Daha çok 'yerel' çerçevede kalmaya çalıştığımız Ege TV'deki 'Söz Meclisten İçeri' programına, uzun süredir 'genel' konularla giriş yapmak durumunda kalıyoruz; çünkü genelin derdi, yerelin önüne geçecek kadar büyük oluyor genelde. Ülkenin çivisi yerinden çıkınca, yere düşerken çıkardığı ses de tüm sesleri bastırıyor çünkü…
Keşke bastırmasa da…
Sokağımızı, semt pazarımızı, ulaşımımızı, çocukluğumuzun geçtiği okulumuzu, her dakika burun buruna olduğumuz güzellikler kadar aksayan, yerinden oynayan her vidayı an be an yazabilsek, tekrar tekrar dile getirebilsek…
Ve ah keşke, ara sıra 'incir çekirdeği' mevzuları, hayatın sıcak renklerini de araya sıkıştırabilsek, hüngür hüngür güldüren 'saray' mahreçli görüntülere muhatap olmasak…
Salı akşamlarının klasiğine, dün de dünyadan, Paris katliamından giriş yaptık. Saatlerce/günlerce pek çok boyutuyla tartışılabilecek/konuşulacak bir konuya, minik bir dokunuş yapabildik program süresi ve formatı gereği. Duygu ve düşüncelerimizi, özetin özeti haliyle paylaşabildik meslektaşlarımızla.
Bırakın siyasi düşünceleri/ideolojiyi, insan cephesinden bakabilen her insanın şiddetle kınayıp lanetlediği bu terör eyleminin geride bıraktığı izler arasında en yararlı bulduğum iki tartışmanın dikkatimi çektiğimi söyledim orada da.
Batı'nın ikiyüzlülüğünün çok kalın harflerle bir daha gündeme gelişiydi biri, diğeri de uzun süredir terörle yan yana anılan İslamı, özellikle bu camianın insanlarının sorgulayışıydı. Başka bir deyişle, derinlerde fısıltıyla süren ve derinlerden gelen seslerin, bu saldırının ardından yükseldiğini duymaktı.
Batı'nın ikiyüzlü, bir yandan kendine demokrat, öte yandan azgın emperyalist/zalim tarzına karşı, sol kesimin (sadece bugün, bu saldırıdan ötürü değil) her daim dillendirdiği gerçeğin Paris'teki alternatif yürüyüşle tescillenmesi…
50'nin üzerindeki ülkeden devlet temsilcisinin katılacağı resmi eyleme katılmayı, yaşanan katliama yıllar yılı ideolojik altyapı hazırlamış ülke temsilcilerinin arkasında yürümeyi reddetmiş sol temsilcilerinin açıklamaları…
Afrika'daki 18 eski sömürgesini yakın 'ekonomik markaja' almak ve uranyum kaynaklarını kaptırmamak için Mali'yi işgal eden neo-con/sosyal demokrat Hollande'ın tam ortada durduğu, yas numaralı gözlükleriyle kadraja dahil olanların 'ulusal birlik' çağrısına karşılık 'insan birliği'ni destekleyen… Bu olaylar dindikten sonra alınacak güvenlik önlemlerinin ırkçı boyutlara ulaşabileceği ve Müslüman azınlığın potansiyel suçlu olarak damgalanması tedirginliğini paylaşan sol grupların, davet edilen devlet temsilcilerine öfkesi…
'Kendi ülkelerinde basın özgürlüğünü kısıtlayan, Basın Özgürlüğü Raporuna göre 180 ülkeden 154. olan Türkiye ve 159. olan Mısır'dan devlet temsilcilerin özgürlük yürüyüşünde ne işi vardı' gibi sorgular… İyiydi.
Bir başka iyilik de 'gerçek İslam bu değil!' 'İslam barış demektir…' söylemine bu kez yüksek sesle bir kez daha tanık olmamızdı.
'Kaç İslam var? Şiddetin İslam'da teolojik bir zemini var mı? Öldürmek ve ölmek için yola çıkanların İslamı'nı yaratan ne? İslam'a göre 'zalim' kim? Müslümanlara göre kendinden olmayanla birlikte ve eşit yaşamak mümkün mü?' tarzı uzayıp giden bir dolu sorunun yüksek perdeden soruluyor olması…
Paristeki terörist eylemlere 'ama' ile yaklaşanlara da;
'Mali'de, Nijerya'da, Afganistan'da, daha nice yerde El Kaide, Taliban, Boko Haram, IŞ(ID), vb. cihatçı radikal yapıların binlerce masum insanın ölümüne neden olan terör eylemleri kimleri cezalandırmayı amaçlıyor? Mali'deki, Nijerya'daki, Yemen'deki yoksul ve yoksun ve de Müslüman insanları kadın, çocuk, yaşlı demeden neden öldürüyorsunuz, neden cezalandırıyorsunuz?
İslamî hareketlerin selefî cihatçı radikalleşmesini sadece ya da başat olarak Batı karşısında İslamın ezilmişliği ile açıklamaya kalkıştınız mı, Mali'de saz çaldığı için kolu kesilen Müslümanı, okula gittiği için kaçırılan ve seks kölesi yapılan kız çocuklarını, Nijerya'da, Suriye'de, Şengal'de vahşice öldürülen, kaçırılan, satılan, ırzına geçilen kadın, çocuk sivil halkı neyle, hangi tepkiyle açıklayacaksınız? Onlar, zaten emperyalist-kapitalist süper güçlerin kurbanları değiller mi? Ya İslam dünyasının boğazına kadar battığı mezhepçilik ve mezhep savaşları? Bırakın Ortadoğu'yu Türkiye'de bile mezhep gerginlikleri, mezhep çatışmaları yaşamıyor muyuz? Kahramanmaraş'ların, Çorum'ların, Sivas'ın anısı henüz taze' hatırlatmalarının yapılması… Çok iyiydi…
Tam da bu noktada Oya Baydar'ın bugün köşesindeki tespit de bıçak gibi giriyor insanın kafasına ama…
'İslamiyet nereye gidiyor, kendini nasıl yenileyecek, yüzlerce yıllık yenilgi, ezilmişlik ve mağduriyet travmasının yarattığı kindar, intikamcı, tepkici psikolojiden nasıl çıkacak? sorusu beni aşar' diyen Baydar, cümlesini şöyle tamamlıyordu:
'İslam içinden filizlenen yeni düşünceler, sorgulamalar olduğu, ne zamandır tartışmaların sürdüğü bir gerçek. Hıristiyanlıkta bu zorlu süreç en az 500 acılı, kanlı, zulüm kıyım dolu yıl aldı. Tarihin önüne geçilmez, İslamiyet de tarihe uyacak kuşkusuz. Ve görülen o ki bu süreç de acılı, zorlu olacak…
Türkiye deneyimi, bütün aksaklığına, kırılganlığına rağmen evrensel insanî değerleri benimsemiş demokrat, özgürlükçü, çoğulcu laik bir Müslüman ülke ihtimaliydi.
Erdoğan AKP'si şimdilik bu ihtimali ortadan kaldırdı.
Her kesimden inançlı, inançsız, Müslüman, laik demokratların yeniden düşünmeye ve davranmaya başlamaları gerekiyor. Başarılabilir mi? Bu ayrışmış, düşmanlaşmış, birbirinin sözünü anlama yeteneğini kaybetmiş toplumda bir vicdan buluşması gerçekleşebilir mi? Kısa dönemde mümkün olabileceğini sanmıyorum. Uzun dönemde ise, en azından ben ölmüş olacağım…'
Oya Hanım kadar 'endişeli' ama onun kadar 'umutsuz' olmadığımla noktalıyorum…