Hanzade Ünuz, Fark Yaratanlar’da “Paristanbul” Reklam Ajansı Başkanı ve tasavvuf ehli Recep Çiftçi ile konuştu.

Hayatta hepimizin farklı arayışları var şüphesiz.

Recep Çiftçi de kendini ararken manevi bir yolculuğun peşine düşenlerden.

Oldukça ilginç bir yaşam öyküsü var.

Gurbetçi Konyalı bir ailenin Paris'te yetişen yetenekli çocuğu.

Ressam olmak isterken reklamcı oluyor.

Paris'te reklamcılık, Ülker Grubu'yla tanışma ve ardından aldığı iş teklifiyle 31 yaşında İstanbul'a yerleşiyor.

Yüreğinin götürdüğü yeri ararken Budizm, Şamanizm, ardından da Mevlevilik'le buluşuyor.

Semazen oluyor.

Bir yandan da kurucu Başkan olduğu 'Paristanbul' adlı Tasarım Ajansı'nda uluslararası ödüller kazanan işlere imza atıyor.

O şimdi gündüz reklamcı…

Geceleri de tasavvuf ehli olarak sohbetler yapan bir Mevlevi...

Recep Çiftçi ile Atatürk'ü tasavvufi bakış açısıyla değerlendireceği 'Büyük Dehanın Zihninden Kalbine Yolculuk' konulu sohbet toplantısından önce buluşup, konuştuk.

İşte İslam ve Müslümanlığı tasavvuf penceresinden yorumlayan modern Mevlevi Recep Çiftçi'nin hayat hikayesi...

Recep Bey siz kimsiniz?

-Ben Fransa'da gurbetçi bir ailenin oğluyum. Konya'da doğdum, 1976 yılında 5 yaşındayken babam hepimizi alıp Paris'e götürdü. Gözümü Paris'te açtım diyebilirim. Fransa'ya ilk geldiğimde Avrupa kültürüne paraşütle inmiş bir kişi olarak hiç kimsenin yardımı olmadan önce dilini öğrendim. Ve üniversiteye kadar bütün eğitimimi Paris'te sürdürdüm.

Ne eğitimi aldınız?

-Güzel Sanatlar'da sanat, felsefe ve edebiyat okudum. Ressam olmayı çok istiyordum ama renk hocam 'Oğlum senin yeteneğin var, iyi bir ressam olabilirsin fakat karnın doymaz. Bak ben ressamım, tablolarımı satamıyorum. Ben sana garanti bir şey söyleyeyim, gelecek reklamda' dedi. O yıl dizayn bölümü yeni açılmıştı. Ve ben hem resim, hem de dizayn yani grafik bölümlerinde okudum. Her iki bölümü de bitirdim. Resim hep cazip geldi, hala da çok cazip. Bugüne dek dört sergi açtım.

'ÇEKİL ARADAN, KALSIN YARADAN'

Üniversiteden mezun oldunuz, sonrasını merak ettim…

-Paris'te bir ajansta önce art direktör sonra kreatif direktör olarak çalıştım. Resim hala içimde ukde olarak duruyor ama Allah da önüme tasavvuf yolu koydu. Dolayısıyla eskiden hayatımın bir parçası resim iken birden kendimi bu sohbetler içinde buldum. Ve şimdi haftanın üç akşamı İstanbul'un farklı kişisel gelişime yönelik mekanlarında sohbet veriyorum.

Yaşadığınız bu manevi açılım nasıl oldu, ne zaman oldu?

-Manevi açıdan her zaman vardı bu eğilim. Küçüklükten itibaren bana İslami bir eğitim verilmeye çalışıldı. Ama Paris'te okula gittiğimde bazı arkadaşlarım Hıristiyan, bazıları Musevi bazıları da ateistti. Animalistler, Budistler vardı. Doğru nedir diye düşünüyordum? Budizm çok yakın gelmeye başladı ve o konuda çok okudum. Daha sonra Şamanizm'e yönelmiş bir arkadaşla tanıştım ve ayinlerine katıldım.

Şamanizm nasıl etkiledi sizi?

-Şamanizm çok hamdı, sanki topraktan yeni çıkmış gibi saf ve hormonsuz. Şamanizm sanıldığı gibi bir din değil, yaşam tarzı. Şamanizm'de bir Tanrı yoktur, doğayla bir bütünlük içinde yaşarlar. Şamanlar bütün evrenin külli bir ruh olduğunu, o külli ruhun içinde cüzi ruhlar olduğuna inanır. Bütün evren kendi içinde bir ahenk içinde yaşar. Şamanizm'in birçok ekolü var. Sibirya ekolü, Anadolu, Afrika, Güney Amerika ekolleri var. Şu anda Türkiye'de revaçta olan Amazon ormanlarından gelen bir takım psikotroplar yani bazı sıvılar alınarak, beyni belli bir moda geçirmek. Beyni alfa, teta moduna geçirmek gibi bir etkileşimi var.

Madde almadan yapılan şaman ayini yok mu?

-Sibirya'da madde almadan, davulla yapılıyor. Amaç titreşimle bedeni ya da ruhu belli bir seviyeye getirip bir takım açılımlar sağlamak. Peru'daki şamanlar o bitkiyle yapıyorlar. Afrika'daki şamanlar başka bir bitkiyle yapıyorlar. Çeşitli ritüellerle bedeni veya ruhu belli bir seviyeye getirerek belli açılımlara ulaşıp, zihni bırakmak. Zihinsiz olmak, nefsi bırakmak için yapıyorlar.

Nefsi bırakınca ne ile karşılaşıyorsunuz?

-Kendinizle, yani saf bilinçle. 'Çekil aradan, kalsın Yaradan' dediğimiz mesele.

Anlaması zor bir durum…

-Teslimiyetle ilgili.

MEVLEVİLİÐE ADIM

Paris'te Şamanizm'le ilgilenirken ne oldu?

-Kardeşimle beraber kurduğumuz küçük bir reklam şirketimiz vardı. Türkiye'nin gıda devi Ülker ile tanışmamız oldu. İki yıllık bir çalışmanın ardından Türkiye'ye davet aldık. Sonra 1999'da İstanbul'a geldik. Amaç Ülker'in bütün ürünlerini ambalaj açısından elden geçirmekti.

İstanbul'da reklamcılık ve Şamanizm birlikte mi devam etti?

-İstanbul'da 'Paristanbul' adlı bir ajans kurduk. Halen 65 kişinin çalıştığı, uluslararası ödüller kazanan bir ajansız. İstanbul'a geldikten sonra 2002 yılında bir Mevlevi ile tanıştım. Ben ona Şamanizm'i anlatırken o da bana tasavvufu anlattı. Fark ettim ki aslında anlattığımız şeyler farklı dillerden benimki işlenmemiş bir kaya gibi, onun ki işlenmiş bir mücevher gibi. Anlattığımız şeyler aynı, hal aynı. Ama onunki daha şiirsel daha içten gelen, benimki daha topraktan koparılmış, daha topraklı. Beni Konya'da bir zatla tanıştırdı, orada Mevleviliğe adım attım. Semazen olmaya karar verdim. Semazen eğitimine girdim. Aylarca her hafta sonu İstanbul'dan Konya'ya gittim.

Nasıl bir eğitim bu?

-Birebir sohbetle oluyor. Sonra da bedensel eğitimi var semazenliğin. Bedeni eğitmekle ilgili bir durum var. Size verilen bir takım egzersizleri her sabah yapma yükümlülüğünüz var. Sonra ritüelin manasına iniyorsunuz çünkü Mevlevilikte semazenlerin semasının bir manası var. Neden selam veriliyor, hangi semboller işleniyor bütün bunları öğreniyorsunuz. Sonra bir tür sınavdan geçerek Mevleviliğe kabul edildim ve semazen oldum.

BUGÜN HERKES DERVİŞ OLDU

Peki dervişlik bir sıfat mı, nasıl derviş olunuyor?

-Eskiden derviş sıfatı çileye girmiş 1001 günü tamamlamış insana verilirmiş. Bugün herkes kendine derviş diyor ama dervişlik bir sıfattı ve herkese verilmiyordu. Şimdi tasavvufla ilgilenen herkes kendini derviş olarak görüyor. Manadan, maneviyattan kopuk bir yaklaşım var. İnsanın kendisine derviş etiketi yapıştırması zaten yoldan çıkmaktır. Onu yapan kendini bir şey zanneder. Halbuki derviş olmak bir şey olmamaktır. Derviş kapı ayağı, eşik demektir Türkçe'de. Neden? Çünkü kendi eşiğinizden geçersiniz. Kendi iç aleminize dalmak için o bir eşiktir. Kendi iç kapınızı aralamaktır.

Siz kendinize derviş diyor musunuz?

-Siz isterseniz diyebilirsiniz ama o sizi bağlar. Ben olsam olsam bir Allah kulu olabilirim. Modern dünyada kul olmak, kul köle olmak gibi algılanıyor. Ama tasavvufta kul olmak, kendi nefsine dair hiçbir şeye boyun eğmemek demektir. Hiç kimsenin önünde eğilmemek demektir.

Şu anda yaşayan dervişler var mı?

-Var, yaşayan dervişler var. Modern dervişler bizim gibi insanlar. Farklı tarikler yolunda, adabında yürüyen çok derviş var. Kimi Mevleviliği seçmiş, kimi Kadiriliği seçmiş, kimi Nakşibendiliği seçmiş. Biz ne yazık ki Emevi dinini yaşıyoruz, hala Muhammed'in dinini yaşamıyoruz. Muhammed'in dini diğerine yardım etmek, ihtiyaçları gidermek üzerine kuruludur. Bunun içinde tabii ki iyilik yapmak var.

Emevilik denince?

-Dini kendi çıkarları için kullanmak, kendi tarafına yontmak olarak alabiliriz. Din işine yarıyorsa ona göre hadis üretmek mesela. Şu an yaşadığımız din ondan ibaret. Tasavvuf da özünde buna uyanmaktır. Farkındalık yaşamaktır. Beni irşad eden efendilerden öğrendiklerim bu yönde.

KULAÐA SU KAÇIRIYORUM

İç dünyanızda bu değişiklikleri yaşarken yaptığınız tasavvuf sohbetleri nasıl başladı?

-Bir gün Konya'da Şems Tebrizi'nin türbesinde diz çökmüş, kendi halime dalmış otururken birden İstanbul'daki bir efendinin ismi yankılandı zihnimde. Sonra ben merak ettim kim bu insan diye ve internette baktım böyle biri gerçekten var mı diye. Varmış, mailleştik. İstanbul'da buluştuk, sohbetlerine katıldım. Sonra arkadaşlarım bize de anlat diye talepte bulundu. Kendiliğinden gelişti ve yaklaşık 6 yıldır farklı gruplarla sohbetler yapıyoruz.

Ne anlatıyorsunuz bu sohbetlerde?

-Anlattığım ağırlıklı konu Mevlevi – Ekberi yolundan yani Mevlana'nın ve İbn-i Arabi yolundan giderek bir yaşam şekli, tasavvuf yolu anlatıyorum. İnsanlara farklı bir bakış açısı anlatıyorum. Bu ferdi bir yoldur, hep beraber el ele tutuşalım cennete gidelim yolu değildir. A'mak-ı Hayal'de anlatıldığı gibi bizim içimizdeki sarayın kapısını mürşit açar ama sizle beraber o sarayın içine giremez. O sarayın içine siz kendiniz girersiniz. Ben sadece kulağa biraz su kaçırıyorum.

ATATÜRK VE TASAVVUF

Atatürk' ün manevi yönünü keşfetmeniz nasıl oldu?

-Atatürk ile 10 yıl önce tanıştım. Fransa'da çok az öğrenmiştim. Türkiye'yi kurtarmış önemli bir insan olarak biliyordum sadece. Bir gün elime Nutuk kitabı geçti ve fark ettim ki oradaki bütün konuşmaları derin bir tasavvufi mana içeriyor. Hiçbir şey boş değil söylediklerinde. Bazı sözlerinde ne kadar derin dini bilgisi olduğunu ve ne kadar imanlı bir varlık olduğunu gördüm. Bence Atatürk çok derin manevi inancı olan, çok bilgili ve Allah'a çok büyük aşkı olan bir insandı ama biz anlamadık. Okudukça Atatürk'ü daha çok araştırma isteği duydum ve daha büyük hayranlık duydum. Hala Nutuk'u açar ara sıra okurum.

Nelerden etkilendiniz Nutuk'ta?

-Örneğin 'Cumhuriyet fazilettir' cümlesindeki fazilet evrensel ilkeler anlamındadır. İnsanı insan yapan evrenseller üzerinde düşünebilmesidir. İnsan kendi içindeki evrenselliğe ulaştığında duyarlılığı artar ve vicdani olur. Vicdani olan insan diğerine faydalı olur. Biz maalesef pozitivist bir dünyada yaşadığımız ve Tanrımız da Dolar olduğu için her şeyi Dolarla kıyasladığımız, insanı nesneleştirdiğimiz için kadın ve erkek de birbirine nesne gibi yaklaşıyor.

MODERN İNSAN VE PARA

Sohbetlerinize katılanlardan para alınması tezat değil mi peki?

-Maalesef modern insanın bir yapısı var, eğitim görmüş insan para vermediği bir şeye değer vermiyor. Para vermedikleri zaman bu bilgi değersizdir algısı var. Modern insanın durumudur bu, bilgi başka türlü geçmiyor. O sohbetleri parasız yapsanız büyük ihtimalle gelmezler. Kur'an, talep edene icabet ederim diyor. Tasavvuf da aynı şekilde talep edene açılıyor. Herkesi toplayıp konferans şeklinde anlatalım, olmuyor. Bu işler bu şekilde işlemiyor. Ancak küçük gruplarla birebir samimiyetle gerçek sohbet ortamında oluşan bir paylaşım.

Geçiminizi bu sohbetlerden alınan ücretle sağlamıyorsunuz herhalde…

-Bu iş para için yapılmaz, bu bir iş değil. Bunu yapan para için yapıyorsa burada bir terslik olmalı. Ama yaşadığımız modern dünyada kişisel gelişim şirketleri giderlerini karşılamak için bir ücret koyuyorlar. Benim verdiğim sohbetleri düzenleyenler de böyle şirketler. Ben de daha fazla insana ulaşmak isterim, ücretsiz olsun isterim. Bana mail atanlara seve seve yanıt veriyorum, buluşup kahve içiyorum.

KENDİMİZE SÖYLEDİÐİMİZ YALANLAR

Günümüzde avuç avuç antidepresan içiliyor. Tasavvuf stresten kurtulmanın bir yolu mudur?

-Bunun yolu tasavvuf olur, bir başka yol olur. Bu özünde bir isim. İnsanlar önce kendilerine samimi olarak stresten kurtulurlar. Kendimize o kadar çok yalan söylüyoruz ki. Çocukluğundan itibaren herkes bir kabuk içinde yaşıyor. Kimse gerçekten içinde olmak istediği şeyi itiraf edemiyor. Toplumun, anne babasının inançlarıyla hapsolmuş bir varlık var ve o kendi içinde kurduğu illüzyona ulaşmaya çalışıyor. Sürekli patinaj yapıyor. İnsan yarattığı bu basınç içinde yaşıyor. Bu basınçtan kurtulmak için antidepresanlar alıyor. Ama basınç geçmiyor.

Ne öneriyorsunuz insanlara?

-Kendileri olmayı, kendi içindeki varlığı keşfetmelerini. Herkese verilen akıl aynı ama onu kullanma şekli farklı. Bana göre çoğumuz tembeliz. Kimse gayret etmek istemiyor. Kimse kendini bilmek istemiyor. Çünkü çok basit bir hayatımız var ama bundan zevk alıyoruz. Herkes mutsuzum diyor, başka bir hayat bekliyor. Değiş dediğiniz zaman kimse bunu istemiyor. O zaman demek ki kendi kendine yalan söylüyorsun. Bu öğretiler gerçekten merak edene kendini açar. Bir bahçeden geçersiniz, güller vardır dalgınsınızdır görmezsiniz. Ya da durup o gülü koklarsınız. O zaman gül kokusunu verir, kendini size açar. Bu öğretiler de böyledir. Bunlar biraz farklı bakmak isteğiyle de ilgili.

EYVALLAH DİYORUM

Tasavvuf ehli olunca günlük hayattaki saçmalıklar, kabalıklar daha zor gelmiyor mu?

-Bana hafiflik getiriyor, zorluk değil. Tasavvuf yolu Budizm veya Hıristiyanlıkta olduğu gibi bir manastıra kapanıp zikir çekmek değil. Tasavvuf yolu toplum içinde çile çekmektir. Hayatımızın kendisi bir çiledir. Dolayısıyla kendinizi terbiye etmek için bir sürü fırsat var. Ya kendinizi nefsinize kaptırırsınız…

Sizin kaptırdığınız olmuyor mu?

-Çok şükür olmuyor benim.

Size haksızlık yapılırsa, kötü davranılırsa…

-Eyvallah diyorum (gülüyor).

Peki ne zaman sinirlenirsiniz?

-Birisinin hakkı yendiğinde sinirlenirim. Bir şekilde hakkını korumaya çalışırım ama bağırıp çağırmam.

BENİM ÇİLEM DE REKLAMCILIK

Reklam şirketinizin faaliyet alanı nedir?

-Şöyle… Biz reklam filmi anlamında hizmet vermiyoruz, ağırlıklı marka kimliği oluşturuyoruz. Ambalaj üzerine çalışıyoruz.

Şimdi reklamcılık kapitalizmin üstüne tüy diktiği alan sonuçta. Siz de bu alanda çalışıyorsunuz?

-Bu da benim çilem diyorum (gülüyor).

Paraya tapma noktasında insanların önündeki havuç değil midir reklam?

-Kesinlikle öyle.

Siz sabahları havucu koyup, akşamları da bu havuç sahte diye anlatıyorsunuz o zaman...

-Belki de bu meslek benim bu kadar uyanmama sebep oldu. Bu kadar büyük bir illüzyon dünyasında yaşarken... Sonuçta marka dediğiniz şey zihninizde oluşturduğunuz bir vizyondur. Başka bir şey değildir.

O illüzyondan kurtulma yollarını da sohbetlerinizde öğretiyorsunuz demek ki…

-Aynen öyle (kahkahalar)…

Sizin yolunuz nasıl devam edecek?

-Allah bilir, bilmiyorum. Benim niyetim daha fazla insana dokunmak, daha fazla insana bunları anlatmak. Bizim kültürümüzden, bu topraklardan çok çok değerli insanlar geçmiş. Bunları topluma anlatamamak çok büyük kayıp. Mevlana'yı sadece Şeb-i Arus'ta duymak…

Bizim inancımız bir türbenin önünde dua etmek mi? Mevlana'nın türbesinin girişinde 'Ey ziyaretçi beni arıyorsan ben burada değilim. Ben ariflerin gönlündeyim' diye yazmasına rağmen biz hala oraya gidiyorsak demek ki biz bir şey anlamadık. Veya güzeller güzeli Atatürk'ün 'Aklı olmayan toplumları, aklı olan toplumlar yönetir' dediği gibi bence bizim aklımızı kullanma zamanız geldi, hatta geçti. Ne zaman uyanacağız?

Ne zaman ?

-Bir Sufi'nin dediği gibi, 'Komşun aç ise senin kıldığın namaz namaz değildir'. Vicdanı uyanık değilse o insan namaz kılsa ne olur. Biz sadece dış görünüşe, ritüellere bakarak bir insana Müslüman diyorsak… Ki güzeller güzeli Muhammed'in anlattığı gibi islam kendisiyle barışık olmaktır, müslüman çevresiyle barışık olmaktır. İslam alemi de kendini sorgulamaya başladı.