İzmir Köy Koop Başkanı Neptün Soyer, yazarımız İhsan Özduran’ın sorularını yanıtladı.
Türkiye'nin sebze-meyve ambarı İzmir'de bir başarı öyküsünün mimarı...
Sadece kooperatif başkanı değil, iyi bir kadın savuncusu, iyi bir eş, iyi bir anne...
Bu söyleşi, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı'nın eşiyle değil, çalışkanlığı, memleket sevgisi, azmi ile 'örnek kadın' olarak addedeceğimiz Neptün Soyer'ledir… Evlilik öncesi soyadı ile müsemma; köy hayatına ve tarıma 'aşık' bir kadın ile, milletin efendisi olan köylü için 'Daha iyisi nasıl olabilir?' üzerine konuştuk…
'Aşkla İzmir!' diyen bir başkanın eşisiniz, siz aşkı nasıl tanımlarsınız?
Aşk o kadar zengin ki, aslında çok da tanımlanabilen bir kelime değil sanırım… Tarih boyunca şairler, filozoflar tartışmış, yazmış, filmler çekilmiş… Ama aslında herkes kendi aşkını tarif etmiş. Tanımlanamayan bir duyguyu ben de tanımlamakta zorlanırım açıkçası… Somutlaştıramıyoruz aslında aşkı biraz yaşamak gerekiyor. Mesela, ben size 'kahve çok acı' desem siz tattığınızda o kadar acı bulmayabilirsiniz... Aşk da bunun gibi, kimisine çok acı kimisine de tatlı geliyor…
İzmir ve aşk kelimeleri bir arada size ne ifade ediyor?
İzmir ve aşk deyince de, İzmir'de yaşamak gerekli derim... İzmir aşkı çok keyifli… Anlatılmaz yaşanır…
'İKİMİZİN DE HAYATINDA TİYATRO HEP VARDI…'
Tunç Bey'le nasıl tanıştınız?
Biz Tunç'la aynı camianın çocuklarıyız, ikimizin babası da asker… Biz lojmanlarda büyüyen ve tayin zamanı Türkiye'nin her yerini memleket bilen çocuklardık… Bizim yollarımız İzmir'de kesişti, ikimizin de babasının son tayin yeri İzmir idi… Her ikimizin babasının da ilk tayin yeri Kütahya imiş ve babalarımız Kütahya'da tanışmış, biz İzmir'de tanıştık. Tunç o zaman da çok entelektüel bir insandı, ben de hem üniversitede okuyor hem de tiyatroyla ilgileniyordum. Matematik okuyordum ama tiyatro sanatçısı da olmak istiyordum. Tiyatro ile uğraşırken Rumuz Goncagül'ü oynuyorduk, Tunç'la o zaman tanıştık. Tunç'un, Ankara Sanat Tiyatrosu'nda Rutkay Aziz'in asistanlığını yapmış olması, aynı camiadan olup aynı pencereden hayata bakıyor olmamız, bizim hayatta beraber yol almamızı sağladı…
Yani, tiyatro sahnesinden hayat sahnesindeki gerçek rollerimize geçtik diyorsunuz...
Ne güzel söylediniz… Bu hayat sahnesi hakikaten çok önemli... Biz Tunç'la hayata aynı pencereden bakıyoruz, bazen aynı pencereden aynı şeyleri görmediğimiz de oluyor... Ancak, birbirimizi anlıyor olabilmek çok önemli… Birbirimizi anlıyoruz. Yetişme şartlarımız, aile yapılarımız aynı. Lojmanlarda komşularla da tanışırdık. Mesela kayınvalideme o kadar benzerim ki, bazen onu benim annem zannederler... Allah ona da sağlık sıhhat versin inşallah.
Geçtiğimiz günlerde 'Ülkemde günde en az 3 kadın öldürülüyor, yeter artık, insan sevdiğine kıyar mı?' şeklinde çok anlamlı bir görsel paylaştınız... Bu noktada gündemimizden düşmeyen İstanbul Sözleşmesi ile ilgili konuşmak isterim...
'Eşitlik İçin Kadın Platformunda paylaşılan kısa bir videoydu.
Türkiye'deki birçok kadın, sanatçılar, yazarlar, kent konseyinden arkadaşların paylaştığı bir videoydu… Kadın cinayetleri ile ilgili hepimizin 'insan hakkı' açısından söyleyecek bir kelimesi olmalı. Hele ki, adında 'İstanbul' geçen İstanbul'da imzalanan 'insan haklarını' koruyan bir sözleşmeden söz ediliyorsa, sözleşmeyi korumamız ve uygulanması için harekete geçmemiz lazım… İstanbul Sözleşmesi: 11.05.2011 yılında İstanbul'da imzalanıyor, 01.08.2014'de yürürlüğe giriyor. Toplam 45 ülke ve Avrupa Birliğinin imzalandığı bir sözleşme… Sözleşmenin dört temel ilkesi var; kadına yönelik her türlü şiddetin ve ev içi şiddetin önlenmesi, şiddet mağdurlarının korunması, suçların kovuşturulması, suçluların cezalandırılması ve kadına karşı şiddet ile mücadele alanında bütüncül, eş güdümlü ve etkili işbirliği içeren politikaların hayata geçirilmesidir. Kız çocuklarınız ya da erkek çocuklarınız olması fark etmez. Konu insan haklarını ilgilendiriyor. Biz İstanbul Sözleşmesi'nin uygulanması için gereklilikleri dile getirmek mücadelesindeyiz. Bu ev içi şiddet ile birlikte aslında sokakta da çok fazla şiddet görmeye başladık… Trafikte yaşanan en ufak tartışmanın bile şiddete dönüşmesi korkusundayız. Evdeki, işyerindeki, toplumun her anındaki eğitim ile birbirimize saygı duymayı öğrenmek zorundayız. Ve susmadan, durmadan bunu gündeme getirmek zorundayız...
Sürekli 'Kadına Şiddete Hayır' söyleminde bulunmak bana kabul edilmiş bir çaresizlik gibi geliyor… Bu cümleyi artık tersinden okumamız gerektiğini düşünüyorum…
Bu cümle bir farkındalık amacını taşıyordu… Ama elbette ki, eklememiz gereken bir şey var... Kadının hem sosyal hayatta hem de ekonomik anlamda güçlenmesi için olumlu uygulamalar yapmamız gerekiyor.
'SİYASET VE TİCARET, ERKEK-KADIN BİRLİKTE YAPILIR!'
Türkiye'de kadın olmak, kadın kimliği ve pozitif ayrımcılık sözleri iki kız annesi Neptün Soyer'e ne ifade ediyor?
Evet iki kızım var. İki oğlum da olabilirdi. Ben de sizin yaklaşımınız gibi düşünüyorum. 'pozitif ayrımcılık' gibi bir ayrımcılık istemiyorum. Biz, olumlu uygulamalar istiyoruz. İşe alımlarda, hayatın her alanında kadının varlığını güçlendiren bir sistem uygulamamız lazım. Fermuar sistemi..Bir kadın, bir erkek şeklinde... Eşitlik sağlanana, kadının da gerçekten ekonomik ve sosyal olarak güçlü olduğunu ortaya koyana kadar bu olumlu uygulamaları yapmamız gerekiyor… Örneğin partilerde 'kadın kolları' lafını duyduğum 'erkek kolları' ne iş yapıyor diye sormamız gerekiyor… Aynı şekilde 'kadın girişimciler' isimli komisyonlar da elbette ki, kadınlara yol açmak için, desteklemek için... Bunun adını koymamız lazım. Eşitlik sağlanana, kadının da gerçekten ekonomik ve sosyal olarak güçlü olduğunu ortaya koyana kadar bu uygulamalar devam etmeli… Ama ticaret, siyaset, erkek kadın birlikte yapılır, yani insan yapar…
Bu konuda emsal teşkil edecek uygulamalarımız var… Artık iş adamı değil iş insanı; bilim adamı değil bilim insanı diyoruz…
Bu olumlu örneklerin artık bir süre sonra biteceğini bilmemiz lazım. Kadına şiddete hayır… Eril toplumda şiddet söz konusu… Ben şiddeti düşünemiyorum, sinirlensek bile karşımızdaki kişinin canını, vurarak, kanatarak acıtamazsınız. Bu vicdanla ilgili bir şey… Bir röportajda Tunç Bey ile bana 'Çocuklarınızı nasıl yetiştirdiniz?' diye sordular. Biz vicdanlı çocuklar yetiştirmek istedik. Arkadaşsan, kardeşsen, yoldaşsan karşındakini tamamlayacaksın. Aksi durumda şiddetin her türlüsü ile karşı karşıyayız. Biz bunu insan hakkı olarak görmeliyiz. Hayvanlara yapılan şiddette de şiddeti gözlemliyoruz. Yasaların her anlamda adil, adaletli, eşit olması lazım.
Türkiye'ye örnek olan, Köy-Koop İzmir Birliği Yönetim Kurulu başkanısınız... Köy-Koop nedir? Anlatır mısınız?
Köy-Koop küçük üreticiler yapısıdır. Yani bir köydeki, mesela 20 dönüm, 10 dönüm hatta 5 dönüm arazisi olan köylüleri düşünün… Dikili'ye, Ödemiş'e giderken zeytin ağaçlarını ve köyleri görürsünüz. O köylerde yaşayan köylülerin dağlardaki arazileri bu kadar… Bunların bir araya gelerek kurdukları tarımsal kalkınma kooperatifleri, bizim birliğimizin ortaklarıdır…
Köy-Koop'a bağlı zeytinyağı üretim tesislerinizle ilgili soruyorum: Zeytinyağı fiyatları, geçen yıla göre neden arttı?
Bu sene maalesef zeytin çok az ve bu yoklukta fiyatlarda artış görünüyor. Zeytin, Ege Bölgesi için ve İzmir için çok önemli bir tarımsal ürün… Avrupa'nın, dünyanın bizden Zeytinyağımızı alıp, kendisininkine katıp bize tekrar pazarlamasına dur demek gerekiyor. Buna toprağın hikayesindeki iyileştirmeler ile başlayacağız. Sonrasında, markalama ve pazarlamada üreticiye destek olacağız. Tariş zeytinyağı konusunda çok önemli, Amerika'daki mağazalarda dahi Tariş'in satıldığını duymak bizi mutlu ediyor. Ancak tek marka değil, Türkiye'nin zeytinyağını marka olarak yaratmamız gerekiyor. Üretici fabrikalarımız var ama bizim dalındaki zeytine de iyi bakmamız lazım… Köylü o zeytinyağını şişeleyebilse, rafa koyacak hale gelse, köylü zaten yerinde kalıp kazanabileceği için toprağa sahip çıkacak ve göç etmeyecek… Biz bunun için uğraşıyoruz ve zeytinyağı konusunda ihracat hedefi ortaya koyuyoruz. Pahalı demeden 'kaliteli zeytin iyi para etti' dedirtmemiz lazım…
'KOOPERATİFLER BİRBİRLERİYLE REKABET ETMEZ…'
Devletin üreticiye tarım destekleri ile ağaç verimliliğinin artması ve pahalılığa panzehir olması mümkün değil mi?
İhracatımızı sağlarsak iç piyasadaki bu pahalılığı da dengeleyebileceğimizi düşünüyorum. İl Tarım Müdürlüklerinin çalışmaları var, bu konularda çalışan ziraat mühendislerimiz de var. Ancak planlama topyekun olmalı. Bakanlığın bir yıl hedefi koyarak, çalışmaları planlayarak hedef göstermesi lazım. Katman katman tarım, küçük köydeki arazileri olanlar yani Atatürk'ün köylü milletin efendisidir sözünden hareketle bizim efendimiz olanlar… Biraz daha büyük yatırımcılar, sanayiciler ve dernekler olarak katman katman çalışma yapılması lazım. Ankara'nın, en alt katmanla da muhatap olması lazım, dolayısıyla her katmanın söyleyecek sözünün dinlenmesi gerekiyor. Aslında bütün organlarımız var, fındıktaki gibi, çaydaki gibi, birliklerimiz kurumlarımız var… Tarım kredi kooperatifleri, Çaykur gibi, Köy- Koop gibi, Tariş gibi.. Memleketteki bir araya gelme yapılaşması zaten çok önce başlamış ancak sonra çok dallanıp budaklanmış, aynı amaçla çalışan üç dört birliğiz, alan dar, birbirimizin ayağına basabilir hale geliyoruz… Bu kooperatifçiliğin ruhuna aykırı, çünkü kooperatifler birbiri ile rekabet etmez, hepimizi aynı masada buluşturabilecek bir devlet eline ihtiyacımız var… Neden devlet eli, çünkü devlet eşitlikçidir, adildir, halkçıdır.. Biz kendi hırslarımıza kapılsak da devlet bizi kucaklar
Köy enstitüleri ruhunun devam etmesine ihtiyacımız var diyebilir miyiz?
Aslında Kooperatifçilik ruhu, bir arada olma, imece ruhu... Anadolu'nun ruhu… Mithat Paşa zamanında Ziraat Bankası'nın kurulması gibi… O dönemden başlayan memleket sandıkları, Tariş ve müstahsiller.. Ve sonra dediğiniz gibi köy enstitüleri… Atatürk'ün biz bu devrimleri yapıyoruz ama köylüye de anlatmalıyız diyerek öğretmenler yetiştirme ve o öğretmenlerin tekrar köylerde görev alması… Kooperatiflerin de yasalaşması açısından, Atatürk'ün uygulamayı görüyor ama teorinin zayıflığını gördüğünde yasa çıkartıyor… Yasanın bir maddesinde öğretmenleri kooperatifler konusunda yükümlü kılıyor, öğretmenlik için gittiğiniz yerde kooperatiflere destek olacaksınız şeklinde…
Atatürk'ün müfredata alınmasını istediği 'Beyaz Zambaklar Ülkesinde' kitabındaki gibi bir eğitim seferberliğine ihtiyacımız var diyebilir miyiz?
Çok önemli… Bir köyde üreten insanlar var, oradaki insanlar doğru, akil insanlarla buluştuğunda, öğretmen imam, doktor, ilçe tarımdaki mühendisle bir araya gelmeli… Maalesef köylerimizde okullar, sağlık ocakları kapandı… Dolayısıyla bizim kırsala tekrar gitmemiz, köyde hayatı devam ettirecek yaşam kurmamız lazım, bu noktada da köylünün ürettiği ürünü değerinde satması lazım... Köy-Kop İzmir Birliği olarak da bunun için her kanala ulaşmaya çalışıyoruz, yerel yönetimler, tarım bakanlığı valilik gibi.. Köylü eğitimi ve ürününün değerinde pazarlanmasını sağlamaya çalışıyoruz…
'Koop-Tuk, Geliyoruz!' sloganınızla 'başaracağız' algısı uyandırdınız, köylüye kooperatifçiliği anlatabildiniz mi?
Köylerde düğün salonlarına, kahvelere gittik. Bir küçük odaları nerede varsa; o alana gittik. Giderken de veteriner hekimler odasıyla, ziraat mühendisleri odasıyla gittik. Orada kooperatif başkanları, kooperatif ortaklarımız ile bir araya geldik. Birbirimizi anlattık, birbirimizi dinledik. Bu işin finansmanı var, kredisi var, iyi üretimi var… Mesela orası zeytinle hayatını geçindiren bir köy ise, ziraat mühendisleri odasından destek alarak zeytinciliği anlatan konuşmalar yaptık; ama 5 dakika ama 10 dakika… Daha çok soru-cevap kısmında köylünün kendisini daha rahat konuşabileceği bir ortam yaratmak istedik. Bir buçuk yıl sürdü, çalışmalarımızı İzmir Büyükşehir Belediyesi'ne de anlattık. Büyükşehir Belediyesi Toplum Sağlığı Daire Başkanlığı da işin içine girdi, tarım dairesi ile beraber… Çünkü tarımda iş sağlığının ne kadar önemli olduğu istatistiklerle önümüze çıkıyor, tarımda kullanılan ilaçlardan zehirlenme oranı çok yüksek. Kendinizi zehirlediğiniz gibi, toprağı ve ürünü de kirletiyorsunuz. Gıda güvenliği anlamında iyi gıda ve temiz gıdaya ulaşmakta zorluk yaşıyoruz. Bunları da anlattık… Toplum Sağlığı Daire Başkanlığı'ndan iş sağlığı ile ilgili bir arkadaşımız bize yol arkadaşlığı yaptı, diş taraması yaptık, kadınların her türlü sorunu ile orada yan yana geldik.Pandemi dolayısıyla ve kış şartlarıyla kapalı alanlardaki toplantılar durdu tabii ki; ama baharda normalleşmeyle devam etmeyi umuyoruz. Köylüyle, üreticiyle olan iletişimi hiç bırakmıyoruz. Ortak hareket olduğu için kalabalıklar oluştuğu için bu şartlarda bir araya gelmemiz çok zordu; ancak ben geçeceğine, iyileşeceğimize inanıyorum.
Yaşadığımız pandemi süresince tarım ürünlerine artan talep konusunda kooperatiflerin rolü nedir?
Tarım hiç durmadı. Pandemi nedeniyle de insanlar sağlıklı ve güvenli gıdaya ulaşmak istedi. Çünkü söylendiği gibi bu hastalıkla mücadele etmek için, immünsisteminizin güçlü olması lazım, iyi gıdayla beslenmeniz lazım. Dolayısıyla bizim eğitim çalışmalarımızda da söylediğimiz güvenli gıda, iş sağlığı, toprağı kirletmeyelim, ilaç kullanmayalım gibi söylemler yerini buldu. Kooperatif olarak hareket etmek şunu kolaylaştırıyor; bir araya gelmiş oluyorsunuz. Köyde bir kooperatif varsa her türlü hareket daha kolay oluyor. Muhatap olacak kişiler belli oluyor. Kooperatifleşme bu topraklarda zaten saygı duyulan bir yapı; tabii ki pandemi bizim birlik olarak yaptığımız bu çalışmaların da ne kadar doğru olduğunu ortaya koydu. Bir araya gelmenin ne kadar önemli olduğu anlaşılmış oldu...
'HİÇ BİRİMİZ, TEK BAŞIMIZA HER ŞEYİ YAPAMAYIZ!'
Tabii ki, bu birliktelikte plan var, disiplin var, güven var.
Birbirimize güveniyor, inanıyor ve görev paylaşımı yapıyoruz... Hiçbirimiz tek başımıza her şeyi yapabilecek güce sahip değiliz. Tarımda da örneğin, ben zeytinden, mandalinadan iyi anlayabilirim; ama süt ile ilgili yeterli bilgim olmayabilir. Ancak yönetim kurulumuzdaki diğer arkadaşlarımız da, veteriner hekim olanlar, hayvancılıkla uğraşanlar, o alana odaklanabilir. Birbirimizi beslemeye çalışıyoruz...
Dünyanın düzeni de bu değil mi zaten? İhtisaslaşma ile ilerlemek…
Elbette ideali böyle… Köylünün sahip olduğu kadim bilgiler ile, bilimin bilgileri birleşmeli. Üniversiteler de sürece dahil olmalı... Tarım artık sadece bir zıraii çalışma değil. Tarımın torbasına inovasyonu, ar-ge'yi, ekonomiyi, sosyolojiyi koymamız gerekiyor. Çok donanım gerekiyor. Biz, bize her mevsim ürün sunan bu topraklarda çok şanslıyız. Önce kendi kendimize yetebileceğiz... Güvenli, temiz, adil gıdaya ulaşacağız...
Uluslararası Slow Food hareketi hakkında bir Slow Food liderinin düşünceleri nerelerdir?
1986 yılında İtalya'da Carlo Petrini'nin başlattığı hareket. 'İtalya'nın makarnası, pizzası var' diyerek, 'fast food' hareketine karşı çıkıyor. Fast Food ile dondurulmuş, katkı maddeli gıdalardan bahsediyoruz. Yoksa bizim kışlık hazırladığımız kavanozlardan bahsetmiyoruz. Carlo Petrini 'sizin fast food'unuz varsa İtalya'nın da slow food'u var' diyor. Slow Food dünyanın en büyük gıda hareketi ve bir takım amaçları var. Yerel biyo çeşitliliği koruyarak tohum bankası oluşturmak ve sürdürmek. Bu tohum bankalarında söz konusu olan banka toprak… Toprakla üreticiyi buluşturmak. Bir başka amacı, yerel ve geleneksel besin maddelerini korumak ve teşvik etmek. Aslında Turizm Bakanının da bir takım açıklamaları oldu, Türk Mutfağına ilişkin gurme turizmi… Bunun için kadim bilgileri iyi araştırmamız lazım. Tat eğitimini teşvik etmek; çocukları tencere yemeği ile buluşturarak büyütmek lazım. Fast food'a karşı slow food'da geleneksel pişirme yöntemleri de var. Tüketicileri fast food ürünlerinin risklerine karşı eğitmek; neden dondurulmuş ve katkı maddeli gıdalardan uzak durmamız gerektiğini öğretmek… Bir takım alerjiler çoğalmaya başladı farkındaysanız, ancak 'benim aslında o gıdaya alerjim yoktu' diyen insanlar duymaya başladım. Zirai ilaçların nasıl kullanılacağı hakkında eğitimler vermemiz lazım ki; toprağı, suyu, gıdamızı, insanı koruyabilelim. Çocuklara ilkokul çağından önce tarım eğitimi vermemiz lazım. Okullarda muhakkak küçük bir bahçe olması lazım... Köy-koop olarak müfredatla ilgili bu yönde bir çalışmamız oldu, Tarım Bakanı ile de paylaşabiliriz. Slow Food dünyanın her yerinde örgütlenmiş bir hareket... Türkiye'de de örneğin İstanbul'da, Adana'da, Kastamonu'da bu hareket var… Bu slow food hareketinden sonra, şehirlerin yavaşlığı da konuşulmaya başladı… Seferihisar 2009'dan itibaren bir slowcity yani bir yavaş şehir… Orkinoslarla ilgili büyük bir mücadele vardı. Yapıldığı yer ile ilgili bir sorun vardı; Sığacık körfezinin dışında yapılması ile ilgili bir mücadeleydi... Son mahkeme kararı 'cittaslow üyelik kriterleri arasında yer alan çevre faktörleri maddesinde; su temizliği ve biyoçeşitliliğin azalması kriterleri balık çiftlikleri artışı ile tehlikeye girecek.Yavaş Şehir Seferihisar ilçesinin Cittaslow sürdürülebilirlik kriteri ve Yarımada Stratejik Planı ile örtüşmediği anlaşıldı' şeklinde verildi. Cittaslow açısından şehir kriterleri oluşturulması gerekiyor…
Sanayi devrimi ile birlikte köyden kente göç, azalan tarım iş gücü ve tarımda verimin düşmesi sizi nasıl etkiliyor?
İzmir'de kırsal hayat hala var. Biz 'İzmir'de başka bir tarım mümkün' derken bunu söylemek istiyoruz; İzmir özelinde hala köyünde doğru tarım uygulayan gençlerimiz var. Eğitimini tamamlamış ve köyüne dönüp doğru tarım yapan gençlerimiz var; benim umudum bu gençler… İzmir'den bütün Türkiye'ye söyleyebileceğimiz sözümüz var bu noktada… Geriye göç bir nebze olabilir, geçen yıllarda İsviçre'de bu gerçekleşti. Devletin köylere geri dönülmesi için ciddi destek veriyor; ancak köylünün de üreteceği ürünün kalitesi ile ilgili ciddi denetim yapıyor. Şu an mevcutta toprağa sahip çıkan, köyünü koruyan küçük üreticiyi korumamız gerekiyor, bu nedenle kooperatifçilik, küçük üreticinin temsilcisi..Bu yüzden kooperatifçilik çok önemli… Slow food'un küçük üreticiyi koruma amacı var… O yüzden biz Ankara'ya bunu söylemeye çalışıyoruz, tabii ki sanayileşilecek, büyük ihracatlar, büyü planlar yapılacak; ama en alttaki en küçük organları da güçlendirmemiz gerekiyor. Hollanda örneği neden sürekli veriliyor; anlamıyorum. Hollanda'da gelişmiş bir kooperatifçilik var. İnanın bizde de böyle bir kooperatifçilik var. Ancak Hollanda'da da çiçek üretirken devlet küçük kooperatifle muhatap olmaz; tüm kooperatiflerin üstündeki çatıyı muhatap alır. O çatı da; adil bir şekilde kendi küçük organlarına nüfuz eder. Kooperatifler kendi içinde rekabet etmez, dünya ile rekabet eder.Bizim de bu şekilde hareket etmemiz gerekiyor. Toprağı korumak vatanı korumak demektir. En küçüğünden, en büyüğüne kadar olumlu örnek ve uygulamalarla adil, eşit olmak zorundayız. Denetleme mekanizması olmalı. Almanlarla yapılan bir eğitim çalışmasında, Alman bir kooperatif birlik başkanını dinliyorduk; fiyatları nasıl belirlediğini anlatıyordu... Bir arkadaşımız sordu; 'Merkel siz fiyatları açıklarken ne yapıyor?' diye sordu, 'Merkel'e ne?' şeklinde cevap verdi, 'fiyatı üretici belirler' şeklinde cevap verdi.
Tarım ürünleri ithalatında gümrük vergilerinin düşürülmesi can yakıyor… Ne dersiniz?
Pandemide önce ülkelerin, sonra illerin sınırları kapandı. Biz kendi kendimize yetebileceğimizi düşündük. Pandemide bunu gördük ki; biz kendi kendimize yetebiliriz. Aklımız, gücümüz, sevgimiz var. Bir de birbirimize el verelim…
Tarım bakanının İzmirli olması hasebiyle, kooperatifçiliğe bakış açısı ve destekleri konusunda bir konsensüs sağlamak söz konusu oldu mu?
Sayın Bekir Pakdemirli ile bir avantaj-dezavantaj yaşamadık. İki hafta önce bir randevu talep ettik. Randevuyu da, İzmir'e geldiğinde Köy-Koop'da bir kahve içelim istedik... Küçükbaş hayvancılık ile ilgili bir projemiz var, onu kendisine sunmak arzusundayız… Buradan da çağrım olsun, kahvemiz hazır, bekliyoruz. Bakanımızın çok yoğun olduğunu elbette biliyoruz. İzmir'e çok gidip geldiğini de biliyoruz… Küçük üreticilerin temsiliyetinde, bizim de bir sözümüz var; Yönetim Kurulumuz ile birlikte kendisini ağırlamak isteriz. Küçükbaş hayvancılık neden önemli… Eti, sütü, yünü önemli… Yününden neden keçe yapmıyoruz da ithal ediyoruz? Örneğin Ödemiş ve Tire'de keçe çok iyi yapılır, yörük kültürüdür…