Türkiye kimilerine göre bir kalkışma kimilerine göre de bir darbe girişimine sahne oldu. Tabi ki bu arada 'Biz çok darbe gördük, okuduk, öyle bir yöntem olmaz' diyenler de var. Bir darbenin nasıl olacağını uzun uzun anlatanlar, darbenin oluşması için gereken ortamın ne şekilde hazırlanması gerektiğini de izah ediyor. Bir de 'darbe gördük ama kendi halkını öldürenini görmedik' diyenlerin sayısı da azımsanamayacak kadar büyük. Çünkü son, 12 Eylül 1980 darbesini yaşayanların büyük bölümü halen hayatta ve yaşamını sürdürüyor. Üstüne başkanlık sistemi ve Anayasa değişikliğinin tartışıldığı bir süreçte yapılanın bir kurgu olduğunu düşünen kesim de yok değil... Bu konuda sosyal medya organları başta olmak üzere çeşitli platformlarda gündeme getirilen fikirler zaten mevcut.

Peki böyle bir durum bekleniyor muydu? Genel olarak tecrübeliler başta olmak üzere, stratejistler hatta yabancı ülkelerin istihbarat servisleri bile bu kadar büyük bir projeyi beklemediklerini rapor ediyor. Tabi ki böyle bir karşı hamleyi hükümet ya da iktidarda olanlar da beklemiyordu. Bu konuyla ilgili yapılan en erken tahmin ve yorum Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın olayların olduğu akşam yaptığı 'Askerin içinde gündüzden bu yana bir hareketlilik vardı' ifadesi oldu. Bundan daha ötesi ve öncesi ne resmi olarak ne de gayri resmi olarak bildirilmiş, öğrenilmiş değil. Meselenin sadece Fethullah Gülen/PDY yapılanması olmadığı, bu kadar sistemli ve organize bir hareketin başka kesimler ve yapılar tarafından da desteklendiği de kesin…

Genelkurmay başkanının rehin alındığı, kuvvet komutanlarından haber alınmadığı, kamu kurumları ve stratejik yerlerde dehşete düşüren görüntülerin geldiği bir ortamda anladık ki toplum da psikolojik olarak çok etkileniyor. Geçen süre içinde birçok kişi 'darbe oldu, bu iş tamam' anlayışı ile 'buna izin vermemeliyiz, mücadele etmeliyiz, vatandaşlık görevimizi yerine getirelim' anlayışı arasında sıkışıp kaldı. Bu duruma sosyal medya üzerinden yapılan kampanyalarla 'temel ihtiyaçların kısıtlanacağı algısı' işi daha da farklı boyuta getirdi. Bir gece içinde birçok yerde bankamatiklerde uzun para çekme kuyrukları, fırınlarda ekmek, marketlerde yiyecek alma kuyrukları oluştu.

Bu arada siyasi partilerin de liderlerinin sağduyu ve durum karşısındaki açıklamaları toplumu ve kitlelerin yönlendirilmesinde etkili oldu. Darbeden, cuntadan ve askeri her türlü müdahaleden zarar gördüklerini ifade eden yüzlerce kanaat önderi isim sürecin karşısında durdu. Milli irade kavramının hiçbir şekilde ne asker, ne yargı ne de meclisin yasama yetkisi eliyle engellenmemesi gerçekten çok önemli. Ona da tamam. Fakat 20 yaşında görev gereği talimatla götürülenleri gördük. Darbe girişimine destek veren subayların emri altında hareket eden rütbesiz asker yani erlere yapılanları nereye sığdıracağız? Kafa kesme, köprüden atmaya çalışma, ele silahı alıp sokaklara inme hali psikolojik olarak neyle açıklanır? Halkın sokaklara dökülürken, toplum yönlendirilirken, çağrı yapılırken bunun da ciddi bir şekilde sevkinin yapılması gerekiyor. İşte böyle bir durumu yaşadık ve ne yazık ki onlarca kişi bu yüzden hayatını kaybetti. Milli irade ortaya konulurken bu iradeyi sevk edenlerin de yapmaları gereken şeyler var. Birey olarak nasıl tankı halkın üzerine süren, vatandaşa kurşun sıkan yapılara karşı durduysak tıpkı böyle bir ortamda olduğu gibi eline silahı alanın yazacağı kanuna, kontrolsüz insanlara tepki göstermeliyiz. Kesinlikle kabul edilemeyecek tek şey vardır. O da namluların halka doğrultulması, kurumların çalışamaz hale getirilmesidir. Asla affedilmeyecek olan tek şey ise kurucu irade olan, bu ülkenin kanı ile sulanmış toprakların hakimiyetinin simgesi Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bombalanmasıdır.

Bundan sonra tabi ki irade sahipleri ile bu süreci başlatanlar arasında hesaplaşmaya tanık olacağız. Görevden almalar, asker dışındaki kurumlara operasyonlar, tutuklamalar ve cezaevleri sürecini göreceğiz. Tam bu sırada 'idam geri gelsin' diyenlerin de sesleri yükselmiyor değil. Bu durumun ne kadar süreceği, ikinci ya da üçüncü dalgaların gelip gelmeyeceğini de kestiremiyoruz. Tıpkı ilki ile ilgili bilgi sahibi olamadığımız gibi. Sonuç ne olursa olsun bize düşen sağduyulu davranmaktır. İnadına demokrasi, inadına özgürlük anlayışı ile hareket etmeliyiz. Birliğimizi, beraberliğimizi bozmadan, kin ve nefret besleyerek değil 'Kurtuluş Savaşı' ruhuyla yine, yeniden birlikte omuz omuza üzerimizdeki kara bulutları defetmektir bize düşen…