Toplumsal bellek zayıftır. Toplumlar aylar içinde unutur.
Belleksizlikle malul toplumların bu özelliğini en çok siyasetçiler seviyor olmalı.
Belleksiz topluma, bireyleşen insanın korkaklığı da eklenince, kapitalist dünya düzeninin ideal toplum tipi çıkıyor ortaya. -Sistem bizi daima korkularımızdan yakalamıştır. Bu nedenle, korkaklığımızı bir aşağılama gibi almamak lazım.-
Belleksiz ve korkak kişilerin çoğunlukta olduğu toplumlarda yapısal oluşumlar, sistemin efendilerinin arzularına göre gerçekleştiğinden; böyle toplumlarda, zulme, sömürüye ve adaletsizliğe başkaldırı, yüzyılda bir falan oluyor…
Bu durumun tek istisnası gençlerdir. Onarı da siyasetten nefret ettirdiğimiz için, siyasal yaşam, tam da iktidar zümresinin arzuladığı türden dikensiz gül bahçesi kıvamındadır.
Bu dikensiz gül bahçesinde günlerimiz siyasal statükonun girdabında akıp giderken, geçen yıl, Gezi eylemleriyle birlikte bir şeylerin değişmeye başladığına tanık olduk. Galiba umutlar yeniden yeşeriyor.
Bugün ülkemizde gerek iktidar, gerekse muhalefet saflarında merkezde aktif siyasete katılanların çoğu belleksiz ve korkaktır.
Merkezde siyaset yapanların ortak özelliğidir; Efendilerinin izin verdiği kadar ileri gitmek… Nitekim gezi eylemlerinde ödleri koptu. Eylemlerde, kıyıda köşede göründüler ama başlarının derde gireceği yerde, 'aklımı peynir ekmekle yemedim' diyerek geri durmayı bildiler. 'Aklını peynir ekmekle yiyen gençlerimiz' kendilerini eylemlerde belanın ortalık yerine adeta fırlatıp atarken kılları bile kıpırdamadı. Şimdi ise bir 'Gezicilik' muhabbetidir gidiyor. Gezi eylemlerinde o barikatları kurarak meydan okuyanlar sanki onlardı.
Ne zaman ki İstanbul burjuvazinin eylemlere, iktidar talep etmeyen sosyal bir başkaldırı olarak, sıcak baktığı görüldü, herkes bu eylemler üstüne düşünmeye ve dersler çıkarmaya başladı.
Ne tesadüf, eylemleri yapan o büyük gövde, siyasi partilere mesafeli duran gençlerden oluşuyordu. Yani merkez siyasetinin uyuşturamadığı çocuklar.
Eylemlere katılanların çoğu CHP'ye oy veriyor fakat verdikleri oyun hemen altında şöyle bir not var; 'Erdoğan'a dua edin!'
Merkezde siyasetin kalibresi budur; ikiyüzlü ahlak anlayışının belirlediği siyasetin günlük akışı içinde, 'ne verirsem ne alırım hesabında', kaygan zeminde siyaset yapmak…
Aslında, ardına düşecek birileri olmadan asla kıpırdayamayan munis ve itaatkar kitlelerin siyasetten tam olarak ne bekledikleri benim meçhulümdür.
Siyaseti geçim kapısı yapanları anlayabiliyorum. Siyasetten para kazandıkları sürece hiçbir şey onların umurunda değildir. Yani siyaseti iş olarak yapıyorlar.
Bu insanların siyaset niyetine yaptıkları işler ise ancak kurnazlıkla izah edildiğinde bir anlam kazanabiliyor. Ne yazık ki bu anlamın siyasal karşılığı, ülkenin kötü yönetilmesidir.
Oy veren bir insanın sürekli aynı hatayı tekrarlaması, iflah olmaz hastalık gibi…
Belleksiz, korkak, cahil ve kurnaz… Siyaset yapanlar kendilerinde bu özelliklerin bir kısmını veya tamamını barındırıyorsa, ortaya çıkan tabloda; yoksulların, kendilerini daha da yoksullaştıranları omuzlarda taşıdığını görebiliriz.
Aziz Nesin'in yarattığı 'Zübük' karakterini ölümsüzleştiren de tam olarak bu gerçekliği üreten toplumdur.
Bileşik kaplar meselesi; insan kalitesi ne ise, siyasetin düzeyi de o oluyor.