Bir önceki yazımda yazılmakta olan şiirden bir bölüm yayınlamıştım.

Özellikle yakın dostlarım akrabalarım tarafından kısmen endişeli, karamsar, umutsuz bulunmuş, abim Özer Yılmaz bile yazının altına şiirin son bölümünü aklından bile geçirme' diye yorum yapmış.

Öncelikle dostlarımın, okuyucularımın bu endişelerine teşekkür ediyorum.

Kemoterapi alanların bağışıklıkları azalır, vücut korunamaz hale gelir. İşte bu durumda olanlar için en büyük tehlike enfeksiyon kapmasıdır. Ben hayatı çok ciddiye alan biri değilim. Onun için toplumdan uzak durayım maske takayım gibi tedbirleri almadım, almıyorum da. Çünkü kendimi hiçbir zaman hasta gibi hissetmedim, hissetmek de istemiyorum. Ziyaret etmek isteyenlere de misafirim olarak geleceksen gel. Ama hasta ziyaretine gelme diyorum.

Bunları yazmaktaki amacım elbette şahsi sorunlarımı paylaşmak değil.

Hasbelkader üç beş satır yazanlardan olarak her nerede, hangi ortamlarda olursam olayım belki mesleğimin de gereği olarak olaylardan insanlardan hikayeler çıkarmaya çalışırım. Şiirde böyle bir hikayeler manzumesidir.

Bir kadın geldi bulunduğumuz bölüme, kızını arıyordu. Ağlıyordu. Bir sakin ol dedik, bir bardak su verdik, ne oldu anlat dedik.

Anlattı:

Kızı yirmibeş yaşındaymış, kanser olmuş. Babası ben kemoterapi aldırmam deyip duyduğu her karışımı ilaç diye içirmiş. Belli ki alternatif tıp simsarlarının eline düşmüş. Hatta önermişler eşek sütü dahi içirmiş. Elbette hiç birisi çare olmamış ve bütün vücudunu sarmış. Çocuk ağrılardan duramıyor. Hastahaneye getirmişler yer yok adam kızı alıp gitmiş.

Neyse kadın telefonla kocasını arayacak konturu yok, hemen bir telefon bulundu bu seferde numarayı bilmiyor. Şu numara bulucular vasıtasıyla bulduk, aradı kadın.

Şimdi bir başka hastahaneye götürmüştür diye düşüneceksiniz. Hayır, acıları azalsın diye Çankaya civarında gezdiriyormuş. Kemeraltı'nın da o civarda, aktarlarında o civarda olduğunu düşünürsek niye bir deniz kenarına değilde Çankaya'ya götürdüğünü anlamışsınızdır herhalde.

Ne yazık ki o anda telefonum yanımda olmadığı için aramalar benim telefonumdan yapılmadı. Baba diye geçinen bu mahlukatın adını da not edemedim. Telefonu kullandıranı da sonradan bulamadım. Eğer bulabilseydim bu mahlukatın hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunacaktım.

Bu düpedüz cinayet.

Şimdi karamsar diye bu hikayeyi yazmayayım mı ey dostlar.

Yazmamın asıl nedeni bilime dikkat çekmek.

Kendi tecrübelerimle insanları uyarmak bilime yöneltmek.

Bilimsel anlamda kullanılan alternatif tıpa lafımız yok elbette.

İstanbul'da yaşayan Erzurum'lu nineye oğlu, ana Erzurum'a kar yağacakmış demiş. Ninede, sahipsiz memleket karda yağar yağmurda, demiş.

Bizim memlekette böyle sahipsiz bir memleket olduğu için Alternatif Tıp Simsarlar her yeri kaplamış durumda. Prof. Ünvanlı simsarlar mı ararsınız. Dolandırıcı simsarlar mı ararsınız, hepsi var. Bundan 7-8 sene önce Ankara'da bürosunda kanser otu satan avukat bile gördüm. Yani simsarlığın mesleği yok.

Bu arada yasaların yetkilendirdiği gerçek simsarların bu simsarlarla ilgisi yok, yanlış anlaşılmaya.

Herhalde ürettiği balın on katı bal satma mucizesi sadece bizde mevcuttur. Ah birde ürettiğimizin on katı sanayi ürünlerini satabilme başarırsak değme keyfimize diyeceğim ama onu da naylon faturalarla yapıyorlar.

Dikkat çekmek istediğim ikinci husus kanser artık çaresiz bir hastalık değil. İnternetteki bilgi kirliliğine bakmayın. Neredeyse her türe farklı ilaç bulmuşlar.

Sadece geç kalmayın.

Ben belki biraz geç kalmama rağmen Kent Hastahanesinde Doç. Dr. Gürbüz Görümlü' nün tedavisi ile kanseri yendim.

Ha birde hastalığınızı duyup da 'kaçıncı evre' diye soranlara gülüp geçin. Onlar en az bir onbeş yıl öncesinde kalmışlar.

Bu gün iki şiir olsun

KAPILAR

Şimdi sarı bir kurdeleyle dolaşıyorum

Vurulmasın diye papatyalar

Gökkuşağının altın ayazı

Suçlu bir tarih gibi süzülür

İsli gömleğimin yakasından

Ve yakam urganlarından darağaçlarının

/eski bir ocağa kiremit dizer

ıslanmasın diye çocuklar/

Yağlasak kapıları uyuyacaktı sokak

Uyuyacaktı sarı şiltesinde

Niçinlerini yumurtlayan sığırcık

Bir mevsimde biz yazacaktık

Sarımsak yalnızlığa

Sokul ey kırılgan ahbaplığım

En masum düşlere hükmedecek yargıç

Kırılan kalemlerde iki defa yazarsın kaderini

Biri benimle susamak özgürlüğe

Biri seninle sevişmek yalnızlığı

Ve hatta kuyuya atılan gölgeyiz

Gök kadar temiz

ARAMAZLAR

Ey tanrı ararlar seni

Kafada kurarlar seni

Hayale yorarlar seni

Özlerinde aramazlar

Görünürsün uçan kuşta

Sıcak yazda soğuk kışta

Bıraktığın dağda taşta

İzlerinde aramazlar

İnsana yüklerler sanın

Kulu olurlar insanın

Gece gören yarasanın

Gözlerinde aramazlar

Güzün toprağa atılan

Yazın yaşama katılan

Rüzgar ile anlatılan

Sözlerinde aramazlar

Dereler olup ta akan

Toprağın altından çıkan

Dokununca eli yakan

Közlerinde aramazlar.