Hanzade Ünuz gazeteci-yazar, şair Ünal Ersözlü ile son kitabı “Dört Gün Buda, Üç Gün Zorba”, hayat ve  kediler hakkında konuştu.

Lezzet yolculuğu yapmak...

Damak lezzeti değil kastımız.

Anlam lezzeti diyelim.

Bazen aynı dilden konuşarak...

Bazen susarak...

Belki derine dalarak...

Gayrettir belki de lezzet.

Mananın izini sürmektir.

Aslında bazen de bir şairle sohbettir lezzet.

Sevgili dost Ünal Ersözlü ile olduğu gibi.

Ünal hem ağabeydir, hem de kardeş.

Hem çocuktur, hem derviş.

Güleryüzlüdür ve hüzünlü.

Şairdir kısaca...

Kendine yetişmeye çalıştığı iç yolculuğunda,

'Hayatın soru işaretlerine sızmak' ister.

Gazeteci – yazar, şair Ünal Ersözlü ile son kitabını konuşmak için buluştuk.

'Dört Gün Buda, Üç Gün Zorba' ...

400 sayfalık yoğun bir kitap.

Kazancakis'in kendiyle hesaplaşan Zorba'sından ruhani eğitmen Buda'ya uzanıyor.

Onlarca bilge ismin izinde süveydayı arıyor.

'Oku, sarsıl, kendine gel' diyor sanki...

Samimi bir dili, naif gözleri var kitabın.

Sevgili Ünal Ersözlü başka bir kanala geçmiş satırlarında...

Billurlaşmış.

Dünya derdinden geçmiş de...

Başka dertlere yürümüş...

'Kendimi bir ucundan yakalamış olabilirim' derken,

Anlamın peşinde koşan ateş böceği gibi,

Tam İnsan'ı arıyor...

Ne bulmuş derseniz?

İşte onu merak ettiyseniz Ünal Ersözlü'nün,

Son kitabı 'Dört Gün Buda, Üç Gün Zorba' nın sayfalarına gömülmeniz gerekiyor ...

BABAM BENİM KAHRAMANIMDI

Ben çok entelektüel bir babanın yanında büyüdüm. Kitap kurduydu tam anlamıyla, hatta benim dizelerimde de geçer 'Dolmuşlarda Kafka okuyan bir bankacıydı babam' diye. Bayraklı'da otururduk, babam İş Bankası Konak şubesi müdürüydü. İşe gidip gelirken kitap okuduğu için evi hep geçerdi. Karşıyaka'da inip geri gelirdi, eserikli bir adamdı yani (gülüyor). Babam Sami Ersözlü iyi kalpli, hüzünlü bir adamdı. Ben de derin izleri oldu, benim kahramanımdı. Keyfini de yapardı, arkadaşlarıyla fasıl sofralarında buluşurdu. Ben hep o sofralarda babamın yanındaydım.

KİTAPSIZ BİR HAYATIM OLMADI

Kitapsız bir hayatım olmadı hiç benim. 12 Eylül geldikten sonra da 141 – 142'den yargılandım, o zaman ben Ziraat Fakültesi'nin öğrenci temsilcisiydim. Zorunlu bir cezaevi sürecim oldu, 3.5 yıl sürdü. O dönemde yoğun okumalar yaptım. Okumak hayatımın hep bir parçası oldu. Türk şiirinin önemli isimleri Ahmet Arif, Nazım Hikmet ile ortaokul yıllarında hayatıma girmişti. Lise yıllarında da şiir karalıyordum ama ilk ciddi şiir denemelerim üniversite yıllarımda oldu. Ben hem solcu bir öğrenci lideriydim, hem de çok rastlanmayan bir şey botanik bahçesinde şiir yazıyordum. Yazma serüveni cezaevi yıllarında daha yoğunlaştı. Şiir oradan yürüdü.

İZMİR BİR AŞK

Neden hep İzmir? İzmir benim için bir aşk oldu. Çocukluğum Bayraklı'da, ilk gençliğim Bornova'da geçti. Naif, romantik bir gençlik önderi düşün öyle bir tiptim, İzmir'in hapishanelerinde yattım yetmez mi? (gülüyor) İzmir'i derinlemesine tanıdım, amcam deri tüccarıydı yazları gidip onun yanında çalışırdım. Kemeraltı'nı çok iyi bilirim, İzmir'le bütünleştim, bende bir aşk yarattı. Yerel yönetimler için, İzmir Kent Kitaplığı için çalıştım, İzmir için hep özen gösterdim. İzmir Kavafis'in şiirindeki gibi hiç peşimi bırakmadı. Ben İzmir'in geleceğinin çok parlak olduğunu düşünüyorum, çünkü İzmir kendini hep yeniden keşfetmiş, yeniden kurgulamış bir şehir. İzmir'in aurası çok büyük, şanslıyız ve İzmir'e daha çok sahip çıkmalıyız.

KENDİNE BAKMAK

Bana bir şeyler oldu evet ama o olma hali aslına bakarsan çok eskiye dayanan bir hal. Sadece 2000'li yıllardan sonra daha kurumsallaştı, kendini aramaya kendine bakmaya, kendini yeniden kurgulamaya, hayatını gözden geçirmeye yönelik bakışım yoğunlaştı. Ama çocukluğumdan beri empati yapma eğilimim çok yüksekti. Zaman içinde daha yoğun bir hissediş ırmağına döküldü, daha sonra kitapta yazdığım meseleler hakkında daha hissederek okumaya başladım. Şairlik demeyeyim büyük laf etmeyeyim ama şiirle uğraşmanın getirdiği bir duyarlılık da oluyor. O duyarlılığa sahip olmadan şiiri kafanda oluşturamıyorsun, yaşayamıyorsun. Onu yaşarken kendimle iligili kavramlara bakarken, hayatla ilgili o bakışta hissettiğim şeyler eskiye oranla daha derin oldu, daha farklı bir içsel yolculuğa götürdü beni.

ATEŞE YAKLAŞMAK

Bir çember gibi görürsek kendimizi ve insanları ancak o çemberin ortasına kadar gitme cesaretin varsa bütün yüzleri, olayları bir bütün olarak görmeye zorlayabiliyorsun kendini. Önünü de arkanı da görmek için zorlayabiliyorsun,kendimi öyle bakabilmek için zorladım. Bu kitap da zaten böyle bir yolculuğun kitabı. Yolun kendisi ulaşmak istediğin yerden daha kıymetli olabilir. Benim yaşamım da biraz öyle oldu, kader noktasına bakmam, kader kavramını sorgulamam belki biraz ondan oldu. 12 Eylül yıllarıyla başlayan savrulmalar, büyük fırtınalar... Çok farklı hayatlar ve yaşam biçimleri gördüm, gazetecilik yılları da eklenince o yolculuk devam etmiş oluyor. Duraklarda birçok şey görüyor insan. Yolda olma halini biraz daha derinleştirdim. İnsana ait kutsal yanını daha çok hissederek yürümeye başladım. Bazen yanıbaşında bir ateş yanar görürsün ama ona ne zaman yaklaşabileceğini çok kestiremiyorsun. Ben o ateşe yaklaşma serüvenini son 15 yılda daha derinleşerek yaşadım.

SORU İŞARETLERİNİN ARASINA SIZMAK

O dertleri gençliğimde de edinmeye çalışmıştım ama o yıllarda itiraz ruhuyla yaptık, sisteme itiraz eden bir ruh haliydi. Şimdiki itiraz derinleşen, kalıplardan çıkarak insan ruhunun içine nüfus etmeye çalışan bir hal. Hayatın kendine ait soru işaretlerinin arasına sızmak, hayatın anlamını inşa edebilmek. Gençlikte tamamen itiraza dayalıydı ve onun da anlamı çok büyüktü. Eğer ben onları yaşamasaydım bugün böyle duyuşlara, bakış açısına sahip olamayabilirdim. Çünkü insanın hayatı bir bütün, kitapta da örnek verdim Jung bunu 'çoğalma' diye örnekliyor. İnsan kendi kişiliğinde başlangıçta yola çıkan insanla yolun ortasındaki insan aynı insan değil. Farklılaşıyor, dönüşüyor aynı olmuyor. Bende de o noktada bir derinleşme oldu, insan ruhuna akmak istedim. Ama kendi ruhumun aynasından bakarak keşfetmekle ilgili bir derde dönüştü. Bu son şiir kitaplarında da var, bazı okurlar bunu şiir olarak sevdi. 'Gençliğin Dün Gecesi' adıyla yazdığım tek uzun bir destan olan şiirde de bu vardı. Şiirimde öyle gözüktü, sonra 'Kapıyı Çalıyorum' ile devam etti. O bana Yunus Nadi ödülü kazandırdı.

BEN SADECE BİR HATIRLATICIYIM

Bunların tümünü şiirle anlatabilmek mümkün değildi. Bunu yazabilmeliyim diye düşündüm, içimdekini çıkarmak istedim. Ama kitapta sadece bir hatırlatıcı olduğumu söylüyorum, bir aracı olduğumu söylüyorum ve birlikte öğrenmeye davet ediyorum. Kitabın devamı da olacak, orada okurla kader kavramını tartışıyorum. Adını koymadan, kesin çizgiler çizmeden... İnsanlık tarihinde öyle bir yolculuk yok aslında, eğer bir Hakikat Dağı'nı kabul edersen o dağa çıkan çok farklı yollar var. Diyelim ki öyle bir dağ varsa, o yolların hepsini sınırlamak adını koymak, bu doğrudur demek de değil. Cemil Meriç'in 'İdeolojiler bazen insana giydirilmiş deli gömleğine benziyor' demişti. Günümüzde ideolojilerde değişti, dönüştü. Sadece insanın sevgisi gerçek.

AYDINLANMANIN ÖN KOŞULU

John White'ın söylediğine göre aydınlanmada ön koşul temiz kalpli olmakla ilgili. Çok bilmek, çok bilgiye sahip olmak değil. Kalbini ne kadar temiz tutarsan, arındırmış olursan o aydınlanma duygusunu belki daha etkileyici hissedebilirsin. İbni Arabi'nin de 'Ruhi Aydınlanmanın Ön Koşulları' diye bir makalesi var, orada da ruhsal aydınlanmanın bilgiden çok kalbin duruluğuyla, saflığıyla ve temizliğiyle orantılı olduğu anlatılıyor. Ben kalp temizliğinden kendim için isteyebileceğim umudu, sevgiyi, iyiliği eğer çok içten senin için de isteyebiliyorsam ama hakiki bir istekse, kalbi bir istekse orada bir kalp temizliği var demektir. Saflık, naiflik var demektir. Psikiyatrist Viktor Frankl'ın 'Anlam Terapisi' etkileyicidir, nazi toplama kampından sağ çıkmayı başardıktan sonra onca acının içinden çıkıp o kalp temizliğine sahip olmasaydı, anlamı yeniden böyle inşa edemezdi sanıyorum.

RUHSAL AYDINLANMA HİPERMARKETİ

Kalp temizliği keşfedilen, üzerinde çalışılabilen bir şey. Bugün günümüzde bir Ruhsal Aydınlanma Hipermarketi oluşmuş durumda. O hipermarketten bir şey satın alabilirsiniz ama içinizde onun ateşi yoksa harekete geçmeyebilir. Hemen bir kitap okuyayım hayatım değişsin, pozitif bakayım ya da meditasyon yapayım... Hepsi kendi içinde olumlu olabilir ama hep olumlu düşünmeye yönelik ısrarda bulunursan olumsuz düşünebilirsin, olumsuzluk getirebilir. Bunu kitapta da anlattım, onun adı geri tepme yasası. Bazen dalgalara karşı yüzerek değil, üzerinde sörf yapabilirsen içinden geçebilirsin. Hayatta da arzuyu doyurmadan arzunun içinden geçemezsin, onun gibi bir şey. Mülk edinme arzusu, sahip çıkma arzusu gibi arzuların içinden geçmen lazım anlaman için.

SEVGİ ÇİÇEK AÇTIRIR

Baktığımızda sevgiden çok fazla konuşuyoruz. Bu aynı zamanda aşk için de geçerli ama çoğu zaman plastik kalıyor. Uzaktan canlı sandığın plastik çiçekler gibi. Hayatımızı da plastik sevgiler, plastik aşklar çevrelemiş. O duygunun derinine indiğinde bir insanı, bir hayvanı severken aktif ilgi göstermekten geçiyor. Eve gittiğimde sevgili eşimle buluşuyorum onun hayatına ilgi gösteriyorum, o benim hayatıma ilgi gösteriyor. Onu somut olarak yaşıyoruz. Üç tane kedim var, hepsiyle ayrı ayrı sevgi yaşıyorum. Biri yanımda yatıyor, biri gece gelip koynumda uyumayı seviyor. Ama hepsinin hayatına özen gösteriyorum, o sevgi yaşamına dokunduğum o insanı iyileştiriyor. Bir çiçeği bile arada okşarsan, seversen sana gülümser gibi çiçek açıyor. Sevmek gerçekten emek isteyen bir sanat, bir şiir yazmak gibi emek vermek istiyor. Emek verdiğin zaman sevme sanatının sanatçısı olabilirsin, bu aşk için de geçerli, sevgi için de. Benim kendi yolculuğumda da manevi yanı genişleyen bir pencere oldu sevgi.

KÖTÜ DUYGUDAN İSTİFA ETTİM

Ben ömrüm boyunca karıncayı incitmemeyi çalıştım. Ama şimdi resmin bütününe baktığımda bana kötü davranan birinin davranışının gerisinde ne olduğunu görüyorum, umrumda olmuyor yürüyüp gidiyorum. Hiçbir kötülük duygusu hissetmiyorum, ben orada sadece rol almış oluyorum. Hiçbir sevgisizlik hissetmiyorum, nötürüm. Aslında onun derdi olduğunun farkındayım ama o farkında değil, onun için zaman lazım. Başkaları tarafından onaylanma ihtiyacı da duymuyorum ama kimseyi onaylamak gibi haddime düşmeyen bir şey de yapmıyorum. Yürüyüp gitmeyi seviyorum, kendi yolumda yürümeyi seviyorum. Olması gereken oluyor, bu benim kendi içselliğimde yaşadığım bir şey. Kötü düşünene karşı aynı hissiyatta olamıyorum, kendimi zorlasam da olmuyor. Zaten yapımda yoktu ama o duygudan, düşünceden azade oldum, istifa ettim. O duygu haresi içinde kendimi serbest bıraktım.

KENDİME GEÇ KALDIM

Ben aslında şiirimde de kendimle uğraşan bir adamdım. Kendimle çok uğraştım. 'Gençliğin Dün Gecesi' şiirim 'Ben kendim hiçliğe ulaştım da, kendime geç kaldım' diye başlar. Bir destan şiirdir, bir kitap tek şiirden oluşuyor. Şimdi yetiştim mi? Şimdi kendimi bir ucundan yakalamış olabilirim. Bazen ben de kendimi kıskaçta hissedebiliyorum ama sonra bırakabiliyorum.Onu kendime öğrettim, oluyorsa bir nedeni vardır diyorum. Olaya bakış açımı değiştiriyorum. Hem kendime, hem olaya bakabiliyorum tiyatro sahnesinden uzaklaşıp oradaki rolüme, başkalarının rolüne bakabiliyorum. Araya mesafe koyunca o rolden sıyrılıyorsun, rahatlama duygusu geliyor. Ne oluyor? Başkaları hakkında konuşmamaya başlıyorsun, Sokrat'ın dediği gibi başkaları hakkında konuşurken aslında kendin hakkında konuşmuş oluyorsun. Başkaları senin bir aynan, sen de onların bir aynasısın. Onlara bakıp konuştuğunda sen o aynadan kendini görüp, kendini anlatmış oluyorsun.

DAHA TAM OLMADIK

Kendi ruhunun kıyısına çekilip dinlenmeyi daha çok özlüyorsun. Kendine yetiyorsun, Montaigne gibi kitapların arasına çekilsen, sevdiğin insanlarla... Ama hayat da ona izin vermiyor. Zengin değilsen çalışmak durumundasın, kendi ruhunun kıyılarında daha çok vakit geçirme özlemin olabiliyor. Michel Faucault mesela komünist bir adamdı, insanın ruhunda kendini tanımasını siyaal bir eylem olarak görüyordu. Aslında orada devrimcileşen, kendi içinin devrimini yapabilmek. Egonu yok ediyorsun ama insan sevgisine dayalı ortak bir bilinçaltı, ortak bir ego yaratmış oluyorsun. Onun adı artık ego olmuyor, daha düşsel bir şey tabii. Kendini bir topluluğa ait hissediyorsan önemli olan senin tüm ruhsallıkları ortak insani bir potada toplayan bir bakış açısına sahip olman lazım. Uç bir şey olabilir ama ben öyle hissettiğim için kitapta yazdım. Aslında acaba 'İnsan Oluşlar Çağında Mıyız' acaba? Olmadık daha tam, oluşlar dönemindeyiz.

DÜRTMEK İSTEDİM

Ben başta Kur'an olmak üzere bütün kutsal kitaplara farklı gözle yaklaşmaya, daha derinden anlamaya çalışıyorum. Ona hemen bir inanç elbisesi giydirerek değil de, dokunarak yaklaşarak anlamaya çalışan bir yerde hissediyorum kendimi. Ben kendi yolculuğumda Kehf suresinde ne olduğunu ya da Jung'un o konuda söylediklerini merak edip onunla beraber kendimi düşünmeye itebiliyorum. Oradaki derinliği anlamaya çalışıyorum. Açıkçası ilkel kabilelerden bu yana her şeyin değiştiği ama bir şeylerin özünde değişmediği sonsuz, ezeli bir hikmetten söz ediyorum kitapta, onun üzerine düşünmeye çalışıyorum. O hikmet kavramı üzerinde düşünmek, onu akılla buluşturma eyleminde, hissederek ilerlemek beni daha çok ilgilendiriyor. Orada da sahici olmak istiyorum, din adamları gibi değil oradaki anlam kısmındayım. İnsanlığın kadim felsefesine dokunmak istiyorum. Günümüz insanı mutluluğu o kadar dışarıda arıyor ki, kendi içine bakmayı unutabiliyor. Kitapta en büyük hazinenin kendi içindeki hazine olduğunu hatırlatmaya çalıştım. Bir mutluluk elçisi değilim elbette ama şükretme duygusunu hatırlatmak, insanları dürtmek istedim. İnsan hem hüzünlü, hem mutlu da olabilir bu coğrafyada. Ataol Behramoğlu'nun dizesindeki gibi, 'Hayat sana verilmiş bir armağandır'. Sen o zaman o armağanın değerini vermen lazım. Ben de mutluluk kavramını, huzur kavramını sorguladım.

ZORBA GİBİ YAŞADIM

'Dört Gün Buda, Üç Gün Zorba' hayat imbiğinden süzülmüş bir kitap benim için. Dört yıl kadar önce hissettiklerimi, düşündüklerimi neden yazmıyorum diye düşündüm. Bir senede yazdım, felsefi içerikli bir arayış kitabı diyebiliriz. Bana sorarsan ben ağırlıklı Zorba gibi yaşadım, ama bu hayatı kolaylaştıran bir şey değil. Sürekli zorba coşkusuyla yaşamaktan yorulabilirsin. Yaşama sanatının önemli bir sırrı roman karakteri Zorba'nın ruhsal anlamdaki özgürlüğüyle, hayatı şehvetle yaşama haliyle dingin bir Buda ruhsallığını buluşturabilirsen sana daha ileri bir yol açabilir. Olgunlaşmakta, hayatı farklı yollarda yürümekte kendi hayatının Don Kişot'u olabilirsin. Reçetesi yok ama insanda Zorba da olmalı, Buda 'da. Aslında ikisi de birbirine zıt değil, arzunun içinden geçmeden arzuyu geride bırakamazsın. Zorba olunmadan, Buda olunmaz demeye getiriyorum. Meher Baba'nın 'Geçmişin günahkarları bugünün dervişleridir' diye bir lafı var. Zorbalığı yaşayabilmelisin ki, onun içinden geçip bir yanını orada bırakıp bir yanınla Buda ruhsallığıyla buluşabilesin.

SÜVEYDAYA YOLCULUK

Kitapta geçen süveyda, kalpte basiret ve olgunluk noktası, sevgi noktası. Kara bir nokta süveyda, beni hep etkilemiştir kelime olarak. Süveydaya yolculuk sürüyor, süveydanın hissiyatını, başkalarının kalplerinin güzelliğini hissedebildiğin süveydalar orkestrasının ortak şarkısını duyabildiğin bir yolculuk. Evrensel bir şarkıyı duymak çok güzel, kendi yolculuğunda insanlığın evrensel şarkısını duyabilirsen çok anlamlı. Onu hissetmek mümkün diye düşünüyorum, bu bir maharet değil istersen duyabilirsin. Ben bu yolculukta olduğum için kendimi şanslı hissediyorum. Kendi kalbine yaptığın yolculuk aslında hepimizin kalplerinin toplamına yapılan yolculuğun bir yansıması, pırıltısı gibi. Gece ateş böceğini görmek, onu hissetmek gibi. Eğer bu yolda bir yolcuysan karşına yanıtı da çıkıyor.