Yazarımız Gönül Soyoğul'un AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Nükhet Hotar'la yaptığı söyleşi...
BAŞLARKEN…
'Sanko'nun patronu Abdulkadir Konukoğlu beyefendi, 37 yıldır yürürlükte olan ama binlercemizin bihaber olduğu 'kadınlara 5 günlük regl izni' hakkıyla ilgili niye birdenbire celallenip de 4 bin kadın çalışanını çıkararacak acaba?' deyip, konuyu 'bir bilene' sormuştum.
Ankara'dan Eski Çalışma Bakanlığı Baş İş Müfettişi Perihan Sarı ile telefonda yaptığım röportajı bitirirken; konuyu bir de hükümet kanadından bir kadın politikacıyla konuşacağımı eklemiştim yazıma.
Bir aksilik çıkarsa diye adını o gün yazmadığım politikacı, İzmir Milletvekili, Ak Parti MYK üyesi, Sosyal İşlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Nükhet Hotar'dı.
Kadın olması, akademisyen kimliği, 'Ücret politikası, çalışma hayatı, sendikacılık, sosyal politikalar, işsizlik, istihdam, kadınlar ve gençler' gibi konularda birçok çalışması yayınlanan Hotar; bana göre, bu konuda İzmir'de görüşebileceğim doğru isimdi.
AKP İzmir İl Başkanı Ömür Kabak ile yaptığım o 'itiş/kakış röportaj' nedeniyle, AKP nezdinde şöhretimin(!) pek de iyi olmadığını, Nükhet Hanım'ın röportaj teklifimi pek de sevinçle karşılamayacağını düşünüyordum.
Üstelik, telefonda da vurguladığı gibi, Nükhet Hanım'ın, röportajlarını genelde 'yazılı soruya yazıyla cevap verme' gibi bir alışkanlığı vardı.
Nükhet Hanım'ın, röportaj konusunun 'kadın' oluşu nedeniyle ilgi duyması mı, ses tonumu çok ikna edici(!) bulması mı, hakkımda 'doğru dürüst gazetecilik yapar' referansı veren AKP'li arkadaşların varlığı mı, bilemem ama… Bildiğim ve önemli olan; Nükhet Hanım'la telefon görüşmemizin ertesinde, röportaj için sözleşmemizdi.
Şu aralar Alsancak'ın en gözde mekanlarından, Rojo Cafe'de buluştuk Nükhet Hotar ile.
Vaktinin çok kısıtlı olması nedeniyle, hemen konumuza girdik. Kadınlara tanınmak istenen, Sanko'nun patronunun 'aybaşı izni verirseniz, kadın işçilerimi çıkarır, yerine erkek işçi alırım' diye tehditvari sözlerine yol açan tasarıya…
Telefondaki ön görüşmemizde konu hakkında bilgilendirdiğim için, Ak Parti İzmir Milletvekili, Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Nükhet Hotar'a ilk soruyu, uzun uzun yazdığım köşe yazımdan yola çıkarak, kısaca sordum.
GÖNÜL SOYOÐUL: Yazımı okudunuz mu?
NÜKHET HOTAR: Okudum, ayrıca Sanko'nun patronunun söyledikleri üzerine biraz araştırma yaptım. Sizin de yazınızda belirttiğiniz gibi, tekstil işkolu da 'tehlikeli işler kapsamına' alınınca, böyle bir imkan, (5 günlük regl izni) doğabiliyor kadın çalışanlar için. Fakat diğer iş kollarındayken, bu imkan ne kadar kullanılmış? Öyle bir çalışma yok şimdiye kadar.
SOYOÐUL: Kullanılmaması, hukuki olarak kullanılmayacağı anlamına gelmiyor tabii ki.
HOTAR: Tabii ki.
SOYOÐUL: Bu konuda telefonla görüştüğüm, çalışma hayatındaki kanunları çok iyi bilen bir isim olan Perihan Sarı, yaptığım röportajda Sanko'nun patronunun çıkışının altında asıl olarak, tasarının tekstil işkolunda mesleki bir eğitim öngörmesinin yattığını, erkek/kadın tüm çalışanlar için mesleki eğitim gerekmesinin, işvereni huzursuz ettiğini söyledi. Bu eğitimin işverene ayrı bir sorumluluk getirdiğini ama Sanko'nun patronunun bu noktadan değil de kadının aybaşısı üzerinden pornografik/ideolojik, hiç de hoş olmayan bir tartışma başlattığını vurguladı.
HOTAR: (sıkkın bir ifadeyle) Kadına özel durumu vurguluyorlar.
SOYOÐUL: Evet onu vurguluyorlar. Perihan Hanım'a göre, asıl temel neden, tasarının işverenlere mesleki eğitim zorunluluğu getirmesi. Oysa bu işçi için iyi bir şey. Ne kadar mesleki eğitim, o kadar az iş kazası demek. Ben size, hükümetin nasıl bir çalışma yürüttüğünü ve bu tehdidi nasıl değerlendirdiğinizi soracağım. Bir işverenin, 'bu yasa değiştirilmezse kadın işçileri çıkarır, erkekleri alırım' demesine, bu dayatmaya; bir kadın olarak nasıl bakıyorsunuz?
HOTAR: Şimdi şöyle, şuradan başlayalım. Şu anda çıkmış, kanunlaşmış bir düzenlemeden ve bunun sonucunda da meydana gelmiş işten çıkarmalar gibi somut bir olaydan bahsetmiyoruz. Hep ihtimallerden bahsediyoruz.
SOYOÐUL: Evet bir ihtimal, ama olma ihtimali mümkün bir ihtimal...
HOTAR: Ama doğaldır ki, bunları öngörüyle bugünden görüp kanunu öyle çıkarmak ya da 'o gün böyle bir şey olursa ne yapılabilir'in tedbirini bugünden almak durumundayız. Dolayısıyla buna dikkat çekmek de çok önemli çalışan kadınlar adına. Çünkü tekstil işkolu kadınların ağırlıklı olarak çalıştıkları ve çalışma şartlarının maalesef pek de iyi olmadığı ve de kayıt dışı çalıştırmanın da en yüksek oranda görüldüğü bir sektör.
Dolayısıyla, burada bu kanun çıkarsa, çalışanı da koruyucu hükümleri de belki beraberinde getirmesi gerekir. Dediğim gibi, son şekline gelmediği için 'şöyle çıkacak, böyle olacak' diye kesin bir hüküm mümkün değil. Ama biz o süreçte, özellikle Genel Kurul'a geldiğinde kanun, bu yönünü telafi edici, gerekirse önergelerle, işte gerekirse Sayın Başbakanımızla, ilgili bakanlarla, ilgili kurumla görüşerek, bunun tedbirini de alma yoluna gideriz. Kaldı ki, kayıtlı olarak çalışan işçinin çıkarılmasına karşı, zaten bizim dönemimizde çıkardığımız işçiyi koruyucu hükümler var. İşte mahkemeye gitme hakkı var, işe iade edilme hakkı var, tazminat alma hakkı var; bunlar zaten bu süreçte devam eden düzenlemeler.. Yine aynı şekilde bu tür bir mağduriyet söz konusu olursa, hiçbir ek düzenleme olmasa bile, bu yolla iş güvencelerini sağlayabilirler.
SOYOÐUL: Kadın istihdamının ne kadar az, ne kadar sorunlu olduğunu, değişik panellerde yaptığınız konuşmalarda siz de gündeme getiriyorsunuz. Siz bir kadınsınız, akademisyensiniz, milletvekilisiniz. Yani sorumluluğunuz üçe katlanmış durumda.
İstihdamın artırılmasına yönelik hükümetin yaptığı çalışmaları yeterli buluyor musunuz?
HOTAR: Kadın iş gücünün istihdamda daha düşük oranda olduğu bir gerçek. Fakat bunu kalıcı olarak ortadan kaldırmak için, bizim kadın işgücünün profiline bakmamız lazım. Buna baktığımızda da kadınların daha az eğitimli, daha az meslek eğitimli olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla, zaten çalışma hayatının ihtiyaç duyduğu eleman modeline, kadınlar daha az uyuyorlar bu sebeplerden. Onun için, önce bunu kalıcı olarak çözmenin yolu eğitimden geçiyor. Yani onlara bu eğitimi vermedikçe, yani hangi kanununu çıkarırsanız çıkarın, bir işveren kendi aradığı özelliklere sahip olmayan bir işçiyi, kadın ya da erkek alıp çalıştırmaz. Hele özel sektör, hele böyle bir rekabet ortamında…
Dolayısıyla biz eğitim dedik, işte kız çocukları okula kazandırılsın gibi bir kampanya ile başlayıp her gün eğitime daha fazla önem veren bir politika izledik. Yani eğitim, bunun olmazsa olmaz ayağı.
Elde mevcut bir potansiyel ve çalışan kitle var biliyorsunuz. Dediğim gibi işçi sağlığı, iş güvenliği ve istihdam güvenliğini sağlayıcı kanundaki maddelerle kısmen koruyabiliyoruz. Bir de yine geçen sene bir düzenlememiz oldu biliyorsunuz istihdam paketi diye. O istihdam paketinde, 18 yaşının üzerinde kadın istihdam eden işverenlerin kendi payına düşen işveren primini ödemeyi, devlet üstlendi. İlk yıl yüzde 100'ünü, ikinci yıl yüzde 80'ini, sonra 60, 40, 20 diye gidiyor… Dolayısıyla bunlar kadın istihdamına yönelik önemli katkılar. Onlara meslek kazandırmayla ilgili İşkur'un da sorumluluğu artırıldı. İl istihdam kurulları var, onların çalışmalarında kadınlara ağırlık veren çalışmaların olması gerekiyor. Yani il istihdam kurullarının daha sağlıklı işletilmesi gerekiyor. Gibi gibi… Bu tedbirlerin hepsini bir bütün olarak düşünürsek, yeterli olmasa da ciddi bir mesafe kat edilmiş durumda.
SOYOÐUL: Çalışmayan eşi olan erkeklerin, vergi indiriminden yararlanması gibi bir hak var biliyorsunuz. Eşi çalışmayan erkekler, biraz daha fazla para alıyor. Bu hak, kadının evde oturmasını, çalışmamasını özendirici değil mi sizce?
HOTAR: Oradaki madde, eşlerden birisi çalışmıyorsa, diğerinin...
SOYOÐUL: Evet ama genelde, çalışan erkek, evde oturan kadın... Özendirici gibi değil mi, böyle algılamaz mısınız?
HOTAR: Yok. Aileye giren toplam geliri esas alacak olursak, yani oradaki vergi indirimi, toplam geliri artırıcı sonuç ortaya çıkarıyor. Yani kadının çalışmasını özendirelim diye, aileye girecek toplam geliri azaltacak bir tedbir almak da doğru olmaz, çünkü oradaki orana bakacak olursak, evde oturma eğer gönüllü bir tercihse, bu gönüllü tercihi yapanlar mağdur olurlar. Yani kadın çalışmayacağım diyor veya iş bulamıyor, ya da çalışacağı nitelikte bir iş bulamıyorsa evde oturuyor ama eşinin vergi indiriminden dolayı da daha fazla gelir elde etmesi söz konusu olabiliyor. Şimdi bunu kaldırmak doğru olmaz.
SOYOÐUL: nukhethotar.org'da, 2. Uluslar arası Kadın Çalışmaları Konferansı'nda yaptığınız konuşmada, diyorsunuz ki; 'Kadının annelik kimliği üzerine inşa edilmiş sosyal kimliği bütün dünyada kadın yoksulluğunun başlıca nedeni. Kadınlar iş yaşamı ile annelik kimliğini bağdaştırarak mucizeler yaratsalar dahi bu durum kadın açısından ayrımcılık üretmektedir.' Kadın ve annelik, yaman çelişkidir. Siz de çalışan bir anne olarak, ikisi arasında gidip gelmişsinizdir. Hükümetlerin yapması gereken, bu çelişkiyi hafifletmek olmalı. AKP iktidarının bunu ne ölçüde...
HOTAR: Benim oradaki kastım şu; çalışsın çalışmasın, çocuk yükümlülüğü ailede öncelikle kadına ait.
SOYOÐUL: Maalesef evet...
HOTAR: Kısmen doğal, anne çocuk ilişkisi ve annenin çocuğuna verecekleri çok farklı bir şey. Onu bir kenara koyarsak, onu zaten anneler gönüllü olarak yapıyor. Her anne yapıyor. İçten gelerek ve sorumluluk duygularıyla zaten yapıyor. Ama çalışma hayatında bu sorumluluğu sadece kadına bırakmak bence doğru değil. Bunu eşinin, akrabalarının veya aile büyüklerinin paylaşması, yani çocuğun bakım yükünü sadece kadına bırakmayıp paylaşması gerekiyor. Buradan hareketle de biz şu noktaya geldik. Erkeklerin de ebeveyn izni kullanmasını mümkün kılacak bir çalışmamız var. İşte doğum izni gibi, ücretsiz izne ayrılıp çocuğa bakma gibi, sadece kadına tanınmış hakları, isterse babanın da kullanabilmesini sağlayacak bir çalışma içindeyiz.
SOYOÐUL: Ne kadar sürer çıkması?
HOTAR: Bu geçen seneden beri devam eden bir çalışma da... Yani kendi normal gündemimize kalıp da bu işleri yapamıyoruz ki; dünyanın ve Türkiye'nin gündemi ortada... Onlar araya girdikçe bizim gündemimiz de öteleniyor ama bizim gündemimizde bu birincisi. İkincisi, evde eğer bir yardımcı desteği söz konusu değilse, çocuk için en önemli nokta kreş sağlamak. Kreşle ilgili bir düzenleme yaptık yine geçen dönemde, orada da işte belli sayıda kadın işçi çalıştıran kurumların kreş açma zorunluluğunu ortada kaldırıp hizmet satın alma yoluyla kreşler kurulabilmesine imkan veren bir yasal düzenleme yaptık.
SOYOÐUL: Ama o pratikte işler mi? Kreş açma zorunluluğu da işverenler tarafından yerine getirilmiyordu zaten...
HOTAR: Şöyle, o kanun çıktıktan sonra biliyorsunuz, belli bir sürede en az bir altı ay süreyle yönetmelikleri hazırlanıyor. Yönetmelikten sonra işlerlik kazanmaya başlıyor. Şimdi sanıyorum o yönetmeliğin hazırlık aşaması devam ediyor. Yani yönetmelik çıktıktan sonra durum daha açığa kavuşacak. O kreşlerin tümünde işçi katkısı, işverenin katkısı ne olacak, devletin katkısı ne kadar olacak? Onlar netlik kazandıktan sonra, ailede çocuk bakımına çözüm bulamayan anneler, en azından böyle bir kurum desteği almış olacak.
SOYOÐUL: Peki, o zaman şöyle sorayım. Çalışan anneler, bir taraftan bu zorlukları yaşarken, bir taraftan da Başbakanın, partinizin genel başkanının, 'üç çocuk yapın' demesi çelişki değil mi? Politik konumunuz nedeniyle cevaplamanız zor ama?
HOTAR: Yoo, ben zaten çelişki olarak görmüyorum. Ben bir akademisyen olduğum için biliyorsunuz, bilimsel verilerden hareket ediyorum. O bilimsel verilere baktığımızda da dünyadaki demografik dönüşümün paralelinde, ülkemizde de bir demografik dönüşüm yaşanmakta. İnsan ömrü uzamakta, yaşlılık artmakta ama gençlerin nüfusu azalmakta. Eğer biz bu nüfus artış hızıyla gidersek, yakın bir gelecekte bugün Avrupa gibi yaşlanmış bir nüfusla ve artık kendi ülkesinde çalıştıracak genç nüfusunun olmayıp diğer ülkelerden işçi talep edecek bir konuma gelebiliriz. Bu bilimsel gerçekten hareketle, ülkenin şu an sahip olduğu genç nüfus avantajını kaybetmemesi, gelecekte de yine korusun diye bilimsel verilerden hareketle Sayın Başbakanımızın söylediği, bizim de katıldığımız bilimsel bir gerçek bu.
SOYOÐUL: Tabii de teorik verilerle, pratik hayat her zaman örtüşmüyor. Bir de o tarafı var.
HOTAR: Öbür tarafa gelelim; veriler var, gene nüfus artışını bölgeler itibarıyla ele alırsak, maddi imkanı nispeten daha iyi olan, daha eğitimli, daha okumuş annelerin, babaların olduğu ailelerde çocuk sayısının daha düşük olduğu; yeterli eğitimi veremeyecek, yeterli desteği sağlayamayacak ailelerde çocuk sayısının daha fazla olduğu görülüyor. Daha iyi donanımlı bir gelecek istiyorsak eğer, bu annelerin, bu ailelerin daha fazla o şekilde çocuk sahibi olup yetiştirmesi gerekiyor.
SOYOÐUL: Batı'yı örnek veriyorsunuz ama Batı'da biliyorsunuz, çocuk sayısının artması için hükümetler inanılmaz teşvikler uyguluyorlar. Ki, kişisel olarak bana 3 çocuk ne teşvik verilirse verilsin, yine de akılcı görünmüyor.
HOTAR: Çok basit bir örnek vereyim, hiç konuşulmadı, yazılmadı; sünnet paralıydı, ailenin doktora gitmesi gibi, ilaç almak gibi, sağlık ocağına gitmesi gibi, bunu da parasız hale getirdik. Bu aileye bir destektir. Ders kitaplarını parasız hale getirdik, çocuklarını okutmak isteyen bir aile için, bu bir destektir. Parası olmadığı için, yoksulluktan dolayı çocuğunu okula yollayamayan aileler için, şartlı nakit denen ve anneye yapılan parasal yardımlar var. Yine yoksulluğunu ispatlamış olan ailelere kaymakamlığın, vakıfların çeşitli yardımları var. Yani 3 tane çocuk yapın derken, 'nasıl yaparsan yap' demiyor devlet! Sosyal devlet olmuş olmasının gereğince, olabildiğince, ülkenin imkanları elverdiğince bu destekleri de veriyor.
SOYOÐUL: Ama şunu da kabul ederseniz ki, taşıma suyla değirmen döndürmek nereye kadar? Akademisyen olarak, kadın olarak, siyasetçi olarak, akılcı olan istihdamın artırılması, iş imkanları yaratılması değil midir?
HOTAR: Tabii tabii, nihai çözüm o.
SOYOÐUL: Yoksulluk yardımı, parasız birkaç hizmet, sonuçta bunlar geçici, aksesuar gibi bir şey. Ama temel olan giysinin olması, çıplak dolaşılmamasıdır…
HOTAR: İşsizliği tümüyle kaldırmak zaten mümkün değil ama oranı düşürmek için kalıcı çözüm; yatırımları artırmak, ya da mevcut işletmelerin kapasitesini artırmaktır. Şimdi bunun yolu da, biz de buna inandığımız için, zaten bilimsel bir gerçek. Teşvikli bölgeler oluşturduk biliyorsunuz, teşvikli şehirler oluşturduk. Yatırımcının, iç ve dış yatırımcının yatırımlarını destekleyen çok ciddi teşvikler, muafiyetler, indirimler getirdik. Dolayısıyla yatırımcıyı teşvik edici tedbirleri aldık, bu yatırımlar gerçekleştiği oranda da işsizlik oranında ciddi bir düşüş olacak.
Tabii ki bununla kalmıyorlar, o işletmelerin ihtiyaç duyduğu işgücünü de sağlamak lazım. Türkiye'nin yapısına baktığımızda, Türkiye ağırlıklı olarak küçük orta işletmelerden oluşuyor. Yani KOBİ'lerden. KOBİ'lerin ihtiyaç duyduğu, bizim ara eleman dediğimiz bu mesleki eğitim, meslek yüksek okullarından mezun olmuş çocuklar oluşturuyorlar genelde. Onun için meslek yüksek okullarına olan önyargılı bakışımızı değiştirmeyip onların da önünü açmazsak eğer, sanayinin ihtiyaç duyduğu insan tipini üretemeyecek ülke. Gençlerimiz işsiz kalmaya devam edecek. Düz lise mezunuysa, eğer üniversite mezunuysa, işsiz kalmaya devam edecek. Mesleğe yönlerdirmeyle bu ara elemanların sayısı arttıkça da iş gücüyle istihdam birbiriyle örtüşecek, ve işsizlik bu şartlarda bile düşecek.
'Sanko'nun patronu Abdulkadir Konukoğlu beyefendi, 37 yıldır yürürlükte olan ama binlercemizin bihaber olduğu 'kadınlara 5 günlük regl izni' hakkıyla ilgili niye birdenbire celallenip de 4 bin kadın çalışanını çıkararacak acaba?' deyip, konuyu 'bir bilene' sormuştum.
Ankara'dan Eski Çalışma Bakanlığı Baş İş Müfettişi Perihan Sarı ile telefonda yaptığım röportajı bitirirken; konuyu bir de hükümet kanadından bir kadın politikacıyla konuşacağımı eklemiştim yazıma.
Bir aksilik çıkarsa diye adını o gün yazmadığım politikacı, İzmir Milletvekili, Ak Parti MYK üyesi, Sosyal İşlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Nükhet Hotar'dı.
Kadın olması, akademisyen kimliği, 'Ücret politikası, çalışma hayatı, sendikacılık, sosyal politikalar, işsizlik, istihdam, kadınlar ve gençler' gibi konularda birçok çalışması yayınlanan Hotar; bana göre, bu konuda İzmir'de görüşebileceğim doğru isimdi.
AKP İzmir İl Başkanı Ömür Kabak ile yaptığım o 'itiş/kakış röportaj' nedeniyle, AKP nezdinde şöhretimin(!) pek de iyi olmadığını, Nükhet Hanım'ın röportaj teklifimi pek de sevinçle karşılamayacağını düşünüyordum.
Üstelik, telefonda da vurguladığı gibi, Nükhet Hanım'ın, röportajlarını genelde 'yazılı soruya yazıyla cevap verme' gibi bir alışkanlığı vardı.
Nükhet Hanım'ın, röportaj konusunun 'kadın' oluşu nedeniyle ilgi duyması mı, ses tonumu çok ikna edici(!) bulması mı, hakkımda 'doğru dürüst gazetecilik yapar' referansı veren AKP'li arkadaşların varlığı mı, bilemem ama… Bildiğim ve önemli olan; Nükhet Hanım'la telefon görüşmemizin ertesinde, röportaj için sözleşmemizdi.
Şu aralar Alsancak'ın en gözde mekanlarından, Rojo Cafe'de buluştuk Nükhet Hotar ile.
Vaktinin çok kısıtlı olması nedeniyle, hemen konumuza girdik. Kadınlara tanınmak istenen, Sanko'nun patronunun 'aybaşı izni verirseniz, kadın işçilerimi çıkarır, yerine erkek işçi alırım' diye tehditvari sözlerine yol açan tasarıya…
Telefondaki ön görüşmemizde konu hakkında bilgilendirdiğim için, Ak Parti İzmir Milletvekili, Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Nükhet Hotar'a ilk soruyu, uzun uzun yazdığım köşe yazımdan yola çıkarak, kısaca sordum.
GÖNÜL SOYOÐUL: Yazımı okudunuz mu?
NÜKHET HOTAR: Okudum, ayrıca Sanko'nun patronunun söyledikleri üzerine biraz araştırma yaptım. Sizin de yazınızda belirttiğiniz gibi, tekstil işkolu da 'tehlikeli işler kapsamına' alınınca, böyle bir imkan, (5 günlük regl izni) doğabiliyor kadın çalışanlar için. Fakat diğer iş kollarındayken, bu imkan ne kadar kullanılmış? Öyle bir çalışma yok şimdiye kadar.
SOYOÐUL: Kullanılmaması, hukuki olarak kullanılmayacağı anlamına gelmiyor tabii ki.
HOTAR: Tabii ki.
SOYOÐUL: Bu konuda telefonla görüştüğüm, çalışma hayatındaki kanunları çok iyi bilen bir isim olan Perihan Sarı, yaptığım röportajda Sanko'nun patronunun çıkışının altında asıl olarak, tasarının tekstil işkolunda mesleki bir eğitim öngörmesinin yattığını, erkek/kadın tüm çalışanlar için mesleki eğitim gerekmesinin, işvereni huzursuz ettiğini söyledi. Bu eğitimin işverene ayrı bir sorumluluk getirdiğini ama Sanko'nun patronunun bu noktadan değil de kadının aybaşısı üzerinden pornografik/ideolojik, hiç de hoş olmayan bir tartışma başlattığını vurguladı.
HOTAR: (sıkkın bir ifadeyle) Kadına özel durumu vurguluyorlar.
SOYOÐUL: Evet onu vurguluyorlar. Perihan Hanım'a göre, asıl temel neden, tasarının işverenlere mesleki eğitim zorunluluğu getirmesi. Oysa bu işçi için iyi bir şey. Ne kadar mesleki eğitim, o kadar az iş kazası demek. Ben size, hükümetin nasıl bir çalışma yürüttüğünü ve bu tehdidi nasıl değerlendirdiğinizi soracağım. Bir işverenin, 'bu yasa değiştirilmezse kadın işçileri çıkarır, erkekleri alırım' demesine, bu dayatmaya; bir kadın olarak nasıl bakıyorsunuz?
HOTAR: Şimdi şöyle, şuradan başlayalım. Şu anda çıkmış, kanunlaşmış bir düzenlemeden ve bunun sonucunda da meydana gelmiş işten çıkarmalar gibi somut bir olaydan bahsetmiyoruz. Hep ihtimallerden bahsediyoruz.
SOYOÐUL: Evet bir ihtimal, ama olma ihtimali mümkün bir ihtimal...
HOTAR: Ama doğaldır ki, bunları öngörüyle bugünden görüp kanunu öyle çıkarmak ya da 'o gün böyle bir şey olursa ne yapılabilir'in tedbirini bugünden almak durumundayız. Dolayısıyla buna dikkat çekmek de çok önemli çalışan kadınlar adına. Çünkü tekstil işkolu kadınların ağırlıklı olarak çalıştıkları ve çalışma şartlarının maalesef pek de iyi olmadığı ve de kayıt dışı çalıştırmanın da en yüksek oranda görüldüğü bir sektör.
Dolayısıyla, burada bu kanun çıkarsa, çalışanı da koruyucu hükümleri de belki beraberinde getirmesi gerekir. Dediğim gibi, son şekline gelmediği için 'şöyle çıkacak, böyle olacak' diye kesin bir hüküm mümkün değil. Ama biz o süreçte, özellikle Genel Kurul'a geldiğinde kanun, bu yönünü telafi edici, gerekirse önergelerle, işte gerekirse Sayın Başbakanımızla, ilgili bakanlarla, ilgili kurumla görüşerek, bunun tedbirini de alma yoluna gideriz. Kaldı ki, kayıtlı olarak çalışan işçinin çıkarılmasına karşı, zaten bizim dönemimizde çıkardığımız işçiyi koruyucu hükümler var. İşte mahkemeye gitme hakkı var, işe iade edilme hakkı var, tazminat alma hakkı var; bunlar zaten bu süreçte devam eden düzenlemeler.. Yine aynı şekilde bu tür bir mağduriyet söz konusu olursa, hiçbir ek düzenleme olmasa bile, bu yolla iş güvencelerini sağlayabilirler.
SOYOÐUL: Kadın istihdamının ne kadar az, ne kadar sorunlu olduğunu, değişik panellerde yaptığınız konuşmalarda siz de gündeme getiriyorsunuz. Siz bir kadınsınız, akademisyensiniz, milletvekilisiniz. Yani sorumluluğunuz üçe katlanmış durumda.
İstihdamın artırılmasına yönelik hükümetin yaptığı çalışmaları yeterli buluyor musunuz?
HOTAR: Kadın iş gücünün istihdamda daha düşük oranda olduğu bir gerçek. Fakat bunu kalıcı olarak ortadan kaldırmak için, bizim kadın işgücünün profiline bakmamız lazım. Buna baktığımızda da kadınların daha az eğitimli, daha az meslek eğitimli olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla, zaten çalışma hayatının ihtiyaç duyduğu eleman modeline, kadınlar daha az uyuyorlar bu sebeplerden. Onun için, önce bunu kalıcı olarak çözmenin yolu eğitimden geçiyor. Yani onlara bu eğitimi vermedikçe, yani hangi kanununu çıkarırsanız çıkarın, bir işveren kendi aradığı özelliklere sahip olmayan bir işçiyi, kadın ya da erkek alıp çalıştırmaz. Hele özel sektör, hele böyle bir rekabet ortamında…
Dolayısıyla biz eğitim dedik, işte kız çocukları okula kazandırılsın gibi bir kampanya ile başlayıp her gün eğitime daha fazla önem veren bir politika izledik. Yani eğitim, bunun olmazsa olmaz ayağı.
Elde mevcut bir potansiyel ve çalışan kitle var biliyorsunuz. Dediğim gibi işçi sağlığı, iş güvenliği ve istihdam güvenliğini sağlayıcı kanundaki maddelerle kısmen koruyabiliyoruz. Bir de yine geçen sene bir düzenlememiz oldu biliyorsunuz istihdam paketi diye. O istihdam paketinde, 18 yaşının üzerinde kadın istihdam eden işverenlerin kendi payına düşen işveren primini ödemeyi, devlet üstlendi. İlk yıl yüzde 100'ünü, ikinci yıl yüzde 80'ini, sonra 60, 40, 20 diye gidiyor… Dolayısıyla bunlar kadın istihdamına yönelik önemli katkılar. Onlara meslek kazandırmayla ilgili İşkur'un da sorumluluğu artırıldı. İl istihdam kurulları var, onların çalışmalarında kadınlara ağırlık veren çalışmaların olması gerekiyor. Yani il istihdam kurullarının daha sağlıklı işletilmesi gerekiyor. Gibi gibi… Bu tedbirlerin hepsini bir bütün olarak düşünürsek, yeterli olmasa da ciddi bir mesafe kat edilmiş durumda.
SOYOÐUL: Çalışmayan eşi olan erkeklerin, vergi indiriminden yararlanması gibi bir hak var biliyorsunuz. Eşi çalışmayan erkekler, biraz daha fazla para alıyor. Bu hak, kadının evde oturmasını, çalışmamasını özendirici değil mi sizce?
HOTAR: Oradaki madde, eşlerden birisi çalışmıyorsa, diğerinin...
SOYOÐUL: Evet ama genelde, çalışan erkek, evde oturan kadın... Özendirici gibi değil mi, böyle algılamaz mısınız?
HOTAR: Yok. Aileye giren toplam geliri esas alacak olursak, yani oradaki vergi indirimi, toplam geliri artırıcı sonuç ortaya çıkarıyor. Yani kadının çalışmasını özendirelim diye, aileye girecek toplam geliri azaltacak bir tedbir almak da doğru olmaz, çünkü oradaki orana bakacak olursak, evde oturma eğer gönüllü bir tercihse, bu gönüllü tercihi yapanlar mağdur olurlar. Yani kadın çalışmayacağım diyor veya iş bulamıyor, ya da çalışacağı nitelikte bir iş bulamıyorsa evde oturuyor ama eşinin vergi indiriminden dolayı da daha fazla gelir elde etmesi söz konusu olabiliyor. Şimdi bunu kaldırmak doğru olmaz.
SOYOÐUL: nukhethotar.org'da, 2. Uluslar arası Kadın Çalışmaları Konferansı'nda yaptığınız konuşmada, diyorsunuz ki; 'Kadının annelik kimliği üzerine inşa edilmiş sosyal kimliği bütün dünyada kadın yoksulluğunun başlıca nedeni. Kadınlar iş yaşamı ile annelik kimliğini bağdaştırarak mucizeler yaratsalar dahi bu durum kadın açısından ayrımcılık üretmektedir.' Kadın ve annelik, yaman çelişkidir. Siz de çalışan bir anne olarak, ikisi arasında gidip gelmişsinizdir. Hükümetlerin yapması gereken, bu çelişkiyi hafifletmek olmalı. AKP iktidarının bunu ne ölçüde...
HOTAR: Benim oradaki kastım şu; çalışsın çalışmasın, çocuk yükümlülüğü ailede öncelikle kadına ait.
SOYOÐUL: Maalesef evet...
HOTAR: Kısmen doğal, anne çocuk ilişkisi ve annenin çocuğuna verecekleri çok farklı bir şey. Onu bir kenara koyarsak, onu zaten anneler gönüllü olarak yapıyor. Her anne yapıyor. İçten gelerek ve sorumluluk duygularıyla zaten yapıyor. Ama çalışma hayatında bu sorumluluğu sadece kadına bırakmak bence doğru değil. Bunu eşinin, akrabalarının veya aile büyüklerinin paylaşması, yani çocuğun bakım yükünü sadece kadına bırakmayıp paylaşması gerekiyor. Buradan hareketle de biz şu noktaya geldik. Erkeklerin de ebeveyn izni kullanmasını mümkün kılacak bir çalışmamız var. İşte doğum izni gibi, ücretsiz izne ayrılıp çocuğa bakma gibi, sadece kadına tanınmış hakları, isterse babanın da kullanabilmesini sağlayacak bir çalışma içindeyiz.
SOYOÐUL: Ne kadar sürer çıkması?
HOTAR: Bu geçen seneden beri devam eden bir çalışma da... Yani kendi normal gündemimize kalıp da bu işleri yapamıyoruz ki; dünyanın ve Türkiye'nin gündemi ortada... Onlar araya girdikçe bizim gündemimiz de öteleniyor ama bizim gündemimizde bu birincisi. İkincisi, evde eğer bir yardımcı desteği söz konusu değilse, çocuk için en önemli nokta kreş sağlamak. Kreşle ilgili bir düzenleme yaptık yine geçen dönemde, orada da işte belli sayıda kadın işçi çalıştıran kurumların kreş açma zorunluluğunu ortada kaldırıp hizmet satın alma yoluyla kreşler kurulabilmesine imkan veren bir yasal düzenleme yaptık.
SOYOÐUL: Ama o pratikte işler mi? Kreş açma zorunluluğu da işverenler tarafından yerine getirilmiyordu zaten...
HOTAR: Şöyle, o kanun çıktıktan sonra biliyorsunuz, belli bir sürede en az bir altı ay süreyle yönetmelikleri hazırlanıyor. Yönetmelikten sonra işlerlik kazanmaya başlıyor. Şimdi sanıyorum o yönetmeliğin hazırlık aşaması devam ediyor. Yani yönetmelik çıktıktan sonra durum daha açığa kavuşacak. O kreşlerin tümünde işçi katkısı, işverenin katkısı ne olacak, devletin katkısı ne kadar olacak? Onlar netlik kazandıktan sonra, ailede çocuk bakımına çözüm bulamayan anneler, en azından böyle bir kurum desteği almış olacak.
SOYOÐUL: Peki, o zaman şöyle sorayım. Çalışan anneler, bir taraftan bu zorlukları yaşarken, bir taraftan da Başbakanın, partinizin genel başkanının, 'üç çocuk yapın' demesi çelişki değil mi? Politik konumunuz nedeniyle cevaplamanız zor ama?
HOTAR: Yoo, ben zaten çelişki olarak görmüyorum. Ben bir akademisyen olduğum için biliyorsunuz, bilimsel verilerden hareket ediyorum. O bilimsel verilere baktığımızda da dünyadaki demografik dönüşümün paralelinde, ülkemizde de bir demografik dönüşüm yaşanmakta. İnsan ömrü uzamakta, yaşlılık artmakta ama gençlerin nüfusu azalmakta. Eğer biz bu nüfus artış hızıyla gidersek, yakın bir gelecekte bugün Avrupa gibi yaşlanmış bir nüfusla ve artık kendi ülkesinde çalıştıracak genç nüfusunun olmayıp diğer ülkelerden işçi talep edecek bir konuma gelebiliriz. Bu bilimsel gerçekten hareketle, ülkenin şu an sahip olduğu genç nüfus avantajını kaybetmemesi, gelecekte de yine korusun diye bilimsel verilerden hareketle Sayın Başbakanımızın söylediği, bizim de katıldığımız bilimsel bir gerçek bu.
SOYOÐUL: Tabii de teorik verilerle, pratik hayat her zaman örtüşmüyor. Bir de o tarafı var.
HOTAR: Öbür tarafa gelelim; veriler var, gene nüfus artışını bölgeler itibarıyla ele alırsak, maddi imkanı nispeten daha iyi olan, daha eğitimli, daha okumuş annelerin, babaların olduğu ailelerde çocuk sayısının daha düşük olduğu; yeterli eğitimi veremeyecek, yeterli desteği sağlayamayacak ailelerde çocuk sayısının daha fazla olduğu görülüyor. Daha iyi donanımlı bir gelecek istiyorsak eğer, bu annelerin, bu ailelerin daha fazla o şekilde çocuk sahibi olup yetiştirmesi gerekiyor.
SOYOÐUL: Batı'yı örnek veriyorsunuz ama Batı'da biliyorsunuz, çocuk sayısının artması için hükümetler inanılmaz teşvikler uyguluyorlar. Ki, kişisel olarak bana 3 çocuk ne teşvik verilirse verilsin, yine de akılcı görünmüyor.
HOTAR: Çok basit bir örnek vereyim, hiç konuşulmadı, yazılmadı; sünnet paralıydı, ailenin doktora gitmesi gibi, ilaç almak gibi, sağlık ocağına gitmesi gibi, bunu da parasız hale getirdik. Bu aileye bir destektir. Ders kitaplarını parasız hale getirdik, çocuklarını okutmak isteyen bir aile için, bu bir destektir. Parası olmadığı için, yoksulluktan dolayı çocuğunu okula yollayamayan aileler için, şartlı nakit denen ve anneye yapılan parasal yardımlar var. Yine yoksulluğunu ispatlamış olan ailelere kaymakamlığın, vakıfların çeşitli yardımları var. Yani 3 tane çocuk yapın derken, 'nasıl yaparsan yap' demiyor devlet! Sosyal devlet olmuş olmasının gereğince, olabildiğince, ülkenin imkanları elverdiğince bu destekleri de veriyor.
SOYOÐUL: Ama şunu da kabul ederseniz ki, taşıma suyla değirmen döndürmek nereye kadar? Akademisyen olarak, kadın olarak, siyasetçi olarak, akılcı olan istihdamın artırılması, iş imkanları yaratılması değil midir?
HOTAR: Tabii tabii, nihai çözüm o.
SOYOÐUL: Yoksulluk yardımı, parasız birkaç hizmet, sonuçta bunlar geçici, aksesuar gibi bir şey. Ama temel olan giysinin olması, çıplak dolaşılmamasıdır…
HOTAR: İşsizliği tümüyle kaldırmak zaten mümkün değil ama oranı düşürmek için kalıcı çözüm; yatırımları artırmak, ya da mevcut işletmelerin kapasitesini artırmaktır. Şimdi bunun yolu da, biz de buna inandığımız için, zaten bilimsel bir gerçek. Teşvikli bölgeler oluşturduk biliyorsunuz, teşvikli şehirler oluşturduk. Yatırımcının, iç ve dış yatırımcının yatırımlarını destekleyen çok ciddi teşvikler, muafiyetler, indirimler getirdik. Dolayısıyla yatırımcıyı teşvik edici tedbirleri aldık, bu yatırımlar gerçekleştiği oranda da işsizlik oranında ciddi bir düşüş olacak.
Tabii ki bununla kalmıyorlar, o işletmelerin ihtiyaç duyduğu işgücünü de sağlamak lazım. Türkiye'nin yapısına baktığımızda, Türkiye ağırlıklı olarak küçük orta işletmelerden oluşuyor. Yani KOBİ'lerden. KOBİ'lerin ihtiyaç duyduğu, bizim ara eleman dediğimiz bu mesleki eğitim, meslek yüksek okullarından mezun olmuş çocuklar oluşturuyorlar genelde. Onun için meslek yüksek okullarına olan önyargılı bakışımızı değiştirmeyip onların da önünü açmazsak eğer, sanayinin ihtiyaç duyduğu insan tipini üretemeyecek ülke. Gençlerimiz işsiz kalmaya devam edecek. Düz lise mezunuysa, eğer üniversite mezunuysa, işsiz kalmaya devam edecek. Mesleğe yönlerdirmeyle bu ara elemanların sayısı arttıkça da iş gücüyle istihdam birbiriyle örtüşecek, ve işsizlik bu şartlarda bile düşecek.
SOYOÐUL: İnşallah, umuyoruz.
İzmir milletvekilisiniz. AKP içinde ya da diğer partilerde de… Bir kadının politika yapmasının ne kadar güç olduğunu, ne kadar kadını kadınlıktan uzaklaştırdığını görüyoruz. Sizin, hem kadınlıktan uzaklaşmadan, kadın özelliklerinizi, cinsiyet özelliklerinizi koruyarak; hem de böyle erkek egemen, muhafazakar bir partide bu başarıyı göstermeniz, gerçekten takdire değer. Bu başarıyı göstermeniz, nasıl bir kimlikle ve nasıl bir kişilikle mümkün? Gerçekten merak ediyorum.
HOTAR: Ben burada kendimi anlatmayayım da… Burada yolu açmış olan Sayın Genel Başkanımızın bu konuya yaklaşımıdır. Öyle olmasa, kadına bakış açısı böyle olmasa, inanın hiçbirimiz oralarda olamazdık. Yani ya öyle bir lider gerekiyor, ya öyle bir sistem gerekiyor.
Ülkemiz, henüz kadını da erkekle tam eşit şartlarda rekabet edebilecek bir özelliğe, gelişime henüz kavuşmuş değil. Yani bizim yapımız da öyle değil. Çünkü, özellikle siyasete atılacaksa bir kadın; bekarsa, annesinden babasından kardeşinden izin almak ve destek almak durumunda kalıyor. Evliyse kocasından izin almak ve destek almak zorunda kalıyor. Evli değilse, belli bir ekonomik gücünün olması gerekiyor. İşte bütün bunlar, bir de üstüne 'Çince biliyor musunuz' diye falan sorulabiliyor bazen! (kahkahalar)
Şimdi, bütün bunları biraraya getirip bu dünyada var olmak, gerçekten zor. Ama var olabilmek için de sadece kadın olmak yetmemeli. Yani sizin de en az erkekler kadar eğitiminiz olmalı, kurallarınız olmalı, prensipleriniz olmalı ki, öyle... Bunlar olduğu zaman, işte liderimiz ya da içinde bulunduğunuz ortam da bunu teşvik ediyorsa, olabiliyor.
SOYOÐUL: Onun dışında da bir şeyler var ama. Tamam kabul ediyorum, sadece AKP değil, diğer bütün partiler de lider partisi. Sistem olmadığı için CHP'de de aday olup olmamak, ön plana çıkmak, Deniz Baykal'ın iki dudağının arasında. Şartlar böyleyken, ön plana çıkan bir kişi oluyor. Yani siz ve ben diyelim, ikimizden biri bir şekilde ipi göğüsleyen oluyor. İşte orada sizi ön plana çıkaran ne? Nükhet Hotar'da var olan, onu ayrı kılan özellikler ne? Mesela disiplin, mesela hırs.
HOTAR: Şimdi hırsım, hiçbir zaman aklımın önüne geçmiyor. Neden geçmiyor?
SOYOÐUL: Hırs deyince kötü anlaşılıyor ama bence hırsı nasıl tarif ettiğiniz, ne anladığınız önemli.
HOTAR: Anlıyorum, olumlu bir hırs elbette var ama bu; insanları, diğerlerini rencide edip veya onların üzerine basarak, dedikodu üretecek bir hırs değil. Azme girebilir benimkisi. İkincisi akademisyen olmanın getirdiği belki bir disiplin var. Onun dışına çok istesem de çıkmıyorum, çıkamıyorum. Bilimsel gerçeklerle hareket eden, verdiği sözün arkasında duran yapımı belki mesleğim de pekiştirdi karakterimle beraber. Onu devam ettiriyor olmam... çalışmalarım... kariyerim... Yani İzmir'de en azından Ak Parti bünyesinde en azından ilk günden itibaren yer almış olmam.. Çünkü partimiz çok ciddi bir mesafe kat etti ama… Kurulduğu ilk günleri de belli bölgelerde özellikle düşünürsek, çok ön planda değildi, ya da çok şartlanmış bakışlar vardı, biliyorsunuz…
SOYOÐUL: Bir anlamda size gösterilen vefa mı diyorsunuz? Taa ilk günden itibaren liderinizin yanında olmanız..
HOTAR: O da var tabii, o da var.
SOYOÐUL: Bir kızınız vardı değil mi, kaç yaşında?
HOTAR: 9 yaşında.
SOYOÐUL: Nasıl vakit ayırıyorsunuz bu tempoda ona? Bir gün İzmir, bir gün Ankara, bir gün başka bir yer, hatta yurt dışı. Bu çok zor bir tempo. Erkek politikacıların, çocukların sorumluluğunu kadına yıkma gibi bir konforları var. Ama kadınların böyle bir lüksleri yok maalesef!
HOTAR: (gülümsüyor) Cumartesi-pazar günü İnegöl'deydim, orada programım vardı. Bugün İzmir'deyim, yarın İstanbul'a geliyorum. Okulunun olmadığı her zaman diliminde benimle oluyor. Yani onun şansı mı, şanssızlığı mı onu zaman gösterecek; inşallah şansıdır. Çocuk hep seyahat eden, yani hep arabada ders çalışan, ya da gittiği otel odasında çalışan bir çocuk konumunda. Ama bizim, birlikte oluyor olmamız, bunların hepsinin üstünde oluyor. Ben gece erken gidemeyeceksem, toplantım varsa, partiye geliyor, bir yarım saat görüyorum onu, ondan sonra eve geçiyor. Böyle bir orta yol bulduk.
SOYOÐUL: Çok zor bir şey değil mi? Tamam koşullar ona göre hazırlanıyor, çocuklar da o koşullara uyuyorlar ama annelik duygusu bu zor koşullarda insanı çok sık yoklamıyor mı?
HOTAR: E, o zaman işte evde oturmak lazım. Evde oturup çocuğunuza bakmanız lazım..
SOYOÐUL: Evet biz kadınların onu aşması gerekiyor da… Bu çelişkiyi aşmaya yardımcı olacak düzenlemeler de gerekiyor.
HOTAR: Biz öyle bir yol bulduk, onun okulunun dışındaki her zaman diliminde ister seyahat edelim, ister başka mekanlarda olalım, bir şekilde birlikte oluyoruz. En azından geceleri görüyorum, en azından iki üç günden daha fazla onu bırakmamış oluyorum. Bazen işte arabayla geliyoruz Ankara'dan. 'Anne dönüşte uçakla dönelim, sıkıldım' diyor. Arabada uyuyor, şakalaşıyoruz. O arabada geçen 4-5 saat, benim için çok önemli. (bunları anlatırken sürekli gülümsüyor Nükhet Hanım) Çünkü yanyanayız, hep birlikteyiz. Onun bile o keyifli yanını bulduk. Böyle yani… Eğer evde oturup çocuk büyütmeyeceksek, ki onu konuşuyoruz şu anda da. Tek işimiz o olmayacaksa, bunları da göğüsleyeceğiz. Ama çocuğa kaliteli zaman ayırmaya çalışıyorum. Evde oturan bir anne, çocuğunu bütün gün sokağa bırakıp orda oynatıyor, akşamdan akşama görüyorsa; benim ona ayıracağım günde 3-4 saat, daha kaliteli ve daha paylaşımcı diye düşünüyorum.
SOYOÐUL: Kadınların aybaşı tartışmasına dönersek.. Bu fevri çıkış, bu işin altında eğitimli işgücü istenmesinin yatmasına rağmen, konunun kadınların aybaşısı üzerinden tartışmaya açılması.. Çok sık yapılan bir şey değil mi? Kadınların, kadın özelliklerinden yola çıkarak, meseleyi iğdiş etmek…
HOTAR: Burada belki, özellikle kadınlarla ilgili sivil toplum kuruluşlarına daha çok rol düşüyor diye düşünüyorum. Yani böyle bir konuda sivil toplum kuruluşları daha çok üzerine gidecek veya kadını daha… Yani, şöyle diyeyim, kendi kriterlerine uymayan kadınları daha görmezlikten geleceğine, her bir kadın sorunu ortaya çıktığında tek bir vücut olarak buna karşı bir duruş sergileyebilseler, sanıyorum daha kolay olacak işler. Anlatabildim değil mi?
SOYOÐUL: Yani kadın örgütleri, 'sen nasıl 4 bin kadın işçiyi aybaşı izni verilecek diye işten çıkarmakla tehdit edersin' diye kafa tutabilmeli diyorsunuz..
HOTAR: Orada dik bir duruş ve bütüncül bir yaklaşım gösterirlerse, bu bir kamuoyu baskısıdır.Yani mutlaka maddi baskı olması gerekmiyor. Oluşturulan kamuoyunun, psikolojik ortamın etkisi çok daha fazladır biliyorsunuz, dolayısıyla burada ben bu tür örgütlere de çok rol düştüğünü düşünüyorum. Ama ayrım yapmazlarsa inandırıcı olurlar. Ne bileyim, bugün şiddete karşı bir duruş sergiler, yarın bu tür eylemlere karşı bir duruş sergiler, öbür gün başka bir şeye karşı. Yani her kadın sorununa karşı duyarlı bir duruş sergiledikçe, inandırıcılıkları artar ve etkili olurlar. Ben, bu yönde de bir duruş bekliyorum doğrusu...
SOYOÐUL: O malum günler hepimiz için sıkıntılı. (başını evet anlamında sallıyor) Doğa böyle yaratmış bizi ve hiç şikayet etmeden, aslında şikayet etmemiz gerekirken…
HOTAR: Evet edilmesi gerekirken...
SOYOÐUL: Aynen, çalışmalarımızı, işimizi yapmayı sürdürüyoruz.
HOTAR: Aynen...aynen, mümkün olabildiğince..
SOYOÐUL: Böyle bir şey hayal mi Türkiye için? Keşke, o özel günlerimizde çok sıkıntı çekenler özellikle; 5 gün izinli olsunlar. Hayal mi sizce bu?
HOTAR: Bence hayal değil.
SOYOÐUL: İster miydiniz böyle bir izni siz?
HOTAR: Tabii ki isterim. İşverenlerin buna hazır olmasını, hazır olduğu bir çalışma ortamının olmasını ve işçileri de isterlerse eğer, bu haklarını kullanmasını tabii ki isterim. Zaten o mantıktan dolayı çıkıyor yasa da. Ama bu, her kadın işçinin de bu hakkı mutlaka kullanması anlamına da gelmemeli. İstismar edilmemeli.
SOYOÐUL: İşverenin bu tehditkar çıkışını veren haberin altına yapılan yorumlarda, gerekse konuştuğumuz kişilerin yorumlarında, bunun AKP hükümetinin kadını evde oturtma planının bir parçası olduğunu, bunun işveren üzerinden dillendirildiğini söyleyenler oldu. Bir de maalesef zaten var olan yaygın bir görüş var biliyorsunuz: Kadınlar çalıştığı için erkekler işsiz kalıyor diye..
HOTAR: Peki, tersinden bakarsak, özel durumundan dolayı, bu yönde çok ciddi sıkıntısı olduğundan dolayı çalışamayan kadınları bile çalışma hayatına kazandırmak için bir düzenleme olmuş olmasın?
SOYOÐUL: Çalışma Bakanlığı'nın açıklaması bu yönde oldu. Erkeklere iş yaratmak için, kadınları aybaşı mazeretiyle işten atmayı planlayan siyasetçileri aklıma bile getirmek istemiyorum doğrusu.
HOTAR: Bakın, siz kendi gazeteniz olduğunu düşünün. Sizin işinize yaramayacak bir muhabir, kadınsa da erkekse de işe yaramayacaksa, işe alır mısınız? Almazsınız. Ama böyle çok cevval, işe yarayacak, size tiraj aldıracak bir muhabiri de kadın-erkek olduğuna bakmadan, yine alırsınız. Hele özel sektör, kadın mı erkek mi diye ayırt etmez. O kendi çalıştıracağı işe en uygun elemanı seçer, seçmek zorunda; çünkü dünyada da ülkemizde de çok korkunç bir rekabet var. Onun için, eğer donanımlıysa bir kadın, çalışmak istiyorsa, o işe uygun özellikleri varsa; o işvereni, o işçiyi işe almaktan kimse alıkoyamaz. Ne böyle bir düzenleme var, ne de böyle bir düzenleme olamaz zaten. Buradaki hareket noktası o. Yoksa, böyle işte klasik niyet okumalarla, dolanmakla, dolandırmakla değil. Tam tersine, kadına kolaylık sağlamak için. Gerçekten o günlerde büyük sıkıntı yaşayan, sırf o sebeple işine gidemeyen, atılma tehlikesi bulunan kadınlar olabilir. Onlara çözüm olarak konmuştur. Konmuştur değil, onlara çözüm olarak konmuştur.
SOYOÐUL: Zaten kanun tasarısı, işçi ve işveren temsilcilerinin biraraya gelerek görüşleri alınarak hazırlanmış. Ama uygulamada nasıl olacak? Bütün mesele bu. Ona izin verir mi hükümet, yani kadın işçilerin bu sebeple atılmasına?
HOTAR: Hayır, hayır, hayır, hayır.
SOYOÐUL: Onunki de bir tehdit gibi görünüyor ama… O tehdit de yerine gelmez mi?
HOTAR: Yapmaz, o da öyle bir şey yapmaz, yapamaz herhalde. Gerçekleşemez. Yani 4 bin tane işçiyi çıkarıp yerine aynı yetenekte aynı işi öğrenmiş 4 bin tane insan bulacak! Bunları eğitecek. Mümkün değil. Rantabl düşünen hiçbir işverenin yapacağı bir şey değil bu.
SOYOÐUL: Blöf yaptı yani?
HOTAR: Bilmiyorum (gülüyor) ona sormak lazım, niye böyle bir şey dedi. En doğrusu o. Onun adına konuşmak istemiyorum ama ne kanunlarımız, ne hükümetimiz, ne bizler, böyle bir şeye izin vermeyiz.
SOYOÐUL: Vaktimiz çoktan doldu ama son bir şey isteyeceğim sizden. Bir Tayyip Erdoğan portresi çizer misiniz?
HOTAR: Bir lider olarak baktığımda, Sayın Genel Başkanım, Başbakanımızın, 'güvenilir olma' özelliği çok ön planda. Ben kendi gözümle baktığımda söylüyorum ki, genelde liderlerde aranan özellikler, olmazsa olmaz özellikler, biliyorsunuz. Yani güvenilir olmak, ekibine sahip çıkma ama o koruyucu olma yanında da diğer kişiler arasında, hak ve adaleti gözetebilme gibi bir özellik toplanmış. Genelde hani birisini çok severken ona ya da size olumsuz olan bir şeyi biraz daha gözardı edebilirsiniz. Ama bir lider bunu yapmamalı, yapamaz, yapmaması gerekir; işte genel başkanımızda böyle bir özellik var. Ben bunu birebir yaşadığım için biliyorum. Belki anlatması çok mümkün olamıyor ama. O zaman, ona olan saygınız artıyor. Tamam, beni seviyor, koruyor, başkası ne olursa olsun! Öyle değil; o, olması gereken herkesin yanında aynı zamanda. Bu çok önemli bir özellik.
Bir de şimdi ulusalı geçtik, bir de uluslararası platformdaki duruşu da çok önemli. Çünkü, biz Osmanlı geleneğinden geliyoruz. Yani dünyaya hükmetmiş, yüzlerce yıllık bir tarihimiz var ve aslında çok adaletle, çok güzelliklerle anılan bir geleneğin torunlarıyız. Onun izlerini de taşımak istiyoruz. Yani Türkiye Cumhuriyeti zorluklarla kuruldu ama yani kurulduktan sonra, biz böyle işte 70 milyon, 780 kilometreye sıkışmış bir ülke değiliz. En azından o geleneğin temsilcileri olarak, dünya platformunda söz sahibi olmalıyız özlemi varken, yine Sayın Genel Başkanımız bunu gerçekleştiren bir duruş sergiledi. Bu da benim için çok önemli.
SOYOÐUL: Bana da bu çıkışlarıyla Sayın Erdoğan, biraz maço geliyor. Bir maço duruşu.. Göğsüne kadar açılmış gömlek, boynunda zincir falan filan değil elbette maçoluk dediğim. Yani o çıkışları falan…
HOTAR: O bunu şöyle tanımlıyor. Diklenmeden dik duran bir duruşu var. Bize de önerdiği o, bizim de yapmaya çalıştığımız bu: Diklenmeyeceksiniz ama dik duracaksınız. Hani diyor ya 'uysalım ama uysal koyun değilim.' Aynı şey işte.
SOYOÐUL: Dışardan maço olarak da algılanabilen duruşunu, siz böyle ifade ediyorsunuz.
HOTAR: Maço tanımında çok farklı şeyler var. Ben sizin demek istediğinizi anladım ama, o kelimeyle tanımlarsak, başka anlamlar da yüklenebilir. Diklenmeden dik duruş diyorum ben. Kendi tanımı da o zaten ve o duruşu çok önemli benim için.
SOYOÐUL: Karizmatik buluyor musunuz Sayın Erdoğan'ı?
HOTAR: Tabii, çok karizmatik. Bir de onu canlı tanısanız, çok daha farklı... Şimdi Dokuz Eylül Üniversitesi'nin açılışına geldi; biliyorsunuz ben de oradan olduğum için çok arkadaşım var. Açılış sonrasında arkadaşlarım arıyor, bir kısmı mesaj atıyor, 'canlı dinledikten sonra çok daha farklı şeyler düşünüyoruz' dediler. O karizma var sayın Başbakanımızda. O olmasa böyle olmazdı..