Siyaset dört bir yanımızı kuşatmışken ve siyasetçilerin tüm vaatlerine karşın hayatımız her geçen gün biraz daha çekilmez olurken, siyaset üzerine söylenecek sözün artık söylenegelenden farklı bir düzlemi olması gerektiğine kuvvetle inanıyorum.
İster iktidarda ister muhalefette olsun siyasal partileri yöneten iktidar zümrelerini kader birbirine bağlamıştır. Bütüncül bir bakış yakalamak istiyorsak, bu kader bağını göz ardı etmemek lazım.
Siyaset/iktidar ilişkisine farklı bir yerden bakmayı denemek ufkumuzu açabilir.
'Kader bağlayınca siyasetçi ne eylesin!..' demek her ne kadar mümkünse de, bu mazerete sığınmak yerine; 'siyasetçileri kaderleriyle baş başa bırakıp insanlığın kendi yoluna gitmesi' bana daha insanca geliyor.
Böyle bir yol var mıdır? Elbet de vardır. Ama insanlığın bu yoldan gitmişliği yoktur. Çünkü bu yolu bulmak için önce uygarlığın boyunduruğundan kurtulmak gerekir. Ancak o zaman devletten ve iktidar üreten bütün kurumlardan kurtulmak fikri zihinlerde uyanabilir.
Neyse, olmayacak olanı bir kenara bırakıp, olan bitene bakmakta yarar var.
Siyasetin ne olduğuna dair çok şey söylendi. Benim asıl üzerinde durmak istediğim, siyasetin ne olduğu değil ama neden ve nasıl yapıldığıdır.
Siyasetçinin neden siyaset yaptığı meçhulüm değil. Ne ki bu yapılan siyasetin insan yaşamında neye karşılık geldiği gerçekten çok karışık bir meseledir.
Bu karışık meselenin içinden çıkabilmek için sistemin bize öğrettiklerinden farklı bilgilere ve kavramsal açıklamalara ihtiyaç var. O nedenle, siyaset ve iktidar kavramlarını mevcut değerler sistemine aykırı bir yaklaşımla ele almaya ve bu yaklaşıma dayalı yeni bilgiler ışığında tartışmaya kendimizi hazırlamalıyız.
Bu ihtiyacın nasıl ve neden ortaya çıktığını anlamak için son günlerde olan bitene bakmak bile yeterlidir.
Sokaktaki insanın kanaatine göre ülkemizde siyaset, halkın sorunlarını değilse de, siyasetçilerin kendi sorunlarını çözmeye elverişli bir enstrümandır.
Ülke sorunlarıyla lider ve danışmanları ilgilenir; milletvekilleri de Meclis'te parmak kaldırmak suretiyle liderlerine yardımcı olurlar.
Sistem böyle işleyince, seçip Parlamento'ya gönderdiğimiz vekillerimiz TBMM'de seçmen ve delege ağırlar;
İmralı'da Abdullah Öcalan da oturup, 'Cumhuriyet ve devlet nasıl revize edilmeli, yeniden nasıl yapılanmalı' diye kafa yorar, raporlar yazar…
Hazin ama gerçek, MİT ve APO işbirliğinden (!) doğacak yeni Türkiye'yi merakla bekliyoruz. Muhtemelen vekillerimiz de TBMM'de bekliyordur.
Cumhuriyet ve devlet yeniden şekillenedursun, bizim vekiller ve siyaset erbabı, temel sorun olarak gördükleri, 'yerimi nasıl korurum veya yükselirim' gibi 'hayati konulara' yanıt aramakla meşguller.
İl ve İlçe örgütlerinde köşeleri tutmuş siyasetçiler için asıl memleket meselesi, söz geçireceği insanları (adamlarını) yönetimlere sokmak, delege yapmaktır. Geleceğin Türkiye'si için Hakan Fidan ve Abdullah Öcalan nasıl olsa çalışıyor…
Maalesef halimiz budur. Hal böyle iken, günlük siyasetin küçük hesaplara dayalı neden ve nasıllarını yüce ideallerin ardına gizlemek pek mümkün olmuyor.
Gerçekle yüzleşecek cesareti göstermek ve şu can yakıcı soruyu sormak gerek:
Bu Parlamentoya, bu Devlete halk neden sahip çıksın?
Birileri çıkıp, neden bu kurumlara sahip çıkacağını halka izah etmeli; Ama Atatürk'ün yaptıklarına ettiklerine sığınmadan, 'yüzyıldır nasıl olduysa yine öylece olur biter' demeden, siyasal islamı çözüm niyetine dayatmadan, uluslararası sistemin taleplerini çözüm olarak görme kolaycılığına kaçmadan; Bugünün dünyasında ortaya çıkan dünya problemleri karşısında ne yapmak gerektiğini ve 'nasıl bir Türkiye'de bu sorunların üstesinden gelinebileceğini, anlaşılabilir bir dille izah ederek.
'Ey vekiller, elinizi çabuk tutun! Yoksa Apo hepinizi çırak çıkaracak…'
'Ey siyasetçiler, bu kafaları değiştirmezseniz, siyaset yapacak memleket de kalmayacak!'
'Ey halkım, gün bu gündür!..' Desem kim dinler!
Ödenecek bedel var ise, böyle bir sesleniş beyhudedir.
Söylemekten hiç vazgeçmeyeceğim; Yeni bir dil kurmak ve her şeyi yeniden söylemek gerek.