Başlıktaki soruya tek kelime ile yanıt vermek zorunda kalsam, 'kimsenin' derim. Ama bunu örneklerle açıkla derseniz şunlardan söz ederim özetle…

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, hem Esenyurt Belediye Başkanının tutuklanması ve yerine kayyum atanması hem de kendi üzerinde sallanıp duran, Ahmak Davası tehdidi konusunda, hukuksuzluk ve yerel demokrasiye vurgu yapıyor.

Ardından DEM'li Mardin, Batman ve Halfeti belediye başkanlarının da görevden uzaklaştırılıp, yerlerine kayyumlar atanınca, Türkiye Belediyeler Birliği Başkanı olarak siyasi parti genel başkanlarını ziyaret edip, yerel demokrasinin ayaklar altında olduğunu vurgulayıp, bu konudaki kaygılarını dile getiriyor.

Sadece İmamoğlu değil, belediye başkanlarının görevden alınıp yerlerine kayyumlar atanmasını eleştirenlerin birçoğu, aynı duyarlılığı gösteriyor. Hukuksuzluk ve yerel demokrasi karşıtlığı.

Hukuksuzluk, seçimle göreve gelen kişilerin, mahkeme kararı olmaksızın görevden alınması eylemi ile çok aleni hale geliyor. İçişleri Bakanlığı'nın bu kararları, hukuku ihmal edip, siyasi hamle ya da darbe olarak görülebilir. Çünkü görevden alınan bir başkanın yerine kayyum atanması, yasalara göre, ancak terör ile doğrudan bağlantıyı gerektirmektedir. Ama buna bir siyasetçi olarak İçişleri bakanı değil, mahkemeler karar verebilir.

Gelelim yerel demokrasi sorununa. Bu görevden almalara karşı tepkilerde yerele demokrasi ihlali olarak tepkiler göstermek doğrudur. Ama biz bu konuda başka bir boyuta dikkat çekmeye çalışalım.

Yerel demokrasi, özellikle, temsili demokrasinin eksiklerini gidermek üzere ortaya atılan katılımcı demokrasi kavramı ile ilişkilendirilir. Yerel demokraside katılım olanaklarının daha güçlü olduğu ve yurttaşların/yerel halkın, yerel yönetimi belirlemede ve denetlemede, merkezi hükümete göre daha etkili olabileceği düşünülür.

Bu nedenle katılımcı demokrasi, yerel yönetim ve sivil toplum ile doğrudan ilişkili kavramlardır.

Ancak bizde ne yerel demokrasi ne de sivil toplum geleneği vardır. Yerel yönetimler, bu idealden çok, merkezin yereldeki uzantısı gibi kurgulanmış ve siyasal kültürümüzde de bu şekilde karşılık bulmuştur.

Yönetim kademelerinde şans bulan hiçbir parti, yerel demokrasiden yana değildir. Yerel yönetimlerin atanmış temsilcileri olan valilik ve kaymakamlık ayakları zaten merkezi hükümetlerin temsilcileridir. Belediyeler ise organları seçimle işbaşına gelen yerel organlardır.

Teorik olarak belediyeler, yerel halkın temsilcisi gibi tanımlansa da, belediye başkanları ve belediye meclis üyeleri, parti genel merkezlerinin temsilcileridir. Parti ayrımı olmaksızın kimin belediye başkanı ve kimlerin belediye meclis üyesi olacağına yerel halk değil, parti merkez yöneticileri karar verir.

Hatta daha sonra da belediye başkanları, yerel halkı dikkate almaksızın, kendilerini bu görevlere atayanlara göre yönetirler kentlerini. AKP'li belediyeler doğrudan Saray'dan gelen talimatlara göre hareket ederler. CHP'li belediye yönetimleri de parti genel merkezindeki güç odaklarının talimatlarına göre personel alımı, yönetici atamaları ve ihaleler yaparlar. Belediye başkan yardımcıları, özel kalem müdürleri ve belediye şirket yönetimlerine hep bu model ile atamalar yapılır. MHP ve DEM için de durum farklı değil hiçbir şekilde.

Zaten dikkat ederseniz, bu partilerin tamamında meşruiyet arayışı demokrasi ile değil de hizmetle ilgilidir. Her ne kadar biz yerel halkın oyları ile seçildik deseler de belediyeyi, seçimler dışında bir demokrasi kurumu olarak görmezler.

Kent yönetimini profesyonel ve pre modern ilişki ağları içinde ele geçiren belediye yöneticileri, kendilerini göreve getirenlerin icazeti altındadırlar. Öte yandan kendileri de bir alt kademe olarak, yerel demokrasiyi sahiplenmek yerine, iktidar gücünü kullanarak uygulama ve kararlarda etkili olur. İmar planları, ihaleler, personel alımları, meclis üyeleri listeleri, parti yerel örgütleri, kent konseyi görevlendirmeleri hep yerel demokrasi dinamiği ile değil de yerel iktidar gücüyle şekillenir.