Merkez Sağ’ın son 20 yılına tanıklık etmiş, iktidarını da muhalefetini de görmüş etkili isimlerinden biriyle, İzmirli Dr. Aytun Çıray’la hem merkez sağın durumunu hem de 12 Eylül’deki kritik referandumu konuştuk.

Ümit Yaldız/Egedesonsöz - Bir zamanlar siyasi yelpazede 'merkez sağ' diye bir şey vardı. Hatta Türk siyasetinin son 50 yılında sadece merkez sağın varlığından bile söz etmek mümkündü. Bir zamanlar diyorum çünkü 3 Kasım 2002'de merkez sağ tanımı içine giren ANAP ve DYP'nin baraj altı kalması, tek başına iktidara gelen AKP'nin merkez sağı da içine alan bir çatı parti rolüne soyunmasıyla merkez sağın beli kırıldı.
Bir dönem (2007 genel seçimleri öncesi) AKP'den ayrılan eski ANAP'lı Erkan Mumcu, DYP'nin başına geçen Eski Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar'la toparlanma sinyali veren Merkez Sağ, 2007 genel seçimine aylar kala gerçekleştirilen ANAYOL operasyonundaki cerrahi müdahaleden sağ çıkamadı.
22 Temmuz 2007 seçimlerine DP çatısı altında, Ağar'ın genel başkanlığında giren Merkez Sağ, yüzde 5'lik seçim sonucuyla siyaset mühendislerine göre sandığa gömülmekle kalmadı, adeta mezara girdi.
ANAYOL fiyaskosunun iki kahramanı (!) Erkan Mumcu ve Mehmet Ağar'ın siyaset yolculuğunun sonu anlamına gelen 2007 genel seçimlerinden sonra Süleyman Soylu, Hüsamettin Cindoruk gibi isimlerle yeniden ayağa kalkma girişiminde bulunan Merkez Sağ'ın son 20 yılına tanıklık etmiş, iktidarını da muhalefetini de görmüş etkili isimlerinden biriyle, İzmirli Dr. Aytun Çıray'la hem merkez sağın durumunu hem de 12 Eylül'deki kritik referandumu konuştuk.
Merkez sağ iktidarlarında Sağlık Bakanlığı Müsteşarlığı, Başbakanlık Müşavirliği gibi etkin görevlerde bulunan sonrasında DP Genel Başkan Adaylığı, Genel Başkan Yardımcılığı gibi görevlerde bulunan İzmirli Dr. Aytun Çıray, bir süre önce, yürüttüğü DP Genel Başkan Yardımcılığı görevinden aniden istifa ederek dikkatleri üzerine çekti. Merkez sağın aktif isimleri Tansu Çiller, Ahmet Özal, Süleyman Soylu'nun referandumda neden 'evet' dediğini çok net ifadelerle anlatan Çıray, birlikte görev yaptığı Hüsamettin Cindoruk'un da merkez sağın diriliş umudu olarak oturduğu koltuğunda partinin, merkez sağın önünde tıkaç haline dönüştüğünü savunuyor.
Çıray'la söyleşimizde Türk siyasetinin 50 yılına damga vuran merkez sağın gelinen noktada neden yerle bir olduğunu konuşma fırsatımız oldu. AKP-CHP, MHP-BDP arasına sıkışan Türk siyasetinin nefes aldığı merkez bölgesinin yeniden inşa edilebilme şansını/ihtimalini de değerlendiren Dr. Aytun Çıray, kendi geleceğine ilişkin de önemli açıklamalarda bulundu.
İŞTE O SÖYLEŞİ:
Aytun Bey, ilginç bir çizginiz var. Başarılı bir tıp doktoru iken tamamen farklı bir yerdesiniz şu anda. Başhekimlik, müsteşarlık, PETKİM, ERDEMİR gibi dev şirketlerin yönetim kurulu üyeliği… Son olarak DP Genel Başkan Yardımcısı iken birdenbire siyasete ara verdiniz ve tüm teklifleri geri çevirerek son kongrede görev almadınız. Herşeyi bırakıp köşe yazarlığına ve tv yorumculuğuna başladınız. DP'de umut görmediniz mi?
Sevgili Ümit. Birlikte aynı gazetede köşe yazarlığı ve dostluğumuza sığınarak sana Ümit diye hitabetmemi hoşgörürsün herhalde.
Tabii memnun olurum.
İstersen biraz hatırlatmalarda bulunarak bu güne gelelim. Yoksa şimdi ne yaptığım veya yapmak istediğim anlaşılmaz.
Sayın Çiller D(Y)P Genel Başkanı ve Başbakan olduktan sonra girdiği her seçimde oy kaybetti. Kazandığı veya partisinin oyunu arttırdığı tek bir seçim bile yoktur. Bunun üzerine 1999 kongresine giderken ben D(Y)P'lilere seslendim. Hürriyet'te Hakan Akpınar'a konuşarak şunu söyledim: 'Tansu hanımla gidilecek ilk seçimde D(Y)P baraj altında kalacaktır. Bana kızan çok oldu o dönemde. Ama ne yazık ki haklı çıktım.
Araya gireceğim ama, size o dönemde faydacılıkla suçlamadılar mı?
İşin komik yanı orası… Halbuki 1999 seçimlerine giderken merhum Bülent Ecevit beni ve eşimi davet ederek doğrudan kendileriyle siyaset yapmamı teklif etti. 'Neden?' diye sorduğumda ise, 'Hem İzmir'de seviliyorsunuz, hem de Sağlık projeleriniz olduğunu duydum' diye cevap verdi. Kendisini cevapsız bıraktım. Doğru mu yaptım? O ayrı mesele ama faydacı olmadığımı anlatmak için bu anekdotu anlattım.
Haklı çıktınız; 2002'de D(Y)P baraj altında kaldı. Sonra toparlanamaz mıydı?
2002 seçimlerine gelirken D(Y)P'liler rehavet halindeydiler. Nasıl olsa Ecevit hükümeti başarısız, millet oyunu mecburen Çiller'e verecek zannettiler. Ama çoğu zaman olduğu gibi yanılıyorlardı. Seçmen kavgalarla ve ekonomik krizlerle geçen dönemlerin siyasilerini tasfiye etme kararını verdi. 2002 seçimleri bir tasfiye seçimidir. O sırada ortada Recep Bey ve arkadaşları dolaşıyordu, gittiler ona verdiler.
Merkez Sağ'da sonraki seçimlerde de yolculuk daha aşağıya doğru devam etti. Toparlanma neden sağlanamadı?
Millet Merkez'in ayaklarına taş bağlayıp, onu suyun dibine atmıştı. Ya akıllı ve soğukkanlı olup ayaklarındaki bağı çözecekler ve suyun üzerine çıkacaklardı, ya da ipleri karıştırıp daha da dibi boylayacaklardı. Bizimkiler ipleri karıştırdılar.
Mehmet Ağar doğru bir seçim değil miydi?
Değilmiş demek ki… Sivil bir parti ve Emniyet E. Genel Müdürü… Doku uyuşmazlığı oldu.
Mehmet Ağar ve Erkan Mumcu'nun birleşememelerine ne diyorsunuz?
İyi bir AKP mühendisliği diyorum.
Bugünkü 'Ergenekon' soruşturması ile bir ilişki kuruyor musunuz?
Elimde somut hiçbir şey yok ama, yorumlayacağım olaylar var.
Örneğin?..
Kocası açıkladı; Sayın Çiller, Sayın Başbakan'a danışmanlık yapıyormuş. Susurluk'tan tık çıkmıyor. O zaman da söyledim, şimdi de söylüyorum; Süleyman Soylu AKP'nin adamıdır. TOKİ'de önemli mevkide çalışan akrabası kim acaba? Onu konuşmaya değer bir siyasetçi olarak görmüyorum, özellikle Genel Başkan olarak yaptığı harcamaları, bıraktığı borçları gördükten sonra.
Ahmet Özal da 'Evet'i savunuyor ve Çiller'in tekrar D(Y)P'nin başına getirilmesini istiyor. Ne dersiniz?
Doğrusu eski 12 Eylülcülerin hepsi demokrat kesildiler. Kim Ahmet Özal? Turgut Özal'ın oğlu. Turgut Özal kim? 12 Eylül rejiminin en yetkili bakanı. Nasıl Başbakan oldu? Darbecilerin Büyük Türkiye Partisi'ni kapatması ve DYP'nin önünü kesmesi sayesinde. Darbenin ürünleri, kalkmışlar darbenin muhataplarına demokratlık taslıyorlar. Somun pehlivanı bunlar!
Taban Çiller'i istiyor, diyor?
Taban 1999 kongresinde de Sayın Çiller'i istedi ama seçmen istemedi. Şimdi durum farklı mı? Sanmıyorum. Nehirler tersine akmaz. Tabanın istemesi değil, milletin istemesi önemli çünkü. O dönem siyasilerin hiçbiri Demirel gibi 6 kez gidip 7 kez dönemezler. Çünkü krizlerle hatırlanıyorlar, eserleri ile değil. Buna rağmen D(Y)P'de seçilemez mi? Sayın Cindoruk'un performansı yüzünden seçilebilir. Ama ertesi sabah sorarlar hemen: 'Amerika'daki malvarlığınızı şehit analarına bağışladınız mı?' diye. Haydaa… D(Y)P'liler yine defansa!
Terör konusundaki başarısına ne diyorsunuz? O yüzden talep edilemez mi?
Yetmez. Üstelik o günden bu yan çok sular aktı. Sayın Başbakan 2004'de Diyarbakır'a gidip ilk defa 'Kürt Sorunu' dediğinde Sayın Çiller ona destek verdi. Siz Sayın Çiller'in bu hükümeti herhangi bir konuda eleştirdiğini duydunuz mu? Sayın Rıfat Serdaroğlu, eski bir bakan; sizin sitenizde Özer Çiller'in arsa işlerini Sayın Başbakan'ın çözdüğünü, aralarında 'duygusal' bir ilişki olduğunu yazdı. Yalanlama geldi mi? Neyse biz işin fikri yanına bakalım. Ben buaradan Sayın Tansu Çiller'e çağrıda bulunuyorum: Anayasa referandumunda tavrınız nedir? 'Kürt açılımı' konusunda ne düşündüğünüzü kamuoyu ile paylaşır mısınız?
Paylaşır mı?
Hiç sanmıyorum. Siyasete de eğer Sayın Erdoğan izin vermezse dönemez. Danışman, patronundan izinsiz bir iş yapamaz.
Siz, DP Genel Başkan Yardımcılığını Fatih Dalan'a kızarak mı bıraktınız?
Fatih Dalan benim siyasi kararlarımı etkileyecek çapta bir siyasi figür değildir. O aslında iyi ama heyecanlı ve aşırı hırslı bir çocuk. Siyaset güven, inanç, ümit ve heyecan işidir. Ben, Sayın Cindoruk'la yaşadığım süreçde bu duygularımı kaybettim. Sizi şerefimle temin ederim ki sorun kişisel değil. Olamaz.
O zaman ne? Sayın Cindoruk'la neden uyuşamadınız?
Öncelikle şunu söyleyeyim. Sayın Cindoruk benim gözümde hala bir devlet adamı ve önemli bir şahsiyettir. O dönemde ben de yönetici olduğum için payıma düşeni de kabul ederek diyorum ki; başarılamadı. DP, onun seçildiği ilk birkaç aylık yükselişten sonra ivme kaybetti. % 3'leri geçemiyor. Bunun çözülmesi için önerilerimiz oldu. ANAP'la birleşme tam bir fiyasko ile sonuçlandı. Süreçler yönetilemedi. Sayın Cindoruk demokratik otoritesini kaybetti. Kendisine yapılan ve eleştiri sınırlarını aşan söylemlere sessiz kaldı. Başkanlık Divanı'nda bir Genel Başkan Yardımcısı, 'Siz benim Genel Başkanım değilsiniz' dedi. Ertesi günü hiçbirşey olmamış gibi devam edildi. GİK'lerde ve Başkanlık Divanı'nda aylarca teşkilat paylaşımlarının kavgası yapıldı. Ciddi olarak hiçbir memleket meselesi konuşulmadı. Hiçbir strateji geliştirilmedi. Proje yapılmadı. Ar-Ge acemi bir Prof'un eline bırakıldı. Basın müşaviri olmayan parti olur mu? Bütün bunlar ortaya bir memleket meselesi çıkardı.
Memleket meselesi derken neyi kast ediyorsunuz?
Bizim yola çıkış iddiamız neydi Sayın Cindoruk'la? Ülkeyi bölünme sürecine sokan, hukuk tanımayan, demokrasiyi gün geçtikçe kısıtlayan, işsizlere işsiz katan, başımıza geçirilen 'çuval' sessiz kalan AKP'yi yapılacak ilk seçimlerde iktidardan uzaklaştırmak ve en azından kurulacak hükümette koalisyon ortağı olmak. Daha da önemlisi içine girdiğimiz varoluşsal sorunlara çözüm olmak. İşte ben ne zamanki bu yönetim anlayışı ile hedefimize ulaşamayacağımızı anladım, orada affımı istedim. Bağımsız bir yazar olarak ortak değerlerimizi daha iyi savunabileceğimi gördüm. Şimdi DP'de olsaydım ve Sayın Kılıçdaroğlu'nun 35. madde atağına destek verseydim etik olmazdı. Keşke bu öneriyi yıllarca bundan şikayet eden DP verseydi. Ama dedim ya… Yaratıcı siyaset yapamadık.
Yine de memleket meselesinin Sayın Cindoruk'la ilişkisini anlayamadım.
Sayın Cindoruk yönetimindeki DP büyüyemiyor. Bu da benim hedefimin tam aksine bir sonuç ortaya çıkarıyor: AKP'nin iktidarda kalma sürecine katkıda bulunuyor. Tıkacın açılması gerekir. Sizce tıkaç Ahmet Özal'ın partiye alınması veya Çiller'in dönüşüyle açılır mı? Hem bu ülkenin varoluş sorunu var diyeceksiniz, hem de gereğini yapmayacaksınız. O zaman gelecekte hangi kimliğinizle anılacaksınız? Açın Demokratik Merkez'in önünü kardeşim.
Merkez sağın 'ağır toplarının' (Ahmet Özal, Süleyman Soylu gibi) 'evet' demekle kalmayıp merkez sağ tabanını da AKP ile aynı noktaya çekmek için sahaya indiği dönemde sizin tavrınızın 'hayır' olduğu çok net bir şekilde ortada. Sizin 'hayır' tavrınızı CHP ile paralel düşünüyor şeklinde eleştirileri de yanıtlayacak bir yanıt bekliyorum.
Sondan başlayalım. Ben kararlarımı kimin işine yaradığına göre değil, milletimizin işine yarayıp yaramadığına göre veririm. Burada iki seçenek var. 'Evet' veya 'Hayır' 'Evet' deseydim AKP ile paralel düşünmüş olacaktım. AKP ile paralel olmak meşru da CHP ile paralel olmak gayrimeşru mu? Bu AKP propagandasına alet olmaktır. Türkiye'nin iki çimentosu vardı: DP geleneği ve CHP geleneği. 12 Eylül bu geleneksel yapıyı bozdu ve AKP'li günlere geldik AKP 12 Eylül rejiminin ürünü anti demokrat uygulamaların partisidir. Eğer bir yerde olacaksam kurucu değerlere saygılı olan partilerin yanında olmayı gurur vesilesi kabul ederim.
Neden 'Hayır'.
Buna yazdığım gibi cevap vermek istiyorum. Çünkü; 'Hayır'da hayır var; 'Evet' de ise kazanılacak hiçbir şey olmadığı gibi zaten olmayan özgür mahkemeler, tamamen hükümetin emrine girecek. Bu işin demokrasi ile 12 Eylül hesaplaşması ile ilgisi yok. Bu iktidar 2002'de işe başladığında hepimiz ERDEMİR yönetiminden istifa ettik. İçimizden birini Evren'in ricası ile göreve iade ettiler, o da Evren'in damadıydı. O halde bu referandumun konusu çok açık;
AKP'nin icraatlarının oylaması. Beğenenler 'evet,' beğenmeyenler 'hayır' diyecek. Bir an için gözlerinizi kapatıp, vicdanınıza dönün. Bu iktidar sekiz yıldır Türkiye'yi yönetiyor.
Hem de çok güçlü bir çoğunlukla. Peki, bugün 2002'den daha iyi miyiz? İşsizlik azaldı mı arttı mı? Gençler geleceklerinden daha mı umutlular? Dış politikada 'sıfır sorun' derken, sorunlarımızın arkasına sıfır eklenmedi mi? Vicdanımızda tartacağımız sorular ve cevapları karmaşık değil aslında. Kimimiz elini cebine atarak… Kimimiz 'açılım'ı düşünerek…
Kimimiz Unakıtan'ın çocuklarının başarısına(!) bakarak. AKP'lilere de 'Hayır' demelerini öneriyorum. Belki partileri kendisine çeki düzen verir. 'Evet' çıkarsa ne olur? O zaman iktidar Nasreddin Hoca'nın Yıldırım'a söylediği gibi, 'Bu millete bir fil yetmez, üç fil daha verelim de beslesinler' diyecektir. Yani 'Evet' demenin kimseye karı yok. Bir tek AKP'ye karı olacak. Anayasa Mahkemesi, 'AKP Mahkemesi' olacak
Merkez sağ tabana tavsiyeniz.
Bu Anayasa değişikliği demokrasimizin derinleştirilmesi için yapılsaydı, seçim barajlarını düşürürdü, YÖK'ü ve dokunulmazlıkların kaldırırdı vs.. Demek ki işin o kısmı hikaye. Söylediğim nedenlerle sadece merkez sağcılara değil, herkese 'hayır' demesini öneriyorum.
Peki, bundan sonra Merkez Sağ'ın geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz? Yeniden eski günlere dönme şansı var mı sizce?
Bu sorunuza eski siyasi kimliğimle değil, ülkesi için çıkış noktaları düşünen bir yazar olarak cevap vermek istiyorum. Türkiye'nin sorunları üzerinden giderek bakalım. Bugün yaşadığımız en büyük sorun ne? Bölünme ve parçalanmanın eşiğine gelmiş olmamız değil mi? Evet. Bunun en büyük müsebbibi ise Erdoğan'ın 2004'te Diyarbakır'da sorunun adını 'Kürt sorunu' olarak adlandırmasıyla başlayan ve 'Kürt açılımı'yla zirveye ulaşan siyaseti. Yolsuzlukları, ekonomik ve sosyal sorunları da buna ilave ettiğimizde AKP'nin ilk seçimlerde iktidardan uzaklaştırılması ve Türkiye'nin yeni bir kalkınma hamlesi başlatması için çare 'Merkez'in yeniden inşası değil mi? Ancak 'Merkez veya Merkez Sağ' siyasetin aktörleri bir yenilenme projesi ortaya koyamadılar. Bu tam bir beceriksizliktir. Sonuçları sadece D(Y)P'lileri ilgilendirseydi sorun yoktu, ancak bu beceriksizlik ülkemizin 'varoluş' sorununu derinleştiriyor. Barajı aşamayacak bir partinin il, ilçe başkanı, GİK üyesi olmaya razı. İrade sorunu var. Bu başarısızlık AKP'yi Merkez'e oturmuş gibi gösteriyor. Bu siyasi bir faciadır. Bunda, Batı'da olduğu gibi çözüm bulanımızın olamaması da rol oynuyor. Kısacası 'Merkez veya Merkez Sağ'ın yeniden canlanması için, toplumu sarsacak bir umut projesi ile ortaya çıkması gerekiyor. Kısa vadede bunu görmüyorum. Olursa iyi bir mucize olur.
Olmazsa 'Merkez Sağ' seçmenin tutumu ne olur?
Türkiye üzerinde büyük bir operasyon yürütüldüğü çok açık. Çözülen bir devlet, ayrıştırılan bir toplum. Cumhuriyet'in kurucu değerleri ve kurucusu Atatürk'le hesaplaşan bir anlayış güç kazanıyor. Eski Marksistlerle, siyasal İslamcılar koalisyonu müthiş bir destekle saldırıyor. O halde bu yıkıcı koalisyona karşı yapılacak tek şey 'Demokratik Merkez' ile 'Siyasal Merkez'in koalisyonunu sağlamak. Bu nerede olur? Bu sandıkta olur. Başarılabilir mi? İyi anlatılırsa başarılır.
Son olarak gelecek ile ilgili planınızı öğrenebilir miyiz?
Şu anda hayatımdan memnunum. Satışları itibarı ile Türkiye'nin 4. büyük gazetesi olan, ama okunmada birinci olan gazetesi Sözcü'de yazıyorum. Gazetedeki odam Emin Abi (Çölaşan) ile yan yana. Başta o olmak üzere, bana gurur veren bir yazar kadrosuyla çalışıyorum. Müthiş demokrat bir yönetim ve patronumuz var. Hem biz, hem Türkiye Sözcü ile nefes alıyor. Bir de tüm kamuoyu önderlerinin okuduğu, 'egedesonsöz.com'gibi değerli bir internet sitesi olan Turktime'ın yazarıyım. Planım yeni bir uyanışın sözcüleri arasında başarılı olmak. O kadar.
Teşekkür ederim.
Sevgili Ümit asıl ben teşekkür ederim. Geçmişten geleceğe düşüncelerimi olabildiğince kapsamlı bir şekilde açıklamamı sağladın.