Yazarımız Gönül Soyoğul, hurriyet.com.tr'nin Genel Yayın Yönetmeni Fatih Çekirge'yle internet medyası üzerine konuştu.

Ne zaman arkadaşlarımla bir röportaj yapsam, anında çok gerilere, mesleğimde o en mutlu olduğum 'muhabirlik' dönemlerime dönerim uzun uzun.
Fatih'le de böyle oldu.
Kirli beyaz Komiser Kolombo pardesüsü içindeki, çekik gözleri hırsla yanıp tutuşan… Yeni Asır'da birbirinden ilginç haberlere imza atan ama o klasik polis/adliye muhabirlerine hiç benzemeyen gizemli Fatih'e.
Geleceği (üstelik Yeni Asır'ın Yeni Asır olduğu günlerde) hepimizden önce görüp İzmir'den ayrılıp Ankara'ya taşınışına, önce Hürriyet Ankara, ardından Sabah Ankara'nın başına getirilişine, Star kurulurken, onun çağrısıyla İstanbul'da yaptığımız görüşmeye, sonrasında aramızda oluşan uzun sessizlik dönemine, sonra bir gün aniden İzmir'de karşılaşıp kaldığımız yerden hatta daha derinden arkadaşlığımıza devam edişimize… Gittim.
Mesleğinde 2 yıllık bir sessizlik döneminden sonra bir gün bir de baktık, Fatih Çekirge Hürriyet.com.tr'nin Genel Yayın Yönetmeni.
Ve sonra… Yeni Asır'daki ilk yıllarımda güne 'ne atlamışız/neler var' diye ilk baktığım gazete olan Hürriyet'ten, Hürriyet.com.tr'ye geçmişim.
Güne, ekran karşısında hürriyet.com.tr'yi açarak başlar olmuşum…
Gazete okuma alışkanlığımın değişiminde önemli bir rolü olan Fatih'le röportaj yapmak için uzun süre ısrar ettim.
Onun istememesinden değildi buluşmanın bir türlü gerçekleşememesi; sorun, onun günde bazen birkaç kez değişen iş/seyahat trafiğiydi. Bir gün Ankara'da, bir gün Paris'te, bir gün Barselona'da, sonra İstanbul, hoop bu sefer Afrika'nın bilmen ne ülkesi, bilmem ne şehrinde.
İki kez uçak biletimi son dakikada iptal ettim onun bu hiperaktif yaşamından.
Artık kısmet mi dersiniz, yoksa av/avcı hikayelerinden yola çıkıp 'sen kovalamaktan yorulmamışsın, o da yakalanmayı istemiş' diye mi düşünürsünüz bilmem.
Sonunda İzmir'de 'kendi av bölgemde' teslim oldu bana.
Söyleşi sırasında 'iç hesaplaşma'yla ilgili öyle vurucu cümleler kurdu ki… Niye deşmedin diye düşünürsünüz diye not düşüyorum; içim gitse de üzerine gitmedim. Kuzey Yolcusu'nu anlaştığımız üzre serbest bıraktım, sadece 'dijital dünya üzerine' sordum.
İşte Fatih Çekirge'nin gözleriyle/kaşlarıyla/mimikleriyle ve tabii hiç durmadan elleriyle de konuşarak verdiği uzun ve doyurucu yanıtlar…
GÖNÜL SOYOÐUL: 30 yıllık gazetecisin, bunun 25 yılını yazılı basında, son 5 yılını ise internette geçirdin. Geçenlerde dijital medya ile ilgili bir panelde 'Ben eski usul gazetecilere esprili olarak karton kafalar diyorum...' demiş, ardından 'karton kafalarla dijital kafalar arasında bir mutant' olduğunu söylemişsin. Çok şık bir cümle de biraz açıklanmaya muhtaç duruyor…
FATİH ÇEKİRGE: Hürriyet com tr'nin başına geçmemi Vuslat Doğan ve Ertuğrul Özkök istedi, tamam dedim. Doğal olarak önce internet tarafı dediğimiz, habercilik değil o sayfaların dizaynları arka taraftaki programların yazılması, interaktivite, işte mobil, bumerang gibi projelerin yapıldığı internet tarafındaki arkadaşlarla tanıştık. Onun başındaki arkadaşımızla konuşuyoruz işte… Ben o arada sayfayı dizayn etmeye çalışıyorum, sayfa açılışındaki o üçlü kutuları getiriyoruz ilk defa internete. Ben ilk geldim 'şöyle bir sürmanşet koyalım mı' dedim, hepsi tutulup kaldılar, 'böyle bir yazılım yok bizde' dediler. Arkadaş dedi ki, 'ama datalar..' O ne ki dedim. Baktım, bizim haber dediğimiz şeye onlar data diyorlar.
Bak dedim kardeşim, 'ben o haberi almak için ölüyorum yaa.. Kaç kişiyle konuşuyorum. Kaç kez kapılarda beklemişsin, sen ise data deyip çıkmışsın.'
Dijital dünyada haber o kadar çoğaldı ki, dijital kafa, haberi çok kolay bulabiliyor artık. Ama karton kafa, hala haberin başbakanın demecinden ibaret olduğunu sanıyor. Halbuki değişti. Haber kavramı değişti. Dijital dünyadaki haber kavramı ile karton dünyasındaki haber kavramı farklı oldu artık. Karton kafa için haber; yalnızca mesela Ankara'da o onu dedi, bu bunu… Deprem oldu, depremle ilgili olarak profesör dedi ki… Ama dijital kafa onun onlarcasını buluyor aynı anda ve onu interaktiviteye çeviriyor.
Mesela dijital anlayışta, evinin sokağında açılan bir Starbucks haberdir, yeni gelen bir sinema haberdir, yeni gelen bir ürün haberdir. Karton kafalarda, bu haberler genellikle arka sayfalarda, magazin sayfalarında falan olur. Dijital dünyada doğrudan insana yönelik, insanın hayatındaki detaylar haber olarak görülüyor. Mesela diyor ki, 'bilmemne otu karaciğere iyi geliyor.' Bu tür haberleri karton kafalar genellikle arka sayfalarda görür. Bizde mesela Osman Müftüoğlu'nun sayfasının altında, life style eklerinde görürsünüz. Oysa bu, dijital dünyada en önemli haber… Dolayıysa dijital dünya, insanın hayatına yönelik her türlü detayı/datayı önemli haber varsayıyor. Kağıt; hala diyor ki 'başbakan dedi ki'; manşet! Özel bir demeç aldım, manşet! Şu arka masamızda oturan adam için mesela, 'İzmir'de sigara içilen yerler neresinin cevabı/haritası, Başbakan'ın özel demecinden daha önemli. Çünkü o sigara içiyor. Burada sigara içildiğini biliyor ki buraya geldi.

SOYOÐUL: 25 yılın kağıt kafalı olarak geçti. İnternet medyası sen başladığında ne durumdaydı ve dijital kafaya doğru nasıl bir yolculuk yaptın? Çünkü bir dönemin internet gazeteleri, gazetelerin olduğu gibi internetten okunması haliydi.
ÇEKİRGE: Biz başladığımız güne kadar böyleydi. Hiç tevazu göstermeyeceğim. Bunu bilenler de söylüyor. İnternet medyasında devrim demeyeceğim ama bir dönüşüm olduysa, bunda pay sahibiyim. O zamana kadar internet gazeteciliği şuydu. Tabii tek tük kendi imkanlarıyla çabalayan, bizim Hadi gibi filan internete gönül vermişler bir şeyler yapmaya çalışıyorlardı. Fakat genel olarak ortam şuydu. İnternet gazeteciliği, gazetelerin haberlerini copy-past yapması, kopyalayıp yapıştırmasıydı. Gün içinde de çok ufak tefek değişiklikler yapılıyordu. Mesela Hürriyet, Milliyet'in internet siteleri de böyleydi. Haberleri olduğu gibi koyuyorlardı, gün içinde ancak uçak düşecek de değişiklik yapılacak! Onun dışında bir inisiyatifi yoktu. Bunu biz değiştirdik, copy-past'i kaldırdık.
O zamana kadar internet gazeteciliğinin kimliği yoktu. Mesela Ankara temsilcisi yoktu. Muhabiri yoktu. Kendisine ait yazarı yoktu. Ben oturdum bunların hepsini anlattım. Vuslat Doğan Sabancı, bu konuda gerçek anlamda öncü rolü oynamış bir patrondur. Çünkü bunu duyduğu an 'evet doğru, biz bu ayrı kimliği oturtmalıyız, çünkü gelecek burada, bu hazırlığı yapmalıyız' dedi ve bunu böyle dediği için biz yapabildik bunları. Önce Metehan Demir'i aldık temsilci yaptık, sonra Zeynep Gürcanlıyı aldık, ekonomi muhabiri aldık, Genelkurmay'a akredite ettik. Amerika'da Obama'nın seçimine bu bölgeden tek çağrılan gazeteci Hürriyet. Com'dan akredite oldu. Yani kimlik vermeye çalıştık. Yoksa, internet kağıttan alıp kopyalayan bir yer olarak anılıyor idi ki… Şimdi en büyük keyfim bu. Bunun böyle olmadığını anlatma imkanı elde ettim.
SOYOÐUL: Hürriyet.com.tr bünyesinde çalışan kaç kişi var şu an? Sanırım bu rakam da bazı şeyleri anlatacaktır.
ÇEKİRGE: Şu an 50-60 arası çalışanı var Hürriyet com'un. Editörü, muhabiri, yazarı, dış haberler servisi.
SOYOÐUL: Şu an hürriyet com'un arkasında Hürriyetin marka gücü var. Peki böyle bir güç olmadan internette güç olunabilir mi? Bu performans yakalanabilir mi?
ÇEKİRGE: Yakalayabilir. Yakalayabilmenin tek ölçüsü var, yalnızca gazete haberciliği yaparak yakalayamaz. Mutlaka, bizim internet operasyonu dediğimiz ve bence internet dünyasının en önemli temel taşlarından biri olan, demin sözünü ettiğim internet operasyonlarını kendi içinde yapması lazım. Nedir, bloglaşma, sosyal paylaşım, mobil… Bu programları yapabilecek bir ekibin olması lazım.
Şöyle söyleyeyim, diyelim ki bir emlak eki var bir gazetenin. Sen de internette yapacaksın. Bunu yapmak için çok iyi bir business planı oluşturman lazım. Bu business planını yalnızca eğer bir pazarlamacıya yaptırırsan, olmaz. Mutant işte orada ortaya çıkıyor. Mutant şudur, hem pazarlamayı bilecek, hem de dijital dünyayı bilecek. Yani diyecek ki mesela Ağaoğlu'na. Ey Ağaoğlu bak, sen bir sürü evler yapıyorsun. Diyelim ki nişanlı bir çift evlenecek ve ev almak istiyorlar. Çalıştıkları için bir günleri var ev aramak için. Gazetede görüyor ilanı, o gün sabah çıkıyor, karşı tarafta ise bir sürü benzin harcıyor, bir gidiyor bakıyor ki, etrafı bomboş, hiç gazetedeki gibi değil. Lanet okuyup geri dönüyor, gitti bir günü! Onun yerine üç boyutlu internet üzerinden senin kuşbakışı görüntünü, odalarının içini, pencereden ne görünüyor, bunların hepsini izlettireyim. Eğer beğenirse, fiyatta anlaşırsa benim yazdığım programdan senin pazarlamacınla onu doğrudan karşı karşıya getireyim, meyT sistemiyle konuşsunlar, pazarlık yapsınlar, pazarlık bir noktaya getirildikten sonra oturup anlaşsınlar. Yetmedi; o evi alıp döşeyecek olan kadına bir takım olanaklar sunayım. Mesela diyeyim ki mutfak. Yan tarafa koyacaksın Simens, Arçelik, Vestel…Onu alacak simcity gibi yerleştirecek, boyutlarına göre. O boyutlara göre fiyatı, maliyeti… Oradan da gidip Arçelik'e diyecek ki senin o business adamın; 'Buradan Arçelik'e ulaşan bir sürü insan var, senin Arçelik'ini koymamı istiyorsan, yardımcı ol, sponsor ol.'
Gelirini de düşünebilen bir business mutantı lazım buraya.
SOYOÐUL: Sizde durum?
ÇEKİRGE: Bizde var, yapıyoruz. Şimdi bak, bir şehir efsanesi var, 'işte üç genç buluştu facebook'u yaptı, milyarlar kazandı.' Amerikada ilk defa, 21.8 milyar dolara çıktı online reklamı. Kağıdı geçti. İngiltere'de zaten geçti. Bu şu demek. Artık bu sözünü ettiğim mutantların business planlarında da yer alması lazım. İnternet gazetecilikten ibaret değil. O olursa ancak tutturabiliyor. İnsanların hayatlarına yönelik business planları oluşturduğun zaman… Mesela, atıyorum şimdi ölüm ilanları. Şimdi biri diyecek ki, 'Allah rahmet eylesin Esin Yılmaz vefat etti', tamam. Bir taziye defteri açacak internette. Bu taziye defterinin bilmemne çiçekçilik sponsoru olacak, o taziye defterinin iki tarafına. Çünkü bu hem bir gelir, hem de sosyal paylaşım projesidir, cenazeye gelemeyenler için. Herkes bakacak, tanıdıkları ne yazmış? Bir de kendi yazacak gibi. Bunlarla ancak olabiliyor.
SOYOÐUL: Türkiyede 35 milyon internet kullanıcısı var deniyor. Bunların kaç milyonu internetten gazete okuyor. Böyle bir çalışmanız var mı?
ÇEKİRGE: Var, 6 ay önce biz bunun çalışmasını yaptık da yanlış bir şey söylemek istemiyorum şu anda. Ama şunu söyleyeyim. Hürriyet gazetesinin tirajı 450 binse, Hürriyet com'un okuru 2 milyon civarında. Tabii gazeteyi bazen 3 kişi okuyor, 3 kişiyle çarpabilirsiniz. Ama internette de mesela İş Bankası genel müdürlüğünde bir tane IP numarası var ama 200 kişi okuyor oradan. Onu da bununla çarpabilirsiniz. Dolayısıyla, bu rakamları ifade etmek çok zor.
SOYOÐUL: Klasik tartışma. İnternet yazılı basını öldürecek mi? Sen ne diyorsun bu konuda? Hatta yayıncılık da tartışılıyor şu anda. Kitap okurunun da dijital ortamı seçeceği mesela…
ÇEKİRGE: Üç şey söyleyebilirim burada, bir tanesi benim oğlum 5 yaşından beri dijital bir dünyada okuyor. O jenerasyonun kağıtla ilişkisinin çok az olacağını düşünüyorum ben. Bir gazeteyi böyle çevirmeyecek belki hiçbir zaman. O başka türlü okuyacak.
SOYOÐUL: Oğlunu bırak; sen yıllarca kağıt gazete için çalıştın, gazeteleri kağıt üzerinden okudun. Şimdi ne kadar okuyorsun?
ÇEKİRGE: Çok üzülerek söylüyorum bunu, Pazar günleri okuyorum, bakıyorum. Bizde, bizim kuşağımızda hala bir gazeteyi evirip çevirme özelliği var, ondan hala vazgeçemiyoruz; ama tabii gün içinde gazeteleri o kadar çevirecek vakit olmuyor. İnterneti bir açıyoruz, öyle gidiyor.
SOYOÐUL: Bazen hiç klasik gazeteyi eline almadığın oluyordur herhalde?
ÇEKİRGE: Oluyor evet, olmaz olur mu? Sabahları işim gereği ben internetten başlıyorum. Sabah 6.5'ta başlıyoruz, her 5 dakikayı görürüz, okunurluklarına göre yeniden dizayn ederiz. Ben zaten gece 3'ten sonra okumuş oluyorum. Sabah bir şey bakmama gerek kalmıyor. Bir ikinci boyutu şu: Ipad geliyor şimdi, bu çok önemli bir şey. Orada bir de çeviriyorsun, büyütüyorsun. Video oynatabiliyorsun. Gelecekte zaten belli ediyor ne olabileceğini, kitapların oradan okunabileceğini. Üçüncüsü… Gazeteler boyut olarak büyük kalmaya başladı. Bir de ne yapıyor? Boyuyor. Şikayetler çok fazla. Dijital ortamdan sonra bunlar görülmeye başlandı, çıkmasaydı görülmeyecekti… Ama hala asıl gelir gazetede…
SOYOÐUL: Şimdi oraya geliyorum. Nasıl oluyor da iş dünyası bu kadar çok okuyanı olan bir alana reklam vermeyi ihmal ediyor? Ya da hakkını veremiyor diyelim…
REKLAM AJANSLARI BÜYÜK TEMBELLİK EDİYOR…
ÇEKİRGE: Buradaki büyük sorun şurada. Bir, reklam verenlerin üçüncü jenerasyonları henüz hakim olmadı. Yani, Nihat Özdemir, Ebru Batuhan Özdemir ya da Koç. Üçüncü jenerasyon, dördüncü jenerasyon geldiği zaman… Yani dijital dünyayı kavramış genç jenerasyon işin başına geldiği zaman bu artacak, yüzde bin! Ama bir önceki kuşak, onu daha bilmiyor. Biz nasıl hala gazeteyi seviyorsak, patronlar da onu görmek istiyor.
İkincisi, reklam ajansları şu anda tembellik ediyorlar bana göre. Ağır tembeller. Açık söylüyorum. Neden? Alışmışlar, oturuyor yılbaşı gelince televizyona şu kadar, gazetelere bu kadar, azıcık da internete ayırmış; o düzeni de bozmak istemiyor ve yüklenmiyor tabii reklam ajansları.
Üçüncüsü, reklam ajanslarının bir diğer tembelliği bu teknolojik hazırlığı yapmak istememeleri. Bu bir yatırım çünkü. O banner'ları yapacak, o üç boyutlu şeyleri hazırlayacak, programlar yazılacak… Bunları da yapmıyorlar. Ama ne olacak, yapmayan kaybedecek? Çünkü birileri gelip bunları yapacak, Ben hep onu söylüyorum, akıllı bir reklam ajansının şu anda dijital reklama, interaktif, üç boyutlu reklama, kendini hazırlaması lazım, kendini hazırlamayanlar şu anda çok tatlı yaşıyor olabilirler ama bir süre sonra rakamlar 22 milyon dolar yani Amerika'da… Arkada kaldık yani. Tembelliği de hakaret anlamında söylemiyorum. Alışkanlık. Adam kendini niye değiştirsin, niye uğraşsın yani… Benim şimdi reklam ajansım var, kurmuşum işimi düzenimi. Hadi bir daha yatırım yap, tuttu mu tutmadı mı, oldu mu olmadı mı, yeniden bir şeyler kuracaksın filan.. Ama değişecek bu…

SOYOÐUL: Hürriyet com değişti. Artık çok sade, çok yalın, steril denebilecek bir görüntüsü var. Bu değişikliği niye yaptın?
ÇEKİRGE: Şu an çok tartışma var. Beğenenler var, beğenmeyenler var. Bunu çok konuştuk, çok tartıştık. Bir kere bu dizaynı iki arkadaşımızla biz yapmıştık. Üç tane kutu koyalım, onlu manşet koyalım, gayet de güzel…Tuttu yani. Aşağı yukarı 4.5 yıl oldu. Fakat ben bir reklam verenlerden; iki dünyaya ayak uydurmak için çıktığımız ve baktığımız zaman dünyanın dijital sahnesine… Orada bu kadar çok bağıran, oradan o çıkıyor, buradan bu bağırıyor, fırlıyor, kocaman manşetler, o kocaman manşetten bir yere geçiyorsun, küçücük… Bir yerde kocaman puntolar, bir yerde minicik yazılar… Sayfa tamam bağırıyor çağırıyor ama kakofoni, karmaşa, kötü bir bahçe gibi gelmeye başladı bana. Tamam bahçe ama, kötü bir bahçe; bir yanda çam ağacı çıkmış, bir yandan servi çıkmasının bir anlamı yok kardeşim, begonvil filan koy, biraz daha sade olsun. Güçlü ama sade. Yaptığımın çok doğru olup olmadığını söyleyemem, biz hep deneyerek ilerliyoruz. Burada da hala sayfanın üzerinde çalışıyoruz. Ama buradaki özellik bağırmayan, bütün ana manşetleri alttan aynı tek puntoyla giden, bir öyle bir böyle olmayan…
SOYOÐUL: Bizim daha önce 'beyaz gazete' dediğimizin, internetteki hali…
HER YENİLİK SIRTINDA KIRBACIYLA GELİR, BUNA RAZI OLACAKSINIZ
ÇEKİRGE: Bravo. Daha da sadeleştireceğiz. Çalışıyoruz üzerinde. Şimdi şöyledir zaten, yapılan her yenilik, sırtında kırbacıyla gelir; buna razı olacaksınız. Kırbaç da okurun elinde. Ona da hiçbir şey diyemeyiz yani. Kırbaçlayacak… Kimisi övüyor şu anda. Çok iyi olmuş diyor. Kimisi beğenmiyor, ne olmuş böyle diyor. Her yenilik, sevenini/sevmeyenini beraberinde getiriyor zaten. Yapmak istediğimizi biliyoruz. Artık izleyiciye sirkte kampana çalıp 'gell gell' diyen, pazarda bağıran bir site yerine başka bir görüntü veriyoruz. Batıda Avrupa Birliği standartlarındaki semt pazarlarında, bağırmak yasaktır biliyorsunuz…
SOYOÐUL: Hürriyet com, bağırmaktan vazgeçti özetle….
ÇEKİRGE: Bağırmak istemiyoruz! İkinci, vitrine bir şey koymak istiyorsan koy kardeşim, yüz tane değişik renklerden oluşan ışık yakmana gerek yok. Bir de üzerinde çok durduğum bir şey, doğduğumdan beri annemden başlayarak bütün kadınları sevdiğim için ablalarım dahil; Haklı Kadın Platformu'nda da şu anda çalışıyorum. Kadının bir meta gibi yer almasını da ortadan kaldıracak bir sayfa görüntüsü istiyorum.

SOYOÐUL: Günahlarını temize mi çekiyorsun yani? (kahkahalar)
ÇEKİRGE: Olabilir, olabilir…(çok gülüyor)
SOYOÐUL: Günahlarını temize çekmek diyorum; çünkü medyada etkin konumlarda hep siz erkekler etkin. Ve erkeklerin beğenisi isteği doğrultusunda kadın televizyonda/gazetede/dergide hep meta olarak ön planda.…
ÇEKİRGE: Kadınlar da hep ön plana çıkmak istedi. Bu biraz da karşılıklı oluyor ama…
SOYOÐUL: O konu çok tartışmalı ve çok uzun, o yüzden geçiyorum. Gerek verdiğin röportajlardan, gerek kadın kuruluşlarında aldığın rolden/yazılarından, senin yeni bir sayfa açmış olduğun izlenimi alıyorum ben de. Bu iyi bir şey.
ÇEKİRGE: İnsan belli bir yere gelince… Çok kırıp döktük. Rekabet ve gençlik, başarma hırsı… Nereden geldiğimizi en iyi sen biliyorsun Gönül. Biz dibinden başladık bu işe…
SOYOÐUL: Kürek çekerek….
KADINA KARŞI YAPILAN HATALAR KONUSUNDA DUYARLILIÐIM VAR
ÇEKİRGE: Evet, kürek çekerek. İki tek dümencisiz kürek çektik hem de… Ve kırıyorsunuz, döküyorsunuz farkına varmadan. Ben şimdi İzmir, Yeni Asır, oradaki o mücadeleler.. Sonra Ankara, oradaki mücadeleler. Sabah, Hürriyet mücadeleler. Star mücadeleler, ne mücadeleler… Şimdi oradan sonra, ben şu anda en güzel zamanımı yaşıyorum. Çok güzel bir yerde çalışıyorum. Yalakalık diyebilirsiniz, patronumu aşırı seviyorum. Çok iyi insanlarla çalışıyorum. Dolayısıyla bu bende zeytin ağaçlarından oluşan bir iç huzuru mağarası oluşturdu. İç huzuru mağarasına çekildiğim zaman ilk yaptığım iş, önce bir ayna kuruyorsun, o aynanın karşısına çırılçıplak geçiyorsun. Tam yaşıdır yani, 50 üzeri… Ben onu yaptım ve orada yalnız kadınlarla ilgili değil yani, bir sürü kendimle ilgili şeyleri, insanlıkla ilgili şeyleri…
Ama bu benim kadınlara karşı değil, kendi içimde bir iç hesaplaşmanın yansıması… O nedenle bir kendi yaptığım hatalar, iki kadına karşı yapılan hatalar ve hala yapılmakta olan hatalar konusunda duyarlılığım var. Duyarlılığımın katsayısı, hatalarımdan geliyor. O tetikliyor. Bu yüzden mümkün olduğu kadar hürriyet.com'da ve diğer internet sitelerinde… O rekabete hiç girmeyeceğim. Şöyle girmeyeceğim. Arkadaş, herhangi bir internet sitesinin sayfa görüntülenmesi artık bizden çok olabilir. Çünkü o daha fazla kadın galerisi koyabilir. Hiç bundan alınmayacağız, hiç bundan üzülmeyeceğiz. Biz onun dışında ama gerçekten, atıyorum Libya'da ne oluyor'u foto analizlerle anlatabiliyorsak, ya da iyi bir magazini verebiliyorsak, güzel… Bunu ölçü edindik şimdi, çalışıyoruz yani.
SOYOÐUL: Hırslardan rekabetten arınmak, o güvenli/huzur veren yerlere/mağaralara çekilmek… Bu nasıl olacak? Hırslarından arınmış bir Fatih, seni nasıl başarıya götürecek? Ne üzerine inşa ediyorsun artık içindeki yükselmeyi?
ÇEKİRGE: Doğrudan üç şeyin, kalbimin, mantığımın ve ruhumun üzerine… Kalbimin, ruhumun ve mantığımın üzerine inşa ediyorum. Bu üçünün koyduğu çıtayı, hırsım geçmeyecek. Yani hiçbir zaman hırslarımla mantığımı delmeyeceğim, çizmeyeceğim. Onu yapabilirsem, işte o huzuru sağlayabileceğimi düşünüyorum. Aşırı hırslanabilirsiniz, 'hay Allah' diyebilirsiniz sonra… Artık o 'hay Allah' hakkım olmadığını düşünüyorum. Pardon deme hakkımın olmadığını düşünüyorum. Pardon'u şimdi diyorum, ama bir daha demek istemiyorum. O yüzden…

SOYOÐUL: Sen güvenli suları çok sevmezsin, Kuzey Yolcusu kitabında da var bu. Güvenli ortam ile ilerleme birbiriyle çelişir bizim ortamda diye düşünüyorum. Ve sanki şu an seni güvenli/sakin limanlara çekilmek istermişsin gibi hissettim ben.
ÇEKİRGE: Güvenli bir ortam değil, hayır hayır hayır. Tam tersine. Yine zor olanın üzerine gidiyorum. Kolay olanı şuydu. Aç arkadaşlara telefonu, Nazan hanım, İsmail bey, hadi biraz artırın bakalım tıklamaları, 30 tane Monica Bellucci, 40 tane Cate Blanchett, 30 tane fotoğraf al tıklanmayı artır, hayır. Biz yine zora gidiyoruz şimdi. Bunları yapmadan bir internet gazetesinin çok okunabileceği gibi zor bir işe girişiyorum. Bunu artıracağım daha da. Mesela barajlar koyuyorum. Diyorum ki, hiçbir magazin foto galerisi 15 fotoğrafın üzerinde olmayacak. Zor bir şey bu. Koyduğunuz zaman 100 fotoğrafa da bakanı var.
SOYOÐUL: Gelelim hürriyet com'daki bir eksikliğe. Sizin yani İstanbul'u mesken tutan medyanın İzmir'e bakış açısı, hürriyet com'a da yansıyor. Eklerde Ege'ye tıkladığınızda senin ana sayfanın İzmir'e uyarlanmış halini göremiyoruz. Ciddi bir uyumsuzluk/eksiklik/haksızlık bu bana göre…
HÜRRİYET.COM'UN EGE'Sİ DE YAKINDA GÜÇLÜ&BAÐIMSIZ OLACAK
ÇEKİRGE: Şu anda o yüzden İzmir'deyim bir anlamda da. Deniz (Sipahi) ile çok önemli bir toplantımız var. Şu kararı aldık. Bölge gazetelerimizin, eklerimizin internet versiyonlarını wep versiyonlarını buraya emanet edip serbest bırakacağız. Onun serverları bizde olacak. Yani şöyle. Bumerang diye bir sistem kurduk biz. Bu bumerang çok ilginç çalışan bir sistem. Ben onun uluslararası versiyonlarını da hazırlıyorum şimdi. O şu: Bizi bir otoyol olarak düşün. Tali yollardan giden arabalar var, o arabalara diyoruz ki, buraya girersen daha hızlı gidersin, buradaki hem server kuvvetli, hem 2 milyon izleyicisi/kapasitesi var, otomobil kapasitesi. Şimdi diyoruz ki Van'daki küçük otomobile, sen diyoruz o gün sayfanda ne varsa, bir tanesini manşetini bana gönder. O gönderiyor, biz koyuyoruz. Güzel bir manşet, tıklayan direk ona gidiyor, hem onun görüntülenmesi artıyor, hem ona diyoruz ki, sen buradan elde edeceğin reklam gelirinin binde binde binde 0.1'ini sırf bir şey şarj edebilmek için buraya yatır. Şimdi biz bunu düşündük, günde 6-7 bin civarında bölge internet gazeteleri bize bağlı şu anda. Ve bunu uyguluyoruz. Fakat bir an düşündüm, biz bunu niye bölge eklerimize yapmıyoruz? (gülüyor) Kötü bir durum. Fakat şöyle bir durum oldu, gazetenin bölge ekleri de bizim İstanbul'dan yapılıyordu. Daha yeni bölgelere verildi. İyi de oldu, yerinden yönetime geçti. Şimdi buna interneti de ekleyeceğiz. Kısa süre sonra Hürriyet'in Ege'sine bir düzen koyacağız. Onlar artık kendi manşetlerini yapacaklar, magazinlerini yapacaklar, sayfalarını yapacaklar ve en büyük şansları, ana gazetenin ana sayfasında o 12'li manşetlerden bir tanesi Ege'nin olacak, bir tanesi Ankara'nın, bir tanesi Adana'nın, bir tanesi Eskişehir'in olacak ve bunlar dönecek. Şimdi tabi bunu söylediğim zaman, İstanbul merkezdeki arkadaşlar 'bizim manşetler gitti' diye düşünüyorlar; ona da yöntem buluyoruz. Mesela 7. manşetin sabah 10 ile 13 arası Ege'nin, saat 13-16 arası ise Ankara'nın gibi. Bir de oraya editör koyuyorum, olur a çok iyi bir haber gelirse, saatleri ona göre değiştirsin.
SOYOÐUL: Gazetelerin bu anlattıklarınla mücadele etmesi çok zor. Meslek kıdeminin uzun süresini karton dünyada geçirmiş bir gazeteci olarak söyleyebilir misin? Ne yapabilirler de dijitalin önüne geçmek demeyeyim ama hiç değilse dünyayı/ülkeyi hem basılı gazeteden, hem de internetten izleyenler için, okunanları farklılaştırabilirler? Hiç kafa yoruyor musun bu konuya? Bana ne, ben dijital dünyadan sorumluyum artık mı diyorsun yoksa?
ÇEKİRGE: Yooo, yoruyorum. Sonuçta Hürriyet parayı kağıttan kazanıyor şu an ve çok önemsiyorum. Elimden geldiği kadar kafa yoruyorum hatta bunun için de birkaç kere Bild ile Bild'in genel yönetmeni ve diğer arkadaşlarla, Michael'la falan çok temaslar yapıyoruz. Özellikle Michael başında onun. Onlar nasıl çözüyorlar, nasıl yapıyorlar diye kafa yoruyoruz ve gelebildiğim şu anki nokta şu Gönül, hiçbir zaman önlenemeyecek internetin, Ipad'in gidişatı. Ama gazeteler bu süreci yavaşlatabilirler. Şu anda buna kafa yoruyoruz. Bunu yavaşlatmasının yolu da internet gazeteciliği ile gazete yöneticilerinin barış yapması. Çünkü gazete yöneticileri, interneti önce önemsemediler, ben de önemsemedim, kimse önemsemedi. 'Bu ne kardeşim böyle her şeyin olduğu bir yer, önüne gelen her şeyi koyuyorsun, bilgi kirliliği falan' dedik. Fakat tamam da bir şey yazıyorsun, yanlışsa 3 saniye sonra kaldırıyorsun, gazetede öyle bir şey yok, basılıyor bitti! Bu böyle bir dünya. Biri bir şey söylüyor, daha ertesi gün gazeteye bakmadan internette adam cevabını vermiş oluyor. Şimdi sen ne yapacaksın gazete olarak? Dolayısıyla burayla buluşman, birleşmen lazım. Şimdi internetin şöyle bir özelliği var, wep tv geliyor bir de şimdi Ipad üzerinden. Bir haber oldu diyelim. Allah rahmet eylesin, Esin Yılmaz örneği vereceğim yine. Esin Yılmaz öldü; şimdi gazetede bunu okuman için yarını bekleyeceksin. Eğer işyerinde değilsen, mesela burada bir yerde sohbette değilsen rastlayacaksın televizyonda… Ki kaçırma ihtimalin çok fazla ve bunların hepsi reklamlar için de geçerli. Ama internette ve mobilde kaçırma şansın yok, açtığın an orada duruyor. Dolayısıyla bu kalıcılığın farkında olması lazım gazetelerin ve bu kalıcılıktan faydalanmaları lazım.
Nasıl'ı şekillendiriyorum ben. Konuşuyoruz, bir noktaya da getirdik. Bild'de New York Times'ta çalışıyorlar. Şimdi şu olabilir. İnternetin interaktif olanaklarından gazeteler yararlanacaktır. Nasıl yararlanacak? 'İdam gelmeli mi gelmemeli mi' diye bir anket yaptık biz. Oraya 200 bin kişi girdi. Şimdi ben dersem ki yarın aynı anda Hürriyet gazetesi ile birlikte yayınlıyoruz; ama ben bir gün sonraya atabilirim, yani haberi gazeteden verebilirim. Şimdi bu ilk planda kötü gözükebilir, gazeteye yönlendiriyormuşum gibi algılanabilir, ama onun karşılığında da adama dersem ki 'bak bu idamla ilgili gazetede bu çıktı ama bende yok, yalnız bununla ilgili Ahmet Hakan'ın az önce yaptığı yorumu da şimdi bende. Yani bu kombinasyon, bu ilişkiyi sağlarsak… Şimdi bunu hazırlıyorum ben, artık Ertuğrul Özkök, Ahmet Hakan, Kanat Atkaya, bazı yazarların günlük sıcak gelişmelere birer paragraf görüntülü veya yazılı yorumları olacak. Bizim çünkü en büyük kozlarımızdan biri yazarlarımız çok önemliler. Herhangi bir olay oldu, onlar ne diyor? Başkanlık sistemi deniyor, onlar ne düşünüyor? O soruları Hürriyet com'dan görecek. Diyeceksin ki, o sadece bir paragraf. Bütün detay da yarın gazetede gibi… Bunun çok örnekleri var da uzatmak istemiyorum.
SOYOÐUL: Biraz önce okur yorumları dedin ya. Aslında bilgileniyoruz, oturduğumuz yerde insanların bir konu hakkında ne düşündüğünü öğreniyoruz. Ama bazen çok ürkütüyor beni o okur satırları. Mesela çok ırkçı görüşler oluyor ve bunlar bir anda milyonlarca kişiye ulaşıyor.
ÇEKİRGE: Alışacağız…
OKUYUCULARIN YORUMLARINI, ENGELLİLER OKUYUP DENETLEYECEK
SOYOÐUL: Mutlaka bazı yorumları ayıklıyorsunuzdur. Ama nasıl yapıyorsunuz bunu. Günde yüzlerce habere binlerce yorum yapılıyor, nasıl baş ediyorsunuz bunlarla?
ÇEKİRGE: Bir ekip var, ciddi bir ekip. 5 kişi vardı, yetmedi. Ben şöyle bir şeye gidiyorum. Sayın Binali Yıldırım bir konunun üzerine çok güzel el bastı. Engelliler. Bir çalışma var, ben de oraya katkılar yapıyorum. Engelli insanlarımız var, evinden çıkamayanlar var, özellikle omur sorunları olanlar. Bunlar yürüyemiyorlar ama onların beyinlerindeki yürüme hızına da biz yetişemiyoruz. Dedim ki bir sistem kuralım, bu yorum okumaları evlerdeki engelli vatandaşlarımıza kanal açalım, oradan onaylasınlar. 50 tane mesela engelli vatandaşımızla biz şimdi başladık buna; evlerinden ve belli bir ücret karşılığında hem gelir elde edecekler, hem de hiç kimse diyemeyecek ki Hürriyet'in merkezinde yorumlarımıza el konuluyor falan.. Çünkü açıklıyoruz, şöyle yorum yaparsan, buraya girmeyecek kardeşim.

SOYOÐUL: Bunu engelliler mi yapacak şimdi evlerinden?
ÇEKİRGE: Evet, onu hazırlıyoruz şu anda. Geniş bir ağla… Düşündüm ve uygulayacağım.
SOYOÐUL: Sen bir ara yazılarında çok fazla yer vermiştin engellilere koyulan engellere. Seçim sandığına ulaşmak için nasıl zorluk çektiğinden yola çıkarak…
ÇEKİRGE: Evet, işte bu proje o sıra çıktı.
SOYOÐUL: Hürriyet com'un öncülüğünde senin yönetiminde yapılan dijital dünya ile ilgili bir konferansta Alpan Manas'ın 'bir şizofreni mi bol oksijenli dünya mı' başlığıyla yaptığı konuşmayı hem dijital hem yazılı medyada aradım ama detayına ulaşamadım. Bu sorunun yanıtını senden öğrenebilir miyim?
ÇEKİRGE: Şimdi şu, bir astım hastası düşün, acil servise kaldırılmış ona oksijen vermen lazım. Oksijeni belli bir miktarda vermen lazım, ama oksijen diye baktığında ne olacak canım, temiz havaya çık istediğin kadar oksijen al derler. Ama bir laf daha vardır. Temiz hava sarhoşu oldum. Şimdi internet inanılmaz bir özgürlük ama aşırı nefes alırsan şizofreni başlatabilir. Çünkü şundan, hiç kimseye güvenmeyebilirsin o mu doğru söylüyor, bu mu diye? Müthiş bir özgürlük, özgürlüğün sarhoşluğu/körlüğü/körleşmesi burada çok güzel anlatıldı. Onun için her toplum sindire sindire ilerliyor. Mesela düşün ki biz… Sen google'a niye yasak koyarsın ki, YouTube'u yasakladın, ne oldu? Şimdi bir kitabı yasakladın, ne oldu? Bak al twitter'dan.
SOYOÐUL: Hürriyet com'da vardı; devlet bakanı 'ben indirdim okumaya başladım' diyordu…
ÇEKİRGE: Tabii canım. Egemen Bağış benim iyi arkadaşım, gidiyoruz birlikte Avrupa'ya. Şimdi Egemen Bağış ne cevap verecek bu soru sorulduğunda? Bu tanımı olmayan bir şey. Wikileaks niye gazetelerde değil de internette yayınlandı? Bundan dolayı gazeteler var olan düzenle o kadar iç içe geçmişler ki… İnternetteki özgürlük farklı bir şey. İnternetteki özgürlük alanı, işte o bol oksijen, en iyisini Wikileaks'te görüyoruz, şizofrenik bir sonuç yaratabiliyor. Acaba bu niye yayınlandı, bunun arkasında ne var? Bu işte…
SOYOÐUL: Müthiş bir bilgi kirliliği de var ama…
ÇEKİRGE: Bilgi kirliliği soruyorlar bana her panelde. Bilgi kirliliği her yerde vardır, gazetede de vardır, televizyonda da vardır, her yerde. Dijital dünya daha geniş olduğu için, tabii daha çok olacaktır. Bilgi kirliliğin önlenmesinin tek çözümü yine rekabettir. Bilirsiniz ki A internet gazetesi bilgi kirliliğine daha çok yer veriyor, oraya gitmiyorsunuz. Bu kadar basit. Eğer hürriyet com olarak ben bir bilgi kirliliği yaratıyorsam, o kadar yorum geliyor ki üzerime, ben kıpırdayamıyorum. Orada kendi kendini denetliyor okur, çok güzel bir sistemimiz var bizim.
SOYOÐUL: İnternette henüz yasanın oluşmaması, çalışanlarının sarı basın kartı hakkından yararlanamaması vs. bir çok sorun var. İnternet medyasında çalışanlar davet alamıyorlar. Örneğin Başbakan'ın gezisine çağrılmıyorlar. Siz hürriyet com olduğunuz için akredite alabilirsiniz ama genele baktığınız zaman, hızla gelişmesine rağmen yazılı basın karşısında haksız bir rekabetle karşı karşıyayız. Bu konuda çalışmalar ne aşamada? Hükümet kanadında yani?
ÇEKİRGE: Bir kere şöyle bir sorun var. Biz bunu kendi içimizde tam biçimleyemedik. Tam yapamadık. Şöyle sorunlar var. Diyelim ki bir basın toplantısı yapacak bir siyasi parti, ya da birisini bir yere götürecek. İnternetten çağıracak ama hangisini çağırsın? Diyor ki onların lafı bu, 'kardeşim, 100 tane var, hangisini çağırayım?' Tabii hürriyet com'u çağırıyor, markası var. Milliyet com, sabah com çağrılıyor; ama diyelim ki iki üç gazeteci arkadaşın ya da şimdi bizim Nurcan Akad çok güzel bir şey hazırlamış iPad üzerinde, geçen gün konuştuk. Şimdi mesela onu çağırmıyorlar, halbuki Nurcan iyi bir gazeteci. İşini kurmuş yapıyor. Ama işte diyorlar ki 'çok fazla, hangi birini çağıracağız.' Bu sorunun cevabını kurmaya çalışıyoruz şu anda. Ölçümleme sistemleri, kaç kişi çalıştırıyor, vergisini nasıl ödüyor gibi bir takım kriterler oluşacak. Ben Fatih olarak o konuda gönüllü çalışıyorum. Hatta Binali Yıldırım ile de bu konuyu konuşuyoruz. Seçim sonrası eğer göreve devam ederse, ya da kim gelirse, bunu kendi içimizde oluşturup önlerine koyacağız. 2012'nin Ocak'ından itibaren artık kriterleri belirlenmiş, vergisini veren çalıştırdığı gazeteci/editör/muhabir sayısı belli, ciddiyeti ve kalıcılığı belli olan, belli bir süreyi doldurmuş olan… 'Kuruldun al' yok bu işte. Çünkü
SOYOÐUL: Bunun arkası basın ilan!
ÇEKİRGE: Evet, aynen, arkası basın ilan. O gelecek arkasından. Bunu bir yere kavuşturacağız. Ama burada çok eleştiri de alabilirsiniz. Niye 14 çalışan dediniz diyecekler mesela? Niye 10 değil? Bunların her birinin hukuki altyapılarının oluşması lazım. O yüzden biz hürriyet com'da bilişim hukuku diye bir şey tartışıyoruz. Bilişim konusunda hukukçumuz çok az bizim. Uluslar arası nasıldır? Tartışıyoruz, bir iki ay içinde bitmiş olacak, onu da önlerine koyacağız. Hadi (Özışık) en güvendiğim isimlerden. Onunla da tartışıyoruz bu konuları. Çok emek harcıyor uzun süredir.
SOYOÐUL: Yazılarının birinde dedin ki 'Artık hiçbir coğrafyanın kaçamadığı dijital bir aynadayız… Şimdi düşünüyorum da; eğer dijital ayna çok daha önce varolsaydı. Tek kanallı resmi devlet televizyonlarının dünyası çok daha önce bitseydi...Mesela hiç kimseyi öldürmemiş olmasına rağmen Deniz Gezmiş ve arkadaşları yine asılabilir miydi? Ya da Menderes? Dünya bu davayı o dijital aynada izleseydi, 12 Eylül'ün işkence odaları böylesine pervasızca işleyebilir miydi?'
Siyasetin de içinde olan, o kotları da okuyabilen bir gazeteci olarak, siyasetçileri bekleyen gelecek ne? Tunus'ta, Libya'da olanlar… Onları nasıl bir değişime zorluyor bu dijital ayna? Medyanın geleceğini konuşuyoruz, gazetelerin nasıl değişmesi gerektiğini, reklamcının bu yeni formata nasıl uyum sağlayacağını… Peki nasıl bir siyasetçi gelecek? Yeni siyasetçi tipi nasıl olacak?
ARTIK SİYASİLER DE KENDİLERİNİ DİJİTAL ÇITAYA GÖRE ÖLÇMELİ
ÇEKİRGE: Anladım ne demek istediğini… Sana hemen bir örnek vereyim. Cumhuriyet tarihinde hiç kimse böyle bir şeyi öngörebilir miydi yani. Türkiye'nin Cumhurbaşkanı, Afrika'nın sahillerinde çıplak ayaklı bir fotoğraf çektirip bunu twitter'ında yayınlacak. Eskiden nasıldı Gönül? Diyelim vermek istedikleri bir fotoğraf olduğunda, büyük gazeteye veya kendisine yakın hangi gazeteciyse, ona zarf içerisinde iletilirdi, çok iyi hatırlıyorum. Şimdi? Bu başka bir şey… Ha, bir tek soru var. Eğer Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün, bu twittera koyduğu fotoğraf yalnızca Türk gazetelerinde yayınlanıyorsa, bu iyi bir şey değil. Ama New York Times'ta da çıkıyorsa, o zaman yerine ulaşmış olur. Yani onların da artık vizyonlarını… Bir kere dijital dünya lokal değildir, küreseldir. Küresel ayna dediğim o. Eskiden A gazetesine bir haber ya da bir fotoğraf vermek kuryeyleydi, şimdi dijital. Bu bundan ibaret değil, karıştırırlar eğer böyle olduğunu zannediyorlarsa. Çıta yüksek çünkü. Atıyorum Jerusalem Post veya Kahire Postası, Şam'da ya da Ermenistan'da bir gazete de bunu kullanıyorsa, bu işte o zaman küresel bir fotoğraftır. Dolayısıyla bence artık siyasilerin kendilerini böyle ölçmeleri lazım. Twittera koydum, dünyada nerede çıktı? E yalnız Türkiye'de çıktı. Sen o zaman hala Türkiye'deki bir dijitalsin.

SOYOÐUL: Cumhurbaşkanı Gül, CHP lideri Kılıçdaroğlu twitter kullanıyor. Ne diyebilirsin?
ÇEKİRGE: Bence Gül, iyi kullanıyor twitterı. Başbakan o kadar kullanmıyor, sıcak değil herhalde. Başbakan dikkat edersen, gazetelerle de röportaj yapmıyor. Onun öyle bir şeyi var. Bir de Devlet Bahçeli kullanıyor. İşte o yüzüğü falan oradan çıktı. Şaşırtıcı. Bir de şu soruyu sormak lazım mesela. Devlet Bahçeli'nin twitter'dan verdiği mesajlar, Türk dünyasında hangi gazetelerde çıkıyor? Bana göre hiç birinde çıkmıyor. Bence siyasilerin kendilerini böyle ölçmesi lazım. 'Ben ne kadar lokalim, ben ne kadar uluslararasıyım/küreselim' diye sormaları lazım.
SOYOÐUL: Bu soruyu sormaları mı siyasetçi tipini değiştirecek…
ÇEKİRGE: Onun için söylüyorum işte. Biz Tahran'a gittik Dışişleri Bakanı'yla. Orada böyle bir an oldu, Tayyip Erdoğan'ın adı geçince oradaki halk alkışladılar. One minute. Suriye'ye gidiyorsun, orada öyle. Şimdi tamam ama bu ne kadar böyle devam eder, ne kadar kalıcı olur? Bu twitter'dan verilen mesajlar ne kadar küreselleşir; ölçü budur artık yeni siyasetçi için.
SOYOÐUL: Bu seçimde Fatih, sence 'dijital medyayı kullanan, etkin rol oynayacak' diyebilir miyiz?
ÇEKİRGE: Bir tek şey söyleyebilirim. Eğer bir siyasi partinin veya siyasetçinin, Türkiye'nin seçmen grafiğini iyi algıladıysa, bana göre ilk yapacağı şey dijital dünyayı kullanmasıdır. Tercihi o olmalı. Neden? Zaten gidiyorsun Anadolu'da meydanlarda konuşuyorsun. Senin girmen gereken yer meydanlar değil artık, ev içleri ve işyerleri. Çalışanların… Düşün bütün memurlar, noterde çalışanlar, eczanede çalışanlar, bankada, vesaire vesaire. Şimdi şurada otelde resepsiyonda çalışan kızın önünde bilgisayar açık. Oradan bakıyor, onu kapatıyor facebook'u açıyor. Orada ne yapsın yani, burayı mı seyretsin bütün gün. O bir dünya. Siyasetçinin o dünyayı yakalayabilmesi için kesinlikle dijital dünyayı, interneti kullanması lazım. Artı, şu anda yepyeni bir jenerasyon oy kullanacak ve bunlar dijital dünyayla hareket ediyorlar, dijital dünyaya bakıyorlar. Akşam twitter'a giriyor, mobille konuşuyor, mesaj alıyor, internete giriyor. Siyasetçinin buraya girmesi lazım. Çünkü mesai.com diyorum buna. Sabah 8.30'da giriliyor, akşam 5'te çıkıyor. Eğer bankada çalışıyorsa televizyon yok, gazete günlük olayları takip edemiyor. Radyo mu açacak? İnternet var önünde. Oraya mesaj vermek istiyorsa siyasetçi, buraya gelecek, başka çaresi yok.
SOYOÐUL: Peki şu ana kadar bu dijital dünyayı, mesai.com'u en iyi kullanan kim, hangi siyasetçi? Var mı örneğin?
ÇEKİRGE: Ben geçen yerel seçimlerde bunu en iyi kullananın Melih Gökçek olduğunu düşünüyorum. Öyle bir kullandı ki, inanamazsın. Şu anda tam başlamadı, belli değil henüz. Ama şundan eminim. Mesajlarını belli bir gençlik aşısı gibi verebilmek istiyorsa, kullanacağı yer dijital dünya. Ben bunu 'burayı kullanın' diye söylemiyorum, bu benim gördüğüm bir şey. Söylüyorum işte, sabah 8.30'da giriyor, 5'te çıkıyor. Bu arada bakacağı bir dünya var, sen orada yoksan yoksun. Bu kadar basit.

************************



Sadece internet üzerine konuşup 'kara kutuları' hiç açmadığımız söyleşiyi Swiss Otel'in bahçesinde yaptık. O bol buzlu viskisini yudumlarken, ben de kahve eşliğinde kafası dağınık/hayli üzgün bir kadın olarak sorular sordum ona. Ruh gibiydim, çünkü bir gün önce sevgili Esin Yılmaz'ı kaybetmiştim. Defalarca randevulaşıp her defasında bir engelle karşılaştığım, neredeyse iki yıldır yapmayı istediğim bir söyleşi olduğu için, gözlerimi silip gittim sevgili Fatih'in yanına. (FOTOÐRAFLAR: SONER ÇAÐLAR)