Bizim kuşak bilir, anne/babalarımızın, öncesinde de ninelerin/dedelerin yaygın/sıkça kullandığı bir dua/dilek vardı: 'Allahım aklıma mukayyet ol.'

Çok da anlamlandıramadığımız bu sözün anlamına kavuştuğu, 'akla mukayyet olunacak' günlerden/haftalardan/aylardan geçiyoruz uzun süredir. Aklın ve sabrın sınırlarının zorlandığı karanlık günlerden…

*

Biz yeni bir hayatın acemileriyiz

Bütün bildiklerimiz yeniden biçimleniyor

Şiirimiz, aşkımız yeniden,

Son kötü günleri yaşıyoruz belki

İlk güzel günleri de yaşarız belki

Kekre bir şey var bu havada

Geçmişle gelecek arasında

Acıyla sevinç arasında

Öfkeyle bağış arasında...(C.Süreya)

*

Günde bazen bir değil birkaç yazı birden yazdıracak muhteviyat varken, çevremizden içimizi ferahlatacak bir nefes, bir ses, bir aydınlık gelmesini beklerken, soruyor dostlar, arkadaşlar, okurlar. Niye yazmıyorsun?

'Neler yapıyorsun' diye soranlara yanıtım 'insan olmaya çabalıyorum, insan kalmaya…' oluyor kısaca da 'Niye yazmıyorsun'un cevabı daha uzun, daha karmaşık. Çetrefil…

Aklımda öylesine izdiham var ki, her şey, bütün okumalar/bütün çıkarsamalar öylesine iç içe birbirine girmiş ki, neyi çekip çıkarsam hepsi birbirinin üzerine yıkılacak ve bir daha toparlanamayacak gibi… Ortalıkta mebzul miktarda olan 'yanlış bile değil' denebilecek türden, insanda iki çift laf etme iştahı bırakmayan yazılara ya da sözlere bir katkı da varsın benden olmasın diye…

'Sonunu göremediğimiz, başlangıcını unuttuğumuz bir tünel gibi' zaman…

'Görmeme-duymama-konuşmama-toplumu' yaratma yolunda telaşlı hoyratlık devam ederken sessizleşmek, sessiz kalmak, sessizliğe sığınmak, belki doğru geldiğinden… Konuşmaya gerçek anlamını sağlayan şey, sessizliğin ta kendisi olduğundan ya da…

'… Oysa sessizlik içimizde bekleyen insanı olgunlaştırır. İçimizde bekleyen sesleri açığa çıkarır. Bizi kendimizle karşılaştırır. Sessizlik insanı daha az fevrî kılar. Yavaşlatır.

'Sakin ol/ Duvardaki tuğlaları dinle/ Sessiz ol, onlar/ Senin ismini söylüyor/ Kimsin sen/ Kimsin?/ Kimin sessizliğisin?

Evet, sessizlik konuşur. Sessizlik dilin ebedî akışıdır. Konuşmakla kesintiye uğrar.

Bir keşiş, üstadına sormuş: 'İlk Kelime nedir üstad?' Üstad sessiz kalmış. Keşiş, başka bir üstada gitmiş ve bu hikayeyi anlatmış. 'İlk Kelime sana zaten söylenmiş' demiş bu üstad. Sükût, içimizde keşfedilmeyi bekler. Onu keşfetmekle, kendimizi keşfetmiş oluruz.

… Sükût, evet kimilerinde ahmaklığın bir örtüsü oluverir. Kimileyin incinebilirliğe karşı bir zırh olur. Ama sessizlik seçilebilir de. Gürültünün ortasında insan kendisini doğru bir varoluştan uzaklaştıran her türlü sese kulak tıkayabilir. Cep telefonunu kapatabilir. Lüzumsuz lakırdıdan perhiz yapabilir. Sözü uzatmayabilir. İnsanı ve alemi, sessizliğin verdiği zenginlikle temaşa edebilir. Kendisini anlatmak telaşından geri durabilir. Böcekleri, yaprakların hışırtısını, okuldan dağılan çocukların neşesini dinleyebilir. Bir bulutun yer değiştirirken çıkardığı sese, 'bir hançerin paslanırken çıkardığı gürültü'ye kulak kesilebilir. Konuşulmayan hakkında susmayı deneyebilir. Dile gelmeyenin sesini araştırabilir.' (Kemal Sayar/Merhamet)

Bir sessizlik seremonisi değilse de 'seçilmiş bir sessizlik' benimkisi…

Ve sessizlikte 'Kitaplar, insanların kaderlerini değiştirir' diyen Dominguez'e uyup belki kaderimi değiştirecek kitabı bulurum umuduyla kitaplara sarılmak, okumalara geri dönmek…

Bir de tabii,

'Her zaman kırılan cam kesmez insanın etini...

Kırılan güç, kırılan heves...

Kırılan hayal,

işitmesini bilene, kırılan onurdaki ses' de var elbet…

Sessizlikte siz de duyabilirsiniz kırılan gücün, hevesin, hayalin, yüreklerdeki denizin sularının çekilişinin sesini. Duyuyorsunuzdur da muhtemelen.

'…Son kötü günleri yaşıyoruz belki

İlk güzel günleri de yaşarız belki'