16 Nisan itibariyle deyim yerindeyse karpuz gibi ikiye ayrılan Türkiye'ye ilişkin elbette yazılacak, söylenecek çok şey var. Bu sürece nasıl gelindi, sebepleri, sonuçları vs. Ama daha da önemlisi bundan sonra ne olacağıdır. Siyasette neler olacak, devlet yönetiminde neler değişecek dahası Türk halkı bu değişimi nasıl karşılayacak, nasıl tepki verecek?
*
Referandumun sonucuna ilişkin tartışmalar sürüyor, sürecek de…
Siyasi iktidar artık hem kendisini hem de topyekûn bir ülkeyi geri dönülmez bir yola sokmuştur.
'Patika teorisi' diye bir şey vardır. Brian Arthur adında İrlanda kökenli bir iktisatçının geliştirdiği teoriye göre, kendinizi bir patikaya sokarsanız, gideceğiniz istikameti belirleme imkanınızı kaybedersiniz; o patika boyunca ilerlemek zorunda kalırsınız. Yol size tabi değildir artık, siz onun emrindesinizdir.
Türkiye'nin içinde bulunduğu durumu bu teoriyle örtüştürmek mümkün…
Cumhurbaşkanı Erdoğan ilk olarak 'Başkanlık sistemi siyasetteki arzumdur' dediği 2003'te adımını attı bu patikaya… Belki çok daha önceden girdi bilemiyoruz.
Ama 7 Haziran'da 81 vilayette açılış görünümlü mitingler tertipleyip 400 vekil isteyerek başkanlık patikasında ne denli mesafe aldığını ortaya koyuyordu.
Sonuç tam bir hayal kırıklığıydı. Ama o bu patikadan çıkamadı. Teoriye göre artık Erdoğan girdiği yola tabiydi. Ne olursa olsun bu patikada yürümek zorundaydı.
Fırsatını bulduğu ilk anda (15 Temmuz darbe girişimi) başkanlık patikasındaki yolculuğunu bir sonraki evreye taşımaya karar verdi.
Ve 16 Nisan'ı yaşadık. Bitti mi?
Bence yeni başlıyor. Bu boyun Erdoğan'ı nereye götüreceğini kestirmek zor…
*
Aslında sadece Erdoğan değil pek çok siyasi aktör bir patikanın içinde bugün.
*
Devlet Bahçeli ve MHP'yi ele alalım mesela... Artık istikamet belirleme şansını, yetisini kaybetmiştir Sayın Bahçeli... Girdiği bu yolun emrindedir. Daha fazla dönemez. Dönse de kabul görmez… O patika Bahçeli'yi en fazla ikinci turda Erdoğan lehine çekileceği bir CB adayı yapar. Yani bir tavşan adaya dönüştürür. Sonrasında CB yardımcısı olup olmayacağı hem seçimin sonucuna hem de başkanın insafına bağlıdır. Bahçeli'nin ve de MHP'nin patikası oldukça sıkıntılı… Dahası nereye çıkacağı üç aşağı beş yukarı belli…
*
Meral Akşener'in patikası görece daha ferah bir kapıya açılıyor. Partiden atılmak, her türlü iftira ve suçlamalara göğüs germek gibi sonuçlara önceden katlandığı ve de patikanın en dar, en sıkıntılı noktalarını aştığı için bugün onu 'güneşli, güzel günler bekliyor' diyebiliriz. Kaderinde 2007 genel seçimlerinde Mehmet Ağar-Erkan Mumcu ikilisince katledilip, 22 Temmuz'da cenaze namazı kılınmış olan merkez sağı ayağa kaldırmak ve öteki siyasi eğilimlerden ekipleri bir noktada toplayarak Türk siyasetinde yeni bir yol açmak varmış gibi görünüyor. Aynı patikanın yolcuları Ümit Özdağ, Koray Aydın, Sinan Oğan da bu süreçlerde öne çıkan Akşener'in yanında durmak ve sıralarını beklemek durumunda kalabilirmiş gibi görünüyor.
*
Kemal Kılıçdaroğlu'na gelince; bir zamanlar değişimin simgesi olan Kılıçdaroğlu'nun yeni misyonu değişimin önünü açmak bence… Kurultayı toplamalı. Ve aday olmamalı. Bir adayın elini kaldırabilir, önerebilir de.. Önceki Genel Başkan Deniz Baykal'ın yaptığı gibi partisi için çalışmaya devam da edebilir. Ama daha fazla zorlamak Kılıçdaroğlu'nu giderek Bahçeli'nin durumuna düşürecektir.
*
Muharrem İnce ise iki yıl önce girdiği ve 400 oy alabildiği 'liderlik patikasında' en azından daha güçlü bir adaylığı bu süreçte hak etmiştir. Sokağın dilini siyasete dönüştürme konusunda oldukça başarılı olan İnce, 16 Nisan sürecinde parti tabanında oldukça geniş kitleler tarafından sempatiyle karşılandı.
*
Barolar Birliği Başkanı olsa da gözü siyasette olan Metin Feyzioğlu da en azından 3-4 yıldır aynı patikada yürüyor. Referandum sürecinde Hayır cephesinde parladı. Takdir gördü. CHP'ye başkan olmak, ya da yeni bir parti kurmak dahil pek çok seçeneği değerlendirdiği biliniyor.
*
Sadece partileri, liderleri, lider adaylarını değil topyekûn ülkece bir patikanın içindeyiz. Bu noktadan sonra yol bize değil, biz yola tabiyiz.
Yolun sonunda başkanlık sistemi var biliyoruz.
İstesek de istemesek de bu gerçekle yüzleşeceğimizin de farkındayız.
Bilmediğimiz, bilemediğimiz bir şey var.
Evetçi de bilmiyor Hayırcı da…
O gömlek bize dar mı gelecek bol mu?
Bu yolun sonunda huzur mu var kaos mu?
Herkesin tahminleri var. Ama o gömleği giymeden tam olarak bilemeyeceğiz.
Başkanlık sistemine ilişkin çok şey yazıldı, konuşuldu. Kişisel olarak başkanlık sistemine karşı değilim. Hiçbir zaman da olmadım. 16 Nisan'da mesele sistem değil sistemi kimin kumanda edeceğiydi birçokları için…
ABD tipi, kurumsalları oturmuş, güçler ayrılığı sağlanmış, iktidarın 5 yılda bir el değiştirebildiği bir sisteme neden karşı olayım ki!
Hatta 15 yıldır aynı parti, aynı kadrolarca idare edilen Türkiye'de iktidarın el değiştirmesinin ön koşulların birinin böyle bir sistem olduğunu da savundum dost meclislerinde.
Çünkü her beş yılda bir iktidarınızı devam ettirebilmek için yüzde 51'i bulmak zorundasınız. Ve yüzde 51 Türkiye gibi kutuplaştırılmış bir ülkede zor bir orandır. İktidar ülkeyi kötü yönetirse 7 Haziran seçimlerinde olduğu gibi 'Yüzde 60'a 40 tablo çok kolay yakalanabilir. Toplumsal muhalefet ortak adayların etrafında (Ekmeleddin İhsanoğlu gibiler hariç) toplanabilir. 16 Nisan'ı 7 Haziran'dan ayıransa şudur.
7 Haziran'da toplumsal muhalefet ağırlıklı olarak üç partiye dağılmıştı. Dahası en yakın oldukları, kendilerini ait hissettikleri partileri tercih etmişlerdi.
16 Nisan'da ise tek bir oyun Hayır'ın altında birleştiler.
Yani HDP'li ile MHP'li aynı oyu kullandı.
Belki de ilk kez oldu bu…