Türkiye 1 haftadır iktidar ile CHP’nin karşılıklı restleşmesinin getirdiği belirsizlikle yaşıyor.
AK Parti’nin muhalefete karşı sert tutumunu azaltıp azaltamayacağı, siyasette bir normalleşmenin olup olmayacağı belirsiz.
İmamoğlu’nu tutuklayıp iki ilçeye kayyum atayan yargının CHP’nin kurultayını iptal edip etmeyeceği belirsiz.
CHP’nin olağanüstü kurultayı yapıp yapamayacağı belirsiz.
Kurultay’da neler olacağı belirsiz.
CHP ne kadar itidalli gitse de sokağın tepkisinin neye evrileceği belirsiz.
Döviz kurlarının durumu belirsiz.
Uzar gider.
İktidar da muhalefet de belirsizliğin getirdiği korku atmosferi içinde siyasi arenada oyun kurarken topluma da düşe düşe sosyal anksiyete sendromu düşüyor.
Bu sisli ortamda gerek iktidar gerekse de muhalefetin konumlanışı konusunu biraz açmak gerekiyor. Sürecin nereye evrileceğini bilemediğimizden şimdiye kadar olan biteni bir süzgeçten geçirmekte fayda var.
Yazımız biraz uzun, ancak detay seven okurlarımız açısından yazının bir katkı niteliği taşıyacağına inanıyorum.
İKİ TARAF NE KAZANDI/NE KAYBETTİ?
-Operasyon siyasidir ve Erdoğan, potansiyel rakibi İmamoğlu’nu saf dışı etmek istemiştir.
-İmamoğlu, muhalefetin en etkili aktörü haline gelmiştir.
-Operasyonun ön seçim ile doğrudan bir ilişkisi bulunduğunu düşünenlerdenim. İki ayrı dosyada 90’ının üzerinde kişinin gözaltına alınması ile ilgili sürecin sandıkların kurulduğu saatlerde sonlandırılması ve İmamoğlu’nun tutuklanmasını buradan doğru yorumlayabiliriz. Burada iktidarın motivasyonu erken bir ‘şah’ çeken İmamoğlu’nun yargı eliyle mat etme hamlesiydi. “Dayanışma sandığı” hamlesi ise CHP’yi ‘mat’ olmaktan kurtardı. Sandıkların önünde devasa kuyrukların oluşması, CHP’nin verdiği rakamla 15 milyon kişinin sandığa gitmesi ve irade beyan etmesi, İmamoğlu’nu kahramanlaştırmış ve işleri iktidar nezdinde karmaşık hale getirmiştir.
-Erdoğan, kendisini zor duruma bırakacağını gördüğü İmamoğlu’nu bir şekilde devre dışı bırakmayı “şimdilik” başarmıştır. Özel’in “19 Mart darbesi vatandaşın duruşu ile engellenmiştir” açıklaması çok da yerine oturmamaktadır. Çünkü Ekrem İmamoğlu tutuklu ve bir belediyeye kayyum atanmış vaziyettedir. CHP Kurultayı’nın iptal edilip edilmeyeceği ise belirsiz. İşin bakiyesine bakıldığında elde milyonların katıldığı bir ön seçim ve kayyum atanamamış bir İstanbul Büyükşehir Belediyesi vardır. İki taraf için de buna bir zafer kazanıldı demek pek mümkün değil. Buna desek desek çifte Pirus zaferi diyebiliriz.
İKTİDARIN ÖNGÖREMEDİĞİ…
-İktidar, muhalefeti fena halde bunaltmıştır. Ancak iktidarın öngöremediği üniversitelerin siyaset sahnesine inmesi ve ekonominin beklentinin üzerinde yara almasıdır. İktidar üniversitelerin bu kadar reaksiyon vereceği tahmin edemedi. Siyaset sahnesine inen üniversitelerin kendi iç mekanizmaları sebebiyle kontrol edilebilmesi çok mümkün olamayabilir. Eylemlerde göze çarpan noktada da tam da buydu. CHP’yi de oldukça zorlayan bir öğrenci hareketi oluştu. Diğer yandan son 1,5 yıldır devam eden kemer sıkma politikaları ile elde edilen gelirlerin 1 günde eriyip gitmesi iktidarı oldukça zorlayacaktır. 2028’de yapılacak seçim öncesi ekonomide rahatlama beklentisinin hüsranla sonuçlanma ihtimali yükselmiştir. Vatandaş artık kemerin son deliğini takmış durumda ve oluşan hasar toparlanmayabilir.
İKTİDARDA BİR BÜTÜNLÜK GÖRÜNMÜYOR
-İktidar cenahında stratejik yönden tam bir bütünlük hali de görünmüyor. Aylarca toplanan delillerle İmamoğlu’nun “terör” dosyasına sokulması, tutuklanma talepli adliyeye sevk edilmesi, yargının attığı geri adım ve aynı gün “hükümeti devirmeye teşebbüs”ten gözaltına alınan Gazeteci İsmail Saymaz’a ev hapsi verilmesi de yürütülen soruşturmaları tartışmalı hale getirmiştir. Buna “diploma” konusuna da eklemek gerekir. Mayıs seçimlerinden sonra kurulan teknokrat ağırlıklı kabine ile Türkiye’nin yüzünün batıya döndüğüne ilişkin değerlendirmeler yapılırken 1,5 yıl sonra yaşananlar bir çelişkidir. İmamoğlu’nun tutuklanması, belediyeye kayyum, kongre iptali gibi radikal adımlara piyasalar ve toplum reaksiyon gösteriyor. Bu anlamda hükümet, bütünsel bir strateji izlediğini bize göstermiyor. Alınan kararlar iktidar içinde birbiri ile didinen klikleri de hareketlendirebilir. Uzun süredir devam eden kemer sıkma politikaları ile ekonomide elde edilen gelirlerin bir gözaltı kararı ile buhar olması, rezervlerin erimesi, borsanın çakılması iktidar içerisindeki kesimlerce mutlaka ele alınacaktır.
İKTİDARIN KONSOLİDASYON ÇALIŞMASI BU KEZ TUTAR MI?
-Diğer yandan iktidar, Cumhurbaşkanı Erdoğan eksenli bir toparlanma arayışı içerisinde… AK Parti seçmeninin konsolide edilmesi için ilk adımlar atılmaya başlanmış durumda… Erdoğan’a edilen hakaretler ve polise yapılan mukavemet üzerinden iktidara elverişli bir malzeme yaratıldı. AK Parti’nin yaşananları lehe çevirmek ve kendi kitlesini konsolide etmek adına kendisine yakın mecralar üzerinden algı çalışmaları başlamış durumda. Bir süredir kitle konsolidasyonu konusunda işlerin iyi gitmediği –Suriye meselesinde estirilmeye çalışılan hava düşünüldüğünde- AK Parti’de bu kez başarı sağlanıp sağlanamayacağını izleyip göreceğiz.
15 MİLYON KİŞİNİN SANDIĞA GİTMESİ TARİHSEL BİR OLAYDIR
-Muhalefet yaşananları darbe olarak nitelendirdi. Bu darbe tanımının bir retorik olup olmadığı ilk 2 gün anlaşılamadı. Eğer bu bir darbeyse CHP, ilk 2 gün beklenen direnci gösteremedi, hazırlıksız bir görüntü verdi. İlk gün Genel Başkan Özel, taziye evine gider gibi İmamoğlu'nun evine gitti. İkinci gün üniversitelilerin bastırmasıyla ancak sokağa inildi. 3. günde Saraçhane’nin teslim edilmemesi merkezli bir tutum sergilendi. Saraçhane’nin simgesel hale getirilmesi ve ön seçimdeki dayanışma sandığı ile CHP, meşru bir siyaset zemini oluşturmak istedi. 15 milyon kişinin sandığa giderek İmamoğlu’na destek vermesi tarihsel bir olaydır ve CHP’nin hanesine yazılmış bir artıydı.
BOYKOT, ERDOĞAN’A NEFES ALDIRDI
-Saraçhane’ye kayyum atanmaması sonrası ise yeni bir konsantrasyona ihtiyaç oluştu. Burada Genel Başkan Özgür Özel’in süreci toplumsallaştıracak işleri istenen düzeyde bana göre yapamadı. Bazı firmalara boykot kararı ve medyaya karşı alınan tutumlar toplumun ortak reaksiyon göstermesi noktasında atılan adımlardı. Tüketimden gelen güç kullanılmak istendi. Bu durum bir reaksiyon yaratsa da Erdoğan’a nefes aldırdı. Kitlenin tüm enerjisiyle Erdoğan’a yüklendiği bir pozisyonda tepkinin başka bir noktaya, EspressoLab’a yönlendirilmesi enerjiyi bir yanıyla böldü. 1 haftadır bunaltan/bunalan Erdoğan, Özel’in bu hamlesi ile bir nevi nefes aldı.
SARAÇHANE, BİR LİDER ÇIKARAMADI, YAVAŞ SENDELEDİ
-Muhalefet, Saraçhane’de İmamoğlu’nun rüzgarını sahada estirecek bir lider çıkaramadı. İmamoğlu’nun boşluğu ne Özel ne de Mansur Yavaş tarafından doldurulabildi. İlk gün yaşanan yalpalama, diğer siyasi partilerin ve anlayışların eyleme istenen düzeyde dahil edilememesi, özellikle İstanbul’da Saraçhane dışına çıkılmaması Özel hanesine yazılan eksilerdi. Eylemlilikler daha toplumsal hale getirilmesi belki Erdoğan’ı daha da sıkıştırabilirdi. Eylemlerin Saraçhane’ye sıkışması ve orada Özel eliyle sonlanması İmamoğlu’nu hapse attıran Erdoğan için memnuniyet verici olmuş olabilir. Diğer yandan kurultayın iptal edilme olasılığı da CHP’yi içe çeken bir durum oluşturmuş olabilir. Saraçhane mitinglerinin sonlanmasının da bununla alakalı olarak değerlendirilebilinir.
Mansur Yavaş ise kendisini büyütecek bir süreci heba etmiştir. İmamoğlu’nun tutuklanması sonrası dizginleri ele alması noktasında beklentilerin yüksek olduğu Yavaş tam tersine “bir sonraki dönem aday olmayacağım” açıklaması yapmıştır. Yavaş, belki de kendisine yönelecek bir operasyonu engelleme eğilimine girerek Külliye’ye “bana dokunmayın, vazgeçtim” mesajı da vermiş olabilir. Diğer yandan Saraçhane’de yaptığı konuşma ile de DEM Parti seçmeni ile de arayı iyice açması da kendi gelecek planı açısından sorunludur.
SİYASET SAHNESİNE İNEN ÜNİVERSİTELER
-Muhalefet kendi içinde bütünlük yaratsa da –parti içi grupların tartışmayı bir kenara bırakması, Yavaş’ın tavrı- İmamoğlu’nun gözaltına alınması sonrası ortaya sınırları zorlayan bir öğrenci hareketi çıktı. Temel motivasyonu özgürlük ve demokrasi olan kalabalık öğrenci gruplarını İmamoğlu’nun gözaltına alınması adeta tetikledi. Kemer sıkma politikalarının yarattığı ekonomik sıkıntılar, hayat pahalılığı, geleceksizlik gibi sorunları gençlerin sükunetle kabullenmesini beklemek biraz zordu. Normalleşme taleplerine rağmen iktidarın normalleşmeme yönündeki tutumu, öğrencileri sokağa itekleyen faktör oldu. Bu durum bir yandan CHP’ye taze kan taşısa da bir yandan endişelendirdi. Gençler çok öfkeli ve hırçındı. Özgür Özel’i dahi yuhlamaktan çekinmiyorlardı. CHP’den kendisine ayrıştıran üniversiteliler polis barikatlarının önüne giderek cüretkar biçimde direndiler. CHP, üniversiteliler ile arasında mesafe koymasaydı kalabalık gruplar manipüle edilmeye açıktı.
DEM PARTİ’NİN SAHAYA İNMEMESİ EN ÇOK ERDOĞAN’I SEVİNDİRMİŞTİR
-Bu hengame içerisinde gözden kaçmaması gereken bir diğer konu da DEM Parti’nin süreç içindeki tutumuydu. DEM Parti, sık sık Saraçhane’ye giderek İmamoğlu’nun tutuklanmasını eleştirirken CHP ile de dayanışma halindeydi. Ancak DEM Parti’nin yoğun oy aldığı Doğu illerinde Diyarbakır’daki cılız bir eylemin dışından geniş katılımlı eylemlerin olmaması dikkat çekiciydi. Bu duruma en çok da Erdoğan’ın sevindiğini söylemek mümkün. Yeni çözüm süreci ile önümüzdeki günlerde ele alınması beklenen anayasa değişikliği sürecinde DEM Parti’nin anahtar rolde olması bekleniyor. Ve uzun bir süredir muhalefet üzerinden kendine rol devşiren DEM Parti, bir tavır almak zorunda bırakılabilir. DEM Parti’yi bekleyen tehlike de burada… Anayasa değişikliği sürecinde Erdoğan’ın iktidarının devamı yönünde alınacak bir tavır DEM Parti’nin bütünlüğünü bozabilir. Keza doğu illerindeki DEM Parti seçmeni ile büyükşehirlerde yaşayan Kürtler farklı pencerelerden değerlendirmeler yapıyor. Bu durum son seçimde oy oranlarına da yansımış durumda… Erdoğan’ın önünü açacak bir anayasa değişikliğine evet denmesi batı illerindeki Kürt seçmeni daha fazla CHP’ye itekletebilir. Bu doğaldır. Çünkü ekonomik krizden Türk adar Kürt de etkileniyor, evinin kirasını, faturalarını ödemekte zorlanıyor.
ZAFER PARTİSİ VE SOSYALİSTLER…
-Bir diğer parantez açılması gereken nokta ise Zafer Partisi’nin eylemlerdeki son 2 günlük performansı idi. Açık bir çağrı yapılmasa da kapalı devre biçimde Zafer Partisi üyesi olduğu anlaşılan, bozkurt işareti yapan gençlerin görünür biçimde sahaya inmeleri de bir detay olarak verilebilir. Zafer Partisi’nin sahaya inişi duyarlılıkla sokağa inen üniversiteli gençleri etkileme potansiyeli bulunmaktadır.
-Sosyalist sol ise kızıl bayrakları ile yine sahadaydı. Her zaman olduğu gibi eylemlerde en öndeydiler. Bu eylemlerin soncunda çok sayıda sosyalist gözaltına alınarak tutuklandı. Etki gücü zayıf olsa da sosyalist sol eylemlilik sürecinde en ağır hasar alan grupların başında geliyor. Sosyalist sol, kendi özbenliğini koruyamadığı ve yurt dışına kapak atan Anglosakson şeflerinin 2000’lerin başında keşfettiği “sınıfsız sol” anlayışından gıdasını almaya başladığı günden beri ne işçiler arasında ne sendikalarda varlık gösteremedi. Her sohbette ağızlarından düşürmedikleri “proletarya”yı, siyaset sahnesine yine çekemedi. Özbenliğini yitiren sosyalist sol, bunun bedelini bazen Kürt milliyetçilerinin bazen de nefret ettikleri “burjuva siyaseti”nin stepnesi olarak ödemeye devam ediyor.
Türkiye’yi uzun soluklu ve gerilimli bir süreç bekliyor. Şu an için iki cenahta zafer duygusu hakim… Bir kanat kendisini en zorlayan rakibini egale ederken diğer kanat darbeyi engellemek ile övünüyor. Siyasette normalleşme belirtisi görülmüyor. Bu uzun soluklu mücadelede birisi kaybedecek, birisi kazanacak.
Tünelin ucu şimdilik görünmüyor.