Dünyadaki dört insandan biri obez veya fazla kilolu… Yani yaklaşık 2 milyar şişmandan söz ediyoruz. Buna karşın 800 milyon yetersiz beslenmiş insanın bir arada yaşadığı bir dünyada, yenilen ve içilenler gezegenimizin geleceğini tanımlamada temel bir soru olmaya devam ediyor. Bu iddia, gıda üretimi, dağıtımı ve tüketiminin iklim değişikliğini ve sosyal adaletsizliği tetikleyen ana faktörler arasında yer almasıyla destekleniyor.Görünen o ki ölümcül derecede kusurlu bir gıda sistemi ile karşı karşıyayız. Bu durum sadece gıda endüstrisi profesyonellerini ilgilendiren bir şey değil. Hepimizin ortak sıkıntılarından söz ediyoruz.
Dün sabah KRT'de Köy Koop İzmir Başkanı Neptün Soyer ile katıldığımız yayında 'biz geleceği savunuruz' derken işte bunu kastetmiştim. Yayından sonra telefonla arayan ya da çeşitli whastapp gruplarından yazan dostlara 'geleceği savunmak' derken ne demek istediğimi anlattım ama yine de böyle bir yazıyı kaleme almak şart oldu.
Bizim gönüllüsü olduğumuz ve İzmir'de kurduğumuz SlowFood'geleceği savunmak' adına çözümler ve vizyonlar öneren, yeni paradigmalar, yeni yaklaşımlar talep eden bir platform.
SlowFood başarılı bir şekilde yoluna devam ediyor. Görünen o ki herkes için iyi, temiz ve adil gıda talepleri yayılmaya devam ediyor. Bu fikirleri varoluş nedeni yapan bir hareketin varlığından haberdar olmayanlar arasında bile ilgi giderek artıyor.
2007'de İzmir'e gelen SlowFood kurucu lideri Carlo Petrini'bizim derdimiz ürünleri ve üreticileri savunmak' demiş ve iyi üreticiler olmadan iyi ürünlerin olmayacağını dile getirmişti. Daha iyi ürünler için yaptığı çağrı elbette devrim niteliğinde bir misyon değildi ama insanların başarabileceği bir mevzu olarak anlaşıldı. Ve ne güzeldir ki artık daha çok insan geleceği savunuyor.
Gittikçe daha fazla mutfak profesyoneli yemek dünyası için mantıklı olduğu için 'SlowFood' öğretisine bağlılar. Şefler, güvenebilecekleri üreticilerin mümkün olan en taze malzemeleriyle yemek pişirmek için çabalıyorlar. Bazı şefler bahçeler, bostanlar kurdular ve yemekleri için ürünleri yetiştirmeyi kendilerine görev edindiler.
Bazen bu köşede uluslararası yarışma sonuçlarını açıklıyorum. Büyük ve ciddi bir yarışma için anket yapılan 2 binden fazla şefin üçte birinden fazlası kendi bahçelerinde ürettikleri ile mutfağa girdiğini söylemiş. Bu da harika bir gelişme değil mi?
'Gelecek için göreviniz onu öngörmek değil, onu olanaklı kılmaktır. Gelecek düzenlenmesi gereken şimdiki zamandan başka bir şey değildir onu tahmin etmeye çalışma; yolunu aç' demişti Antoine de Saint-Exupéry. Ne kadar da haklı çıktı değil mi?
Uluslararası SlowFoodBaşkanıPetrini'nin bir süre önce kaleme aldığı 'Gıdanın Geleceği Manifestosu'büyük ses getirdi, getirmeye devam ediyor. Bu manifesto sürdürülebilir tarımı, gıda egemenliğini, biyoçeşitliliği ve tarımsal çeşitliliği gıda üretimine ilişkin karar verme gücünü yerelleştirerek güçlendirmeyi amaçlıyordu. Manifestonun 'Sanayileşmiş Tarım Modelinin Başarısızlığı' başlıklı ilk bölümü bugün de tartışılıyor ama sonuç bence ortada.
Pandemiden önce büyümekte olan açlık şimdi zirvede. Topraksızlık ve yoksullaşma küresel ölçekte ele alınması gereken küçük çiftçilerin temel sorunları olarak önemini koruyor. Küçük ölçekli çiftçileri yoksulluğa sürükleyen, küçük ülkeleri savunmasız bir gelecek ve uzun mesafeli gıda ticaretinin bir sonucu olarak çevresel kirliliğe taşıyan sistemi AB Parlamentosu da şimdi tartışıyor. Cevaplanması gereken soru net: Nasıl düzelteceğiz.
Yani aslında bütün dünyanın sorunu sosyal olarak sürdürülebilir tarım ve gıda sistemi.
Öte yandan dünyanın dört bir yanındaki şehirler, SlowFood uygulamalarını ve öğretilerini topluluklarının dokusuna uyguluyor. 'Cittaslow' olarak adlandırılan bu şehirler, Cittaslow unvanını alabilmek için zorlu bir süreçten geçiyor. Uygun şehirler daha sonra sürdürülebilir tarım uygulamaları, arazi kullanımı ve altyapı, çevre politikası, yerel gıda ekimi ve hazırlama desteği, geleneksel zanaat ürünlerinin korunması ve Kent Konseyi'ne yerel katılım ve katılım dahil olmak üzere altı başlık grubu ve 54 mükemmellik alanında değerlendiriliyor ancak o zaman bu unvanı alabiliyorlar.
Şimdi aklı başında insanlar şu sorulara cevap arıyorlar: 2033'te gezegenimiz nasıl olacak? Ne büyük eksiklerimiz olacak? Su için savaşlar olacak mı? Geleceği tahmin etmenin bir yolu yok, ancak güçler sürekli olarak iş başında ve olası yarınları şekillendiriyor.
Önlenemeyen göçler, artan kentleşme, aşırı nüfus, iklim değişikliği ve alternatif enerji kaynaklarının geliştirilmesindeki yetersizlikler…Ekilebilir arazi kıtlığı, küresel ısınma, su savaşları ve artan dünya nüfusu…Tek seçeneğimiz var: Geleceği savunmak.