Kocaoğlu’nun avukatı Demir, İzmir’i aylarca kilitleyen ÇETE’yi anlattı.
Elbet biliyorsunuz ama kısaca hafıza tazeleyelim öncelikle… İzmir'in hop oturup hop kalktığı günleri.. Türkiye Belediyecilik tarihine giren 130 sanığın 'çete üyesi', İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı CHP'li Aziz Kocaoğlu'nun da 'örgüt lideri' sıfatıyla ve 397 yıl hapis istemiyle yargılandığı davayı…
İzmir Büyükşehir Belediyesi ve bağlı şirketlerde 'Çıkar amaçlı suç örgütü kurmak, kurulan örgütün faliyetleri kapsamında ihaleye fesat karıştırmak, belgede sahtecilik, kurumu zarara uğratmak, rüşvet, tehdit, görevi kötüye kullanmak' suçlamasıyla ilk operasyon 2 Mayıs 2011 tarihinde özel yetkili cumhuriyet savcılığının talimatıyla yapıldı. İlk operasyonda 36 kişi gözaltına alındı, 20'si tutuklama istemiyle mahkemeye sevkedildi, belediye yetkilerinin de aralarında bulunduğu 17 kişi tutuklandı.
İtirazlar sonucu Destek Hizmetleri Daire Başkanı Serpil Keskin, Ahmed Adnan Saygun Kültür Merkezi Müdürü Nagehan Genç, Grand Plaza Genel Müdürü Reha Pekerten, Büyükşehir Protokol Müdür Vekili Zeki Karatay, organizatörler Harun Aslan ve Mustafa Çakar tahliye edildi. Böylece ilk operasyonda tutuklu sanık sayısı 11'e indi.
İkinci dalga operasyon ise Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu'nun EXPO sunumu için Paris'te bulunduğu 22 Kasım 2011'de gerçekleşti. Gözaltına alınan 44 kişiden Kültür Şube Müdürü Abdülhalim Cumhur Yazıcı, İzenerji Genel Müdürü Ali Süha Sabuktay, DİSK'e bağlı Genel-İş Sendikası 3 No'lu Şube Başkanı Cafer Konca'nın da aralarında 11 kişi daha tutuklandı.
Cumhuriyet Savcılarının itirazı sonucu serbest kalan 26 kişiden 13 kişi hakkında tutuklama kararı verildi. Böylece Genel Sekreter Yardımcısı Erhan Bey, İZULAŞ ve İZDENİZ Yönetim Kurulu Başkanı Zeliha Gül Şener, İZELMAN Genel Müdürü Hüseyin Kırmızı da cezaevine konuldu. 30 Aralık'ta İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkan vekili Sırrı Aydoğan, yılın ilk iş günü olan 2 Ocak'ta da İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu'nun ifadesini alınıp serbest bırakıldı.
Operasyonun ardından hazırlanan iddianamede 1'i aranan 33'ü tutuklu sanıklar 'Çıkar amaçlı suç örgütü kurmak, kurulan örgütün faaliyetleri kapsamında ihaleye fesat karıştırmak, belgede sahtecilik, kurumu zarara uğratmak, rüşvet, tehdit, görevi kötüye kullanmak' dava açıldı. Dava sürecinde 18 sanıktan 17'si için tahliye kararı verilirken, Pervin Şenel Genç cezaevine gönderildi. Özgürlüğüne kavuşmak için Genç'in demir parmaklıklar arasında '633 gün' beklemesi gerekecekti…
Operasyonu ve süreci, Aziz Kocaoğlu anlatmış, ben de kaleme almıştım 'Çete' adlı kitapta. '...Hangi siyasi partiden olursa olsun, hangi görüşten, hangi etnik kökenden, hangi mezhepten olursa olsun, herkesi adalet istemeye çağırıyorum' diyen Aziz Kocaoğlu, 'ÇETE'yi aylarca demir parmaklıklar ardında kalan, lekeleri olmadığından bir an bile şüpheye düşmediğim yol arkadaşlarıma ithaf ediyorum' demiş, önsözüne ' Eğer bu bir örgütse, ben 'Büyükşehir Örgütü'nün başında olmaktan sonuna kadar gurur duyuyorum' ifadelerini eklemişti.
Gün oldu, devran döndü; İzmir Büyükşehir Belediyesi'ni 'çete' olmakla suçlayanların neredeyse tamamı, FETÖ terör örgütü üyesi olmak suçlamasıyla görevlerinden alındı, kimi gözaltında, kimi cezaevinde… Ama Büyükşehir çete davası hala sürüyor…
Operasyonun ilk gününden itibaren Aziz Kocaoğlu'nun yanında olan, Aziz Başkan'ın avukatlığını üstlenen dönemin İzmir Barosu Başkanı Avukat Ercan Demir'le Büyükşehir Çete'si ile FETÖ Çete'sini konuştuk. O gün pek çoğumuzun 'vicdanımızla' gördüğümüz cemaat kumpasının isimleriyle ete kemiğe bürünmüş halini okumak isteyenler için…
GÖNÜL SOYOÐUL: CHP İzmir Milletvekili Atilla Sertel 'FETÖ çetesinin yargıda neler yaptıkları ortaya çıktıkça Balyoz, Ergenekon ve İzmir Büyükşehir Belediyesi davası hukuken çökmüştür' dedi. FETÖ çetesine mensup oldukları iddiasıyla tutuklanan ve gözaltına alınan hakimler var… Gerçekten çökmüş mü oluyor Büyükşehir davası?
ERCAN DEMİR: Tabi bu çok olağan dışı bir süreç… Olağan hukuk sürecinde bir davadaki soruşturmayı yöneten bir hakimin yada savcının tutuklanmış olması, bir örgüte üye olduğunun ortaya çıkması tek başına bu davayı çökertmeyebilir. Ama biz çok olağan dışı bir süreç yaşıyoruz. Herhalde dünya tarihinde bir ülkedeki hakim ve savcıların neredeyse yüzde 20'sinin tutuklandığı görülmemiştir. Bir takım şeyleri daha önce kendi aramızda konuşup beyan ediyorken, bunları dış aleme ya da mahkeme kayıtlarına sunacak hukuki zemine sahip olmadığımız için sadece kendi savunma aklımız içinde neler olup bittiğini tanımlamaktan ibaret birtakım görüşmeler yapabiliyorduk. Ve bazı şeyleri ne basına ne müvekkillerimize ifade edebiliyorduk..
-Bu davayı Aziz Bey'le birlikte 'ÇETE' adıyla kitaplaştırırken de açıkçası bu detay bende yoktu… Siz bu bilgileri kendi aranızda müvekkilinizle konuşurken dışarıya, hatta o sürecin kitabını yazan bana da anlatmadınız. 'Şimdi neden konuşuyorsunuz?' diyebilirler…Bu sorunun cevabını sizin vermenizde fayda var.
DEMİR: Cevabı şu… Tabi ki biz hukukçuyuz ve savunma görevi üstleniyoruz. Hukukçu olarak bir takım iddia ve ithamlarda bulunurken bunu delilleriyle birlikte ortaya koymamız gerekir. Aksi halde iftirayla karşı karşıya kalırız. Dolayısıyla bazı şeyleri siz her ne kadar fiili durum ve gayri resmi olarak tespit etseniz de çıkıp mahkemeye ya da basına, 'Bunlar böyle bir sistem kurmuştur, şu hakim ve savcılar şu niteliktedir' diyemezsiniz. Derseniz de hukuk suçu teşkil eder. Şimdi de bu süreci yürüten hakim ve savcılar hakkında, olsa olsa ortaya çıkmış veya basınayansımış haliyle bir takım genel değerlendirmelerde bulunabiliriz. Ama bugün bizzat hükümetin açıkladığı veriler ve beyanlar mevcut olduğu için, her ne kadar bu beyanlar bu kişiler hakkında bir yargı kararı oluşmadan hukuken net bir sonuç doğuramayacaksa da artık gelinen bu koşullarda yaşadığımız bir takım şeyler,i tek tek isimleri doğrudan mahkum etmeden yaşadığımız süreci anlatabilme gibi bir durumla karşı karşıyayız.
-Yani sizde oluşan şüpheleri…
DEMİR: Yani mesela şüphelerimden birini ilk etapta hızlıca söyleyeyim. Biliyorsunuz özel yetkili mahkemeler kaldırıldıktan sonra 'Burada görülen tüm dosyalar genel mahkemelere dağıtılacak' dendi. Şimdi bütün dosyalar dağıtıldı. Dağıtılırken ne beklersiniz? Herhangi bir ayrım gözetilmemesi, herhangi bir dosyanın belli bir mahkemeye adres olarak gönderilmesi gibi bir durum yaşanmadan bunun gerçekleşeceğini düşünürsünüz… Tabi bu dağıtımı kim yapacaktı? Adalet Komisyonu yapacaktı… Komisyonun o dönemki başkanı Akar Karasu'ydu… Akar Karasu'yla ilgili darbe girişiminden bir gün önce İzmir Adliyesi'ne geldiği, bazı hakim ve savcılarla görüşüp 'Yakında çok güzel şeyler olacak' dediği iddiaları var. Buna yönelik haberler var. Akar Karasu da o dönem cemaate yakın olarak gösterilen isimlerdendi ve komisyon başkanıydı… Dağıtımı yapacak komisyonun başkanı… İzmir Büyükşehir Belediyesi davası genel mahkemelere dağıtım yapılırken 7.Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderildi. O zamanlar 'Mahkemeleri cemaatçilerden temizliyoruz' diyerek çok sayıda atama yapılmıştı… Ama o sırada İzmir 7.Ağır Ceza Mahkemesi'nin Başkanı Diyarbakır Özel Yetkili Mahkeme Başkanlığı'ndan İzmir'e tayin edilmiş olan Menderes Yılmaz'dı… O'nun da şuan tutuklandığı söyleniyor. Ki Menderes Yılmaz o zamanlar Diyarbakır'daki KCK davaları çıkmazını yaratan mahkeme başkanıdır. Anadilde savunma ve benzeri işlemle herşey tıkanmıştı. O süreci yaratan kişi olarak bilinir. Kendisi de cemaatçiydi… İzmir Büyükşehir Belediyesi dosyası, o kadar ağır ceza mahkemesi içinde sadece bir tanesinin başkanının cemaatçi olarak bilindiği mahkemeye dağıtılınca doğal olarak bir kuşku yaşıyorsunuz. Yaşıyorsunuz ama o dönem bunu dillendiremezsiniz. Ben o dönem Komisyon Başkanı Akarsu'yla görüşmeye gitti. Dedim ki 'Bizim Büyükşehir dosyasını 7.Ağır Ceza Mahkemesi'ne düşmesi nasıl bir tesadüftür? En düşmemesi gereken mahkemeye bizim dosyamız düşüyor?' dedim. O da bana 'Ercan Bey kesinlikle özellikle bir dağıtım yapılmadı. Rastgele dağıtım yapıldı. O da oraya gelmiş. Kesinlikle özel bir dağıtım yapmış değiliz' dedi. Onun beyanı oydu ama kendi dünyamızda bunun kasıtlı yapıldığından şüphe ediyorduk. Şimdi olana bitene baktığımızda bu kuşkumuzun gerçek olma ihtimali daha güçlü duruyor.
-Bu aynı zamanda cemaatin hesaplaşmanın başladığı o dönemde bile hala daha bu davanın takipçisi olduğunu mu gösteriyor?
DEMİR: Tabi ki… Dönem itibariyle hala takipçisiydi… Şöyle bilgiler veriliyordu… Örneğin soruşturmayı yürütenlerin, bir şekilde soruşturmada etkili olanların, davayı görecek mahkeme konusunda takip ettiklerini, bunun peşinde olduklarını da biliyorduk. Gayriresmi bilgiler ama bunları ortaya koymak mümkün değildi… O dönemde bunun açıklanmasına da imkan yoktu. 8.Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki ilk duruşmada usulle ilgili yaptığımız bir savunma vardı. Görev ve soruşturma sürecini anlatan uzun bir savunma vardı. Yaklaşık 80 sayfa, görseller ve belgelerin de ortaya koyulduğu… Orada aslında adını bu şekilde ortaya koymadan bunu anlatmaya çalışmıştık. Anlattığımız şuydu, şimdi de aynı şeyi söyleyeceğim, şimdi sanki daha adı koyulabilir bir durumdayız…
-Bu davaya başından beri bakıyorsunuz… Büyükşehir Belediyesi'nin basıldığı operasyonları da hesaba katarak 'cemaat' noktasında ilk şüpheler kafanızda ne zaman oluştu?
DEMİR: Yargı içerisinde böyle bir örgütlenme olduğunu biliyorduk zaten… Bu inanılmaz bir bilgi değil, herkes biliyordu zaten… Nitekim o dönemde özel yetkili mahkemelere atanan hakimlerin, özel yetkili savcılıklara atanan bazın savcıların cemaatle ilişkili olduğuna dair yargı çevrelerinde konuşmalar yapılıyordu. 2 Mayıs'ta yapılan operasyon nasıl yapılıyor? Bunu bir soruşturma savcısı yürütüyor. Soruşturma savcısı Birol Çengi… Bir arama, el koyma, yakalama kararı var, bir de gizlilik kararı var dosyada… Operasyon için geldiklerinde polisler savcının talimatını gösterdiler. Ben de savcının kararının benim için yeterli olmayacağını, hakim kararı gösterilmesi gerektiğini söyledim. Uzun cebelleşmelerden sonra hakim kararını gösterdiler. Gösterdikleri karar o ara İzmir 10.Ağır Ceza Mahkemesi'nin yedek üyesi olarak atanan Hakim Ali Sayın'a aitti. Sonra kısıtlama kararını görmek istedik. Bu karara baktığımda bu kararın da Ali Sayın'a ait olduğunu gördüm. Şimdi o zamanki özel yetkili mahkemeler şöyleydi: İki tane özel yetkili mahkeme vardı. Bunların 3 asil, 2 yedek üyeleri vardı. Yedek üyeler çoğunlukla tedbir kararlarını verirdi. Sulh ceza mahkemelerinin yerine geçmişti onlar… Oraya giden dosyalar sulh ceza hakimlerine gitmezdi. Bazen yedek üye yoktur, asil üyeler bu işi yapar. Şimdi hazırlık aşamasında tüm bu tedbir kararlarının Ali Sayın üzerinden alınmas,ı zaten kendi içerisinde bir şüpheyi gösteriyor. Ali Sayın'ın da cemaat bağlantılı bir kişi olduğunu biliyorduk. Geldiler, arama yaptılar, gözaltı yaptılar, insanlar günlerce gözaltında kaldı. Sonra topladılar, adliyeye getirdiler, tutuklama istemiyle hakim karşısına çıkardılar. Kim bakacak? Nöbetçi hakim bakacak. Tabi bekliyoruz, gece yarısı başladı sorgu… Ben saat 22.00 gibi 'Hangi hakim bakacak?' diye sordum, 'Ali Sayın' dediler! Bak Allah'ın işine, hep ona denk geliyor! Durum böyle olunca biz avukat arkadaşlarla toplandık, görüştük. Burada tezgah kurulmuş! Bir hakimin bir dosyadaki tüm tedbir kararlarını vermesi, ki tutuklama da bir tedbirdir; sorguya Ali Sayın karşısına çıkıldığında daha önceki verilmiş tüm tedbir kararlarını o vermiş, tutuklama tedbiri kararını da ne tesadüftür ki o verecek! Ben o gecenin ertesi bu ekiple bağlantısı olmayan diğer hakim ve savcıların sonuçta sorgu işinin de Ali Sayın tarafından yapılmasından rahatsız olduklarını duydum, biliyorum. Ve o zaman dedik ki, 'Bu bir kumpas. Ali Sayın'ın nöbetini geçirmesini bekleyelim, başka bir hakimin bakmasını sağlayalım. Bu yönde de sorgunun yapılması sürecinde yapabileceğimiz tüm avukatlık hamlelerini yapalım'… Fakat bu konuda mutabık kalamadık savunma avukatları olarak. Bunun üzerine en azından beyan edip, tutanaklara geçirme kararı aldık. Ben bu konudaki görüşlerimi ayrıntılı anlattığım için arkadaşlar 'İlk sorguya kim çıkacaksa onun avukatı olarak sen gir, tutanağa geçir' dediler. Geçirttim zaten tutanaklara bunu… Ali Sayın'a, 'Sayın hakim bir dosyanın savcısı olur ama hakimi olmaz. Tamam bu dosyanın savcısı Birol Çengi, bu dosyanın hakimi siz misini?' dedim. 'Ne demek istiyorsun?' dedi. 'Bütün tedbir kararlarını siz vermişsiniz. İlginç bir şekilde sorgu ve tutuklama tedbiri de size denk gelmiş. En azından bizim hakimin kararı konusunda bir objektiflik kuşkusu duymamız lazım. Çekilin başka bir hakim baksın. Tedbir kararlarını veren hakimin tutuklama tedbiri karşısında objektif tutum sergileyeceği söylenmez. O nedenle çekilin' dedim. Bana 'Avukat bey yemin ediyorum, öğleden beri telefonumu kapattım, hiç kimsenin telefonunu açmıyorum' deyip bu şekilde bağımsız ve tarafsızlığını korumaya çalıştığını söyledi. Ben de kendisine 'Size Adalet Bakanı telefonla ulaşıp şunları tutuklayın diye bir talimat verecek diye bir iddiada bulunmuyorum' dedim. 'Bu sistemin bu kadar basit olmadığının farkındayım. Bunun için hangi yöntem ya da yollar kullanılıyor onu da bilmiyoruz. Ama bu dosyanın sorgu işlemini siz yapmayın diyoruz ' diye ekledim. Talebimi reddetti ve tutanağa geçti. İnsanları tutukladı. Ali Sayın 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nin yedek üyesiydi… Bu söylediğim toplam 3-4 ay içerisinde oluyor.
-Ve bildiğim kadarıyla terfi aldı, değil mi?
DEMİR: Kıdem itibariyle büyük olmamasına rağmen, yedek üyelikten asil üyeliğe atandı. Bundan çok kısa bir süre sonra da 10.Ağır Ceza Mahkemesi'nin başkanlığına atandı. İki tane özel yetkili mahkeme vardı, birisi 8, biri 10… Ali Sayın 10'un başkanı oldu. 8.Ağır Ceza Mahkemesi'nin başkanı ise Güngör Tosunoğlu'ydu… Mayıs'ta Büyükşehir'e operasyon oldu, Aralık sonunda en son Başkan'ın ifadesini alıp, davayı açtılar. Dava 8.Ağır Ceza Mahkemesi'nde… Güngör Bey'de YARSAV'da cemaate karşı liste oluşturan, sosyal demokrat, ulusalcı hakim ve savcıların oluşturduğu listeden HSYK üyeliğine adaydı… Yani cemaat karşıtıydı… Güngör Bey emekliliğini istedi. Benim görüşüm Güngör Bey bu yapının nasıl bir yapı olduğunu belki bizden de iyi biliyordu, bunlarla cebelleşmenin çok tehlikeli olacağını düşündü. Benim kanaatim bu… O emekli oldu, 8.Ağır Ceza Mahkemesi'nin üyesi olan Cahit Kargılı başkan olarak atandı. Halit Köksal üye, Cemil Uzun üye, Güngör Bey'in yerine de Van Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi'nin genç üyesi, İzmir için çok genç olan Serdar Ergin üye olarak atandı. Dolayısıyla 8.Ağır Ceza Mahkemesi'nde taşlar tam yerine oturtulmuş oldu. Böyle bir sistemin oturtulduğunu biz görmüyor muyduk? Görüyorduk. Neyle savaştığımızın az-çok farkındaydık. Yine de bir hukukçu duruşu ve yaklaşımının küçük de olsa olabileceği umudunu taşıyorduk ve bununla ilgili yürüteceğimiz mücadele ile sonuca ulaşabileceğimizi düşünüyorduk. Ama bu atamalar ve yargılama sürecinde gördük ki karşımızda hukuk tartışan bir yapı yok! Yani karşısınızdaki hakimi ikna etmeniz gibi bir olasılık yok! Bireysel olarak ikna olup olmamasından, hukukçu yaklaşımıyla ikna olup olmamasından bahsetmiyorum. O hakimlerden herhangi birisiyle bir masada karşılıklı otursam hukuken ikna etmekte hiçbir sıkıntı yaşamam ama karşınızdaki yapı hukuken, deliller değerlendirmesi itibariyle ikna olmak gibi bir yaklaşım içerisinde değil…
-Yeni kalemleri kırarak kürsüye gelip oturmuş…
DEMİR: Aynen, tam duvara toslamış durumdasınız. Hani tez-antitez-sentez deriz ya bir anlamıyla… Savcı bir iddiada bulunuyor, savunma karşılığını veriyor, hakim de hukuki argümanlara göre delileri değerlendirip bundan oluşan vicdani hakimiyetine göre kararı verecek. Delilleri hukuki argümanlarla değerlendirmek gibi bir yaklaşım asla yok. Vicdani kanaat dediğimiz şeyse zaten ortadan kalkmış. Böyle bir kanaat oluşturma olasılığımız da yok! O dönem biz basına, kamuoyuna esasen bu soruşturma ve dava sürecinin hukuki niteliğiyle ilgili adalet vurgusu yaparak açıklamalarda bulunduk. Bu açıklamalarla ilgili Savcı Birol Çengi'nin bana 'İzmir Büyükşehir davasını itibarsızlaştırma, bu yolla örgüte üye olma' iddiasıyla soruşturma açmaya çalıştığını, buna ilişkin deliller toplandığını duyduk, biliyoruz. Ben bunu şimdiye kadar hiç açıklamadım. 'Ne yapacak bakalım' diye bekledik. Şimdi bu kumpas devam edemedi… Devam edememesinin sebebi, burada hem yargılanan sanıkların, hem genel olarak İzmir halkının davaya ne şekilde sahip çıktığını gördük. Biz hukuk mücadelesi yaparak bir yere gelemiyorduk. Davanın sanıklarının kamuoyundaki meşruiyetinin, bu davanın kamuoyunda doğru anlaşılmasının mücadelesini vermek durumunda kalıyorduk. Yapabileceğimiz başka bir şey kalmıyordu çünkü… O dönem hiç kuşku yok ki 2010 referandumundan sonra o dönemin HSYK'sı neredeyse tamamıyla cemaatti. Dönemin HSYK'sı bu hukuk tartışması yapamadığımız isimlerin tamamıyla arkasında… Dönemin hükümeti sonuna kadar arkasında… Emniyet güçleri itibariyle zaten tam organizasyon kurulmuş durumda… Siz bu durumda mücadelenizi hukukla birlikte aynı zamanda ipinizi koparamayacakları bir meşruiyet yaratarak sürdürmek durumunda kalıyorsunuz. Biz o zamanlar 'Türkiye öyle bir ülke ki 5 yılda çok şey değişir… Bu dönem sürdürülebilir değil… Yeter ki şimdi bu ekibin sonuca ulaşmasını engelleme işini sürdürelim' diyorduk.
O dönem Özel Yetkili Savcılığın yetki Başsavcısı Ali Haydar… Aziz Bey ifade vermeye gittiğinde o oradaydı… Yine aynı dönemde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcısı Durdu Kavak, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı'na atandı. Durdu Kavak atandığında daha Büyükşehir soruşturması sürüyordu. Kavak'ın Diyarbakır'ından İzmir'e 'Orada yapılacak çok işler var, daha Büyükşehir davası var' diyerek geldiğini biz biliyoruz. Ve gelir gelmez de hatırlarsanız bir başsavcıdan beklenmeyecek bir tutumla İzmir Büyükşehir Belediyesi soruşturma ve davasıyla ilgili sanıklar hakkında çok güçlü delillerin olduğunu, davaya ilişkin taraf olduğunu ortaya koyan açıklamalar yaptı, buna ilişkin kamuoyu ve PR çalışması içine girdi. Bizden daha çok röportaj verdi.
-Bütün bunlara bakarak kanaatiniz?
DEMİR: Yani bütünlüklü olarak değerlendirdiğimizde oluşturulmuş bir yapı var. Bu yapı kaynağı Pensilvanya ya da cemaat imamı ya da her neyse belli bir kaynaktan oluşturulmuş bir planı yargıyı vasıta kılarak hayata geçirip sonuçlandırma amacında… Balyoz'da da böyleydi… Ergenekon'da mesela ilk biz de böyle olduğunu anlayamadık. Ondan sonra Balyoz ve benzerleri gelince durum anlaşıldı. Bunu tam bir kumpas süreci olduğu açıktı. İzmir Büyükşehir davasının da bizim en başından anlattığımız gibi tam bir kumpas süreci olduğu açık ve netti. İzmir Büyükşehir Belediyesi soruşturmasını başlatan Sait Demiröz'dür… Sait Demiröz 2010'daki referandumun ardından oluşturulan yeni HSYK'da Yargıtay üyeliğine seçildi. Sait Demiröz soruşturmaya 'cebir-şiddet kullanan çete'ye sokmak için Emniyet'e sürekli yazılar yazan kişi… Bu talimatları veren kişi! Şimdi bu kişinin bu soruşturmanın kendisine gelmesini ve bu soruşturmanın özel yetkili savcılık tarafından yürütülmesini kabul etmemesi gerekiyor. Çünkü ona geldiğinde bir cebir-şiddet iddiası-unsuru yok. Olmadığına göre ona gelmemesi gerekiyor. Ama bu genel yetkili savcılıkla birlikte bir takım adı gazeteci olan bulunmuş adamlar üzerinden bir soruşturma dosyası oluşturuluyor. Genel savcıya gidiliyor, orada konuşuluyor ve bunun özel yetkilide olması halinde sağlıklı olacağı kararı veriliyor. Birlikte özel yetkiliye gidiyorlar, Sait Demiröz alıyor, veriyor görevi… Teknik olarak böyle görülüyor ama aslında kurgulanmış şeyler… Sait Demiröz soruşturmayı alıyor, teknik takip vs kararları aldırıyor, soruşturma sürüyor. Fakat sürürken bunun devam ettirilebilmesi için cebir-şiddet unsurunu bulmaları gerekiyor. Bunu aylarca bulamıyorlar. 3 ya da 4 yazı sormuştum ben… Emniyet'e ayda bir, iki ayda bir 'Hadi nerede bu cebir-şiddet unsuru' diye yazılıyor. Ama bulamıyorlar. Sonunda bir cebir-şiddet unsuru koordine ediliyor. Onun ne olduğunu bilmiyoruz, davaya geçince öğrendik. O da telefon ihbarı ve bir tutanakla hazırlanan 'ihaleye girenler bizi tehdit' etti şeklinde bir unsur… Onunla ilgili kumpas da bu şekilde sağlanıyor. Bu kumpas olmasa mesela soruşturma yine özel yetkiliye gitmeyecek. Bunları yürüten Sait Demiröz Yargıtay üyeliğine seçildikten sonra dosya Birol Çengil'de… Birol Çengil çok fütursuz bir soruşturma tarzıyla… 7 kişiler bunlar… Oluşturduğu bilirkişi kurulu istediği gibi rapor vermiyor, onlara bağırıp çağırıyor, tehdit ediyor. Bir kısmı onun istediği gibi rapor veriyor, bir kısmı buna rağmen onun istediği gibi rapor vermeyi reddediyor. O yeniden aynı raporu verenler tekrar bilirkişi olarak tayin edilmiyorlar. Sürecin tamamen dışına atılıyorlar. Bu arada lehe rapor verildiğini öğreniyoruz, bu raporları Çengil'den istiyoruz. Çünkü gizlilik kararı olsa bile kanunun açık hükmü var, avukatlar bilirkişi raporlarını alabilirler. Aleyhimize olan raporları koymuş dosyaya, lehimize olanları vermiyor. Lehimize olan raporlar da yüzlerce sayfa…
-Görebildiniz mi?
DEMİR: Gördük tabi ki… Onları sonra mahkemeye de sunduk. Dedik ki 'Bakın bu adam bu raporları bu dosyaya sunmamış'… Ama kimi kime şikayet ediyorsun! Bu sistemi düşündüğünüzde kimden neyi istiyorsunuz, kimden neyi kontrol etmesini istiyorsunuz! Sonuçta bizim bu Birol Çengil'den lehimize olan raporları almamız aylar sürdü ve neredeyse fiziki tehditleşmeye de varacak iletişimler sonucu… Öyle bir pervasızlık var ki, öyle bir kontrol edilemezlik var ki… Birol Çengil'işikayet edeceğiniz kişi Ali Haydar! Ali Haydar'ı şikayet edeceğiniz başsavcı da Durdu Kavak… Ve orada vermesi gereken raporları vermeyen Birol Çengil'e dilekçe veriyorsunuz, dilekçeyi dosyaya koymuyor. Tekrar veriyorsunuz, onu da koymuyor. Sonra götürüyorsunuz Ali Haydar'a veriyorsunuz 'Ben almam, Birol'a vereceksiniz' diyor. Götürüyorsunuz başsavcılık üzerinden tekrar kayda sokuyorsunuz falan… Yani kaç kere yolda karşılıklı Birol Çengil'le birbirimize bağırdık, çağırdık… 'Senin bu raporları vermeme ve dilekçeyi yok edip cevap bile vermeme kudretinin kaynağı nedir?' dedim mesela… Sonuç olarak biz 10-15 avukat arkadaşla birlikte adeta odasını bastık, şiddet olmadan tabi ki ama zorla o raporları aldık. Böyle bir süreç yaşadık.
-Ya bu sürecin kolluk ayağı?
DEMİR: Yargı ayağı olmadan kolluk ayağı olmaz, kolluk ayağı olmadan yargı ayağı olmaz… Ama kolluk ayağının da aynı ekip olduğu, süreçte ortaya çıktı, neredeyse tamamı tutuklandı. Soruşturma işlemleri o ayak üzerinden koordine ediliyor, yargı ayağı üzerinden de yasallaştırılıyor. Süreç buydu… O gün baktığımızda da buydu, bugün baktığımızda da bu…
-Peki ne değişti?
DEMİR: Ne değişti; bugün bu tablo hükümet tarafından ilan ediliyor. 'Bunlar bunu yapmış' deniyor.
-O zaman bu dava çökmüştür demek pekala mümkün, öyle mi?
DEMİR: Meseleyi bu bütünlüğüyle değerlendirecek olursak iddialara göre bir cemaatin üyesi olan yani polisinden bilirkişisine, savcısından mahkeme heyetine kadar yapılanma içerisinde hukuka, adalete, yargı etiğine göre karar vermeyen, kıblesini hukuktan adaletten almayan bu yapının emir komutasından alanlar bir davayı oluşturmuşsa, bunu şu anda ortaya çıkan argümanlarla söyleyebilecek durumdaysak, o zaman İzmir Büyükşehir davası bütün bu sonuçlarla değerlendirdiğimizde çökmüştür. Çünkü bu davayı en altından en üstüne kadar oluşturan ve bu noktalara getiren yapının tamamı, bu işlemleri hukuktan aldığı güçle değil, cemaatten aldığı emir ve talimatlarla yapmış demektir. Dolayısıyla bunların oluşturduğu bir dosyanın yargılama konusu yapılabilmesi ve buradan beraat dışında bir karar verilmesi hiç kuşku yok ki adalet duygusu yaratmayacaktır. Bunun için derin hukuki analizlere de gerek yok! Bir adalet görevlisinin adil olup olmadığı aynı zamanda toplumda da bu algıyı yaratabilmesiyle bağlantılıdır. Bir kararın adil olması sadece olayın taraflarını tatmin etmekle sınırlı olamaz. Bütün bunlarla değerlendirdiğimi z zaman İzmir Büyükşehir Belediyesi davası en altından en üstüne kadar bu sürecin organizasyonudur… Çok açıktır, nettir. Daha önce de böyleydi, şimdi de böyle… Bazı şeyleri elinizde delil olmadan öne süremezsiniz. Şimdi bu sürecin dahlinde olan hepsine gözaltı ya da tutuklama kararı verildi.
-Şimdi bu tutuklananlar için yargı süreci başlayacak… Bu dava kapsamında Aziz Kocaoğlu ve 128 sanığın mağduriyeti var… Bu anlamda o davalara müdahil olma durumu söz konusu mu? Ne yapacaksınız?
DEMİR: Şimdi müdahillik konusu bizim avukat olarak karar verebileceğimiz bir şey değil… Müvekkillerimiz eğer şikayetçi olursa biz de onları temsilen bu işlemleri yaparız. Ama şunu da söyleyeyim… Yaklaşık 3 yıl önceydi, bu savcılar görevdeydi hala… HSYK'ya bir şikayette bulunduk. Yaşadıklarımızı daha geniş ve hukuki bir dille anlattık. Ret kararı geldi. HSYK'nın o dönemki yapısı gitti, sonra yeni yapı oluştu. Yeni yapı o ret kararını kaldırdı. 'Evet, bir soruşturma açalım' dedi. Ama HSYK polisler dışında kalan kısmıyla ilgili yine ret verdi. Yaklaşık bir ay önce geldi bu cevap sanırım… Darbe girişimi olmadan önceydi… Tüm bu süreci anlattık, 'Bakın bu 2 savcı süreci böyle yönetmiş' dedik. Bu 2 savcıyla ilgili taleplerimizi reddetti. Biz de yanlış hatırlamıyorsam darbe girişiminden bir hafta önce itiraz dilekçesi gönderdik. Şimdi bütünlüklü değerlendirildiğinde… Eğer HSYK tüm bunlar yaşanmadan önce bu 2 savcının sembolize ettiği eylemleri çözebilseydi ve bunun gereği yapılsaydı… Şimdi bunların hepsini tutukladılar. Bizim bu bildiklerimizi, bizim bu anlattıklarımızı bizden başka kimse bilmiyor değil! Biz bu bilgi dahilinde hukuka aykırı işlem yapanlarla ilgili bir hukuki denetim istedik. Bu bugüne kadar yapılmadı.
-Aziz Kocaoğlu'nu neden tutuklamadılar? Tüm bu kumpasların hedefinin baş kişisi oydu… O zaman bu soru çok soruldu… Fazla seslendirilemedi ama soruldu. Hatta o da çıktı 'Arkadaşlarımı bırakın, beni tutuklayın' dedi… Sebep neydi sence? Cesaret mi edemediler? Ki o dönem başta Binali Yıldırım olmak üzere AK Parti'de üst düzey isimlerin bu işten rahatsız olduklarını belirten ve operasyon yapılacağından haberleri olmadığını ortaya koyan açıklamaları olmuştu…
DEMİR: Muhtemelen tabi ki bir hamleyi yaparken onun karşısında doğabilecek unsurları da hesaplamışlardır. Çünkü süreç hukuki olmadı ki! Hukuki olsa ucunun ne olacağına dair siyasi ve taktiksel bir değerlendirme yapmanın alemi yok. Hukukun gereği neyse yaparsınız… Ama süreç hukuki olmadığı için, belli bir plan dahilinde belli siyasi hedeflerle yürütüldüğü için Aziz Bey'in tutuklanmasıyla ilgili hamlenin doğurabileceği sonuçları düşünün… O'nun tutuklanması hali bu davanın meşruiyetini tamamen negatif hale dönüştürebilir. Davaya ilişkin sanıklara yönelik verilen kamuoyu desteğinin Aziz Kocaoğlu'nun tutuklanması halinde on birimden yüz birime çıkabileceği… Tutuklamayarak, bir yolsuzluk imajı da yaratıp tamamen karşı tarafı çökertme stratejisiyle yürüdüler.
DEMİR: Hayır… Yani 'imada bulunan olmad'ı manasında söylemiyorum, paniklemekle ilgili hayır diyorum. Hukuki skalalara göre yürüyen bir süreç yok ortada… O nedenle o tür imaların yapılmasının da bir karşılığı yok. Yani mesela söyleyenler oldu. Hakimlerden 'Aslında doğrusu budur, tutuklanmalıdır' diyen oldu, savcılardan söyleyenler oldu. Ama bunun bir karşılığı yok. Ben bu hakim ya da savcıların istemedikleri için tutuklamadıklarını düşünmüyorum ki zaten… Siyaseten bunu yapamadıkları için sonuca ulaşmadıklarını düşünüyorum.
-Şimdi dava nasıl seyredecek… Bu son duruşmada beklenen neydi?
DEMİR: Beklenen Anayasa Mahkemesi'nin kararıydı. Terörle Mücadele Kanunu'nda yapılan değişiklik kapsamında özel yetkili mahkemeler kaldırıldı. 'Bunlarda görülmekte olan davalar genel mahkemelere dağıtılır ve bu davalar kaldıkları yerlerden devam ederler'… Orada 'Kaldıkları yerden devam eder' cümlesi birçok nedenle Anayasa'ya aykırıdır. Sonuç olarak bazı mahkemeler 'Bu cümle Anayasa'ya aykırıdır' diyerek Anayasa Mahkemesi'ne gittiler. Anayasa Mahkemesi de bu konuda bir karar için 7 Nisan'da toplandı. Bir karar verdi muhtemelen… Ama kararları gerekçeleriyle açıklamak zorunda oldukları için gerekçeli kararla birlikte sonucu açıklamasını bekliyorduk. Büyükşehir davasında beklediğimiz buydu… Henüz gelmemişti. Bunun beklenmesi süreci yaşanıyordu. Şimdi ne olur peki? Şimdi bütün bu süreci tartışmamız gerekir. Anayasa Mahkemesi'nin de dışında bütün bu sürecin tartışılması gerekir. Benim kişisel görüşüm bu…
-Sizin açınızdan beklenti, bu davanın başından beri hiç cezasız kapanacağı yönündeydi bildiğim kadarıyla…
DEMİR: Tabi ki baştan beri oydu ama dediğim gibi objektif hukuki değerlendirmeler itibariyle baktığımızda öyleydi… Sonuçta bu karar sürecin oluşmasındaki aktörlerin durumu önemliydi… Şimdi o aktörler şimdiki 7.Ağır Ceza Mahkemesi'ni kastetmiyorum, onlar zaten bunu değerlendirecek bir aşamaya da gelememişti, ama onlardan önceki aktörler ekseninde bu beklentinin kesinlikle gerçekleşebileceğine dair şüphe vardı ama hukuken hiç kuşku yoktu. Size örneğin şunu aktarayım… Biz bu dosyanın tamamını, yapılan suçlamalar ve ne delil varsa, delillerin zaten tartışma konusu bile yapılmayıp dosyadan çıkarılması gerektiğini düşünüyoruz ama onları çıkarmadan onlarla birlikte İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Adem Sözüer ve Gazi Üniversitesi Ceza Bölüm Başkanı Prof. İzzet Özdemir'e verdik ve hukuki mütalaa istedik. Bu insanların hukuki mütalaası pozitifse pozitiftir, negatifse negatiftir. Bunlar önemli ceza hukukçuları ve yaklaşık 100'er sayfa mütalaa yazdılar. Son derece ayrıntılı bir rapor verdiler. Biz bu raporu Cahit Kargılı'nın başkanlığını yaptığı mahkeme heyetine sunduk. Raporun kapağını kaldırmayı bile akıllarından geçirmediler. Raporu sunduktan sonra rapor üzerine yaptığımız tartışmalardan algıladığımı söylüyorum. Ki bu raporu veren öğretim üyelerinden birisi mevcut ceza kanununu yapan komisyonun başkanı… Bu ceza kanununu yazan komisyonun başkanından rapor aldık. Ama bunu tartışmak ve değerlendirmek konusuna hiç yaklaşmadılar. Hal böyleyken siz beraate inanmasına inanırsınız ama bu aktörlerle o sonucu nasıl alabilirsiniz? Alamazsanız o zaman bu aktörlerin karar vermesinden kaçınma yolunu seçersiniz.
Fotoğraflar: Mehmet İşler