanın solundayım' dedi. 1969 seçimlerinden önce. Ecevit daha çok korktu ve 1973 seçimlerinde 'demokratik sol' olayını çıkardılar. Şeref Bakşık çok iyi bilir, ben ondan dinlemiştim. Bakşık diyor ki, 'Toplantıdayız, Mustafa Üstündağlar filan. Ecevit, 'sosyalist parti olalım' diye bastırıyormuş. Demişler ki, 'sayın Ecevit yapma, yani bizim tabanımız eşraf, toprak ağası falan filan. Gider oylar Adalet Partisi'ne.' Sonra bunlar siyaset biliminde olmayan demokratik sol diye bir ara formül buluyorlar. Bunda anlaşıyorlar. Ne oldu? Genç bir kadro. Dağlara taşlara Ecevit yazıldı. İnsanlar yaşlarını büyüttüler ve Meclis'e girdiler. Süleyman Genç de bunlardan bir tanesi işte. Şimdi baktığın zaman hadi gel belediye başkanlarının yaş ortalamasına İzmir'de bakalım! Kaç yaşında? Var mı kardeşim 28 yaşında belediye başkanı? Yok. AKP'yi eleştiriyorsunuz da, AKP Beyoğlu'na buldu bir tane yakışıklı oğlan 27-28 yaşındaydı, belediye başkanı yaptı 2004 seçimlerinde.

SOYOÐUL: Geçen seçimlerde Aliağa'da Tansu Kaya vardı, Onun da yaşı 30 bile yoktu, çok gençti başkan seçildiğinde.

ÇETİNKAYA: Bergama'da gördüm ben, 35 yaşında belediye başkanı, CHP'li. Bir de Foça'da var, onu görmedim.

SOYOÐUL: Sayın Demirel yeni söylemleriyle pek bi demokrat falan görünüyor ama çok günahları var bunların diye düşündüm yine, siz eskileri anlatırken…

ÇETİNKAYA: Günahı yok demiyoruz ki, Allah Allah. (gülüşmeler.) Şimdi bak, ben Uğur Mumcu paneli için gittiğim Bodrum'da anlattım. Burada da anlatayım. Oral Çalışlar'la bir dizi hazırladık 4-5 yıl önce. '80 öncesi öldürülenler.' Sağda ve solda öldürülenlerle ilgili. Çocuklarıyla, yaşıyorlarsa eşleriyle röportaj yapıyoruz. Dönemin tanığı da iki tane adam. Ecevit ve Demirel. Önce Ecevit'e gittik. Karlı bir Ankara gününde. Oturduk salona. Rahşan Hanım çay getirdi, çay da çok kötüydü. (kahkahalar) Oturup sohbete başladık. Bu arada biz soruyoruz. Ben soruyorum falanca suikastı, o Kıbrıs Barış Harekatı'nı anlatıyor bana. Kemal Yamak Özel Harp Dairesi ile ilgili bir kitap yazmış, Ecevit'i suçluyor. Özel Harp Dairesi'ni, kontrgerillayı soruyoruz; o haşhaş ekim yasağını anlatıyor. Tamam mı? Oral'la beraberiz. Oral hapishane günlerini falan soruyor, anlatıyor onları. 'Doğan Öz size Kontrgerilla ile ilgili bir rapor verdi mi' diye soruyor Oral; o diyor ki 'kar ne güzel yağıyor!'

İZMİR'DE YAŞAYANLAR BÜTÜN TÜRKİYE'Yİ İZMİR SANIYOR!

SOYOÐUL: Bilerek mi yapıyor bunu?

ÇETİNKAYA: Bilerek yapıyor tabii canım, bilerek yapıyor. Türkiye'de kontrgerillayı açıklayan adamdı Bülent Bey. Saklıyorlar bir takım şeyleri. Oradan gittik Demirel'e. Aynı şeyleri soruyoruz, o Johnson Mektubu'nu anlatıyor.

SOYOÐUL: Aynı taktik yani!

ÇETİNKAYA: Aynı. Devlet anlayışları aynı. 'Devlet başka bir şeydir, devlet ne yaparsa doğrudur' anlayışı. Soruyorsun faili meçhul cinayetler, diyor ki mesela, kravatın ne güzel, nereden aldın? Şimdi olay buradan başlıyor. Türkiye'de bakın Susurluk çözülebilseydi… Uğur Mumcu cinayetinin ana katilinin kim olduğunu CIA biliyordu. Mossad da biliyordu. Bunu söyleyebilirim. Biliyorlardı. Hablemitoğlu cinayetini de biliyordu, Hrant Dink cinayetini de biliyordu. Ahmet Taner Kışlalı'yı da Musa Anter'i de. Musa Anter'in oğlu Dicle Anter, televizyon kanallarında bas bas bağırdı, 'babamın katilleri şurada şurada şurada' diye. Adamı Stockholm'den bağladılar. Yahu bunu söyleyeli üç ay oldu, katiller hala yakalanmadı. Onun için AKP'nin 'özgürlük, demokrasi' lafları palavra, bunlar palavra. Bunu da yemem. Yiyen varsa yesin. Ben yemem. Palavra. Demokrasi ile özgürlüklerle bunların ilgisi olabilir mi? Bunlar 'asker darbe yapacak, öcü geliyor!' diyor. Aman ha, öcü geliyor! Sen önce şu Özden Örnek'i niye almıyorsun kardeşim içeriye? Darbe günlüğü onun, darbe yapacak olan o. Niye almıyorsun içeriye? Bak, Veli Küçük'ü müçük'ü koydular ilk operasyonda içine, ha dedi kamuoyu, 'bu ciddi bir şey olabilir.' İçine Bursa Üniversitesi Rektörü, Samsun Üniversitesi Rektörü… Mehmet Haberal… Ya bu adam tıp adamı. Darbeyle marbeyle ne ilgisi olabilir? Bu adam darbecilikten içerde yatıyor kardeşim. Bu adam karaciğer naklinde bir numaralı adam, dünya bu adamı kabul etmiş. Şimdi Gürbüz Çapan 16 ay içerde yattı. Bunun bedelini kim ödeyecek yarın? 16 ay yattı. Paşalar Gata'da, kafede… Eeee, Mustafa Balbay içerde!. Bunu dediğin zaman askerler de kızıyor bana. Askerler de sevmiyor. Çünkü ben gazeteci olarak, hem nalına hem mıhına vururum. Bu benim yaşam felsefem. Gazeteciliği ustalarım böyle öğrettiler bana.
Buyurun efendim, devlet elinizde, devletin istihbarat birimleri MİT'ten jandarmaya kadar, polis zaten elinizde. Ama poliste tarikatçı yapılanma var, eğitimde tarikatçı yapılanma var. Bakın İzmir'de yaşadığınız için Türkiye'yi İzmir gibi sanıyorsunuz, biliyor musunuz? Ben size bir şey söyleyeyim. Ben Anadolu'yu gezen bir insanım. Diyarbakır dışında hiçbir Güneydoğu kentinde, Kayseri dahil olmak üzere, 5 yıldızlı otellerin dışında bir lokantada, bir kadeh içki içemezsiniz. Şanlıurfa'da içemezsiniz.

SOYOÐUL: Ramazandan falan bahsetmiyorsunuz değil mi? Normal aylardan söz ediyorsunuz.

ÇETİNKAYA: Hayır efendim, normal. Bunlar üniversite kentleri. Kafelerde bira yok. Bira yok! Anadolu'da böyle bir mahalle baskısı var. Diyarbakır dışında bana bir tek il söyleyin. Konya'da yok, Kayseri'de yok. Sadece 5 yıldızlı otellerde içebilirsiniz. Şimdi Türkiye böyle bir noktaya gidiyor. Ha, Türkiye'ye İran gibi şeriat gelmez. Sudan gibi, Suudi Arabistan gibi olmaz. Ama dikkat edin, bakın. Kadın toplumla entegre olmadıktan, evine kapatıldıktan sonra oturup düşünmemiz gerekiyor. Özellikle kendini… Liberalleri kastetmiyorum. Liberaller düzgün insanlardır. Bunlardan biri Cüneyt Ülsever'dir, bir tanesi Nuray Mert'tir. Bunlar nalına, mıhına vuruyorlar. Liboş dediğimiz bir kesim var, liboş tayfa diyorum ben onlara. Dinciler ve tarikatçılar. Yahu bunlar 12 Mart'ta, 12 Eylül'de ve 28 Eylül'de asker postalı yalıyorlardı. 28 Şubat'ta Fethullah Gülen'in sağ kolu, tüm okulların anahtarını, Çevik Bir paşaya verdi. Geçen gün yazdım, CNN'de de söyledim. Teslim etti korkusundan! Bunlar üç buçuk atarlar. Üç buçuk atarlar Fethullahçılar.

SOYOÐUL: Kim bu asker postalı yalayanlar?

ÇETİNKAYA: Gazeteciler! Gazeteciler! (sinirleniyor.) Benim kuşağımdan sayarım şimdi size 15 tane gazeteci. Söyletme şimdi bana isimlerini! 12 Mart'ta, 12 Eylül'de neler yaptıklarını! Bu kadar basit. 12 Eylül döneminde bunların yaptıklarını biz bilmiyor muyuz? Unuttuk mu?

SOYOÐUL: Değişmiş olamazlar mı peki? Doğruyu, demokrasiyi görmüş olamazlar mı?

ÇETİNKAYA: (daha da sinirleniyor) Şimdi bunlar benim arkadaşlarım. Efendim bunların demokratlığını anlayamıyorum. Kendilerine demokrat bunlar.

SOYOÐUL: Atıyorum, yarın darbe olsa, yine askerin safında görür müyüz bu isimleri?

ÇETİNKAYA: Delirdin mi sen ya? Yanı başında otururlar askerin bunlar ya! Bunları biz tanıyoruz ya. Kenan Evren'in masasından kalmıyorlardı bunlar, Orduevi'nden kalkmıyorlardı. Böyle bir şey olur mu? Bakın Türk şovenizmine ve Kürt şovenizmine karşıyım. Ama ne yazık ki Türkiye'de Kürtçülük ve Türkçülük ivme kazanıyor. Tehlikeli bir durum bu Türkiye için. O bakımdan, bir büyük oyun oynanıyor. Küresel güçlerin oynadığı bir oyun ve ABD dünyayı tek başına idare etmeye çalışıyor. Bakın bugün Irak'ta yine bombalar patladı. Onlarca insan öldü.

SARIGÜL'Ü YABANA ATMAYIN

SOYOÐUL: Çok sinirlendiniz, konuyu biraz değiştirelim. Sarıgül'ü sorayım size. Ben 'Sarıgül'den bi cacık olmaz' demiştim bir yazımda. Oy alma anlamında demedim ama, 'ülkeye bir hayır gelmez' anlamında dedim. Siz ne diyorsunuz?

ÇETİNKAYA: Vallaha parti kurulmadan yüzde 6'larda çıkıyorsa eğer, barajı geçebilir de geçemeyebilir de.

SOYOÐUL: Öyle diyorlar. Barajın altında da kalsa, geçse de bütün dengeleri değiştirecek, değiştirir diyorlar.

ÇETİNKAYA: Değişir. AKP'den alır oyları.

SOYOÐUL: Genelin fikri bu; siz de katılıyorsunuz bu tespite demek ki?

ÇETİNKAYA: AKP'den alır. Çok az alır CHP'den.

SOYOÐUL: Nasıl bir lider Sarıgül? Siz daha iyi biliyorsunuzdur İstanbul'da yaşayan bir gazeteci olarak…

ÇETİNKAYA: Türk halkının zeka seviyesine hitap ediyor. Türk seçmeninin zeka seviyesine hitap ediyor.

SOYOÐUL: Türk seçmeni zeki mi peki?

ÇETİNKAYA: Zeka seviyesi diyorum. Tayip Erdoğan da Türk seçmeninin zeka seviyesine hitap ediyor.

SOYOÐUL: O yüzden şans görüyorsunuz! Zeki bir adam o zaman?

ÇETİNKAYA: Zeki bir adam olduğu şuradan belli, CHP gençlik kollarından geliyor. CHP deneyimi var, siyaset deneyimi var. Çevresinde de ona destek veren ideologlar var.

SOYOÐUL: Yabana atmayın diyorsunuz yani…

ÇETİNKAYA: Ben atmıyorum.

SOYOÐUL: İlhan Selçuk ile ilgili konuşalım. Gerçi yargılanıyor, epey de bir yılla yargılanıyor ama dava sürecinden değil, genel olarak bahsedebiliriz. Nasıl sağlığı?

ÇETİNKAYA: Ortada. Uzun bir süreç gerekiyor çünkü. Emboli, sol tarafa hasar verdi. Fizik tedavi evresinde şimdi.

SOYOÐUL: İlhan Selçuk, pek çoğumuzu şaşırttı. Sizin aracılığınızla, 'Şeriat artık Türkiye'ye gelmez' dedi ya…

ÇETİNKAYA: Orada bir ironi var ama…

SOYOÐUL: İroni mi var, doğrusu pek anlam veremedim o sözlere?

ÇETİNKAYA: İlhan Ağabey'in yazılarına baktığınız zaman hep bir ironi vardır. Türkiye'ye biraz önce söylediğim gibi, Suudi Arabistan gibi, Sudan gibi bir şeriatın geleceğini düşünmezdi.

SOYOÐUL: Daha önce de düşünmüyordu, öyle mi?

ÇETİNKAYA: Düşünmezdi. Yazılarında vardı. Türkiye'ye o şekilde bir şeriat zaten gelmez. Bu AKP de öyle bir şeriatı getirmez.

SOYOÐUL: Nasıl bir model var peki kafalarında?

ÇETİNKAYA: Bu ılımlı İslam modeli dediğimiz, işte bir mahalle baskısı sonucu gibi gözüken, 5 yıldızlı otellerde sadece içki içilebilen, kadınların pek de ortada olmadığı, öyle bir modeldir o. Onu ifade etmek istedi. İlhan Ağabey'in demokrasiyle, özgürlüklerle, Kürt sorunuyla ilgili bakış açısı, unutkan bir toplum olduğu için tabii bilmiyoruz. Sohbetler şöyle oluyor. O sohbetlerde ben sorular soruyorum, o anlatıyor. Ve ben önceden çalışıyorum, İlhan Ağabey daha önce neler neler söylemiş diye. Zaten yazımda, İlhan Ağabey daha önce şöyle yazmış diye belirtiyorum. Örneğin Kürt-Türk sorununun sınıfsal temele dayandığını söylüyor. Bu önemli bir şey. Bunu İlhan Selçuk 1993 yılında yazmış. 'Sorun sınıfsal temele dayanıyor' demiş. Yani Marksist bir gözle görüyor. Ve bu gibi şeyler unutuluyor. Şimdi bunları yazınca, adı da ilhan Selçuk olunca…
Bugünkü yazımda örneğin, Uğur Mumcu bir devrimciydi var. Ve faili meçhul cinayetler üzerine konuştuk, Cuma günü konuştum. Uçağa atladım, akşam İzmir'e geldim. O yazılar o şekilde oluyor. O yazılar her pazartesi günü, İlhan Ağabey yeniden sağlığına kavuşana kadar, yayınlanacak.

SOYOÐUL: İlhan Selçuk öyle düşünüyor. Siz Fethullah Gülen ile ilgili sürekli yazdınız ve sürekli mahkemelik oldunuz. Onu Türkiye için hep sürekli bir tehdit olarak, bir tehlike olarak gördüğünüzü yazdınız o yazılarınızda. Siz ne diyorsunuz şeriat tehlikesi ile ilgili?

FETHULLAH GÜLEN'İN TÜRKİYE'YE DÖNMESİNİ İSTİYORUM

ÇETİNKAYA: Türkiye'de tarikatları bir tehdit olarak görürüm. Bazı tarikatları. Yani eğitim sistemini ele geçiriyor. Sen eski bir eğitimcisin, önemini bilirsin. Bakın basit bir örnek vereyim. Ragıp Duran yazdı bunu. Le Monde'un İstanbul temsilcisini Paris'te bir okullarına götürüyorlar, gezdiriyorlar. Bu temsilci, Le Monde'a Fransızca bir yazı yazıyor. Fransız komünistleriyle ilişki kurmadıklarını, 25 milyar dolarları olduklarını, buna benzer bir takım şeyler. Bunlar bunu tercüme ederlerken, bunların hepsini çıkartıyorlar. Eksiltilmiş haliyle o röportajı Zaman'da yayımlıyorlar. Ragıp dünya görüşü belli bir insan, bunu yazdı. Ragıp'tan bir alıntı yaparak, ben bir köşe yazısı yazdım. Düşünebiliyor musunuz, adamın yazdıklarını değiştiriyorlar. Gazetecilik etiğinde bu var mı? Gazetecilik etiğinde bu yok. 1986'da sahte sağlık raporu aldılar, yargılandılar mahkemede. Bunlara ben nasıl güveneyim? Ecevit güveniyordu mesela. Ben güvenmiyorum. Bunlarla ilgili devletin istihbarat birimlerinin raporları var. Ben o yazıları yazarken, ya mahkeme tutanaklarından ya istihbarat birimlerinin raporlarından yararlanarak ya da onlardan ayrılıp bana gelenlerin anlattıklarına göre yazılar yazdım.
Ancak şunu da belirteyim, onlarla ilgili yazacak bir şeyim de kalmadı. Bakın böyle bir imece usulüyle bir banka kurulmaz, yüzlerce okul ve üniversite kurulmaz. Lokanta zincirleri kurulmaz. Sağlık zincirleri kurulmaz. Ben onlara şunu soruyorum: Bu değirmenin suyu nereden geliyor? Yani Özbekistan'dan kara Afrika ülkelerine kadar okullar. Yani Afrikalı öğrenci Türkçeyi öğrense ne olacak, öğrenmese ne olacak? Ne olacak?

SOYOÐUL: Fethullah Gülen'in Türkiye'ye gelmesinde hukuki bir engel kalmadı değil mi?

ÇETİNKAYA: Yooo. Gelsin Türkiye'ye ben dört gözle bekliyorum.

SOYOÐUL: Gelsin mi? Ne değiştirir bu?

ÇETİNKAYA: Gelsin tabii. Hiçbir şey değiştirmez.

SOYOÐUL: ABD'de olması ile Türkiye'de olması arasında ne fark var? Sizce niye gelmiyor?

ÇETİNKAYA: E vallaha kendisine sormak lazım. Herhalde rahatı iyi oralarda. Gelsin ama dört gözle bekliyorum. Bekliyorum, çünkü daha sık yazı yazarım. Uzakta şimdi, olmuyor… (kahkahalar)

SOYOÐUL: Araya başka konu karıştı soramadım. Taraf gazetesinin 'darbe anında tutuklanacaklar ve yararlanılacak gazeteciler' listesini yayınlamasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Çok tartışılıyor, daha da tartışılacak gibi görünüyor. Yılların gazetecisi olarak, nasıl düşünüyorsunuz? Ayrıca o listede bir tahrifat kuşkusu da var. Tahrifat var diyor bazı gazeteciler.

ÇETİNKAYA: Yapılıyor. Bunların hepsinde yapılıyor.

SOYOÐUL: Genelkurmay'ın daha önce benzer listeler yaptığını biliyoruz da, bunların doğruluğu bilinmeden yazılması, ne kadar doğru?

ÇETİNKAYA: Genelkurmay yapar bunu. Yazdım ben bunu. Genelkurmay camiye bomba attırmaz dedim ama gazeteciler hakkında çetele tutar. Başbakan da tutuyor çetele yalnız. Tetikçi bir gazete Ahmet Taner Kışlalı'ya çarpı koydular, öldürüldü. Danıştay. Bütün üyelerine çarpı koydu, bir kişi öldü, kaçı yaralandı. Böyle bir tetikçi gazetenin yöneticilerinin başbakanın uçağında en seçkin şekilde yer alıyor. Taraf'ın etiğine gelince. Bu tür listeler internetlerde dolaştı, daha önce. Veli Küçük'ün özel arşivinde bulundu dendi. Halbuki onlar sitelerde dolaşıyordu.

SOYOÐUL: Ama velev ki…

ÇETİNKAYA: Ama ben gazeteci etiği olarak baktığım zaman, o listeyi yayınlamam. Yayınlamazdım. Ama Balyoz haberini yayınlardım. Gazeteci olarak, haberi yayınlardım bak!
Bir de tabii, bakın Taraf'ı çıkaran kadroda, gazeteci yok.

SOYOÐUL: Ne var?

TARAF'IN YAPTIÐI GAZETECİLİK DEÐİL, MİSYON

ÇETİNKAYA: Gazetecilik köşe yazarlığı, kendimden örnek vereyim, Yalçın Bayer'den, Yalçın Doğan'dan örnek vereyim. Enis Berberoğlu'ndan, Umur Talu'dan örnek verebilirim. Bir muhabirlik dönemi vardır, ondan sonra yazı işlerinde çalışma vardı, ondan sonra bir şans gelir insana. Beklemediği anda bir şanstır. Köşe yazarı olunur. Köşe yazarı olarak doğulmaz. Gazeteci muhabirlikle başlayan süreçte ya muhabirlikle devam eder, ya da fırsattır o fırsat yakalanır; işte bu gazete içi dengelerden olabilir, bir başka gazeteye gidersin veya ondan olabilir. Taraf'ta bu arkadaşlar gazeteci değil. İçlerinde gazeteci olanları da ayıklıyorlar. Bunlar belli bir misyonda görevliler. Yasemin Hanım, Amerika'daki işini, kocasını bırakıyor, kocası CIA'da çalışıyor, biliyorsunuz. Bırakıp geliyor. Bu gazetenin bir geçmişi yok ama maşallah bütün bilgiler, belgeler bunlara servis ediliyor! Servisle geliyor bunlar, bir gazetecilik çabasıyla değil.

SOYOÐUL: Biliyorum çok yoruldunuz ve bir yemeğe yetişmek istiyorsunuz. Son bir soru. Biraz önce CHP'de partililerin yaşlarının yüksek olduğundan bahsettik. Peki, Cumhuriyet Gazetesi'nde genç yazarlar var mı?

ÇETİNKAYA: Şimdi, gazetecilik politikacılık değil. Bizim gazetenin kadrosuna baktığımız zaman, çok yaşlı değil. Yazar kadrosu dediğin zaman, doğrudur. Şimdi köşe yazarı, beyni çalıştığı sürece, eli kalem tuttuğu sürece, yazı yazabilir.

SOYOÐUL: Elbette, bu birikim zamanla olan bir şey.

ÇETİNKAYA: Şimdi bütün gazetelerde bu sıkıntı var. Onu söyleyeyim. Ama Taraf'ın yaptığı gibi de, sokaktan geçen adama da gel kardeşim yazı ver denmez. Önce Türkçesi düzgün olacak köşe yazısı yazacak adamın. Yaş ortalaması yüksektir, doğrudur. Ama şimdi Milliyet'in dış politika yazarı Sami Kohen 84-85 yaşında falan. Şimdi onun boşluğunu nasıl doldurabiliriz? Yazıyor yani. Sen yaşlandın, çekil bir kenara… Denir mi? Yok öyle bir şey.

SOYOÐUL: Yok yok, dediğim o değil. Yeni kalemlere, genç yazarlara da fırsat vermekten bahsediyorum.

ÇETİNKAYA: Bana yeni yazar bulun, gösterin bir tane alayım. Vakıf yönetim kurulu üyesi olarak, önereyim ben. Yazar yok biliyor musun? Geliyor 20 yaşında. Soruyoruz, 'nerede okuyorsun?' Marmara Üniversitesi ikinci sınıfta. 'Kaç yaşındasın?' 19 yaşında. 'Cumhuriyet'te ne yapacaksın?' Yazar olmak istiyorum diyor. Diyorum ki, 'önce gazeteci olacaksın.'
Bu neden kaynaklanıyor biliyor musun? 80 sonrası Türkiye'de üniversitede hocalar mocalar, birdenbire kendilerini köşe yazarı olarak gördüler. Bunlara köşe verildi. Oku, çoğunun yazdıklarını anlayamazsın. Bizim gazetede var, Cumhuriyet'te. Okuyorum ben, anlayamıyorum. Bazılarının yazılarını okuduğum halde anlamıyorum. Akademisyen. Ben 'profesyonel yazarlarla, profesör yazarlar' diyorum. Elbette olacak ama bir dengesi olacak. Bizim yaptığımız iş, Çetin Altan'ın ya da İlhan Selçuk'un yaptığı iş değil. Biz haber analizi yapıyoruz.

SOYOÐUL: Kökten gelecek, muhabirlikten gelecek yani yazar.

ÇETİNKAYA: Evet, işin özü o. Muhabirlik. Biz onu yapıyoruz. Gidiyoruz oraya buraya. Mesela ben köşe yazarı olarak 24 yıl olmuş, ben daha önce röportajcı olduğum için, bu tekniği köşe yazılarıma uyarladım. Kısa cümleler, herkes anlasın, bir entelektüel de anlasın, ilkokul mezunu da anlasın, tornacı da okursa anlasın. O şekilde anlatarak. Yalçın Bayer de buna örnektir. Pek çok yazar muhabirlikten gelerek köşe yazarı oldu. Haa tabi. Bu iş de muhabirliği öldürdü yalnız. Böyle de bir durum var.

FOTOÐRAFLAR: EMRE TAZEGÜL

BİLGİ:
* Millî bakiye: Nispi temsil ile beraber kullanılan ve oyların mecliste, en adil şekilde temsilini sağlayan seçim sistemi.
Millî bakiye sisteminde seçim bölgelerindeki milletvekili sayıları nispi temsil sistemine göre bulunur. Partilerin seçim çevrelerinde aldığı bütün artık oylar toplanır. Açıkta kalan milletvekili sayısına bölünerek milli seçim kotası bulunur. Her partinin elindeki toplam artık oy milli seçim kotasına bölünerek, bununla orantılı bir şekilde milletvekilleri dağıtılır.
Türkiye'de bu sistem yalnızca 1965 seçimlerinde uygulanmıştır. Bu seçimde Türkiye İşçi Partisi aldığı %2,5 oyla 15 milletvekili ile temsil hakkı kazanmış, Adalet Partisi %52 gibi yüksek bir oy almasına rağmen hükümet kuracak salt çoğunluğu az farkla sağlayabilmiştir. (Kaynak: Vikipedi)