Bugün Pazar…

Hiç bitmeyen sevgi ve saygıyla...

Atatürk'ü bu köşede anma ve hatırlama günü...

Bir kez daha...

Az bilinen yaşanmış bir öyküyü paylaşalım...

Bunu yaparken de...

“Bazen zifiri karanlıkta, küçük bir mum ışığı bile pek çok şeyi aydınlatmaya yeter! Karanlıkta ıslık çalmayın! Aydınlık için siz de bir şey yapın! Bir mum da siz yakın!” diyen...

Egeli edebiyatçılardan Metin Sert’i, saygıyla analım...

***

Dil yarası çok kötüdür...

Kolay kolay geçmez; acısı da, izi de...

Gerçek dışı yakıştırma ve iftira da dil yarasına girer kimi zaman...

Pek çok örnek var böyle...

Hem günümüzden, hem de geçmiş zamanlardan arta kalan...

Mehmed Kemal, “Denemeler Eklemeler” adlı eserinde...

Atatürk ve Nazım Hikmet arasında geçen...

Bir konuyu hatırlatıyor...

***

Atatürk'ün yakın dostlarından Ali Fuat Cebesoy...

Nazım Hikmet'in dayısıdır...

Buna karşın Atatürk ile Nazım Hikmet arasında...

Yakın dostluklar pek görünmüyor...

Aslında söylentisi yoğun hatıralar bunlar...

Çok yakın dostluklar gerçekleşmemiş ama...

Bu konuda pek çok söylenti üretilmiş...

Kitapta yazılanlara göre, uydurulan olay şöyle:

***

Gazi Mustafa Kemal Atatürk...

Dolmabahçe’de arkadaşları ile sofradalar...

Gazi Paşa, Nazım Hikmet'i çağırtmış...

Ancak Nazım Hikmet, evine gelen polislere...

Ne desin beğenirsiniz:

“Atatürk'e söyleyin, ben Denizkızı Eftelya değilim... Gecenin bu saatinde gelmek istemiyorum...”

***

Nazım Hikmet'in...

“Kemal Tahir'e Mapushane'den Mektuplar” adlı kitabında ise...

Aynı konunun farklı bir anlatımı var...

Hasan İzzettin Dinamo, ünlü şaire cezaevinde sorar yukarıdaki söylentiyi... Nazım Hikmet’in  şu yanıtı verir:

“Halk her zaman efsaneler yaratmaktan hoşlanır...

Gerçi Atatürk'le aramızda benzer bir olay geçti ama...

Konunun aslı anlatıldığı gibi değil...

Eş dost, siyatik için Yalova kaplıcalarını salık verdi...

Çocukların rızkından kesip, kalktım oraya gittim...

Baktım, biraz sonra Atatürk yanındakilerle birlikte gelerek...

Biraz ötemde bir masaya oturdu...

Ben, onları görmezlikten geldim... 

Ne benim rahatım kaçsın, ne de onlarınki diye düşündüm...

Siyatikli halimle kimseye bir rahatsızlığım olmasın istedim...
Yaverlerinden biri yanıma gelerek:

“Nazım Hikmet Bey, Paşam sizi masasına çağırıyorlar” dedi...

Ben de yavere...

Şunları söyledim:

“Kardeşim; Paşa Hazretlerinin masasına çağrılmak...

Benim için çok büyük bir onurdur...

Maalesef bacaklarımdaki siyatik öyle sıkıştırmaya başladı ki... İnlemeden şuradan şuraya gidecek bir hal kalmadı...

Lütfen söyleyin beni bağışlasınlar...”

Söylediklerimin hepsi bu kadar...

Ne var ki...

Güya...

Atatürk’ün yaverine...

“Arkadaş yanlış kapı çaldınız; ben Denizkızı Eftelya değilim... Siz gidin O’nu çağırın...” demişim...

Ben aklımı peynir ekmekle mi yedim ki...

Ulusal Kurtuluş Savaşımız’ın en büyük kahramanına...

Böyle kaba bir söz söyleyeyim?”

Bunlar da Nazım Hikmet'in bizzat anlatımı...

***

Aynı olayın bir de karşı taraftaki yansıması önemli...

Atatürk'ün masasındaki durum da var tabii...

İşin bu yanını da...

Türk - İngiliz edebiyatı profesörü...

Yazar, filolog, çevirmen ve sosyalist siyasetçi Mina Urgan...

“Bir Dinazorun Anıları” adlı eserinde anlatıyor...

***

Nazım Hikmet'in dediği gibi...

Atatürk ve çevresindekiler...

Nazım Hikmet'in bulunduğu havuzun kenarında...

Az ilerideki bir masaya otururlar...

Masada Mina Urgan’ın annesi ve o zamanlar...

Henüz 10 yaşlarında olan Mina Urgan’ın kendisi de vardır...

***

Nazım Hikmet'in de orada bulunduğunu fark eden Atatürk...

Şiir okuması için...

Nazım’ı masasına davet eder...

Ne var ki...

Nazım Hikmet'in gelmemesi üzerine...

Gazi Paşa bir süre sessiz kalır ama...

Nazım Hikmet'i süzmekten de geri kalmaz...

Ardından da ...

Kalbinden geçenleri seslendirir:

“Yazık oldu! Aramızda adam gibi bir tek kişi vardı, ama onu da gücendirdik...”

Bunlar da Mina Urgan'ın anlatımı...
Siz yine de hangisine isterseniz ona inanmakta özgürsünüz tabii...

Nokta...

Hamiş 1: O, mavi gözlü bir devdi. “Ben, bir insan, ben bir Türk şairi Nazım Hikmet, ben tepeden tırnağa insan, tepeden tırnağa kavga, hasret ve ümitten ibaret...” dedi... Vatan hasretiyle öldü. Otobiyografisinde “Doğduğum şehre dönmedim bir daha, geriye dönmeyi sevmem” diyordu. 1902’de doğduğu Selanik’e hiç gitmedi, tıpkı terk etmek zorunda bırakıldığı memleketine  dönmediği gibi... Nazım Hikmet’in ülkesinden ayrılmasına yol açan davalar, uzun hapislik yılları ve yaşadığı baskılardı... O dönem Türkiye’deki sosyalist ve komünistlere yönelik cadı avları, sonu gelmez davalar ve hapislik birçok aydını hedef almıştı... (Fatma Vurgun’un kaleminden...)

Hamiş 2: Askeri isyana teşvikten iki ayrı davadan toplam 28 yıl hapis cezasına çarptırılan Nazım Hikmet, Atatürk’e mektup yazdı, “Adalet istiyorum” dedi. Ancak mektup ağır hasta olan Atatürk’e iletilmedi...

Sonsöz: Her gelen sevmez ve hiçbir seven gitmez unutma... Bil ki; giden dönüyorsa sevdiğinden değil, kaybettiğindendir aslında! / Nazım Hikmet ...”