Kentimizde nadir bulunan, gerçek entelektüellerden biridir Uğur Yüce… Yıllardır dostlarına bazen ulaşılması zor, bazen okumak için vakit bulamayacağınız kitapların özetlerini gönderir. Ayrıca www.ozetkitap.com adlı bir site kurdu ve bu çalışmaları oraya da yüklüyor… Bizim gibi 9 günlük tatilde sadece 3 gün ayağını uzatabilecek durumda olanlar için ideal bir kaynak 'özetkitap'… Özeti okumak bile ciddi vakit işi…

Uğur Yüce, sitenin girişine şöyle yazmış: Tüm iyi niyetimize rağmen; lisan sorunu, zaman sorunu, orijinal kitabı temin güçlüğü, çok fazla sayfa adedi, televizyondan vakit kalmaması, tembellik. Sebep ne olursa olsun, YETERİNCE OKUMUYORUZ. Bu milli ve önemli sorunun bir nebze hafifletilmesi amacı ile yıllar önce bir karar verdik, okuduğumuz kitaplar içerisinde ülkemizin bugünü ve/veya geleceği için yararlı gördüklerimizi özet ile tercüme ederek paylaşmak.

**

Bayram tatilinin ilk 4 gününde her gün iki özet okuyarak kaçırdığım özetleri tamamladım. Okuduklarımın hepsi paylaşılmaya değer mevzular… Ama en kıymetlisi Cehalet adlı kitap… Uğur Bey; 'Dünyamızın 20. Yüzyıldan itibaren bilimsel alanda muazzam bir sıçrama gerçekleştirdiği ve gelişmenin bir geometrik dizi halinde büyümeye devam ettiği hepimizin malumu. Peki, nasıl oluyor da bu durumda gittikçe azalması gereken cehalet de aynı sürat ile gelişiyor?' diye soruyor.

Nörobiyolog Stuart Firestein'in (Prof. Dr.) ilk basımı Ekim 2014'de yayınlanan 150 sayfalık ' Cehalet – Bilimi ileriye taşıyan Güç'( How it drives science) adlı eserini 14 sayfada paylaşıyorum' diyerek paylaşmış…

Memleketim içinden geçmekte olduğu zorlu süreçlerin ana nedeni konusunda Prof. Doğan Kuban gibi düşünen biri olarak ben de cehaleti çok önemsiyorum. Prof. Firedstein'in bazı sözlerini şu uzun tatilde paylaşıp okuyabilen herkesi bunları düşünmeye davet ediyorum.

***

Eski bir deyim insanı, 'Karanlık bir odada Siyah bir kedi bulmak oldukça zordur, özellikle de odada hiç kedi yoksa.' Bu deyim bana, bilimin günbegün nasıl ilerlediğini anlatan uygun bir tasvir olarak çarpıcı geliyor. Karanlık odada el yordamıyla etrafı yoklamaya, tanımlanmayan eşyalara çarpıp tökezlemeye, güçbela algılanan hayaletleri aramaya benzetilen bu bilimsel ilerleme görüşünün, pek çok insanın, özellikle de bilimci olmayanların görüşüne ters düştüğünü biliyorum.

***

Prof. Firestein'in şu sözlerinin güzelliğine bakın: Cehalet türlerinden biri, kasıtlı aptallıktır: basit aptallıktan daha kötü bir durum, olgulara ya da mantığa karşı toy bir kayıtsızlıktan ileri gelir. Bu tür cahiller farkında değildirler, aydınlanmamışlardır ve şaşırtıcı ama bilgisizdirler ve çoğunlukla seçkin makamları işgal ederler.

Ancak, bilginin belirli bir durumunu betimleyen ve o kadar da berbat olmayan bir başka cehalet anlayışı daha var: Bir şey hakkında olgudan, kavrayıştan, içgörüden ya da netlikten mahrum olmak. Bu, bireylerin bilgiden yoksun oluşu değil, bilgide toplumsal bir boşluktur

****.

Bilgi, esaslı bir konu. Cehalet ise daha esaslı. Üstelik daha da ilginç. Belki bu ifade kulağınıza tuhaf geldi; çünkü hepimiz bilgi elde etme peşinde koşarız ve cehaletten kurtulmayı umarız. Bunu nasıl yapacağımızı, nasıl elde edeceğimizi, çeşitli uğraşlarımızda başarıyı nasıl yakalayacağımızı bilmek isteriz.

O halde, bilgiden sonra ne geliyor? Belki sizler bu sırayla düşünmüyordunuz ama ben cehaletin ardından bilginin değil bilginin ardından cehaletin geldiğini söylüyorum. Her ne kadar günümüzün lise öğrencileri büyük ihtimalle, 17. yüzyılın sonunda Newton'ın bildiğinden daha fazla bilimsel bilgiye sahipse de günümüzün uzman bilimcileri, 21. yüzyılın başında mevcut bilginin ya da enformasyonun çok ama çok küçük bir miktarını biliyor.

İlginçtir, kolektif bilgimiz artarken, cehaletimiz azalıyor gibi görünmüyor. Cehalet' (ignorance) kelimesiyle Google'da arama yaptığınızda 37 milyon sonuç geliyor; 'bilgi' (knowledge) kelimesi ise 495 milyon sonuç veriyor. Bu, Google'ın kullanışlılığını ama aynı zamanda önyargısını da yansıtıyor. Bilgiden çok cehalet olduğu kesin. Bu yüzden de daha çok yapacak iş var.

***

Dünyayı anlamanın tek meşru yolunun bilim olduğu propagandasını yapmıyorum; öyle olmadığı açık. Pek çok kültür, bilimsiz mutlu mesut yaşadı, hala da yaşıyor. Fakat bizimki gibi bilimle incelik kazanmış bir kültürde, vatandaşların bilime kayıtsız kalması tehlike potansiyeli taşır; tıpkı maliyeye ya da hukuka kayıtsız kalmalarının tehlikeli oluşu gibi. Üstelik iyi bir vatandaş olmanın ötesinde, bilim, göz ardı edilemeyecek kadar eğlenceli ve ilginç.

***

İki aşığı bir araya getiren mucizevi koşullan hep merak ederiz. Gezegeni mesken tutmuş 7 milyar insan içinde birbirine öyle uyan bu ikisi birbirlerini nasıl bulmuşlar? Bunun ihtimali nedir? Aslında bu ihtimal oldukça yüksek; muntazaman vuku bulmasının sebebi de budur. Her şeyden önce, dünyada her birimiz için 'mükemmel' tek insan olduğunu düşünürken yanılıyoruz. Muhtemelen binlercesi var. Çoğunlukla bir ilişkiyle başlarız ve sonrasında ya ilişki mükemmelleşir ya da boşanırız. Bilimsel meselelerde de bu durum mu geçerli? Kesinlikle soru yokluğu çekilmediği umarım iyice anlaşılmıştır

***

Cehalet kelimesini çoğunlukla, ilkel ya da aptalca bir inanç kümesini belirtmek için kullanırız. Aslında cehalete dair bu 'açıklamanın' çoğunlukla ilkel ya da aptalca olduğunu söylemek gerekir; üstelik cehaletin farkına varmak, bilimsel söylemin başlangıcıdır. Bir şeyin bilinmediğini ve anlaşılmasının güç olduğunu kabul ettiğimizde, bunun araştırmaya değer olduğunu da kabul etmişiz demektir

***

Batı biliminin başlangıcı, genellikle Galileo'nun geç Rönesans'ta İki Büyük. Dünya Sistemi Hakkında Diyalog kitabını yayımlaması sayılır. Bize öğretildiği kadarıyla, bu kitabın, adı kötüye çıkmış bir şekilde evrenle, yani o zamanki adıyla gökle ilgili dine aykırı önermelerinden dolayı Galileo'nun başı Kilise iktidarıyla ciddi derde girmiştir. Fakat Kilise babaları Kitabı Mukaddes'in her sözüne inanan halka bunu nasıl anlatacaklarını bilemiyorlardı. Kilise babalarını endişeye sevk eden unsur, dine aykırı da olsa fikirler değil, bu fikirlerin geniş kesimlere yayılma olasılığıydı. O din adamları haklıydı; çünkü Galileo'nun dönüm noktası çalışması, ana dillerde bilim eserleri yayımlanması geleneğini başlattı: Descartes Fransızca, Hooke İngilizce, Leibniz Almanca vb. kitap bastı. Bilimin ampirik yöntemlerini halkın doğrudan tecrübe etmesinin, Batı ortaçağ düşüncesinin alameti olan büyü ve gizem düşüncelerinin kültürel dönüşüm geçirip modern söylemin akılcılığına kaymasından sorumlu olduğu düşünülür.

İşin doğrusu, halkın bilime erişebilmesi, Galileo'nun 1652'de yayımlanmış kitabıyla başlayan Rönesans'ın bilimsel ilerlemeye en büyük katkısı olmuş olabilir. Gelgelelim günümüzde böyle bir durumdayız ki bilim, sanki klasik Latinceyle yazılmış gibi halkın erişemeyeceği bir konumda. Vatandaşlar, birincil bilim etkinliğinden kopuk durumda sadece basın yayın aracılığıyla ikinci elden haber alıyorlar.

***

Son sözü Doğan Kuban söylesin yine de: 'Peki ama, üniversitelerinin sayısı neredeyse 180'i bulan bir ülkede böylesine vahim bir cehaletin egemenliğinden nasıl söz edilebilir?'