Rıfat Nalbantoğlu; AKP'den, medyaya, yerel yönetimlerden, Kent A.Ş'e, Yüksel Çakmur'un açtığı davalardan, açılım sürecine kadar her konuda çarpıcı açıklamalar yaptı.

BAŞLARKEN...
İzmirli onu asıl olarak, CHP İzmir Eski İl Başkanı Kemal Karataş'ın yerel seçimlerde Konak adaylığı için ayrılmasından sonra boşalan İl Başkanlığı koltuğuna oturmasıyla tanıdı.
Siyasetle uğraşanların zaten tanıdığı bir simaydı Nalbantoğlu ama onu geniş kitlelerin tanıması, CHP'de yerel seçim sürecini yöneten il başkanı olarak görev yapmasından sonraya denk düşüyor.
Oysa Rıfat Naltbanoğlu, siyaset sahnesine yeni çıkmış bir isim değildi.
80 öncesi TKP, sonrasında DSP, sonrasında İsmail Cem'in partisi YTP ve nihayet CHP'de etkili görevlerde bulunmuştu.
CHP'de İsmail Cem'in yadigarı olarak görülüyordu. O nedenle Baykal tarafından bir dönem Bilim Kurulu, son dönemde Parti Meclisi Üyesi olarak görevlendirilmişti.
2007'de CHP listelerinden 8. sırada İzmir milletvekili adayı olmuş, İzmir İl Başkanlığı koltuğuna da CHP Parti Meclisi koltuğunu boşaltarak oturmuştu.
'Medyatik' olmayışı nedeniyle, ancak parti çevrelerinin bildiği, CHP'nin kongre sürecinde ve 2010 genel seçimlerinde isminin daha sık gündeme geleceğini tahmin ettiğimiz CHP İzmir İl Başkanı Rıfat Nalbantoğlu'na daha yakından bakmak, nasıl bir partili/nasıl bir kişilik sorularına tatmin edici yanıtlar almak istedik.
Rıfat Nalbantoğlu, çok konuşan, elleriyle de konuşan ama aynı zamanda çok ketum bir siyaset adamı.
Siyasetçi olarak neyi ne kadar söylemesi gerektiğini biliyor. Polemiklere girmekten, kavgaların tarafı olmaktan özellikle kaçıyor. Bu da onu medyatik olmaktan uzaklaştıran baş faktör
O, boğazı '9 boğum' siyasetçilerden. Söyleyeceklerini 9 kez yutkunarak, 9 süzgeçten geçirerek söylüyor. 'Kemal Karataş ne söylese manşet olur'un tersine bir tarzın sahibi.
Gazetecilere 'pas' olabilecek hiçbir ipucu vermiyor/bırakmıyor. Polemikten şiddetle kaçınıyor. Kaçamayacağını, artık içindekini söylemesi, bizim konuyla ilgili asıl gerçeği bilmemiz gerektiğine inandığı an, teybi kapatıp popüler söyleyişle (Of the record) kayıt dışına başvuruyor.
Sonrasında teybi açıp 'il başkanı kimliği' ile ne söylemesi gerekiyorsa onu söylüyor. Bu kadar kontrollü oluşu 'Gönül Soyoğul'u tedirgin etse' de, politikacıların şifrelerini çözmeye alışık Ümit Yaldız için 'söylenmedik her söz' bile, haber/yorum içeriyor.

Swiss Otel'in altındaki kafeteryada yaptığımız, Gönül Soyoğul ve Ümit Yaldız'ın sorduğu, arkadaşımız Yusuf Kirbiç'in fotoğrafladığı röportaja geçip, CHP İl Başkanı Rıfat Nalbantoğlu'nu tanımayı, yorumları, size bırakalım.

Ü.Y: AKP yerel muhalefette dozu artıyor, ne dersiniz?

R.N: E tabii, onların sırtında yumurta küfesi yok.

G. S: Niye sizin sırtınızda yumurta küfesi var?

R.N: Bizim çok istediğimiz, çok güzel bir yumurta küfesi bu; İzmirliler bizim sırtımıza yüklediler. Biz zaten bunu çok istiyorduk, hatta biraz daha ağırını istiyorduk, birkaç yumurta eksik kaldı hatta. Yani iki yumurta eksik kaldı, daha ağırını bekliyorduk aslında. Ama İzmirliler böyle takdir etti. Biz sırtımızdaki yumurta küfesinden çok mutluyuz. Bize böyle bir yük, böyle bir sorumluluk verdiği için İzmirlilere bence teşekkür etmeliyiz. Biz yumurta küfesinden yakınmıyoruz ama bunun ağırlığının da ne demek olduğunu biliyoruz. Nasıl bir ağırlıktır, nasıl bir sorumluluktur biliyoruz.

Ü.Y: İktidar partisinin İzmir'de son noktada geldiği muhalefet durumundan bahsediyorum. Önceden 10 belediye başkanı, bir süre meclis üyesi vardı. İktidar partisi bütün bu varlarını kaybetti. Meclislerde de çok az sayılarda temsil ediliyor. Bu durum onları rahatlattı mı ki, il başkanı düzeyinde muhalefet etme noktasına geldiler? Ayrıca, muhalefet etmek mi zor iktidar olmak mı?

R.N: İkisi de bulunduğumuz ortamın koşullarına göre değişir. Mesela genel iktidarın anlaşamadığımız değil, gerçekten çok ayrı uç noktalarda bulunduğumuz bir siyasi otorite tarafından yönetildiği bir yerde, yerel iktidar olmak çok güç. Ama yerel iktidar buradan iyi bir şey değildir sonucu çıkarmak doğru değil. Sadece çok güç, çünkü sonuçta birçok iş, bir sürü mesele merkezi iktidarla çözülüyor. Bu anlamda, burada konum çok zor. Muhalefet etmek, biraz önce söylediğimiz sırtında yumurta küfesi anlamında bir rahatlıktır. İstediğini isteğin gibi atarsın, istediğin şovu yaparsın, kayığa binersin, inşaat alanına gidersin, şuraya buraya gidersin, bu gayet rahat olur. Hatta işi şova çevirirsin. Muhalefetin de iktidarın da çok ayrı sorumlulukları var. Muhalefet etmenin, en temel sorumluluğu; evet sana bu görev verilmişse, muhalefet edeceksin, en doğal hakkın.

G.S: Muhalefet yapmak bir anlamda şov, bir rahatlık diyorsunuz da, Genel Başkanı'nız sayın Baykal da bildik bileli muhalefette... O da mı yıllardır şov yapıyor?

R.N: Bunların yaptığı şeklindekine şov diyorum. Mesela genel başkanımız diyelim ki çok temel politikalar konusunda, özellikle son zamanlarda dış politikada bunların tırnak içinde demokratik açılım dediği meselede, hem yanlışlarını anlatıyor, hem de çözüm önerilerini ortaya koyuyor. Şov yapmıyor. Şimdi ben yararlanıyoruz, derken bunu kastediyorum.

G.S: Yani Ömür Kabak sorunları anlatırken hiç mi çözüm önerisi sunmadı bugüne kadar?

R.N: Kayığa bin, orda gez, buraya git, bunu yap... Yani yararlansak biz hakikaten bu arkadaşların eleştirilerinden, memnun oluruz yani. Buradaki idarenin önünü açıcı, onlara yardım edici, onların karar alma süreçlerini etkileyici, somut şeylerle ortaya gelse, bu bir muhalefet yapma biçimidir. Ama hem de iddia ettiği yerle hiç alakası olmayan bir yerde fotoğraf çektirip 'bak burada şöyle' demek şov yapmaktır. Ama Ermenistan sınırı kapattığımız gün Sayın Baykal gibi 'kapatma gerekçemiz neydi? Gerekçe ortadan kalkmış mıdır ki açacağız' diye sormak, çözümü de ortaya koymaktır.

GS: İki muhalefet arasında fark var diyorsunuz yani...

R.N: Tabii ki fark var. Çünkü birisini AKP yapıyor, birisini CHP yapıyor; tabii ki fark var arada.

Ü.Y: Genel iktidarın tersine yürümek zordur dediniz. AKP İzmir'i cezalandırıyor mu, belediyelerin bir takım projelerine engel oluyor mu? Diğer kentlere nazaran yatırım miktarlarında İzmir nerede? Siz rakamların adamısınız, bu manada sizin bakışınız nasıl?

R.N: AKP'nin 7- 8 senedir süren iktidarı döneminde İzmir'e çakılmış bir tane çivi yoktur. O daha önce başlayan Çevre Yolu vardı. Daha önceki hükümetler tarafından projelendirilmişti. 7-8 senede o çevre yolunun bir kısmı bitirilebildiler sadece; onun dışında İzmir'e çaktıkları bir çivi bile yok.

G.S: Ya Beydağ Barajı?

R.N: O da eski bir proje, artık bitirmek zorunda kaldıkları; artık bitmezse hakikatten ayıp olacak dedikleri işler. Bunun dışında kendi projelendirdikleri kendi yaptıkları, İzmir'in ticaretine, turizmine, İzmir'in dokusuna, kongre şehri olmasına, turizmin gelişmesine katkı sağlayabilecek bir çivileri, bir projeleri yok. Bu birincisiydi. İkincisi, kaldı ki geçenlerde yine bir vesileyle açıklamıştık. İzmir'de yerel yönetimlerin belediyelerin aldığı kararlar konusunda da sadece AKP iktidarı döneminde 169 dava açılmış. Valilik tarafından. Burada konuyu sadece valiye bağlamak doğru değil, ben valimizin her şeye rağmen çok iyi niyetli olduğuna inanıyorum. Bürokratlardan geliyor. Bayındırlık bürokratından geliyor, Sağlık Bakanlığı'ndan geliyor ve öyle bir raporlama, öyle bir önüne sunma şeklinde geliyor ki, dava açmasan neredeyse suçlu hale gelecekmişsin gibi bir durum var. Ama valinin de özel bir durumu var. Antalya Belediyesi'nin geçen dönemki icraatları konusunda Antalya Valiliği tarafından açılan dava sayısı sadece 5. Adana Büyükşehir Belediyesi ki, o dönem AKP'li belediyeydi; o zaman ve sayın valimiz de bu dönemin üç buçuk yılında, şimdiki İzmir valisinin dönemidir. Açılan dava sayısı sıfırdır. İstanbul'da ve Ankara'da da bu rakamlar 10'u geçmez durumdadır. İzmir'de açılan davaların sayısı ise 169.

Ü.Y: Belli bir 5 yıllık periyodu var, ben bu konuda yazılar yazdım, haber yaptım. Eski bu vali döneminde tabii gene 40 - 50 dava var. Yusuf Ziya Göksu döneminde 110 dava varmış.

R.N: Sayın Valimizin Adana'da görev yaptığı dönemde açtığı dava sayısı sıfır; İzmir'de görev yaptığı dönemde açtığı dava sayısı 38.

Ü.Y: Bu da hükümetin İzmir'e bakışıyla ilgili...

R.N: Evet evet. Önüne konulan raporlar, açmasını zorunlu kılıyor.

Ü.Y: Barajlar meselesi mesela... Aziz Bey barajlar dedi, 2 tane yapacağız diye açıklama yaptı. Bir süre önce izin alınamadı denildi.

R.N: Halen daha almış değil, şimdi bunu yerel seçimler döneminde de söyledim. İzmir hakikaten özel bir yer, burada yaşıyor olmaktan çok şanslıyız. Bu son seçimlerde İzmir halkının siyasi irade anlamında söylemiyorum, bunu halkın duyarlılığı anlamında söylüyorum. İzmirliyle iddialaşarak bir şey yapılmaz. İzmirliyle iddialaşarak, İzmirliyi tehdit ederek bir iş yapamazsın, böyle bir sonuç elde edemezsin. Sonuçlar ortada, yani AKP'nin aldığı sonuçlar. İzmirliyle barışacaksın, İzmirli'ye kendini anlatacaksın, İzmirli'ye güven vereceksin, İzmirli'nin güvenini kazandıktan sonra sırtın yere gelmez.

G.S: Siz AKP'ye kopya veriyorsunuz şu anda!.

R.N: Olsun, kopya olsun. Muhalefet ederken yararlanmaları lazım, hakikaten kopya veriyoruz. Böyle yapsınlar, İzmirliyle iddialaşmasınlar, İzmirliye, İzmir'e ait projeler yapsınlar, biz de destekleyelim. Biz bu şehirde yaşıyoruz, bu şehirde yaşamaya devam edeceğiz,

G.S: AKP'nin İzmir politikaları akılcı değil mi diyorsunuz?

R.N: Hiçbir politikaları akılcı değil ama İzmir politikası tamamen batık. İzmir politikasının elle tutulur yanı yok. Diğer politikaları batık da, İzmir'de yaptıklarının elle tutulur yanı yok.

Ü.Y: Yüzde 56 .7 Büyükşehir, yüzde 50 civarında il genel meclisi, somutu 28 ilçe ve bir sürü belde, bir sürü meclis üyesi. Sayın Kocaoğlu'na da sorduk bu soruyu. O 21 ilçeden sorumluydu, siz 28 ilçeden sorumlusunuz ve seçim öncesi 30 ilçeyi de alıyoruz açıklaması yaptınız. Oradan başlarsak, hangi temel faktörler, size İzmir'de başarıyı getirdi? Birincisi, AKP'nin İzmir politikalarının yanlışlığı dediniz zaten. Daha neler var?

R.N: Bu tek başına herhangi bir durumun karşılığı değil, birçok bileşenin, değişkenin, ortak çok iyi bir kesişme noktasının yakalanmasının sonucu. Birincisi biraz önce de söylediğimiz AKP'nin İzmir politikası; politikacıların İzmir'e güven vermemesi, Başbakan'ın güven vermemesi. AKP kadrolarının İzmirli yurttaşlarımıza güven vermemesi, birçok temel noktalardan bir tanesi. Bunun karşısında tabiî ki İzmir'deki başta Büyükşehir belediye başkan adayımız, şimdi başkanlarımız, hakikaten İzmirliye güven verdi, kendilerini anlattı, ifade edebildi.
Sonra belediye başkanlarımızın bir kısmı zaten eskiden belediye başkanlarıydı, ama yeni adaylarımız da alanlarında çok temayüz etmiş çok değerli arkadaşlar olması, ilçe örgütlerimizin, il örgütümüzün bir seçim kampanyasına yakışır bir dayanışma, kol kola girme, birlikte olma ruhunu en üst düzeyde sergilemiş olmaları, bütün bunların hepsi bir ortak noktada kesişince, zaten başarı kendiliğinden geliyor.

Ü.Y: Örgütün payı nedir bu başarıda?

R.N: Hepsi eşittir, bu fonksiyonlardan hiçbiri, birinin önünde değil, yani hepsi eşittir. Örgüt böyle bir dayanışma içerisinde olmasa, bu başarıyı yakalamak zordur, adaylarımız iyi olmasa, bu başarıyı yakalamak zordur, geçmişte görev yapmış olan başkanlarımız yeniden aday olmak üzere hakikaten güven veren iyi çalışmalar yapmamış olsalar, bu başarıyı yakalamak zordur. Hiçbirini, birbirinin önüne geçirmek doğru değildir. Haksızlık, bir diğer fonksiyona haksızlık yani ve seçimden sonra ben bir şey söylemiştim; bence hala en güzel durumu o tarif ediyor. Yani bu başarı neden oldu durumuna, ben halen daha iyi bir cümle bulamadığım için bu cümleyi kullanıyorum. İzmir halkı bir karar vermişti, aslında biz bu kararı gönül rahatlığıyla uygulamalarına uygun bir zemin yarattık. Adaylarımızla, örgütsel yapımızla yani gönül rahatlığıyla uygulamalarına fırsat vermeseydik, başka olabilirdi sonuç yani. Çünkü bir karar vermişti İzmirli. O kararını 'evet ya, ben doğru bir karar vermişim' diye adaylarımızla, örgüt yapımızla, ilçe örgütümüzle, buna uygun zemin yarattık. Sanıyorum, durumu en iyi tarif eden şey budur diye düşünüyorum. Hiçbiri birinin önünde değil yani.

G.S: İzmir'de yerelle genel iktidar arasında senkron bozukluğu var. Ömür Kabak da bunun üzerinde durdu ama ben ondan çok daha önce bu soruyu birçok kişiden duymuştum. Şöyle diyorlar: Eskişehir belediye başkanı da iktidar partisinden değil ama nasıl oluyor da Eskişehir Türkiye'nin gündemine icraatlarıyla gelen bir belediye oluyor? Ben de eşimin ailesi nedeniyle her gidişimde kentte bir farklılık görüyorum. Bu konuda ne diyorsunuz?

R.N: Ben de Eskişehir'i hem eski haliyle, hem yeni haliyle çok yakından gözleme şansına sahip insanlardan biri oldum. Gerçekten Eskişehir'de çok ciddi bir değişim ve dönüşüm, hiç tartışmasız yaşandı. O da sosyal demokrat belediyeciliğin çok güzel örneklerinden biridir. Sayın Büyükerşen, sadece şehre kattığı yeni imaj, yeni görüntü değil, alt yapısıyla, her şeyiyle bir belediyecilik nasıl yapılır konusunda ders olarak okutulacak, ders olarak ortaya konulacak bir örnek sergilemiştir. Burada tabii Demokratik Sol Parti'nin, bunu eleştirmek bizim konumuz değil. Ama Demokratik Sol Parti'nin AKP ile ilişkisiyle, CHP ilişkisi farklı noktalarda. DSP, CHP ilişkisinin; yani öyle bir soruyu gündeme getirtmek üzere bile, siz bu anlamda sordunuz diye söylemiyorum. Şu konuşmayı gündeme getirmek üzere bile, bu ilişki başka düşünülmesi çok mantıklıdır yani.

GS: Yani, AKP, DSP'li olduğu için Büyükerşen'e yardım ediyor ama CHP'li Kocaoğlu'na yardımcı olmuyor mu demek istiyorsunuz?

R.N: Bilmiyorum, bilmediğim bir konuda konuşmak istemem ama en azından ben Eskişehir'de de açılmış 169 tane dava olduğunu sanmıyorum. Tamamen kanaat benimki...

G.S: Peki niçin oraya gidip orada belediyecilik örneğinin altında yatan başarıyı incelemek gibi bir imkanı kullanmıyorsunuz?

R.N: Ben İzmir'de de çok temel hatlarıyla sosyal demokrat, sosyal bir belediyeciliğin unsurlarının var olduğunu düşünüyorum. Ölçek de çok farklı, ben şimdi Büyükerşen'in çalışmalarını küçültmek için söylemiyorum. Ama diyelim ki 50 metre uzunluğundaki Porsuk kenarına bir şey yaptığınızda, o şehirde bu görünür. Ve herkes 'aaa bak ne güzel olmuş' der. 5 tane kavşak düzenlemesini doğru yaparsanız, Eskişehir'in trafiği düzelir. Ölçek çok farklı. Şimdi İzmir'de de çok güzel, olağanüstü şeyler yapılıyor. Ama siz eğer Eskişehir'e Türkiye'de ilk defa hızlı tren uygulamasını oradan başlatıyorsanız ve hala Ankara-İzmir karayolunun nerede başlanacağını bu şehirde tartıştırıyorsanız; yani Bursa'dan başlasın gibi bir tespitle... İşte yaklaşım farkı dediğim bu.
Yoksa Yılmaz Büyükerşen, muhteşem bir insan. Kişisel alarak da tanırım kendisini.

G.S: Büyükerşen'le görüşmek yine de lehte olurdu. Olur ya, belki de onun uyguladığı bir sihirli formül vardır. Niye reddedeceksiniz ki?

R.N: Çok iyi anladım dediğinizi. Ben herkesin, her durumda, pozisyonu ne olursa olsun herkesten öğrenebileceği bir şey olduğuna yürekten inanırım ve bunu da günlük hayatımda ben uygularım. Ama bir belediyecilik konusunda İzmir Büyükşehir Belediyemiz ya da herhangi ilçe belediyelerimizin her hangi birisinin de yaptığı uygulamalar konusunda Eskişehir'den öğrenebileceği bir şey olduğunu düşünmüyorum.

G.S: Siz biraz önce dediniz ki, ders olarak okutulması lazım Büyükerşen'in yaptıkları... Ama bir taraftan, bizim ondan öğrenecek bir şeyimiz yok diyorsunuz. Burada politika yapıyorsunuz bence.

R.N: Hayır hayır değil.

GS: Aziz Başkan'ı ben de severim, oyumu da ona verdim. Ama bu, İzmir'de her şeyin dört dörtlük olduğunu savunmayı gerektirmiyor değil mi?

R.N: Şu şöyle bir şey, evet biz herkesten her şeyi öğrenebiliriz. Herkesten her şeyi sorabiliriz, ama buradaki belediyecilik uygulamaları konusunda da ben Eskişehir'den herhangi bir eksiğimiz olduğunu düşünmüyorum. Hiçbir eksiğimiz yoktur.

Ü.Y: İzmir halkı size güvendi. Ve epey de bir yumurta küfesi omzunuza yükledi,. Peki, bu İzmir halkının size verdiği 5 senelik güveni, hayal kırıklığına düşürmemek için neler söylersiniz?


R.N: Hayal kırıklığına uğratmayacak olanlar, sırtlarına yumurta küfesi alanlar, yani CHP'lilerdir. Başta seçilmiş arkadaşlarımız, belediye başkanlarımız, ilçe örgütlerimiz, il genel meclisimiz, il örgütümüz; bu sorumluluğun altından kalkması gereken insan sayısı belli. Sınırlı yani. Eğer bu yapı seçimlerde gösterdiği çabayı, enerjiyi bu icraat döneminde de ortaya koyabilirlerse, biz de bu işin koordinasyonu konusunda çok kararlıyız. Koyabilirsek, yapabilirsek, İzmirliler'in güvenini boşa çıkartmayacağımıza inanıyorum.

Ü.Y: İlk 5 ay içerisinde ilçeler başta olmak üzere bir sürü sorunla karşı karşıya kaldınız. Bir sürü de toplantı yaptınız. Belki de bu güveni boşa çıkarmamak için yaptınız. Bir bildirge yayınladınız. İlçelerde sipesifik sorunlar var. Sanki İzmir halkı acabalara, bazı ilçelerden başladı. Ne düşünüyorsunuz? Buna yönelik çok ciddi eleştiriler var bu son zamanda. Ne türden önlemler alıyorsunuz?

R.N: Sorun biterse, artık İzmir'de belediye uygulamalarında, CHP çalışmalarında sorun bitmiştir dersek, esas ondan korkalım. Canlı olan, yaşayan canlı her organizmada sorun devam edecektir. Tanrıya şükürler olsun ki bizde sorunlar var. Yaşıyoruz, canlıyız.

G.S: Siyasi Polyannacılık da bu olsa gerek! Hiç böyle bir cevap duymamıştım...(Kahkahalar)

R.N: Şükürler olsun ki sorunlarımız var. Ya bu sorunlar olmasa? Canlı olmamızın, hareket içersinde olmamızın, bir icraat içersinde olmamızın bir karşılığıdır. Sorunlar hiç bitmesin, ama inşallah hepsini çözelim adım adım. Ama hep karşımıza sorun çıksın. Sorun bitti mi kork, esas korku o zaman başlar.

Ü.Y: İzmir'in Deniz Baykal'ı olarak,

R.N: Estağfurullah, öyle bir şey yok.

Ü.Y: Deniz Baykal'ın İzmir temsilcisi olarak...

R.N: CHP İzmir İl Başkanı olarak düzeltelim...

Ü.Y: Şimdi, Karşıyaka'da 250 işçinin yaşadığı sorun, bugün Ankara'ya yürüyüş noktasına geldi, Buca'da Atatürk maskının açılışı kriz oldu. Disiplin sürecini işletiyorsunuz, bir şeyler yapmaya çalışıyorsunuz. Kent A.Ş. sorunu 250-300 kişilik bir sorun. Bu sorun, 28 ilçeyi alan bir CHP tarafından çözülmesi gerekirdi bence. Ama bugün çözülemediği için bir kangrene dönüşmüş durumda. Katılıyor musunuz buna?

R.N: Doğmuş bir sorunda ve bu sorunun doğması noktasında benim ihlalim; bu sürecin sorun haline gelmesi noktasındaki yükümlülüğüm hangi noktadadır, bunu tespit etmek gerekir. Kent A.Ş, meselesinin doğmasının tek sebebi AKP iktidarıdır. Yani bu sürecin... Dünkü Genel İş'in yürüyüşe başlarken yaptığı bildiriyi mutlaka okumuşsunuzdur. Çok çarpıcı ve güzeldir o bildiri. Diyor ki Kent A.Ş işçileri; 'AKP iktidarının yarattığı işsizliktir, AKP iktidarının yarattığı sorunlar, AKP iktidarının ekonomideki tahribatı, bunlar için Ankara'ya yürüyoruz.'

G.S: Şimdi bu sorun İzmir'de çözülemez miydi?

R.N: Çözülebilirdi belki. Çözmek konusunda Karşıyaka Belediyesi başta olmak üzere gerçekten çok büyük gayretler içinde olduk ama sorunun çözümünden ne anladınız, başka oluyor. Yani sorunun çözümü noktasında siz 250 tane o işten çıkartılan arkadaşların tekrar işe dönmesi olarak görebilirsiniz. Ama bir başkası bu sorunun çözümü olarak toplu sözleşmeden doğan haklarının ve bu konudaki yükümlülüklerini eksiksiz olarak yerine getirmek olarak görebilir. Bir başkası başka şekilde görebilir. Burada biz sorunun çözümü konusunda anlaşamadık. İzmir'de belki bizim eksiğimiz de olabilir.

Ü.Y: Masada oturdunuz, belli bir noktada anlaştınız ama son dakikada yine bozuldu iş.

R.N: Çünkü orada belediyelerin şu anda yaşadığı ekonomik sorunlar ortada dururken, bu ekonomik sorunlar çerçevesinde var olan ekonomik güç çerçevesinde bu arkadaşların tekrar yeniden işe kazandırılabilme konusunda Karşıyaka Belediyesi de elinden geleni yaptı. Elinden gelen tavizi verdi. Ama sen eğer sorunun çözümü olarak, 29 Nisan günündeki şartları arıyorsan, o zaman sorunu çözmüyorsun. Oysa o gün 29 Nisan değil, 29 Nisan'daki koşullar yok, 29 Nisan'daki belediye gelirleri yok, 29 Nisan'daki belediyenin sınırları yok. 30 Nisan'da bir sorun çıkmıştır. O günün koşulları içerisinde o gün işsiz kalmış 10 milyon artı 250 insanın sorununu çözmek noktasında yaklaşırsan, çözüm üretilebilirdi. Ben bu konuda sendika yöneticilerinde ciddi eksiklikler olduğunu düşünüyorum.
Bu süreçte herkesin üzerine düşen sorumluluklar vardı ve bu sorumluluklar devam ediyor. İnsanların örgütlenme haklarının gelişmesi, sendika haklarının gelişmesi, benim de bir demokrat olarak sorumluluğum var. Dolayısıyla herkes bu sorumluluğunu kendi bulunduğu noktada yerine getirmiş olsaydı, sorun şu hale gelmezdi. Yarın başka işler gelişecek, başka işler olacak. Burada eğer İl Başkanlığı olarak bir hatamız varsa, bir dahaki böyle bir işte, bu hataları yapmamaya gayret edeceğiz. Sendikacı arkadaşlarımız oturacak, biz nerede hata yaptık diyecek, onlar bu hataları yapmamaya çalışacak. Varsa belediyede yönetici arkadaşlarımız onlar oturacak, herkes düşünecek.

Ü.Y: DİSK'le CHP ilişkisi son dönemlerde iyi değil, DİSK'in örgütlü olduğu bütün belediyeler CHP'li olmasına rağmen, DİSK, alternatif sol parti süreçlerinin ortasında yer aldı. 10 Aralık sürecini biliyoruz. DİSK, bu süreçte AKP ile kol kola bir görüntü verdi İzmir'de. CHP Genel Başkanı'na saldırıldı. Bu süreçte ciddi hatalar yapıldığını düşünüyormusunuz? CHP olarak DİSK konusunda genel bir tavır değişikliği olacak mı?

R.N: DİSK yöneticilerinin şöyle bir siyasi eğilim içerisinde, böyle bir siyasi eylem içerisinde olması, bizim DİSK'e genel bakışımızı değiştirmez. En azından benimkini değiştirmez. Ve en doğal hakkını kullanıyordur ama bence yanlış kullanıyordur. Karşıyaka'daki Kent A.Ş. sürecinde herkesin üzerine düşen görevi yerine getirmediğini düşünüyorum. Buna tabiî ki sendikacılar da dahil. Sayın Baykal'a pet şişe atmaya kadar vardırılmasında bu değerlendirmenin çok büyük bir payı var. Bu toplu bir süreç, devam eden bir süreç, bu süreçte noktayı nerede koyacağınıza doğru karar vermeniz lazım. Nasıl koyacağınıza çok doğru karar vermeniz lazım. Şimdi CHP Genel Başkanı'na pet şişe attıktan sonra yapabileceğiniz başka bir eylem, bence yoktur. Ankara'ya değil Fizan'a yürüsen yoktur. Son nokta konulmuştur.

Ü.Y: Ankara'da kiminle görüşsünler, CHP Genel Başkanı'yla mı; AKP Genel Başkanı'yla mı?

R.N: O süreci ben yönetmiyorum, ne planladılarsa onu yapsınlar. Dilediklerini yapsınlar ama ben o gün de söyledim, bugün de söylüyorum; CHP Genel Başkanı'na pet şişe attıktan sonra yapılabilecek bir eylem yoktur.

KEDİNİN KUYRUÐUNA TENEKE BAÐLAYARAK İŞ YAPMAM

Ü.Y: Seçim sonrasında CHP'li belediyelere özellikle Büyükşehir Belediyesi'ne karşı toplumun çeşitli kesimlerinden, özellikle basından yoğun bir muhalefetdönemi başladı. Yüzde 56'lık bir oy oranıyla gelmiş bir belediye başkanına karşı yapılan muhalefeti neye bağlıyorsunuz?
R.N: Tabii hangi noktada hangi konuda, hangi projede nasıl eleştirdikleri önemli. Böyledir demiyorum ama olabilir. Sonuçta İzmir Büyükşehir Belediyemiz çok göz önünde ve tabii ki insanların günlük hayatını birinci derece etkileyen, sürekli insanlara dokunan bir noktada, insanların günlük yaşantılarını kolaylaştırmak için bir yapıda. Dolayısıyla insanların gözünün kulağının burada olması, tabii ki günlük hayatına yansıyan çeşitli olumsuzluklar konusunda belli tepkileri vermesi çok doğal bir süreçtir.

G.S: Metro konusundaki aksilikleri, talihsizlikleri de mi hükümete bağlıyorsunuz?

R.N: Hayır değil, olur mu öyle şey? Ben teknik olarak orada neler olup bittiğini çok da yakından bilmiyorum. Ama süreçte bir sorun olduğu görülüyor onu söyleyebilirim. Bunun tabiî ki hükümetle alakası olamaz. Sürecin organizasyonunda, denetlenmesinde, yüklenici firmadan kaynaklanan problemler de olabilir. Metro konusunda yapılması gereken bence en temel değerlendirme, sorun neredeyse ilgililer tarafından en kısa sürede doğru tespit edilip sorunun üzerine gitmektir. Sonuçta bu metro bitecektir. Ama insanların hayatlarını daha fazla olumsuz etkilemeden, insanların hayatlarını daha kolaylaştırıcı unsurlar bir an önce ortaya çıkarak, sorun nereden çıkmıştır belirlenmeli.

Ü.Y: İhale yasasının bağlayıcılığı, yanlış şirketlere işin zorunlu olarak verilmesi deniyor.

R.N: Bilemiyorum, emin olun o teknik ayrıntıyı bilmem yani. Ben en kısa sürede çözüleceğine inanıyorum. Çözülmelidir ayrıca.
Ü.Y: Kongre süreci başlamadığı için, süreç belli olmadığı için Eylül mü, Ekim mi?

R.N: Kongre sürecini herkes kafasına göre başlatıyor. Oysa bizim tüzüğümüze göre bu sürecin başlamasına karar verecek bir tane organ var, o da parti meclisi.

G.S: Rıfat Bey kime taş attı Ümit? (Gülüşmeler)

R.N: Herkes kafasına göre bir süreç başlatıyor. Oysa bu süreci başlatacak organ belli. Başka hiç kimse karar veremez buna.

Ü.Y: Rıfat Nalbantoğlu il başkanı, il başkanı adayı mı? Ne adayı? Nasıl bir süreç bekliyor CHP'yi? Kavgalı gürültülü mü olacak? Geçmişteki kongre dönemlerindeki uçan tekmeleri kaybolan sandıkları yeniden görecek miyiz? Rıfat Nalbanoğlu bütün bu süreci rahatlatmak adına ne yapıyor?

R.N: Şimdi bir defa sonuçta henüz partimiz tarafından açıklanmamış olsa bile bu sürece gireceğiz. Yarın bir gün bu olacak. Burada il yönetimi olarak bir defa temel fonksiyonumuzu, bu sürecin biraz önce sizin de ifade ettiğiniz gibi, partileri ve partimizi zedeleyecek bir noktada değil, parti içindeki dayanışmamızı, birlik beraberliğimizi yükseltici bir süreç olarak yönetmek, bizim görevimiz. Asli görevimiz bu bir defa. Bunu başarabilirsek bu süreçten kendimizi başarıyla çıkmış olarak görürüz. Bu süreçten de henüz başlamamış bir şey için, il başkanı olarak o çıkar, bu çıkar, ben il başkan adayıyım gibi bir şey söylemem. Ama beni ilgilendiren, bu kongre sürecinde biz yönetiyorsak bunu, biraz önce dediğim gibi dayanışmamızın, birliğimizin, beraberliğimiz, dirliğimizin, yükseldiği bir süreç olması için gayretim olacak. Bu konuda ne yapmam gerekiyorsa yapacağım, hangi ilişkiler içerisinde olmak gerekiyorsa o ilişkilerde olacağım, Hangi temennilerde, hangi tavsiyelerde bulunmam gerekiyorsa bulunacağım ve bu sürecin CHP'nin hemen arkasından gelecek olan seçim sürecine katkı koyacak, seçim sürecini daha da ileri noktalara taşıyacak, İzmirliler'in, Türkiye'nin güvenmeye daha da layık bir parti olarak çıkmasını sağlayacak bir çaba içinde olacağım.
Bunun dışında bu süreçle ilgili benim özel bir beklentim ve gayretim asla olmayacaktır.

Ü.Y: Daha önceki il başkanlarını çeşitli şekillerde tanımladık ve çok da itiraz etmediler. Doğrudan Baykal çıktı. Doğrudan Önder Sav, şu ekibin adamı bu ekibin adamı, işte şuna yakın, Büyükşehir belediyesinin kontrolünde değil... İlçe başkanları ve siyaset yapan siyasetin önde gidenleriyle ilgili, özellikle CHP'de böyle benzetmeler vardı. Rıfat Nalbantoğlu bu tanımlamaların neresinde? CHP'nin, hangi ekipçiklerinin adamı?

R.N: Benim için genel başkanım ne kadar önemliyse, genel sekreterim de eşit derece de önemlidir. Her MYK üyem, CHP'nin her kurumu her yönetim noktası benim için eşit derecede önemli.

Ü.Y: Bu duruşunuz nedeniyle eleştirenler var ama...

R.N: Olsun, ben böyleyim. Buyum, bunun dışında benim bu durumumu tarif edebilecek bir pozisyonum yok. CHP'liyim, CHP'nin ilkelerine, CHP'nin bütün kurumlarına, başta genel başkanımız olmak üzere yürekten bağlıyım. Onların zedelenip en ufak bir zarar görmesi, hele ki benim tarafımdan zarar görmesi, beni en çok üzecek olan şeydir. Zaten bu tarif ettiğinizin şuncu, buncu... Bunlar bence suni ayrımlardır. Türkiye'nin gerçekten içinde bulunan haline bir bakın! CHP'ye çok büyük bir görev düşüyor. Bizim birbirimize düşmek, gücümüzü birbirimize karşı kullanma hakkımız ve lüksümüz yok.

Ü.Y: Bütün dereler Deniz'e (Baykal'a) aktıktan sonra, hiçbir sorun yoktur diyorsunuz.

R.N: Evet, bütün dereler denize akacak, İzmir'de bu anlamda sorun yok. Ben de il başkanlığı görevi içerisinde arkadaşlarımın hepsini, o sizin var olduğunu iddia ettiğiniz belli alanlar, yapılar hepsini kaynaştırmak; dayanışma içinde olmalarını sağlamak konusunda, bugüne kadar nasıl gayret içinde olduysam bundan sonra da gayret içinde olacağım.

Ü.Y: Nihai hedefiniz nedir? CHP'de ne olmak istiyorsunuz? Belediye başkanı mı, milletvekili mi, yoksa il başkanı olarak kalmak mı?

R.N: Bütün içtenliğimle söylüyorum, ben belediye başkanı olmak istesem olurdum bu seçimde. Benim bir şey olmak gibi bir isteğim yok, ben politika yapmak istiyorum. Ben politikayla meşgulüm. Asla bırakmayacağım iş politikadır. Bütün yaşamım boyunca ilgilendirmiştir beni ve hiçbir şeye karşı tepkisiz kalmadım. Hepsine bir tepki verdim. O işin çözümüne cevap olabilecek her örgütlenmenin, her yapının içinde bulundum. Bütün yaşamakta olduğumuz sorunların çözümünün politikadan geçtiğini çok iyi biliyorum. Sivil toplum örgütlerinde yapılan mücadelelerin çok önemli ve kutsal olduğuna inanıyorum. Yaşamımı bunlara adamış bir insanım, ama politika benim için vazgeçilmezdir.

Ü.Y: Ankara'da mı, İzmir'de mi yapmak istiyorsunuz?

R.N: Hiç fark etmez. Ben dört sene Parti Meclisi'ne seçilmek için uğraştım. Son Parti Meclisi'ne seçildikten sonra dört toplantı yapamadan geldim İzmir il başkanlığına. Hakikaten politika yapmak istiyorum. Partime ve partim vasıtasıyla ülkeme yararlı işler yapmak istiyorum. Bunu hangi kademede, nerede, ne yaptığımın gerçekten hiç önemi yok. İzmir'de son yerel seçimlerde CHP'nin elde ettiği başarıda milyonda bir payım varsa, bu benim için dünyanın en büyük mutluluğudur.
Ü.Y: Manevra dilinize hayranım sevgili başkanım!

R.N: Bu durumda böyle beylik sözler gibi alınmasına da şaşırıyorum. Çünkü ben hakikaten böyleyim, böyle yaşıyorum. Önümüzde teyp var, burada aslında böyle söylememiz lazım diye değil. Ben böyle yapıyorum yani, gerçekten.

G.S: Türkiye'de siyaset de değişti her şey gibi... Söylenen ve yapılan birbirinden o kadar farklı oluyor ki, gerçekten bunun altında ne var ne yok diye her şeyi araştırıp didiklemek durumunda kalıyorsunuz. Sizin söylediğiniz ne kadar insaniyle, bizim şüpheciliğimiz de o denli insani. Bunun bir nedeni de ortalıklarda olmayışınız, fazla tanınmayışınız. Kemal Karataş kadar bilinmiyorsunuz. İl başkanısınız, sıradan bir parti değil, CHP'nin başındasınız ama İzmirli sizi tanımıyor. Ne kadar gürültü, o kadar az iş sözüne mi inanıyorsunuz?

R.N: Herkesin iş yapma biçimi var. Benim iş yapma biçimim bu. Kedinin kuyruğuna teneke bağlayarak iş yapamam. Gürültüyü sevmem.

Ü.Y: Kimler mesela kuyruğunda tenekeyle iş yapanlar? Biraz örnek verirsek okuyucularımız için.

R.N: Ben öyle çok ön planda olmayı, görünmeyi sevmiyorum.

Ü.Y: Polemiğe de girmiyorsunuz...

R.N: Tabiî ki de girmiyorum. Bu benim tarzım. Esas olanın iş olduğuna inanıyorum. Birileri beni 'a bak ne kadar güzel iş yapıyor' desin, takdir etsin diye politika yapmıyorum. Gerçekten söylüyorum. Her sabah aynaya bakıyorum, bir gün mutlaka öleceğimi kendime tekrar ediyorum. Bir kravatın bana ne kadar yakışıp yakışmadığından ziyade, bir sözün, bir hareketin, bir davranışın ne kadar yakışıp yakışmadığına bakıyorum. Ve kendime yakıştırmadığım ama bir genel davranış biçimi olarak aslında hakim olan ve sanki hakim olduğu için doğruymuş gibi görünen işleri yapmadım, yapmayacağım. Bunun karşılığı 'ya bizim il başkanımız çok tanınmıyorsa', tanınmıyorum. Ama ben kendimi tanıyorum. Ne yaptığımı da biliyorum. CHP'nin bugün İzmir'de haklı konumda olduğunu biliyorum. Bunda katkımın olduğunu biliyorum. Bu yüzden vicdanım çok rahat.

Ü.Y: Böbürlenmiyorsunuz. Dikkat çeken şu yüzde 60 kadar oy, tarihi bir başarı, CHP İl Başkanı olarak onun cakasını satmadığınız gibi, eski il başkanı benim sayemde oldu diyerek demeçler veriyor. Şimdi bu farkı insanlar anlayamıyor. Belki sizi o yüzden biraz, silik görüyorlar galiba?

R.N: Olabilir. Napayım öyle görüyorlarsa. Ben kendimi değiştiremem.

Ü.Y: Eski il başkanınız sayesinde mi bu kadar başarılı oldunuz?

R.N: Çok önemli katkıları olduğu kesindir.

G.S: Buca olayında disiplin uyguladınız. Şu anda Ankara'da. Kemal Karataş çıktı, bir sürü partili hakkında konuştu. Klimalı odalarında oturuyorlar, iş yapmıyorlar diye bağırdı çağırdı. Ve mikrofonlara söyledi bunları. Bu sizce bir parti suçu oluşturmuyor mu?

R.N: (gülüyor)

G.S: İki karar arasındaki temel fark ne?

RN: 2 karar arasında tüzüğümüzü incelerseniz çok ciddi nitelik farkı vardır. 1 tanesinde grup kararına uymama ve uymamanın gerekçesi olarak partililerimizi aşağılayan bir demeç vardır. Diğeri de ben partililerimizle basın aracılığıyla konuşmayacağım ama sorduğunuz için söyleyeyim.
Diğeri de Sayın Karataş'ın benim başkanlığımdaki yönetim kurulu hakkındaki kişisel değerlendirmesidir.

G.S: Levent Köstem de basın önünde sizi eleştirseydi, ceza almaz mıydı yani?

R.N: Tabiî ki diyebilir. İl başkanı görevlerini yapmıyor diyebilir. Tabiî ki eleştirebilir. Bunun için disipline gitmez.

Ü.Y: Sizi kamuoyunun yakından tanıması adına, biraz kendinizden bahsetseniz... Siyasete nasıl başladınız, nerelerden geçtiniz?

R.N: Şu düzeydeki siyasete 1999 yılında DSP'den milletvekili adayı olarak başladım. O bahsettiğim işler, sendikacılık işleri 80 öncesine ait işlerdir.

Ü.Y: TKP'de başladınız öyle değil mi?

R.N: Evet ben TKP davasından da yargılandım. Ankara'da açılan TKP davasının 4 numaralı sanığıydım ben. Hepimiz beraat ettik ama.

G.S: Cezaevinde kaldınız mı? İşkence gördünüz mü?

RN: Tabii ki kaldım. İşkence de gördüm. Çok ağır işkence gördüm ama bunlar bugünü etkiyen süreçler değil.. O günlerin bende tabii ki çok önemli anıları, hem de bugünlere biriktirdiğim çok önemli değerleri var. O günden arkadaşlarımızın tamamı halen daha arkadaşımdır. Halen daha dostumdur, çok sık görüşürüz. Ama şu düzeydeki politikaya 1999 yılında DSP İzmir milletvekili adayı olarak başladım.

Ü.Y: Neden DSP?

R.N: Davet aldım DSP'den. Benim böyle bu düzeyde tekrardan politikaya girmek gibi bir niyetim yoktu. Davet aldım ama seçilemedim. Yedi milletvekili seçildi. Yine sekizinci sıradaydım.

Ü.Y: Sonra YTP var.

R.N: Sonra DSP'den birçok arkadaşımla birlikte istifa ettim. Sayın İsmail Cem'le benim DSP'de başlayan ve bütün yaşamım boyunca çok büyük bir anı, bir onur olarak taşıyacağım bir dostluğum oluştu. Sayın Cem'in de istifa etmesiyle birlikte ben de DSP'den istifa ettim. YTP'nin Genel Başkan Yardımcısı'ydım, Cem'in rahatsızlanma süreci, YTP'nin siyasal yelpazedeki yeri süreci falan, derken ve ben sonra ..
Beraber yola çıktığımız arkadaşlarımızın doğru bir limana teslim edilmesi mutlaka gerekiyordu. Çünkü ortada kitlesel sonuç olarak doğru, beklediği sonucu alamamış ama iyi bir yapı vardı. O arkadaşlarım doğru bir siyasal limana, CHP'ye mutlaka katılmaları gerekiyordu. Bu süreçte de önemli rol oynadığımı düşünüyorum. 9'uncu kongreden yani CHP'nin 30'uncu kongresinden 15 gün önce YTP olarak kongremizi yaptık ve CHP'ye katılma kararını verdik. 30'uncu kongreden itibaren de CHP'liyiz.

Ü.Y: Sizin Deniz Baykal'a İsmail Cem'in yadigarı olarak önerildiğiniz, bilim kurumuna seçildiğinizi ve CHP'de Baykal tarafından İsmail Cem'in emaneti gibi görüldüğünüz şeklinde değerlendirmeler var. Sizi gerçekten Deniz Baykal'a önerdi mi?

R.N: Eğer böyle bir şey varsa bundan onur duyarım. Ama ben böyle bir şey olduğunu duymadım. Beni asla rahatsız etmez. İsmail beyin bu yönde olumlu bir tasarrufu zaten dostluğundan, yol göstericiliğinden hakikaten çok yararlandığımı, çok onur duydum. Bu bir şey daha katar sadece.

Ü.Y: CHP listelerinden girdiniz bu sefer, seçilemediniz ve CHP'ye yönelik, 'neden beni 8. sıraya koydular' gibi bir kırılganlığınız da olmadı. Aksine genel merkez üzerine çalışmalara devam ettiniz. Sizden daha mı değerliydi sizin altınızda olan isimler?

R.N: Bu öyle bir şey değil ki. Ben yanlış anlamıyorsam İzmir'de 300 civarında arkadaşımız milletvekili aday adayıydı. Hepsi birbirinden değerli arkadaşlar. Ama sonuçta konulacak insan sayısı 12 ve konulacaklar da belli. Burada ben aday adayı olan hiçbir arkadaşımın da sırası 12 ya da 1 ya da 5 olan arkadaşımın da; ben niye 5'teyim, neden 1'deyim gibi bir şey dediğini sanmıyorum. Ben asla böyle bir şey düşünmedim. Partimin bana hangi kademede ne görev verdiğinden ziyade, görev verip vermediği önemli. Bu anlamda da bana görev verdi ve ben de görevimi yaptığımı düşünüyorum.

G.S: Milletvekili adayı olup seçilirseniz, az önce dediğiniz 1980 öncesi sizde kalan o tortular, o işkenceler, o yargılanmalar, milletvekili olarak sizi nasıl etkiler? İlk hedefiniz, önceliğiniz ne olur mesela?

R.N: Ben orada kalmadım; o, o günle ilgili bir süreçti ve o, orada kaldı. Eğer partim bana milletvekili olarak parlamentoda çalışmak ilgili bir ödev bir görev yüklerse, benim o gün partimin önceliği ne olursa, benim de o olur.

G.S: Tabiî ki bunu partiden geldiği için yapacaksınız ama partinize siz önerebilirsiniz; örneğin 12 Eylül yasalarıyla halen niye yönetildiğimiz konusunda değişiklik isteyebilirsiniz, zorlayıcı olabilirsiniz, anlatabiliyor muyum?.

R.N: Bu konuda görüşlerim çok net zaten, partimin o noktadaki şeyle örtüşür mü bilmiyorum ama ben 12 Eylül'ü yapan herkesin mutlaka yargılanması gerektiğini düşünüyorum. Ben 12 Eylül'de de zaten bu yönde İzmir İl Başkanı olarak bir açıklamam olmuştu. Ben sadece sivil mahkemede değil, askeri mahkemede de orduya verdikleri zarar itibariyle yargılanmaları gerektiğini düşünüyorum. Vefat etmiş bile olsalar yargılanmalı ve bunların rütbelerinin sökülmesi istiyorum. Bunların hepsinin rütbesi sökülmeli. Topluma verdikleri zararın daha büyüğünü halen daha işte darbe karşıtı tırnak içinde darbe karşıtı şeylerle bunun üstünden politika yapan, bunu üstünden toplumu geren kesimler vardır. Buradan nemalanmaya çalışan kesimler var, bunların hepsi 12 Eylül darbesinin sonucudur, Türkiye'de yaşanan gericiliğin

G.S: CHP'nin 12 Eylül'le hesaplaşma konusunda bu kadar tutuk davranması sizce neden?

R.N: Bu da mesela hesaplaşma biçimidir. Ve 12 Eylül askeri darbesi ve ondan sonra kurulan hükümetler vasıtasıyla çıkarılan yasaların birçoğunun değişmesi konusunda Sosyal Demokrat Halkçı Parti, CHP o yasaların değişmesi konusunda hep en ön planda olmuştur. Yani 12 Eylül yasalarından değişmeyen iki yasa vardır. Birincisi YÖK yasası, diğeri seçim kanunu siyasi partiler yasası. Bunların değişmesi konusunda CHP'nin tavrı çok nettir yani.

G.S: Yargılanma olsun diye gümbür gümbür ses duymadım ama ben?

R.N: Bu şöyle bir şey, bu biraz önce söylediğimiz konuyla çok ilintilidir, yani bu konuda sayın Genel Başkanımızın sırtındaki yumurta küfesiyle benimki farklı. Benim sırtımda çok önemli bir küfe yok burada, onun için ben rütbesi sökülmeli diyebiliyorum. Ama genel başkanımızın söyleyeceği,CHP'nin kurumsal görüşüdür, onun sırtında yumurta küfesi vardır. O anlamda tavır koyar. Ben biraz daha özgürüm o konuda.

İZMİR ORKESTRASI'NA SÜREKLİ AKORT YAPACAÐIZ

Ü.Y: Ülkenin ana gündem maddeleri işsizlik, en büyük sorun. Size yansıyan biçimi de böyle. Yaşadıklarınızı duymak istiyorum ben. İzmir'de hangi boyutta issizlik yaşanıyor? CHP'nin sırtındaki küfeyi daha da ağırlaştırıyor mu bu durum?

RN: Şimdi Türkiye'de 10 milyon işsiz var. Bu 10 milyon işsizin tek sorumlusu AKP iktidarıdır. 7-8 senedir bu ülkeyi yöneten ve bu konuda 1-2 milyonluk issiz sayısı vardı çözülebilecek durumdayken şimdi memleketi bu duruma getirdiler. Bu 10 milyon rakamından İzmir'e Türkiye'deki genel konjonktür içindeki yeri itibariyle, her 10 milyon rakamından ne düşünüyorsa, işsizlik sayısından da o düşüyor demektir. Şimdi bunu o her düşenden orantılarsanız, İzmir'de gençlik anlamında 250-300 bin insan var demektir. 300 bin işsiz insanın İzmir'deki istihdam sorunu, belediyeler vasıtasıyla çözülebilir mi? İzmir'de BBB dahil olmak bütün ilçe belediyelerini katın, 25 bin tane adam çalışıyor zaten. Çalışan tam kadro 25 bin kişi. Konuştuğumuz insan sayısı 250 bin kişi. Yani biz bütün var olan kadro kadar bir kadro daha alsak, onda birini çözmüş oluyoruz. Var olan kadroların Büyükşehir Belediye Başkanı dahil, eşit sayıda alsak var olan işsizliğin onda biri olur. Bu çok büyük bir haksızlık. İnsanlar neden böyle bir şey bekliyor? Bekleyecek tabii adam aç, adam işsiz, adam bekleyecek tabii. Adam diyecektir ki çözün kardeşim bu sorunu.

G.S: Ömür Kabak'ın söylediği; tabiî ki tüm işsizleri belediyeler alsın diye söylemiyor; yerel yönetimler buraya gelecek olan yatırımların önünü açmada eğer öncülük ederlerse, ki bu yerel yönetimlerin görevidir diyor; işsizliğin önünün alınacağını söylüyor.

RN: Kesinlikle doğru. İzmir'de yerel yönetimlerimiz tarafından önü tıkanmış bir tane yatırım söylesin.

GS: Yerel yönetimlerce önü açılmış bir yatırım söyler misiniz?

RN: İzmir'in vizyonu konusunda ortaya konan İzmir'in turizmi, kongreler şehri olması konusundaki atılımların, girişimlerin hepsi ona yönelik işler. Yarım adanın yeniden reorganizasyonu bunlar.

Ü.Y: İzmir'de BBB yeni kent merkezi diye ciddi bir planı var, 550 hektarlık alanı kapsayan ve buna başka bir CHP'li kendi içinizden bir başka kişi, taş koymuş durumda. Dava açarak. Bir Basmane meselesi var.

RN: Doğru bulmuyorum. Çok üzülüyorum. Ama bu konu siyasi yaklaşımdan ziyade bir teknik yaklaşım olarak ifade ediliyor. Hayatın hepsi teknik değil. Nasıl Çakmur'un belediye başkanlığı döneminde onun yapmak istediği bir takım yatırımlar, alanlar, neyse, onlar konusunda atılan adımlar ve karşı durmalara karşı çıkmış isem, bu kenti yönetmek konusunda kendisine yetki verilmiş insanların elinin biraz rahatlatılmasını hep düşünmüşsem, bugün de aynı şey düşünüyorum ve hakikaten üzülüyorum.

G.S: Bu engelleyici tavır biraz da AKP'nin işine yağ sürmek olmuyor mu?

R.N: Bu çok iddialı bir yorum olur, herhangi bir partili arkadaşım için bu yorumu yapmam.

Ü.Y: Açılıma nasıl yaklaşıyorsunuz ?

R.N: Ben geçen hafta bir tv programına yanıma, gündeme gelebileceğini bilerek, Güney Doğu Anadolu dosyasını alarak gitmiştim, 2001 yılındaki raporu alarak gitmiştim. Bizim bu konuda ne söylediğimiz çok açık. Bugün sanki yeni bir şeymiş gibi ortaya koyduklarını, dilleriyle dişlerinin arasından ortaya çıkardıkları şeyleri biz 1989'da zaten söylemişiz. Bunun dışında dillerinin altında bir şey varsa söylesinler.

Ü.Y: Siz de dediniz yani Kürtçe eğitim?

R.N: 89 Raporunda çok açık, çok net.

Ü.Y: Peki siz açılımdan neyi açılacağımızı biliyor musunuz?

R.N: Bilmiyoruz. Biz sadece şunu söylüyoruz, annelerin gözyaşı dinsin. Dinsin tabi. Kim diyebilir ki anneler daha çok ağlasın, kim böyle bir şey isteyebilir? Burada bakın gerekçeler ortadan kalkmadığı sürece sorun çözülmez. Ölen 50 bin adamın sorunu, PKK ve terör sorunudur. Bir defa PKK bırakacaktır silahı, silahı bırakacak.

Ü.Y: Şuan Türkiye'de yeterince kamplaşma yokmuş gibi, bir de Kürtçü, anti Kürtçü gibi bir durum söz konusudur.

R.N: Bu durumdan en çok Kürt vatandaşlarımız müzdariptir. Türkü, Kürdü, Çerkezi, Lazı, hangi etnik gruptan olursa olsun hakikaten kaynaşmış ve bir arada yaşıyoruz. Ortada bir terör belası var.

Ü.Y: CHP'nin açılıma karşı duruşu nedeniyle de Kürtlere de karşı bir duruş lanse ediliyor.

R.N: CHP açılıma karşı değil, açılımın ne olduğunu öğrenmek istiyor. Ne yapacağız kardeşim. Bu açılımda ne açılacağını iki kişi biliyor. Biri Apo, birisi de Başbakan. Apo yazdı verdi Başbakan, o da söylemiyor kimseye. Biz öğrenmek istiyoruz ne açacağımızı?

Ü.Y: Özelinizden iki satır konuşalım. Nasıl bir eşsiniz? Evde yemek yapar mısınız? Rıfat Nalbantoğlu yaşama nasıl bakar? Şiir yazar mı? Sinemaya gider mi? Nasıl bir İzmirli?

R.N: İyi bir İzmirli. Ama iyi bir İzmirlinin tanımı tekne, deniz falansa o işlerde hiç bezim yok. Mesela bu sene hiç denize girmedim. Bunda tabii il başkanlığının etkisi var ama il başkanı olmasaydım da muhtemelen suda kaldığım süre, bütün yaz bir saati geçmezdi. Deniz kenarında olmayı çok severim ama denize girmek gibi şeyim yoktur.

30 yıllık evliyim. Öğrenciyken evlendim eşimle. Okul arkadaşım benim. Aynı zamanda siyaset arkadaşım. 30 yıldır da hayat arkadaşım. Çok iyi arkadaş olduğumuzu düşünüyorum.

Ü.Y: Baba değilim derken...

R.N: Çocuğumuz yok. Ama 30 yıldır, hem keyif alarak hem de gurur duyarak yaşadığım, bir evliliğim var. Aynı duyguları eşimin de hissettiğini düşünüyorum. O anlamda çok mutluyum.

G.S: Rahşan ve Bülent Ecevit çiftine benzer bir yanınız var mı? Onlar birbirlerinin çocuğu gibiydiler sanki...

R.N: (Gülümsüyor) Olabilir tabii, olabilir. Ben onların özel hayatını çok yakından bilemiyorum ama olabilir.
Fırsat buldukça kitap okumaya çalışıyorum. Şimdi tabii bunun yaşla da ilgi var. Ben aslında çok iyi bir okuyucumdur. Mesela kitap okumadan uyuyamazdım. Şimdi bitap düştüğüm için, pek halim kalmıyor okumaya.

Ü.Y: CHP sizi yoruyor galiba?

R.N: Evet yoruluyorum. Bir de sonuçta 50 yaşındayım. Ama mümkün olduğu kadar hayattan kopmamaya, bir de siyaset yapıyorsanız, genel aktivitelerden kopmamaya gayret içindeyiz. Sinema falan her filme gidecek düzeyde sinemayla ilgiliydik ama eşim artık yalnız gidiyor maalesef. Ama nerdeyse her filme gidecek kadar ilgiliydik.
Yani şimdi mesela ne kadar sinemayla ilgili olduğumu söylersem, en son Issız Adam'ı seyrettim. Düşün yani kaç ay olmuş? Dolayısıyla, benim kendime ait sadece bana ait hobi diyebileceğim tek şey Fenerbahçe.
Bir şey söyleyeceğim, ne kadar inanırsınız bilmiyorum ama test edebilirsiniz. Bizim Erkan'ın deyimiyle çaprazlayabilirsiniz bunu. Benim koşullar ne olursa olsun asla taviz vermediğim bir durum vardır. Ben Fenerbahçe maçlarına giderim. Saraçoğlu'ndaki her maça giderim. Stat açıldığı ilk günden beri, aynı koltukta oturum, kombine biletim var ve bugün maça, size söz verdiğim için gitmedim.

G.S: Gerçekten önemli bu söylediğiniz, bizim açımızdan..

R.N: Gerçekten söz verdiğim için ama bu sözü de ne için verdim biliyor musunuz? Maçı unuttuğum için verdim. (Kahkahalar) Yoksa yarın yapardık ama söz verdim, onun için de buraya geldim.

GS: Fenerbahçe'den daha önemli oluşumuza çok sevindim bir Galatasaraylı olarak. (Kahkahalar)

R.N: Galatasaraylı olduğunuzu bilseydim böyle davranır mıydım onu bilmiyorum ama... (Kahkahalar)

Ü.Y: CHP sayenizde beş yıl sonra İl Danışma Meclisi'ni topladı. Çok sayıda toplantılar yaptınız. Belediye başkanlarını bir araya getirdiniz. Bildirge yayınladınız, çok idealist buldum çok doğru buldum. Dolu bir bildirge. Bunun ne kadarı hayata geçecek? Ve orada en önemsediğiniz şeyler nedir?

R.N: Hiçbiri birbirinden önde değil, hepsi partinin mutlaka altından kalması gereken, örgütün mutlaka üstlenmesi gereken ödevler diye düşünüyorum. İş yapma biçimi. İşi bir defa somut olarak doğru tarif edebilecek, nerede, neyi eksik yapabildiniz test edecek somut olarak ortaya koymak zorundayız her işi. Ben bütün yöneticilik hayatım, kendi işimde de böyle yaptım. Ölçülebilir noktaya getirmeniz lazım. Yuvarlak üç beş cümleyle yaptığınız işleri ölçemezsiniz. Neresinde eksik yaptınız? Herkes görevlerini aldı, bu süreci izleyeceğiz ve bu ideal olabilir. Bunun hepsini gerçekleştiremeyebilirsiniz ama bu süreç takip edebilecek. Biz olmasak bile yarın bunu takip edebilecek, yapmazlarsa hesap sorabilecek, biz yapmasak bizden hesap sürebilecek bir yapıyı ortaya koyabilmek. Yönetmek böyle bir şey zaten.

Ü.Y: İzmir orkestrası... Siz o orkestranın neresindeniz? Şef misiniz?

R.N: Orkestrayı gerçekten ritmik sesler çıkartan çok güzel besteleri dillendirebilecek bir duruma getirdiğimiz zaman şefin hiç önemi yok. O ritmik sesleri çıkartabilecek orkestrayı kuralım, ben orada üç dakikada bir çın sesini çıkaran adam olayım hiç önemi yok.

Ü.Y: Peki orkestranın akordunu bozanlarla ilgili?

R.N: Sürekli akort yapacağız tabii, sürekli akort. (Kahkahalar) Her yeni orkestrada akort sorunu yaşanabilir, sürekli akort yapacağız.

Ü.Y: Son sorum. CHP'nin medyayı kullanması da bildirgenin önemli bir noktasını oluşturuyor. Ve Türkiye'de iktidar partisinin medya üzerinde sizin de zaman zaman dikkat çektiğiniz bir baskı süreci yaşıyoruz. Bir medya grubuna vergi cezasıyla da dışa vuruldu bu bir miktar. İktidar Partisi'nin 7-8 yıldır kendi açılarından bana göre yaptığı en iyi şey medyayı çok iyi kontrol altına alması. Siz belki bu ablukadan kurtulmak adına kendi adınıza İzmir'de en azından bir şeyler yapmak istediniz, bir radyo açmak istediniz. Belki bir gazete kurmak istiyorsunuz onu da duyuyoruz zaman zaman. Neden yapmak istiyorsunuz, bu benim söylediklerimin etkisi var mı?

R.N: Önce o ilk bölümü açalım, ben durumun sizin gibi, nazik kelimelerle tarif edilebileceğini düşünmüyorum. Ortada bir baskı, kendi güdümünde bir baskı değil, ortada resmen bir terör var. En az PKK terörü kadar topluma zarar veren terör var; bunun altını çizelim. Ben bir mali müşavirim, hem de iyi bir mali müşavirim. Ne ben, ne de tanıdığım bir mali müşavir arkadaşım, böyle bir ceza görmedik. Böyle bir şey olmaz yani, bu işi teknik olarak tartışmayalım, teknik olarak da tamamen yanlış yani. Dünyada hiçbir firma, hiçbir şirket, kendi ekonomik değeri kadar ceza yiyemez, yiyemez yani. Dolandırıcılar dışında olmayan naylon şirketler var ya onun bir ekonomik değeri yoktur o yer yani. Yaşayan hak eden, üretimin içinde olan, üçkağıtçı olmayan, hiçbir şey kendi değeri kadar ceza yemez. Terördür bu, başka bir şey değil.
İkincisi, böyle bir durum olmasa bile, Türkiye'de hükümet basınla ilişkilerini olması gerektiği gibi doğru düzgün yapmış bile olsa, kendimizi daha doğru ifade edecek mecralar, hep yaratmak, bu alanların oluşmasına ön ayak olmak zaten bir partili olarak değil, bu ülkede yaşayan, bu şehirde yaşayan, demokrat ilerici insanların görevidir zaten bu işe yol açmak. Orada yaptığınız çok nettir. Sonuç bildirgemizde de diyoruz ki, bu şehirde bir radyomuz olmalı, bence televizyonumuz da olmalı. Ama bizim değil, bizim zaten radyomuz olamaz. Bizim bir radyomuz olmalı, bizim de kendimizi orada ifade edebilme şansı bulmalıyız diye, bizim girebileceğimiz medya grubu olarak, tavsiyede bulunabileceğimiz hatta ricada bulunabileceğimiz kim var? Halk tv var, biz de onu yaptık.

Ü.Y: Bunun nedeni AKP'nin medyayı bu kadar kılcal damarlarına kadar etkisi altına almasından mı?

R.N: Olmasa bile yapardım. Bunun olması gerektiğini tarif ederdim. Bu ihtiyacı ortaya koyardım. Biz bu ihtiyacı ortaya koyduk. Halk tv de bu konuyla sıcak baktı. Bu konuyla ilgili gelişmeler sürüyor sanırım bildiğim kadarıyla.
İzmir'de yerel basın gerçekten çok güçlü ve çok etkili. Birçok yerde olmadığı kadar etkili. İzmirliler yerele ilgi duyuyorlar. Yerelle meşguller. İzmir'de basın olarak gerçekten de çok iyi gazeteler var, köşe yazarları var. Ama ben ilerici, demokrat, laik insanların kendilerini ifade edebilecekleri bir yazılı basına, ilişkileri daha iyi bir ifade edebilecekleri bir mecranın olması gerektiğini düşünüyorum. Bu konuda da sadece fikir veriyorum. CHP İzmir İl Başkanı Rıfat Nalbantoğlu olarak bir şey yapamam ama Rıfat Nalbantoğlu olarak da bu konuda üzerime düşen ne olursa yaparım.

Ü.Y: Sizi yorduk. Teşekkür ediyoruz, bizi Fener maçına tercih ettiğiniz için...

R.N: Bu bir röportajdır ve bu röportajda şunlar söylenir diye değil; hakikaten ne düşünüyorsam onu paylaştım. Bu olanağı da verdiğiniz için ben size teşekkür ederim.