Ülkenin birinde, bir gün batımında duyduk ki devrim olmuş. Güneşin söndüğü, ışıklarını yeryüzünün bu yarımküresinden çektiği kuytularda, başyüce zorbayı alaşağı eden insanların yüzleri öyle aydınlanmış ki sevinçten nidalar atıp, birbirlerini kucaklamışlar! Yetmemiş. Geceler, gündüzler boyu şenlikler yapmışlar, coştukça coşmuş, mutluluktan adeta kudurmuşlar. Günlerce, haftalarca, aylarca devrim ateşi yakıp, etrafında pervane olup şarkılar söylemiş, dans etmişler. Hem kadınlı, hem erkekli...Doğrusu bütün bu eğlenceleri fazlasıyla hak etmişler. Dile kolay! Koca bir devrimin düşlerini kadın, erkek, çoluk, çocuk nicedir hep beraber kurarlarmış. Böylesi bir dayanışmaya, dostluğa ve yoldaşlığa da ancak böylesi görkemli kutlamalar yaraşırmış...

Gel vakit git vakit, çok geçmeden, herşey yavaş yavaş sükunete ermeye başladığında ise, ülkenin yeni yöneticileri, ilk iş olarak, birlikte devrim sevincini paylaştıkları kadınlara dönüp demişler ki: 'Bu zamana kadarki yaşadığımız bütün sorunların, zulmün, kötülüklerin ve günahların sebebi aslında sendin. Senin yüzün. Senin saçın. Senin sesin. Senin gülüşün. Hatta senin gölgendi. O yüzden sen ne kadar az görünürsen, ne kadar az konuşursan, ne kadar az gülümsersen herkes o kadar rahat eder. Sen az konuştukça hak ve özgürlük taleplerini dillendirenlerin sesleri daha çok duyulur. Sen az güldükçe, hayata küskün olanların yüzü daha çok güler. Sen şarkı söylemeyi unuttukça, ağıtlar daha az yakılır'. 'Çünkü sen az konuştukça üretim ve refah daha çok artacak; sen az güldükçe bilim daha çok gelişecek; sen az göründükçe ülke askeri, ekonomik, teknolojik alanlarda diğer ülkelerden daha üstün bir rekabet gücüne ulaşacak' diye de ilave etmişler. Kadınlar bu söylenenlere inanmasa da razı gelmek zorunda kalmışlar. O günden sonra, saçlarını, seslerini, yüzlerini, gülümseyişlerini hatta gölgelerini birbirlerinden bile saklamaya çalışmışlar.

Ardından yıllar yılları kovalamış. Kadınlar şarkı söylemekten, saçlarını rüzgarda savurarak yürümekten, coşkulu kahkahalar atmaktan vazgeçtikleri halde o ülke ne üretimde, ne refahta, ne bilimde, ne siyasi, askeri ve teknolojik alanların herhangi birinde ileri gidebilmiş, ne de diğer ülkelere bir fark atabilmiş. Tam tersi, ülkede herkesin yüzü daha az güler olmuş. Özgürlük taleplerinin sesi tamamen kesilmiş. Şarkılar hepten unutulup, her yerden ağıtlar yükselir hale gelmiş... Ülkenin yöneticileri şaşkın şaşkın avuçlarını ovalayıp, 'yaşanan tüm olumsuzlukların, geriye gidişlerin, başarısızlıkların ve kötülüklerin sorumluları olarak kadınlardan ve bilimum farklı kimliklerdeki bireylerden başka, daha kimleri sorumlu tutabiliriz' diye kara kara düşünürlerken; kara kaşlı, kara gözlü 22 yaşındaki bir genç kadın, saçlarının her bir telini korkusuzca ve neşeyle rüzgara teslim etmiş. Ülkenin yöneticileri bu kadının saçlarından, gülüşünden ve cesaretinden o kadar çok korkmuşlar ki, görgü tanıklarının ifadelerine göre, 'gözaltına alıyoruz' deyip öldüresiye dövmüşler. Üç gün sonra da genç kadın için 'kalp krizi geçirip öldü' demişler.

Ancak ülkedeki kadınlar da, kadınlara 'daha az konuşun, daha az gülün, daha az görünün' diye buyuran erkeklerin çoğu da artık kendilerine söylenenlere bu kez inanmamışlar ve razı gelmemişler. Öyle ki içlerinden bir kadın, gözaltında öldüğü iddia edilen genç kadın için 'Baraye' yani 'Uğruna' adında bir şarkı bile bestelemiş. Ve bu şarkı bir anda tüm dünyada o kadar hızla yayılmış ki, Grammy Müzik ödüllerine en çok aday gösterilen şarkı olmuş. Türkçesi 'Uğruna' adında olan bu şarkıyı, dünyanın dört bir yanındaki kadınlar bakın ne uğruna haykırmaya başlamışlar;

'Sokaklarda dans etmek uğruna/ Kadınlar için/ Normal bir yaşam için/ Çöp toplayan çocuk ve hayalleri için/Yıpranmış ağaçlar için/Masum köpekler için/Huzur için/Refah için/Vatan için/Kadınlar, yaşam ve özgürlük için/Erkekler için'...

Yanlış okumadınız! Evet, 'Erkekler uğruna'! Kendilerine; gülmeyi, görünmeyi, saçını göstermeyi, şarkı söylemeyi yasaklayan erkekler uğruna da şarkı söyleyebilen tüm bu kadınlara selam olsun!