Hatırlayamamak. Çocukluğun acı, tatlı hatıralarını. Parlak bir yaz sabahı, güneşin doğuşunu. Mevsimlerin gelip, geçişini. İlk yaktığınız türküyü ya da cigaranın dumanını. Ellerinizle ördüğünüz patikleri, nakşetiğiniz beyaz kanaviçeleri. Bir yanınızda solan dünya. Bir yanınız kahkaha. Düğüm düğüm bağlanmış bohçadan, çıkartamadıklarımızdır hatırlayamadıklarımız. Bilinçli olarak hatırlamamayı seçeriz, susmasını isteyerek kötü anıların. Ne zaman bir ipucu belirse zihinlerimizde, diplere gömmek için yalvarırız usülden. 'Lütfen bana kendini hatırlatma'. Doğrusu budur kanımca. Her gün, yeni başlangıçlara yelken açabilirsiniz bu sayede. Yeni 'ben'ler' yaratabilirsiniz, arzularınızın ve yeteneklerinizin sörfünde. Yasak meyvayı tattığı günden beri, hatırlamak ile hatırlamamak arasında kıstrılmış ey insan! Bu senin zaferin... 'Dilediğini, dilediğin gibi hatırlamak', yalnızca senin özgür eylemin. Hiç kimse, sana, neyi nasıl hatırlaman gerektiğini dayatamaz. Buna sadece sen karar verebilirsin. Yaşanmışlıklar, senin belleğine sakladığın gibi kalsalar keşke! Bu dahi, olanak dışında. Deneyimlediğin ve duyumsadıkların, ince bir nakış gibi işlerler hatıralarını, her daim. Sen farkında olmaksızın. Bilinç yüzeyine çıkmadan önce, yoklarlar seni bir de. 'Sahi nasıl hatırlamak istersin o geceyi, ilk buluşmayı?'. 'Uğradığın şiddeti anlat deseler. O mu sana vurdu önce, yoksa ilk sen mi devirdin kadehleri?'. Hadi başla anlatmaya... Yıllar geçtikçe, aynı hikayeye, ya yeni bir ayrıntı eklenir, ya bir tarafı eksilir. Hafızan, sana oyun oynadığı için değil, sen bu oyunu kurguladığın için...

Hatıraların, kuytu bir köşede, inzivaya çekildiğini zannetme. Anılar neye baktığınla ve neyi işittiğinle çok ilgilenir. Bunlardan beslenir canlı bir organizma gibi. Bu nedenle, anıları olmuş bitmiş bir vaka gibi, fırlatıp, geçmişin kuyularına atamazsın. Modife edebilirsin ama. Izdırap veren anıları hatırlamamayı tercih edebilirsin. Mutlu anıları daha da mutlu kılabilirsin. İyileşmek mi istiyorsun, daha da çok kanatmak mı yaralarını, sen karar verebilirsin. Sık sık ağlayıp, içli bir çekişle ve gönül sızısıyla yad ettiğin hatıralarını düşün. Onlar mı sık sık ziyaret ediyor seni, sen mi her fırsatta çağırıyorsun onları? Hadi, dürüst ol desem. Kendine dahi itiraf edemediğin, mazoist yanınla, ölmeye tutunuyorsun, yaşamayı iteleyerek habire... Minik yaprakları kurutup, defter aralarında sakladığımız. Dokunacak kadar yanıbaşımızda. Düşleyemeyeceğimiz kadar uzaklarda. Çekmecelere sığdıramadığmız mücevher taşlarının arasında. Sarıp sarmaladığımız hatıralar! Sabah koşusu ya da askeri talim gibi, her gün rutin bir özenle uzanıp çıkarsak definlerinden. Kutsal bir ayin gibi, önlerinde diz çöküp, şarkılar söylesek karşısında mutlu anıların. Ne çok çoğalırız kendimizle. Ne çok zenginleşiriz, çocuklarımıza anlatacağımız mutlu masallarla.

Mutluluğu dilemek arsızlıksa, mutlu anıları özgürleştirmek, cesaret olsa gerek. Öncesinde, onlarla özdeşleşmeyi becermek geliyor. Çirkin ve kötünün zulmüne dur demek. Yaz akşamı serinliğinde, kumsala uzanmak. Denizin mavisine, yosunun yeşiline göz dikmek. Yunusların dansına, martıların çığlığına eşlik etmek. Böyle biriktirdiğiniz anılarınız yoksa da, inadına böylesine mutlu anılar hayal etmek. Mutsuz anıların yerine ikame etmek... Bir sayfalık mutlu anı yazmak mesala, her gün bitimi. Uzun soluklarda ya da her fırsatta, okumak tek tek.

Bir bakmışsınız, koca bir yaşam, kocaman mutlu anılar biriktirmişsiniz... Kim bu mutlu anıların size ait olmadığını iddia edebilir ki? Bunları yaşamadığınızı? Anıları yaratmak eylemine birinci derecede ortak olmayacaksanız da, başkaları mı müdahil olacak? Hayatı nasıl kurguluyamıyorsak, anıları bir o kadar kurgulayabiliriz, biliyorsunuz değil mi? Buna kimse engel de olamaz, itiraz da edemez. Mutlu yaşadım, mutlu öleceğim diyorsanız, mutlu yaşayacağınız ve mutlu öleceğiniz anılar biriktirin. Yaşam sevincinizi artıran mutlu anılar kurgulayın, mutsuz anıları atıp, her birinin yerine. Uyumadan önce, beş on cümleye sığdırabileceğiniz. Çok mu zor?