Mutluluk mu daha fazla paylaşılır acı mı?

Acınızı paylaşıyorum dediklerinde gerçekten acıyı anladığını düşünür müsünüz karşınızdakinin? Yüreğinizi dağlayan, kanınızı donduran, aklınızın almadığı büyük bir travma geçirdiğinizde çevrenizdekilerin hissettikleri hangi duygulardır? Bu duygulara tercüman olabilecek var mıdır aranızda?

En büyük mutluluğunuzda yanınızda olanların aklından neler geçer? Mutluluğunuza ortak olabilirler mi? Midenizde uçuşan kelebekleri hissedebilirler mi? Başınızı döndüren olaylar, soluğunuzu kesen anlar karşısında tepkileri aynı sizin ki gibi olabilir mi?

Hayatınızı değiştiren ve toplum önünde sergilediğiniz 'mutluluk anlarınızı' düşünün…

Evlilikler, doğumlar, yaş günleri, mürüvvetler, sünnetler, düğünler, mezuniyetler kısacası mutluluğunuza şahitlik etmesini istediğiniz yüzlerce insanı bir araya toplayarak bir nevi 'mutluluk gösterisi' yaptığınız için aslında mutluluğunuzu içten paylaşmazsınız. Bu içten bir alış veriş olmadığı için de mutluluğunuzun paydaşları sizin kadar mutlu hissetmez. Hafif bir kıskançlık, memnuniyetsizlik, eleştiriler, söylenmeler olur…Başkasının mutluluğunda çekilen resimlerin çoğu biraz sahte görünür.

Kalabalık bir düğünde davetlilerin arasında şöyle bir gezintiye çıktığınızda çoğunluğun gelin ve damadı veya kayınvalideyi çekiştirdiğini, masasından memnun olmadığını, kusur ve hata bulmak için bin bir çaba içinde olduklarını anlarsınız.

Terfi ettiğinizde, bir ev aldığınızda, arabayı iyi paraya sattığınızda, çok farklı bir işe soyunup başarı elde ettiğinizde, kilo verdiğinizde, sigarayı bıraktığınızda, piyangodan para kazandığınızda, en güzeli en zekisi, en eni ödülü aldığınızda bile iç çekişleri duyarsınız. Sizin adınıza çok mutlu olduklarını söyleyenlerin, sizi tebrik edenlerin içten içten size özendiklerini fark edersiniz. Bu içten yanmalı kıskançlığı hissetmek yaşadığınız sevincin dozunu artıran bir faktör de olabilir bazen.

Yaşamımıza, vücut ve ruh bütünlüğümüze, inançlarımıza, sevdiklerimize yönelik tehditler hiç beklemediğimiz bir anda ve hazırlıksız bir şekilde büyük bir darbe vurur bazen bize. Bu darbelere travma deriz. Travmalarda yaşanan paydaşlık biraz daha derin duygular barındırır…Kolay kolay unutulmaz. Kötü anlarınızda yanı başınızda bitiveren ve gerçek! anlamda acınıza, üzüntünüze, kederinize ortak olabilen kişilerle aranıza ne girerse girsin sizin için onlar hayatınızın sonuna kadar hep büyük anlam taşır.

Yaşanan büyük şoklar, kayıplar, üzüntüler, endişeler, umutsuzluk insanları birbirine daha fazla yakınlaştırıyor. Bireysel sarsıntıların atlatılması kolay değil; desteğe, şefkate, dostluğa, sıcaklığa, sarılmaya, konuşmadan susmaya ihtiyaç duyuyor insan. İlk zamanlar herkes bir şekilde yanınızda oluyor. O acının, o sarsıntının içinde kimin içtenlikle, kimin görev gibi bir mecburiyetle yanınızda var olduğunu anlamıyorsunuz. Her gelen yardıma dört elle sarılıyor, her yanınızda olandan medet umuyor, her kucağını açana sığınıyorsunuz. Çevrenizi saranlarla kendinizden yeterince uzaklaşamasanız da herkesin bir ucundan tutup sizi bir yerlere çekiştirmesi işinize geliyor. Göz yumuyorsunuz acılardan gitmelere, üzüntüyü arkanızda bırakmaya...

Gerçek ve asıl paydaşlar sizi düşünenler, sizin için endişelenenler…Bundan sonra ne yapacağınızı, nasıl başa çıkacağınızı, size nasıl fayda sağlayacağını, sonraki yaşamda nasıl yardımı dokunacağını…

İkincil paydaşlar kendini sizin yerine koyup içten içe şükredenler. Aynı travmayı kendi yaşamış gibi yas tutanlar. Aslında onların da üzüntüsü sahte değil. Üzüldüğünü görürsünüz ama yanınızda hissetmezsiniz. Onlar içten içe sizin başınıza gelenin kendi başlarına gelmediğine dua edenlerdir çoğunlukla…

Bir de sorumluluk duygusuyla yanınızda olanlar vardır. Onlar için her şey bir görevden ibarettir. Hisler arka plana atılır. Yapılacaklar vardır. Sıraya konur, insanlara delege edilir. Adeta bir robot gibi yapılması gereken ne varsa bu insanlar sizin yerinize her şeyi düşünür, sizin yerinize her şeyi halleder.

Yaşadığınız geçmiş travmalarınızı şöyle bir gözden geçirin. Bu örnekler sizin travmalarınızda sahne almış mı? Sonrasında neler yaşadınız bu insanlarla? Hala yanınızda olan, sizi eskiye göre farklı algılayan, eskisi gibi size hoşgörülü davranmayan, eski dostluğunu ve anlayışını esirgeyenler oldu mu?

Mutlaka ve illa ki birkaç örnek bulacaksınız. Sakın endişelenmeyin…

Anormal olan siz değil, yaşadıklarınızdır. Yaşadıklarınız çok derin izler bırakır sadece.

20.yy edebiyatının en önemli yazarlarından biri olan Kafka yaşamının son zamanlarında her gün yaptığı park yürüyüşlerinden birinde küçük bir kıza rastlamış. Kız oyuncak bebeğini kaybetmiş ve buna çok üzülmüş. Kendi küçük dünyasında 'büyük bir travma' yaşamaktaymış aslında.

Kafka kızın durumuna çok üzülmüş ve bebeği onunla birlikte aramak istediğini söylemiş. Ertesi gün aynı noktada parkta buluştuklarında Kafka bebeğin ağzından küçük kıza bir gece önce hazırladığı mektubu yüksek sesle okumuş. Mektupta bebeğin dünyayı dolaşmak için uzun bir yolculuğa çıktığını, başından geçenleri mektuplarında anlatacağı yazıyormuş. Bu kıza yazacağı birçok mektubun ilki olmuş. Kız bu mektuplarla bebeğinin kaybına üzülmeyi bırakmış ve merakla bebeğinden gelecek hayali maceralarla dolu mektupları beklemeye başlamış. Kafka'nın kıza yazdığı mektuplarda sona gelindiğinde Kafka küçük kıza yeni bir oyuncak bebek getirmiş. Küçük kız aslından oldukça farklı bu bebeğe garipseyerek bakmış. Bebeğin üstüne küçük bir not iliştirmiş. ' yolculuğum beni çok değiştirdi. '

Küçük kızın travmasını daha önce hiç tanımadığı 'Kafka amcası' umut aşılayan mektuplarla iyileştirmiş.

Tedavisi içsel yolculuklarımızda saklı olsa da travmalarınızda Kafka dostlukları bulmanız dileğiyle…

Kitap Önerisi : Kafka ve Gezgin Bebek _ Jordi Sierra i Fabra (Vapur Yayınevi)