Hanzade Ünuz Türk basınının köşe taşlarından duayen gazeteci Çetin Gürel ile meslekte geçmişten bugüne yaşananları konuştu.
Aslında inatçı bir karakter.
Ama gizli inatçı.
Beyefendi kişiliği…
Yumuşak ses tonu…
Sakin ifadeli yüzüyle kendini asla ele vermiyor.
Zannedersiniz ki, asla kızmaz.
Kimseyi haşlamaz.
Dediğim dedik değildir.
Oysa dikkatli bir bakışla…
Gözlerinden yakalayabilirsiniz karakter yapısını.
Masmavi, son derece zeki bakan…
Derini gören...
Keskin gözlem yapan gözler…
Kimden mi bahsediyorum?
Bir duayenden…
78 yıllık bir çınardan…
Gazetecilik mesleğine damgasını vuran bir isimden…
İzmir basınının simgelerinden...
Gazeteci Çetin Gürel'den…
Yılların eskitemediği efsane isim…
'Hepimizin Çetin ağabeyi…'
Her zaman kararlı, disiplinli, tutarlı olma meziyeti taşıyan bir üstad…
Hayatı boyunca çok haber, çok röportaj yapmış...
Hep sormuş…
Ama hiç anlatmamıştı…
Çetin Gürel sahibi olduğu Gözlem Gazetesi'nin...
28. yıldönümünde…
İlk defa konuştu...
Dost acı söyledi…
Gazeteci Çetin Gürel meslekte 60. yılına bir kala…
Demokrat İzmir'den Yeni Asır ve Sabah gazetesine uzanan yıllarını...
Dinç Bilgin ile çıktıkları yolculuğu...
Babıali'nin kaygan zeminini...
Türkiye'de medyanın düştüğü zaafları...
Bugün içinde bulunduğu zorlukları...
Gözlem'in 28 yıl önce nasıl doğduğunu...
Basının içinde bulunduğu sıkıntıları...
'Aslında Ne Oldu' sorusunun yanıtını...
Gerçekleri...
İlk kez anlattı…
USLU DEÐİLMİŞİMİzmirliyiz ama babam gümrük memuru olduğu için çok gezerdik. En son Hatay sınır karakolunda gümrükçüydü. Suriyeli çocuklarla arkadaşlık ederdim, yedi yaşlarında Arapça öğrenmiştim. Gümrükçüler o zaman aynı zamanda karakol komutanlığı yaparlardı, askerlerimizle beraber yürürdüm. Suriyeli askerlerle babamlar arasında tercümanlık yapardım. Şimdi enteresandır hiç Arapça hatırlamıyorum. Sonra İstanbul'a taşındık, Yıldız İlkokulu'nda ve Sultanahmet Ticaret Lisesi'nde okudum. Babam emekli olunca İzmir'e geldik. Ticaret Lisesi'ni İzmir'de bitirdim. Çocukken aslında öyle çok da uslu değilmişim, kızdığım zaman kafamı duvara vurup kanatırmışım.
İLK İMZALI HABER
Akademiyi bitirdim, hesap kitabım da çok iyiydi. Ama çok enteresandır, 1959 yılında Ergüder Tırnova bana 'Bugün Demirspor – Yeşilova maçı var ben gidemeyeceğim, sen takip eder misin' diye sordu? Ben de amatör takımlarda sol iç oynardım, futboldan anlardım. Maçı izledim, Sabah Postası gazetesine gittim yazıyı yazdım bıraktım. Ertesi gün gazetede maç yazısı Çetin Gürel imzasıyla çıkmıştı. Allah ne büyük keyif, 17 Eylül 1959 tarihini hiç unutmam.
Sonra ben sanki kahve tiryakisi gibi gazeteye gidip gelmeye başladım. Maç yazmaya başladım derken Ege Ekspres gazetesinden transfer teklifi aldım, kadroya girdim ve 300 lira maaş almaya başladım. Daha talebeyim benim için büyük para. Altay Remondini'yi transfer etti, haberi ilk ben yaptım ama yayınlamadılar. Ben de istifa ettim, Demokrat İzmir'e gittim. Adnan Düvenci ile görüşerek 250 liraya spor servisinde başladım.
YENİ ASIR'A TRANSFER15 yıl çalıştım Demokrat İzmir'de yazı işleri müdürü oldum. Bir gün 1 Mayıs 1976'da Yeni Asır'dan Güngör Mengi, 'Çetincim Dinç Bey seninle görüşmek istiyor' diye aradı. Gittim, Dinç Bey 'Ben seni buraya istiyorum' dedi. 'Dinç Bey bir yanlışlık olmasın, siz sağ gazetesiniz. Ben Demokrat İzmir'in yazı işleri müdürüyüm' dedim. 'Ben Man Ajans'a araştırma yaptırdım, Yeni Asır'ın 5'te 3 okuru CHP'li. Ben bunu anlatamıyorum bunlara, bana hep sağ gazete yapıyorlar. Ben seni almak ve gazetenin haber dengesini kurmak istiyorum' dedi. Ve ekledi, 'İkinci olarak da Yeni Asır'da dukalıklar var, bu dukalıkları kaldırman için 6 ay müsaade sana' dedi. 'Dinç Bey altı ay çok, bana bir ay yeter' dedim ve Genel Koordinatörlük görevini kabul ettim. Bir ay içinde de dukalıkları kaldırdım. Çok basit bir yöntem uyguladım tarafsız oldum, adil oldum. İkna ederek yapardım işimi. Çalışanına güven vermek, adam kollamamak çok önemlidir. Bir ayda Çetin Gürel damgasını vurdum.
DİNÇ BİLGİN İLE ÇALIŞMAK ÇOK ZEVKLİYDİBenim patronlarla dengesizliğim hiç olmadı. Benim sözüme güvenilirdi, ben o güveni yaratmışım. Ama istismar da etmemişim, patrondan fazla çalışıyordum. Pazar günü dahil her gün saat 08.00'de işimin başındaydım. Dinç Bey de belki de 07.45'te işe geliyordu, işini seviyor adam. Benim en çok dikkat ettiğim konu çalışanla çalıştıran arasında dürüstçe hakemlik yapmak oldu. Haklar birbiriyle çatışmayacak ama taraf kayırma da yok. Bunu gazeteciliği bilmeyen bir patronla başaramazsınız. Ben Dinç Bilgin'den başka gazete sahibi tanımıyorum, halen de yok. Teknolojiyi bilir, gazeteciliği bilir, senden benden daha iyi haber yazar, başlık bulur, dünyayı takip eder. Çok zor bir adamdı ama çok zevkliydi Dinç Beyle çalışmak.
HERKESİN FİYATI VAR MI?
Yıl 1985, 22 Nisan tarihinde İstanbul'da Sabah'ı çıkaracağız, ben de gazetenin genel müdürüyüm. Mart ayında beni başka bir gazeteden aradılar, yemeğe çağırdılar. 'Bize istediğin kadroyla gel, transfer ücretini çek defterine yaz' dediler. Açık çek veriyorlar. 'Bir yıllık maaşını yaz, adamlarının maaşlarını yaz çekleri al git' diyorlar bana. Ben yarın bir başkasının teklifiyle sizi de bırakıp gidersem arkamdan ne dersiniz dedim. 'Biz seni tanıyoruz, patrona senin durumunu anlattık ama o da herkesin bir fiyatı vardır, siz teklifinizi yapın' dedi diye aktardılar. Ben de patronunuza Çetin Gürel'in fiyatı yokmuş dersiniz dedim, konu kapandı. Sabah'a döndüğümde Dinç Bey'in tekliften hemen haberi olmuştu ama ben de o gazeteye yemeğe gittiğimi kendisine söylemiştim zaten (gülüyor).
BASINDA LALE DEVRİ
Gazeteci dediğin zaman… Zengin olmak isteyen gazeteci var, siyasi yerlere atlamak isteyen gazeteciler var, sadece gazetecilik yapmak isteyen bizim gibi cahiller var… Şaka değil ciddi söylüyorum. Yıldız gazetecileri yönetmek için gazeteye katkısıyla eş değerli olarak egolarını tatmin etmeye çalışırdım. Parayı seviyorsa para, hediye seviyorsa hediye, gezi seviyorsa gezi (gülüyor). Bunun başka yolu yok, lazım olan adamları elde tutman lazım. Türk basınında Lale Devri Mehmet Ali Yılmaz ve Güneri Cıvaoğlu'nun çıkardığı Güneş gazetesiyle birlikte başlamıştır. Gazetecilik bozulmaya başladı, o tarihten sonra madde ön plana çıkmaya başladı. Yıldız isimler gazetenin önüne geçti. İkinci planda çalışan 30 adam hiç önemli değildi, denge bozuldu. Transfer ücretleri uçuşuyordu. Yozlaşma giderek ilerledi, bugünlere gelindi.
İYİ GAZETECİ İYİ NABIZ TUTARSabah'ı kurduktan sonra 1989 yılının sonuna doğru Dinç Bey'in ricasıyla tekrar İzmir'e Yeni Asır'ın başına geldim. 'Git toparla, Yeni Asır İzmir'de paspas oldu. 65 bin tiraj, 18 bine düştü. Sana bir kuruş promosyon parası da yok' dedi. Ben geldim 16 ayda günde 16 saat çalışarak Yeni Asır'ın tirajını 54 bine çıkardım. Nasıl çıkardım tirajı? İyi gazeteci, iyi nabız tutar. Halk senin verdiğin gazeteye güvenecek, başka bir şeye gerek yok.
Tabii bu madalyonun bir tarafı, diğer tarafında Aydın Bilgin var. Dinç Bey'in kayınbiraderi, Dinç Bey'in oğlunun da dayısı. Aydın Bilgin'i Yeni Asır'ın başına getirmek istiyorlardı. 'Ama Çetin'i ne yapacağız?' meselesi vardı. Dinç Bey ailenin bu baskısına dayanamadı, ben de Yeni Asır'dan ayrıldım. Ayrılmamın sebebi budur. Dinç Bey ile zaman zaman görüşüyoruz, bir küskünlüğümüz yok. Olması için bir sebep yok. 1976 yılından 1991'e kadar birlikte çalıştık. 8 Haziran 1991'de ayrıldım. Bunu ilk defa anlatıyorum, sekreterini arıyordum Dinç Bey ile görüşeceğim. Hop Londra'da, ertesi hafta arıyorum hop Atina'da. Dinç Bey o dönemde benimle hiç karşı karşıya gelmedi çünkü söyleyeceği bir şey yoktu.
GÜNAHIM NEYDİ?
Benim de söyleyeceğim bir şey yoktu, sadece soracaktım, günahım neydi diye o kadar… Bu konuda bir daha da hiç konuşmadık. İşlemler için Sabah'a gittiğimde mali işlerden sorumlu genel müdür yardımcısı bana, 'Abi patronun bir teklifi var, Çetin gazeteciliğin dışında ne iş yaparsa beni ortak alabilir diyor' dedi. Çok enteresan tabii, ben de kendisine sen şimdi bu cevabı kendisine aynen ilet, 'Bir birahane kuracağım, servisi ben yapacağım kasada da o oturacak ortak olarak' dedim. Dinç Bey beni sektörde istemiyordu… Aradan altı ay geçti, İstanbul'a gittim Dinç Bey'le oturduk karşılıklı, 'Ya patron o Ercüment bana böyle bir teklif yaptı senin adına, ben de çok üzüldüm' dedim. 'Çetin ben öyle bir teklif yapar mıyım sana hiç' dedi. Ama ben biliyordum, yapmıştı (gülüyor).
TARİHİ AN, TARİHİ SORU
Neden İstanbul'da kalmadım? İstanbul güvenilecek bir yer değil maalesef. Sabah'ın birinci yıl dönümünde Aksaray'da kutlamalar yapacağız hazırlıklar tamam. Biz bu arada yoldayız, İstanbul'dan Ankara'ya gidiyoruz Yavuz Donat'ı transfer etmek için. Günaydın'dan bir arkadaşım beni arıyor, 'Rahmi Turan Günaydın'la anlaştı gazeteyi bırakıyor Çetin haberin olsun' diyor. Dönüş yolunda Dinç Bey durum böyle böyle diye anlattım, bana 'Gene dedikoducu İzmirliliğin tuttu' dedi.
Ertesi gün akşam kutlama var, sabah saat 11.00'de Dinç Bey'in sekreteri aradı. Güngör Mengi ile gittik, odasında volta atıyor. Elleri arkasında müthiş sinirli. 'Rahmi Turan istifa etti gidiyor' dedi. 'Yalnız kendi gitmiyor, bütün takımı götürüyor'. Türkiye kadromuz 300 kişiydi, bir günde 140 kişi ayrıldı Sabah'tan. Dinç Bey durdu, 'Güngör bu işi götürür müsün' dedi. 'Götüremem' dedi Güngör.
Bu tarihi bir andır, götürürüm deseydi belki bugün Sabah gazetesi aynı Dinç Bilgin kadrosuyla devam ediyor olacaktı. Neden öyle dedi, Sabah'taki kadro Güngör'ün kadrosu değildi, İstanbulluların kadrosuydu. Haksız da değil yani. Yine yürüyor odada, ben patron sıkma canını götürürüz biz bu işi dedim. Sanki yukarıdan bir ses gelmiş gibi içime doğdu. Durdu, 'Götürür müyüz nasıl yaparız?'. Oturduk planlama yaptık, gidecek kadrodan bir ikisinin kafasını çeldik kaldılar. Bunlardan bir tanesi Zafer'di (Mutlu).
İZMİR'E DÖNMEK HATAYDI'İstanbul'da kal benim genel müdürüm ol', 'Gitme' diyenler hala hayatta. Gazete çıkar, dergi çıkar üzerine sadece Çetin Gürel yaz biz bu işi götüreceğiz diyenler oldu. Ama benim çalışabileceğim o olgunlukta bir insan yoktu. İkinci bir Dinç Bilgin yoktu. O konuda kimseye bir şey söyletmem. Bütün bunlara rağmen ben bu işi İzmir'de yapacağım dedim. İzmir'e dönmekle hata yaptım. Ekonomik anlamda bir hataydı. İstanbul'da kalsaydım büyüyebilirdim, Gözlem gazetesi günlük hale gelebilirdi.
İstanbul'daki ölçülerle İzmir'deki ölçüler çok farklı. Gözlem gazetesi 28 yılda gelmesi gereken yerde değil. Benim verdiğim mücadelenin karşılığı bu değil. Ben İzmir tutkunluğumla bu hatayı yaptım. Aile kökenim İzmir, kızım oğlum İzmir'deydi döndüm. Ama İzmir'in masaya yatırılacak yanı yok, kimse kusura bakmasın. İstanbullu paylaşmasını biliyor, vizyonu daha geniş. 1994 yılında İstanbul'dan İzmir'e gelirken uçakta yanıma oturan bir işadamı bana 'Hata yapıyorsun, İzmirliler riski sevmezler. Rant peşinde koşarlar, paylaşımcı değiller. Çeşme'den vazgeçmezler' dedi.
BANA DOKUNMAYAN YILAN BİN YAŞASIN
İzmir'in dinamikleri içindeki işadamlarının bir televizyonu, bir gazeteyi ulusal anlamda yaşatmayacak güçlerinin olmaması mümkün mü? İzmir'den çıkarsın bütün Türkiye'ye dağılırsın. O zaman siyasette de söz sahibi olursun. Bu şehirde 'Biz Cem Bakioğlu'na veya Selçuk Yaşar'a para kazandırmak için mi reklam vereceğiz' diyen insanlar var. Anlayış bu, bana dokunmayan yılan bin yaşasın. Küçük olsun, benim olsun. Gitsinler Bursa'nın yerel gazetelerine, televizyonlarına bir baksınlar. Basına nasıl sahip çıkıyorlar görsünler. Bu şekilde İzmir'in söz sahipliği azalır, giderek yok olur. Her konuda, yatırımlarda, planlamalarda… İzmir'de bir vurdumduymazlık var, halbuki ataletli olacak bir haklılığımız yok. Çalışmalıyız, mücadele etmeliyiz, birlikte olmalıyız. Siyasetçilerin kalitesini yükseltmeliyiz, her kafadan bir ses çıkıyor ve maalesef yerel medya da buna yer veriyor. Burada yerel medyayı da eleştirmemiz lazım. Eldeki imkanlarla doğru iş yapılıyor mu ona da bakmak lazım.
İNTERNET GAZETECİLİÐİ
Gazetecilik tartışmasız iyi bir meslek ama İzmir'de iş yerleri sınırlı, işyerlerinin imkanları fevkalade sınırlı. Dijitale geçiş, internetle birlikte gelişmek imkanı durma noktasına geldi. Bundan 10 sene önce bu masada o günkü yönetim varken oğlum 'Gözlem'i kapatın internet gazeteciliğine geçin, baskı olayını kaldırın. Teknolojiye ayak uyduramazsak bu mücadeleyi götüremeyiz' dedi. Yönetimin tamamı 'Olur mu öyle şey gazete kapatılmaz' dedi. Oğlumla yönetim kurulu arasında kaldım ve kapatmadık. Biz 10 sene önce internete geçmiş olsaydık bugün çok çok farklı yerlerde olurduk. Şimdi üç yıldır internetteyiz, ayda 150 bin okuyucuya ulaştık.
İZMİR'DE MEDYA GÜCÜ YOKİzmir'de yerel gazetelerin Pazar günleri basılmaması kararı nasıl alındı bilmiyorum. Pazar günü çıkmama konusundaki kararlarında baskı maliyeti diyorlarsa, neden sadece buysa pek haklı bir sebep olarak görmem. Ayda dört günle kurtarması mümkün değil. Basın İlan Kurumu'ndan aldıkları paranın harcama detayını gözden geçirirlerse, bazı tasarrufları da dikkate alırlarsa bunu kapatmak mümkün olmaz mı? Bilmiyorum, detayı bilsem…
Yerel medyanın bir gün çıkmaması demek, yarın öbür gün bu iki gün, üç güne çıkarabilir. Yerel medya kendi kendini yok eder, bu iyi bir şey değil. Gözlem bugün 18 sayfa çıkıyor, yarın belki sayfa sayısı azalacak gerekirse 4 sayfa çıkacak ama çıkacak. İzmirlinin bunu önlemesi, 'Biz bu gazetelere sahip çıkıyoruz' demesi lazım. Medya sektörü zor durumda, bugün gerçek gazetecilik yapan gazetelerin sonu hüsran. İzmir ve bu bölgede yapılacak gerçek bir gazete rahat 50 bin satar. Ama adam gibi gazete olacak. İzmir'de kenti temsil edecek bir gazete olsun, güç olsun isterim. Elinizde güç olsun, elinizde güç yok. Bugün İzmir odalarının, belediyelerinin elinde medya gücü yok. Olması gibi bir dertleri de yok, olsa çözüm düşünürler.