Yazarımız Gönül Soyoğul CHP PM üyesi Alaattin Yüksel'le kent, siyaset ve ilişkiler üzerine konuştu.
BAŞLARKEN…
Söyleşi konuğum Yükseliş Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı, çok eski CHP'li, çok yeni CHP PM üyesi Alaattin Yüksel.
Önce hafızaları tazeleyelim.
Ve tazeleme işini Ümit Yaldız'ın geçen haftalarda yazdığı köşe yazısından kopya çekerek yapalım; çünkü bu röportajın başlığı, sevgili Ümit'in köşe yazısına verilen cevaptan çıktı.
Şöyle diyordu Ümit, o yazısında:
'İki dönem İzmir'de il başkanlığı yapan, 2002'de 16 milletvekilinin Ankara'ya gönderilmesinde, 2004'te Piriştinalı zaferde 'il başkanı' olarak payı olan Yüksel'in, Baykal'la 2005 kurultayı öncesi ters düşüp, görevden alındığını biliyoruz.
O dönem Zülfü Livaneli'yi aday çıkarmaya çalışan kadronun başını çeken Yüksel, daha önce kendisinin de imzasıyla onaylanan CHP tüzüğüne takılmış, Livaneli'yi aday yaptıramadığı gibi bu girişimini kellesiyle/koltuğuyla ödemişti.
Kuşkusuz ki PM Üyesi Yüksel'i İzmir için önemli bir siyasi figür yapan faktörlerden biri de Piriştina'nın vefatından sonra Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminde oynadığı kritik roldü.
2004 yerel seçimlerinde Hemşerisi, İl Milli Eğitim Müdürünün çekilmesiyle boşalan Bornova Belediye Başkan adaylığına yakın dostu Aziz Kocaoğlu'nun seçilmesinde oynadığı kritik rol, Baykal'ın gözünden/gönlünden düşen Yüksel'i, kentin siyasi gündeminden hiç düşürmedi.
Kimi zaman 'çoban ateşi' girişimiyle, kimi zaman mahallesinden delege seçilemeyişi ile de olsa kent gündeminden düşmeyen Yüksel, Genel Başkan adayı Livaneli'nin CHP'den ayrılışından sonra, potansiyel bir lider adayına dönüşüyordu adeta.
Nitekim, Küba ziyareti sırasında görevden alınan Yüksel'in yurda/kente dönüşünde havalimanında toplanan kalabalığın önünde yürüyen Kocaoğlu, Baykal ve yönetimine ateş püskürmüş, bu anti demokratik tutumun hesabının sorulacağını haykırmış, yakın dostu, siyasi kariyerini borçlu olduğu Alaattin Yüksel'in kanının yerde kalmayacağının (tabi ki siyaseten) garantisini vermişti.'
Aslında bu röportaj neredeyse iki ay önce yapılacaktı.
Ve muhtemelen ana konusu ekonomi, sivil toplum kuruluşları ve İzmir üzerine olacaktı.
Zaman zaman 'misafir' olarak katıldığım, İZGEP (İzmir Kent Kültürü ve Geliştirme Platformu) toplantılarının birinde 'CHP kurultayından sonra yapalım artık röportajı, hem biraz da CHP çekiştiririz' diye sözleştiğim Alaattin Yüksel'in; o kurultaydan PM üyesi olarak çıkacağı, 5 yıllık siyaset dargınlığının sona ereceği… Herkes gibi ne onun, ne de benim aklımın ucundan geçiyordu.
Sonrasını biliyorsunuz zaten.
CHP İzmir İl Başkanı Ekrem Bulgun'un istifa etti(rildi)ği saatlerde yapılan bu söyleşinin; iki ay önce planladığım gibi ekonomi, İzmir, STK'lar üzerine değil de, bolca siyaset-CHP, biraz İzmir, biraz da Aziz Kocaoğlu üzerinde geliştiğini söylememe bilmem gerek var mı!
GÖNÜL SOYOÐUL: Geçen gün eski genel başkanınız Deniz Baykal, 'kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla' formatında 'siyaset vefa işidir, dostları satmamak lazım' dedi, biliyorsunuz. Siyasette vefaya yer yoktur diyenler, bunu savunanlar da az değil. Şimdi size sorayım. Siyasette vefaya yer var mı? Hele günümüz politikasında?
ALAATTİN YÜKSEL: Şimdi tabii siyaseti ne amaçla yaptığınız çok önemli. Sadece vefa değil, başka birçok konuda da asıl belirleyici şey, niye siyasetin içindesiniz, niye siyaset yapıyorsunuz, hangi duyguyla, hangi düşünceyle, hangi amaçla siyaset yapıyorsunuz, o önemli… Günümüzde insanlar kendilerini bir yere taşımak amacıyla siyaset yapıyor hale geldiği ve siyasi sistem de onun üzerine kurulduğu için… Parti içi demokrasiler ortada olmadığı için… Birbirlerine böyle bir bağlılık içinde olma halini çok geliştiriyor insanlar işte tabii… Ne oluyor o zaman? Seç beni, seçeyim seni… Öyle bir ilişki doğuyor. Aslında Deniz Baykal bunu söylüyor da… Deniz Baykal'ın kendisinde, doğrudur çok güçlü bir duygu var ama yalnız kendisine bağlı olduğunuz sürece! Bu bir vefa değildir. Bu bir çıkar ilişkisidir.
SOYOÐUL: Deniz Baykal, dostluk-vefa üzerine söylediklerine, siyasi geçmişinde kendisi uymuş mudur sizce?
YÜKSEL: Hayır, asla değil. Bu tamamen, dediğim gibi karşılıklı bir çıkar ilişkisidir; sözü edilen şey, vefa ile birbirinden ayırmak gerekiyor. Bu tamamen 'seç beni seçeyim seni' sistemine kurulu, yani özellikle son yıllarda. Deniz Baykal ile ilk başladığı yıllarda birlikte siyaset yaptık, uzun yıllar kendisiyle çalıştım. Şimdi yurtseverlik temelinde siyaset yapma amacın varsa eğer senin; yani kendini değil de ülkeni bir yerlere taşımak için, kentini bir yerlere taşımak için, partine yararlı olmak için, partiyi iktidar yapmak için siyasetin içindeysen… Yani o partiyle bu ülkenin daha iyi yerlere gelebileceği inancı içindeysen… Çocuklarının, bu ülkenin çocuklarının geleceğini, Türkiye'nin geleceğini düşünerek, bu amaçlarla siyaset yapıyorsan, çok daha farklı ilişkiler kurulur, çok daha farklı anlayışla yaklaşırsın. İşte o zaman vefa duygusundan söz edilebilir, o zaman ortaya çıkar ve koşullar öyle çok uygun, yarışa uygun, demokratik ortamda bu işler yürüyorsa, zaten insanların birbirlerine vefa gösterip göstermediği de fazlaca bir anlam taşımaz yani…
İlkesel bir birliktelik, bütünlük varsa yürür. Ve sizin katkıda bulunduğunuz ölçüde… Ben onu çok gördüm partide. Ben hayatım boyunca siyasetin içinde hep bir yerlere zorla getirilmişimdir. Yani hep ittirilmişimdir, 'Hadi ya sen bu göreve uygunsun, gel seçil' diye.. Bulunduğum yerlere hep öyle gelmişimdir. Hiçbir göreve 'ben istiyorum bu görevi 'diye gelmemişimdir. Bizim bu üniversite yıllarında, o devrimci gençlik içindeki anlayışımız böyleydi. Her birimiz inanılmaz bir yurtseverlik ateşiyle yanıyordu. Ahlaki anlamda, idealisttik, düşünsel anlamda materyalisttik ve Türkiye'yi, dünyayı değiştirme iddiasıyla siyaset yapıyorduk. Öyle olunca da bu hedefimize uygun olarak 'aman ben şu olayım, bu olayım' gibi isteklerimiz, heveslerimiz de yoktu. Talep eden bir kültür yoktu bizde, öneren/önerilen bir kültür vardı. Böyle olunca da vefa öne çıkmıyor tabii.
SOYOÐUL: Baykal ve vefaya gelirsek…
YÜKSEL: Deniz Baykal'ın genel başkanlığı döneminde Türkiye'nin en önemli insanları, partiden istifa etmek zorunda kaldılar, biliyorsunuz. Partide kadro kalmadı dendi, doğru dürüst siyaset yapan insanlar, hep bir şekilde CHP'den uzaklaşmak durumunda kaldılar. Belki bundan… Son senelerdeki politika yapma biçimiyle, amacıyla, bunu söyleyecek en son kişi, bence eski genel başkanımızdır diye düşünüyorum.
SOYOÐUL: Baykal'ın en vahim hataları neydi sizce? Partinin başından gitti, artık arkasından rahatça atıp tutuyor denmeyecek kişilerden birisiniz. Çünkü onun en güçlü olduğu dönemlerde siz siyasi çıkışlarla ona karşı tavır alabilmiş, bunun da bedelini ödemiş birisiniz. Baykal'ın yanlışlarını en rahat ifade edebilecek insanlardansınız.
YÜKSEL: Kurultayın bir gün öncesi, biliyorsunuz Deniz Baykal partiye dönsün diye konuşulurken, İzmir'de ben iki üç tv programında, bir hafta öncesi de 15 gün öncesi de hep aynı şeyleri söyleyen ender insanlardan biriyim. Görüşümü her zaman söyledim. En güçlü olduğu zamanlarda da il başkanları toplantısında ayağa kalkıp reddettiğim şeyi reddettiğimi söyleyebildim.
SOYOÐUL: Hani 70'li yıllarda Deniz Baykal'ın arkasından gidiyordum dediğiniz yıllarda, niye arkasından gidiyordunuz, sonra ne oldu da ayrı düştünüz? O arkasında gittiğiniz lideri, dönüştüren ne oldu?
YÜKSEL: Şimdi sizin başka bazı röportajlarında da rastladım; insanlar böyle önemli güçlü koltuklara geldikleri zaman o güçlü koltuklarda… İşte bir partinin genel başkanısınız, ana muhalefet partisinin liderisiniz. Çok önemli, çok güçlü bir koltuk… Herkes etrafınızda çevrenizde fır dönüyor, işte bir milletvekilliği kapabilmeliyim hesabıyla… Sistemi o hale getirdi ki Baykal partide, Türkiye'nin en önemli insanlarını, 'aman bu insanı alalım, partimiz bundan yararlansın, gidelim kapısında nöbet bekleyelim, davet edelim' diyebileceğimiz insanları, kendisi aday göstermedi. Asla göstermedi. Gelecek o değerli isim, kendisi aday olacak, diz çökecek önce.
SOYOÐUL: Biat etsin mi istiyordu öncelikle?
YÜKSEL: Evet önce biat edecek. Diz çökecek, talep edecek, 'Deniz bey beni milletvekili yapar mısınız' diyecek, ondan sonra o da lütfedecek, milletvekili adayı yapacak. O koltuklarda insanlar, bir süre sonra kendilerinde tanrısal güçler görmeye başlıyorlar. Öyle olunca da insanın ruh sağlığını bozuyor, her şey bozuluyor.
SOYOÐUL: Yönetenin de yönetilenin de!
YÜKSEL: (gülüyor) Evet, yönetenin de yönetilenin de… Deniz Baykal ile birlikte 70'li yıllarda, CHP genel merkezine, Bülent Ecevit'e karşı da muhalefet yaparken, o dönemin siyasi sistemi, demokratik uygulamalar çok daha ileriydi. Genel olarak demokratik sistem daha iyiydi. Bakın, o zaman siyasi partilerde adayların yüzde 95'i örgütler tarafından belirleniyordu. Yüzde 5'i de genel başkanların kontenjanındaydı. İşte, teknokrat, bilim adamı gibi önemli isimleri aday yapsın diye, genel başkanlara verilmiş bir haktı. CHP tüzüğü de böyleydi, siyasi partiler yasası da böyleydi. Biz işte Deniz Baykal ile birlikte, genel başkanlara tanınan o yüzde 5 kontenjanı çok buluyorduk. Yüzde 3'e düşsün diye mücadele ediyorduk. Daha sonra bizzat bu Deniz Baykal tarafından, CHP'de yüzde 100'ü aşan biçimde uygulanmaya başlandı. Yüzde 100'ü tek başına genel başkan belirliyordu. Tek seçici oldu. Aslında Türkiye'de bütün siyaseti, demokrasiyi bozan, Türkiye'de demokrasi var mıdır yok mudur tartışmasını ortaya getiren budur, bu sistemdir. Bunu tabi Deniz Baykal tek başına yapmadı. Siyasi partiler yasasını, rahmetli Özal, o zaman 87'de değiştirdi. Belki o da buraya varacağını düşünmemişti. Demokrasi havarisi olarak geldi o da biliyorsunuz, iktidarda kalmak için seçim yasasıyla çok oynadı. 'Yüzde 36'yla parlamentonun üçte biri oyla, üçte iki çoğunluğuna sahip oldu' diye o zamanlar ne kadar çok eleştirmiştik… Hala bu giderek, bozularak devam ediyor.. Daha iyiye gideceğine, bunu eleştiren her kimse, kendisi iktidara geldiği zaman, bir adım daha kötüye götürüyor.
SOYOÐUL: Sosyal demokrat olduğunu iddia eden bir partinin buna karşı çıkması, durması beklenir ama…
YÜKSEL: Oraya geleceğim. O zaman, sosyal demokrat parti olarak, Özal bu yasayı çıkardığı zaman SHP Anayasa Mahkemesine gitti. Anayasa Mahkemesi ne yazık ki, SHP'nin başvurusunu reddetti.
Deniz Baykal'la o dönemlerde, muhalif olduğu dönemlerde demokrasi konusunda çok yararlandık kendisinden, çok önemli şeyler anlatmıştı hakikaten. Ben daha sonra o olaylı il başkanları toplantısında da bunları çıkıp kürsüden kendisine söyledim. Mesela onlardan bir tanesi çok çarpıcı bir örnekti. İzmir'de Ülkü sinemasında bir konuşmaya gelmişti. Kendisini orada konuşturmadılar, kapılar kırıldı, taşlandı falan.
SOYOÐUL: Kaç yıllarıydı?
YÜKSEL: 80'li yıllardı. Daha sonra biz oradan Balçova termale gittik, 16 kişiydik orada. İnönü'nün genel başkanlığı dönemiydi sanırım. İki şey hatırlıyorum İnönü'ye karşı genel başkan adayı olduğunda söylediği şeylerden. Bir tanesi buydu, orada Termal otelde 'bakın arkadaşlar' dedi. 'Almanya'da Lafontaine diye birisi SDP'nin başına geldi; bu genç, pırıl pırıl inanılmaz geleceği parlak bir genel başkandı. Fakat genel başkan olur olmaz, bir genel seçimle karşılaştı, genel seçimde de parti başarısız oldu. Bunun Lafontaine'le hiçbir ilişkisi yok, daha yeni genel başkan olmuş; fakat derhal istifa etti' dedi. 'Siyasi ahlak dediğin, etik dediğin budur' dedi. Ben işte o olaylı il başkanları toplantısında kürsüye çıkıp, 'Lafontaine'i sizden öğrendik, sizden duyduk, bu anlayışı sizden aldık ama şimdi siz farklı yerdesiniz' diye konuştum. Yine kurultayda Erdal İnönü yüzde 51'le yüzde 52'yle genel başkan seçilince, o zaman da öyle demişti, 'yüzde 51'le 52'yle SHP'nin başında durulmaz. Burada büyük çoğunlukla durulması gerekir. İstifa etmesi gerekir' demişti; bunları hatırlıyorum. Muhalefetteyken biz o duygularla beraberdik ama genel başkan olduktan sonra kendisi, biliyorsunuz… Bu tabii şundan da kaynaklanıyor. Siz genel başkan olduktan sonra parti başarılı olursa, size zaten kimse bir şey söylemiyor.
SOYOÐUL: Futbol takımlarında olduğu gibi!
YÜKSEL: Aynen. Parti başarılıysa, orada çok rahatsınız. Ama parti başarısız oldukça, siz o koltukta oturmaya devam etme duygunuz güçlüyse, ben buradan ayrılmayacağım diye, bu sefer çok yanlış yapmaya başlıyorsunuz. Koltuğu sağlamlaştırmak için sürekli tüzüğü de gericileştiriyorsunuz, olmadık ilişkiler kuruyorsunuz, vefa duyguları gidiyor, yerine her şey geliyor. Asıl bozan mesele odur, o parti başarısız olunca, işte siyasi ahlak gereği, ülkesini partisini düşünen bir insan olarak, oradan istifa etmeniz gerekiyor. Ben yapamıyorum, yapan bir arkadaşı getirelim demeniz gerekirken… Az önce söylediğim gibi öneren olmanız gerekiyor artık sizin, 'haydi arkadaşlar şunu yapalım, belki daha başarılı olur' demeniz gerekiyor. Ama işte ne yazık ki, o koltukta oturma ısrarı, inadı; insanı buralara getiriyor.
SOYOÐUL: Pek çok insanda, 'Şu Baykal gitse, bu CHP başka türlü olur' duygusu vardı. Siz de katılıyor musunuz buna?
YÜKSEL: Şöyle katılıyorum. İlk üç beş yıl neyse, bilemediniz 10 yıl, umudunuz devam etti. Hakikaten Baykal siyasi birikime sahip, zeki, entelektüel, dürüst birçok iyi özelliği olan bir genel başkandı ve biz onun söylemlerinden etkilendiğimiz için, Türkiye'nin de etkileneceğini düşünüyorduk! İşte o bizim etkilendiğimiz şey, halkta karşılığını bulmadı, bu birincisi. İkincisi, liderlik başka bir şeydir. Liderlik tek başına… Öyle biyonik güçler yok, kimse tek başına ben her şeyi hallederim, her şeyi çözerim anlayışında olursanız, hiçbir şey yapamazsınız. Asıl liderlik, takımına, ekibine, grubuna hakim olup onları motive edip, onlarla birlikte bir takım oyunu oynayabilmektir. Takım oyunu oynamak yerine, örgütlerle birlikte bütün Türkiye'ye yayılmış, kılcal damarlarınızı harekete geçirerek, düzgün bir kan akışı sağlamak yerine, normal tansiyonla gitmek yerine, parti hep yüksek tansiyonla gitti. Örgütler gereksiz fazlalıklar olarak görülmeye başlandı. Biz buradan bir sürü öneriyle gidiyorduk mesela. 'Biz İzmir'de başarılıyız işte partinin başarılı olması için şunu yapmamız gerekiyor' diyorduk örneğin. Bize verdiği cevap şudur: 'Konjonktür konjonktür! Konjonktüre uygunsa olur. Geçin bunları!' Ben mesela İzmir'de il başkanlığı dönemimde… Ali Nail Kubalı ile yeni tanışmıştık. Sohbet ettik, baktık anlayışlarımız birbirine çok uyuyor. 'Ben nasıl katkıda bulunabilirim' dedi sağ olsun. Dedim ki 'hocam, siyasi partide üyelerin uymakla yükümlü olduğu etik kuralları hazırlayalım.' O zaman Hülya Güven, işte Kubalı hocam, üniversiteden birkaç genç akademisyen buldular, siyasi partilerde üyelerin uymakla yükümlü olduğu etik kuralları hazırladılar beraber. Ben de dosyayı aldım götürdüm genel başkanımıza. Dosyayı kabul bile etmedi, kapağını bile açmadı.
SOYOÐUL: Gerçekten mi?
YÜKSEL: Öyle. Benden önce de Ali Naili Bey, bir başka konuda dosya vermiş Deniz Bey'e. Üstelik kendisi istediği için! Hazırlayıp verdiği o dosya için, Ali Naili Bey'le karşılaştıklarında 'ya neydi o sizin dosyadaki şey' diye konuşmuş Deniz Baykal. Neyle ilgili olduğunu bile hatırlayamadığı… Yani tamamen konjonktüre bağlanmış. Oysa sizin kendi koyduğunuz hedefler olmazsa, olmaz. Hedefinizin olmaması, pusulasız gemiye benzer. Nereye gideceğiniz belli olmaz. Hedefiniz olacak, o hedefe uygun stratejiler de bulacaksınız, planlar yapacaksınız, taktikler belirleyeceksiniz ve çalışacaksınız. Ve çalıştıracaksınız. En sade üyeye kadar çalıştıracaksınız. Ve bu konuda CHP için inanılmaz bir entelektüel kaynak var. Daha önce biliyorsunuz partinin üye yapısı da sonuçta sosyal demokrat. Bilim insanları, ülkesi için bir şeyler yapmak için yanıp tutuşan insanlar… Dünya çapında bilim insanları hatta, o bilgileri paraya çevirmek yerine, gelip partinin hizmetine sunmaya hazır insanlar var. Kemal Kılıçdaroğlu Genel Başkan olduktan sonra, biliyorsunuz, 19 profesörü kaydettik İzmir İl Başkanlığı'nda. Çok daha farklı yerlerde para kazanabileceklerken, 'aman bizim faydamız ne olabilir' diyen o kadar çok aydın, bilim adamı var ki… Bunu mutlaka değerlendirmek gerekiyor. Ha tabii, bunların partiye gelmelerinden rahatsız olanlar da var mesela…
SOYOÐUL: Eyvah, partiye yeni adaylar geldi, önümüze birkaç kişi daha geçecek şimdi korkusu! Dediğiniz gibi, ben ne olabilirim anlayışı, çok yaygın.
YÜKSEL: Evet, aynen. Mesela yüzde 45'lere ulaştığımız Bülent Ecevit dönemi var ya? O zaman gençlik kollarında çalışıyorum, hiç unutmam. Akşam partide işte hep beraber çalışma yapıyoruz. Kapıdan biri göründü mü, partiye ilk defa gelen biri oldu mu, aman hoş geldiniz diye fırlanır, özel ikramda bulunulmaya çalışılırdı. Şimdi ise, yeni biri gelince 'nereden geldi bu adam' bakışları fırlatılıyor. Böyle bakarsanız, iktidara ulaşmanız mümkün değil, yüzde 45'lere öyle ulaşılmıştı, her geleni kucaklayarak… Sonra da yüzde 10'lara 9.5'lara da 'nereden çıktı şimdi bu adam/kadın' bakışlarıyla düştü işte…
Sosyal demokrat parti böyle mi olur dediğiniz için, bir hatırlatma daha yapayım. Daha önceki genel başkanımız yüzde 10 seçim barajını savunuyordu. Siyasi partiler yasasını savunuyordu. Ön seçimlerin artık tehlikesi olduğunu söylüyordu. Böyle demeçleri vardı basında, röportajlarında. Böyle bir sosyal demokrat parti olabilir mi?
SOYOÐUL: Sizin Parti Meclisi'ne seçilmeniz, CHP'nin sosyal demokrat parti olmasına nasıl bir katkı sağlayacak? Parti Meclisi'nde neyi savunacaksınız?
YÜKSEL: Yeni genel başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu da parti içi muhalefetin içinde vardı aslında. Ama partide çok açık muhalefet etmeye başladığınız zaman, yaşama şansınız kalmıyordu. O hale gelmişti. Kemal Bey'in düşünceleri bizden farklı değildi. Kurultayda da çok şeyi söyledi bu anlamda. Mesela seçim barajının yüzde 5'lere düşürülmesi gerektiğini, siyasi partiler yasasının değiştirilmesi, parti içi demokrasinin sağlanması gerektiğini söyledi. Bunları daha önce de kendisiyle konuştuğumuz zamanlar olmuştu. Altı yıl önce falan, 'iktidara yürüyüş hareketi' diye bir hareketimiz olmuştu bizim. Yakup Kepenek hoca da vardı o hareketin içinde. Yakup Kepenek Hocamla birbirimizi çok severiz, Kepenek hocam o zaman Kemal Kılıçdaroğlu'nu alıp İzmir'e getirmişti. Ben de Ali Naili Bey'i çağırmıştım ve dördümüz yemek yemiştik. Benimle tanıştırmaya getirmesinin nedenini de, 'genel başkan adayımız olarak Kemal Bey'i düşünüyoruz, Alaattin, sen ne düşünüyorsun, ben senin görüşlerine önem veriyorum' diye açıkladı. O hareketin daha ilk günlerinden genel başkan adaylarımızdan bir tanesi, Kemal Kılıçdaroğlu'ydu. Sonra olmadı, Zülfü Livaneli çıktı, Haluk Koç'lar çıktı biliyorsunuz. Kemal bey daha temkinliydi, iyi ki de öyle olmuş, potansiyel olarak kalmış diye düşünüyorum.
SOYOÐUL: Öne çıkmış olsaydı, şimdiye elenmiş olurdu, tarihin çöplüklerine doğru… (kahkahalar)
YÜKSEL: Gitmiş olabilirdi. Ben yeni dönemde, Kemal beyin hiç bizden farklı düşünmediğini biliyorum ve bunları partide yavaş yavaş… Bakın, öyle bir şey ki bu… Sadece CHP'de parti içi demokrasiyi kurmak değil, çok daha önemli bir görev bekliyor Kemal Bey'i. Türkiye'de cumhuriyeti kuran CHP biliyorsunuz, demokrasiye geçişi yapan yine CHP. Bence Türkiye'de yeni demokrasiyi kuracak olan, yine Cumhuriyet Halk Partisi olacak. CHP iktidar olunca, Kemal Kılıçdaroğlu başbakan olunca, bu siyasi partiler yasası, seçim yasası bunlar gerçekleştirilecek. Bu yasalarla şu an Türkiye'de demokrasiden söz edemezsiniz. Böyle bir misyon bekiyor CHP'yi. Bu misyonunu CHP Kemal Kılıçdaroğlu ile yeniden bence bulacak.
SOYOÐUL: Siz de PM'de bu anlamda görev yapacağınızı anlatmak istiyorsunuz.
YÜKSEL: Parti Meclisi'nde partinin bu doğrultuda gitmesi için, geçmişte nasıl tutarlılığımı sürdürdüysem… Bundan sonra da, hatta bundan sonra daha dikkatli olmak zorundayız diye düşünüyorum. Çünkü deneyimlerim var, geçmişle ilgili. Biz bu partinin her kurultayında kurultaydan önce, hatta 5 dakika öncesi, tüzük değişiklikleri yapıldı. Bu tüzük değişiklikleri yapılırken, il başkanı olduğum dönemde, İzmir ekibiyle birlikte destek verdik. Orada destek veren arkadaşlarım mesela kurultay salonunda herkes evet mi hayır mı diye el kaldırsın deniyordu, bizim arkadaşların çoğu hayıra el kaldırdı. Sonra isim okunarak, tek tek oylama yapıldı. İsim okunarak oylama yapılınca, daha önce 'hayır' diyenlerin pek çoğu, bu kez 'evet' dedi. Bir iki kişi, bilemediniz üç kişi 'hayır'da kaldı, reddetti. Benim o gün mesela destekleme nedenim şuydu. Hayırdan evete dönen arkadaşların yüzde 99'u, milletvekili adayıydı. Kimi önümüzde seçimlerde, belediye başkanı adayıydı, meclis üyesi aday adayıydı. O seçimlerde tek seçici genel başkan seçmezse, seçilemeyecekti. Onun için tek tek isim okunurken, belge olarak görünmek istemedi. Bense yürekten destekledim. Şuydu nedenim. Öyle gerici bir tüzüğü nasıl desteklersiniz diye sorabilirsiniz.
SOYOÐUL: Evet, elbette soruyorum!
YÜKSEL: Genel başkan dedi ki bize, 'bakın arkadaşlar, bizim bütün kurultaylarımız tartışmalı geçiyor. Bu parti kendi genel başkanına kendi sahip çıkmıyorsa, Türkiye'de halk nasıl sahip çıkacak? Önce siz bana burada sahip çıktığınızı göstereceksiniz.'
SOYOÐUL: (gülümsediğimi görünce durdu. Niye dercesine baktı) Siz o tüzüğün gerekçesini böyle anlatınca bana komik göründü, affedersiniz.
YÜKSEL: (gülüyor) Onun için deneyimlerimiz var diyorum ya! Bir daha aynı hataları yapmak istemem, neye mal olursa olsun. O kurultayda hatta ben bir konuşma yapmak istedim, tarihe nottur diye, 'bakın siz bunu söylediniz diye biz destek veriyoruz, kavga etmiyoruz, tartışmıyoruz, size tam destek veriyoruz ama parti başarısız olursa bunun hesabını da size sorarız' demek istedim. Ama o konuşmayı da yaptırtmadılar bana. Sonra bizim destekleyerek değiştirdiğimiz tüzükle, biliyorsunuz bizim kellelerimizi aldılar!(gülüyor)
SOYOÐUL: 'Cehenneme giden yol, iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir' lafı, doğrulanmış oldu bir kez daha, öyle mi?
YÜKSEL: Evet, aynen. Şimdi insanlar güçlü koltuklardayken biraz da çevresindekiler insanları o hale getiriyorlar ya, işte daha dikkatli olmamız gerekiyor. Geçmişte Bülent Ecevit başladığında, demokrasi aşığı bir insandı. Ama sonrasını biliyorsunuz. Aynı şeyi Baykal'da yaşadık. Bunun bir üçüncü kere olmasını kesinlikle istemiyorum. Bu durum, o insanlar için de kötü, zarar veriyor onlara da. Başta parti için kötü. Partiyi iktidar yapma şansı zayıflıyor, partiyi iktidara taşıyamıyorsunuz, partiyi iktidara taşıyamayınca, Türkiye kötü yönetilmeye devam ediyor. Birbirine bağlı. Ben Türkiye'nin daha iyi yerlerde olmasını, çocuklarımızın daha iyi bir ülkede yaşaması için yapıyorsam bu işi, o zaman daha kararlı, daha tutarlı, daha ilkeli davranmak gerekiyor diye düşünüyorum.
SOYOÐUL: Bir de CHP'de şöyle bir güçlük var gibi görünüyor. Dışardan bakınca, sanki CHP'de iki genel başkan var gibi. Parti içi dengeleri, teşkilatı elinde tutan Önder Sav… Bir de başbakan adayı olarak gösterilen, vitrindeki isim de Kemal Kılıçdaroğlu. 'Sokak senin, parti benim' anlayışı diye dillendirmiş Ümit de köşesinde. Bu çift başlılık görüntüsü içinde, bu dedikleriniz nasıl mümkün olabilecek?
KÖTÜ POLİS SAV DEÐİL, BAYKAL
YÜKSEL: Bir kere CHP kültüründe, kökeninde hep güçlü genel sekreterlik vardır. Bu ilk kez olan bir şey değil. Yani sizi şaşırtan o belki. Geriye dönüp bakın, Ecevit döneminde kimlerin genel sekreter olduğuna, İnönü'ye gidin, Kamil Kırıkoğulları, Kasım Gülek'ler, anladınız mı? Hep önemli, hep güçlü insanlar genel sekreterlik yapmıştır. CHP'nin son döneminde de Önder Sav, güçlü bir genel sekreter olarak görev yapıyor. Türkiye'de örgütte herkesi ezbere bilir, örgütü bilir. Neredeyse CHP üyelerinin tamamını bilir, bilgisayar gibi çalışır beyni. O konuda hakikaten inanılmazdır. Ve uzun zamandır bu görevi yapıyor. Belki ona sorsanız daha farklı bir yanıt alırdınız. İnanılmaz bir hamaliye görevidir. Partinin il başkanlığını yapmak gibi bir şeydir genel sekreterliğini yapmak da yani. Aynı zamanda çok zor, çok güç. Türkiye'de 81 vilayette, 1000'in üzerinde beldede, ilçede her türlü her türlü sorunla, her şeyle siz ilgileneceksiniz… Çok önemli bir görev ama ben mesela, onun yerinde olmak istemem yani. Daha partinin vitrininde görev yapmak varken, işin hamallığını taşımak, çekmek zordur. Şimdi burada Deniz Baykal biliyorsunuz gitmeden önce, yine bir tüzük değişikliğiyle, 15 genel başkan yardımcısı ile bu CHP'nin güçlü genel sekreter kurumunu ortadan kaldırmak istemişti. Bu olabilir, düşünülebilir bir şey. Ama bunu yaparken de öyle kötü bir şekilde geçirmişti ki tüzüğü! '15 genel başkan yardımcısını istediğim zaman ben atarım, istediğim zaman görevden ben alırım!' Kurumlar var bir partide oysa. Bir parti meclisi var, MYK var, meclis grubu var. Bunlar parti meclisinden seçilir. Genel sayman parti meclisinden seçilir, genel sekreter PM'den seçilir. MYK üyeleri PM'den seçilir. O görevleri tamamen tüzükten kaldırıp 'tek ben seçeceğim, istediğim zaman da alırım, istediğim zaman istediğimi yerine koyarım' diyordu o tüzük. Zaten Önder Sav'la ayrılıkları da oradan başladı. Daha önce bizim destek verdiğimiz tüzükte de Önder Sav genel sekreterdi ve hep bunları eleştirmiştir. Uymak zorunda kalmıştır o da bizim gibi ama hep eleştirmiştir. Ben İzmir'de de birçok şeyi yaşadım. Genel sekreterle beraber birçok şeyi son ana beraber götürüyorduk ama son anda emir demiri kesiyordu. Genel başkan emrediyordu, ona uyuluyordu, maalesef de yapılmaması gereken şeyler de yapılıyordu. Genel başkanın, Baykal'ın yapmak istediği bu değişiklik, AKP tüzüğünden alınmıştı. Ben biliyorum o zaman yakın çevresinden, genel sekreterin 'bu AKP'den alınmış bir tüzüktür, bu tüzükle Cumhuriyet Halk Partisi olmaz' diye itirazını ben biliyorum yani. Orada mesele, sadece güçlü genel sekreterliğin kaldırılması değildi yani.
SOYOÐUL: Şöyle biliniyordu ama bu anlattıklarınız. 'Bütün o kötü, antidemokratik anlayış Baykal değil de Önder Sav'ın başının altından çıkıyor' diye biliniyordu. Kötü polis Sav, iyi polis Baykal gibiydi.
YÜKSEL: Doğru, dışardan öyle algılanıyordu. Şimdi kendi çalışma hayatınızda ne yaparsınız? Bir şeye karar verirseniz, ondan sonra sekretere dersiniz ki al bunu hazırla.
SOYOÐUL: Burada sizden kötü polisin Baykal olduğunu öğreniyoruz…
YÜKSEL: Önder Sav herhalde kendi genel sekreterliğini bitirecek bir kararı, sevinerek almaz yani. Değil mi? Bu son kurultayda o biliyorsunuz iptal edildi. Yine güçlü genel sekreterlik devam ediyor, devam edecek. Ve bu genel başkan için de inanılmaz bir rahatlık aslında. Genel başkanın dönüp parti içinde işlerle uğraşmak yerine, kamuoyuna, halka, yani partiyi dışarıda temsil etmeye yönelik çok daha kendine ayıracak zamanı olacak.
SOYOÐUL: Ama burada şuna takılıyorum. CHP'de genel sekreterlik geçmişte de güçlü bir makamdı ama genel başkanlar da yerleri tırmalayarak, adım adım kazarak gelmişlerdi genel başkanlık makamına. Baykal Ecevit'i yıkmıştı, Ecevit İnönü'yü devirmişti. Kılıçdaroğlu'nun durumu şimdi öyle değil, halk tabiriyle o biraz torbadan çıktı!
YÜKSEL: Anlıyorum ne demek istediğinizi. Şimdi biraz önce size, 6 yıl önce de Kemal Bey'in genel başkan adayımız olduğunu söyledim.
SOYOÐUL: Tamam Kemal Bey'de bir potansiyel var. Kura çekildi de kuradan Kılıçdaroğlu çıktı demiyorum ki ben de. Bir mücadele sonucu gelmedi o liderlik koltuğuna. O yüzden de ipler tamamen genel sekreterin elinde gibi duruyor.
YÜKSEL: Şimdi bakın. Burada bir kere dediğiniz gibi potansiyel güçlü bir genel başkan adayı olmasaydı, Sayın Kılıçdaroğlu, partiyi iktidara taşıyacak lider özelliğinde birisi olmasaydı, bu kadar toplumda hani büyük rüzgar yarattı deniyor ya, o rüzgarı estiremezdi. Geçmişteki çalışmaları, İstanbul belediye başkan adaylıkları… Yolsuzluklarla mücadelesi demek ki Türkiye'de karşılılığını bulmuş ki, bu büyük rüzgarı estirebiliyor Sayın Kılıçdaroğlu. Bakın, arada bizim başka genel başkanlarımız oldu. Benim çok sevdiğim Altan Öymen mesela. Pırıl pırıl, inanılmaz bilgi birikimi olan bir insandır Sayın Öymen. Ama o karşılığını bulmadı mesela Türkiye'de. O rüzgarı, o estiremedi mesela. O estiremediyse, Kemal bey estiriyorsa o rüzgarı, orada bir farklılık var. Bunu bir koyalım. Evet doğru; mücadele ederek, yarışlara katılarak, kurultaylar kaybederek gelmedi. O da doğrudur. Ama bence bu şanstır, ben bunu olumsuz bir şey olarak görmüyorum. Tam tersine bir fırsat, bir şans.
KEMAL KILIÇDAROÐLU, ÇÖPSÜZ ÜZÜM!
SOYOÐUL: Nasıl şans oluyor, anlamadım?
YÜKSEL: Nedir söyleyeyim. Deniz Baykal kendisini eleştirdikleri zaman ne diyordu? 'Ben dişimle tırnaklarımla kaza kaza geldim buraya' diyordu. Ben o zamanlar anlatıyordum. Partinin son 10-15 yılında falan siyasi hayatım, normal siyasi çalışma yapmak yerine Genel başkanımızı savunmakla geçti. Deniz Baykal şöyle iyidir böyle iyidir diye herkese, halka, vatandaşa, herkese onu anlatıyorduk. Yani, kurultaya gideceğim gün sabah fuarda yürüyüş yapıyorum; kadınlar iki ara bir dere yolumu kesiyor 'kurultaya gidiyorsunuz, değiştirin bu genel başkanı!' diyorlar. Havaalanına gidiyorum, oradaki bir görevli aynı şeyi söylüyor. Restorana gidiyorsunuz, oradaki garson söylüyor, değiştirin bu genel başkanı diyor. Bakın bu niye Kemal Bey için şans, Deniz Baykal için şansızlık? Bu kadar çok parti içinde mücadele ettiğiniz zaman, karşıtlarınız oluyor. O karşıtlar nedeniyle, sürekli basında olumlu/olumsuz bir sürü haberle gündeme geliyorsunuz. Parti içinde size karşı kemikleşmiş insanlar oluşuyor. Karşınızda bir granit kaya oluşuyor. Bu işte sizi, bir süre sonra bir hizipçi koltuğuna oturtuyor, 'aman ya bu adam kavgacıdır koltuğu'na oturtuyor. Kemal Kılıçdaroğlu'nun böyle bir şansı var işte.
SOYOÐUL: Çöpsüz üzüm durumu yani?
YÜKSEL: Evet, aynen çöpsüz üzüm, bravo! Bunu yaşamadan geldi Kemal bey, çok daha kolay olacak her şey kendisi için. Şu anda Kemal Bey'in aleyhinde bir şey söyleyen kimse yok Türkiye'de. Ama mücadeleyle gelmiş olsaydı, bir sürü insanla yarışmış olacaktı ve karşıtları olacaktı.
SOYOÐUL: Peki o parti tüzüğünü değiştirme gücünü bulabilecek mi? Önder Sav'la anlaşabilecekler mi, aynı düşüncelerde buluşabilecekler mi?
YÜKSEL: Ben inanıyorum kesinlikle sağlanacaktır. Bir kere halkta böyle bir talep var, tabanda. Bütün sivil toplum örgütlerinde, işçi sendikalardan TÜSİAD'a kadar uzanan bir geniş yelpazede böyle bir talep var. İş dünyasından böyle bir güçlü talep var. Siyasi partiler yasası ve seçim yasası ile ilgili bir talep var. Ve parti meclisine seçilmiş bir sürü insan var. Ve etkilenirsiniz siz durumdan. Orada genel başkan bir kere bunu istiyorsa, en başta genel sekreterimiz onun alt yapısını hazırlar, en iyi şekilde hazırlar. Tecrübelerinden dolayı, engel olmayı bırakın, ne demek istediğini anlar genel başkanın; partiyi iktidara taşıma çalışması içinde olmasına fırsat verir, parti meclisi olarak genel sekreter önderliğinde en iyi şekilde hazırlarız. Gene en iyisini hazırlayabilecek olan da genel sekreterimiz Önder Sav'dır. Yeter ki orada bir mutabakat istensin, Genel Başkan da bunu istesin yani.
SOYOÐUL: Genel politikadan yerele, İzmir'e gelelim. Bugün biliyorsunuz CHP İzmir İl Başkanı Ekrem Bulgun istifa etti, daha doğrusu istifa ettirildi. Ve biliyoruz ki, siz sayın Bulgun ile geçmişte kötü siyasi anıya sahipsiniz. Ama Bulgun'un görevden alınmasına çok sıcak bakmadınız. Şimdi bugünkü bu durumla, az önce genel merkezle ilgili anlattıklarınız, 'daha demokratik CHP' pek de örtüşmüyor. Ne dersiniz?
YÜKSEL: Bizim dediğiniz gibi Ekrem beyle Ekrem Abi ile geçmişte kötü anılarımız var.… Görevden alındığımda benim yerime atandı. Benzer sıkıntılar onun döneminde de vardı, yukardan talimatlarla yaşadı bazı şeyleri maalesef. Ben PM'ye seçildikten sonra, uzun süre uygun siyaset yapma koşulları yok diye siyasetin dışında kaldığımı birçok kere söyledim. Yani Türkiye'de sistem, AKP'de politika yaparsanız Erdoğan'a hizmet edersiniz, sistem o, MHP'de Bahçeli'ye, CHP'de ise Deniz Baykal'a. Ben kendi ülkeme bir katkıda bulunamayacaksam, yaşadığım kente, hayata geleceğe yönelik bir katkıda bulunamayacaksam, birileri için yapmam bu işi diye uzak durdum 5 yıl.
O süreçte Ekrem beyle bir ilişkimiz de olmadı. Ama Parti Meclisi'ne seçildikten sonra, yeniden bir şeyleri değiştirme ışığını görünce, tekrar PM'ye girince, siyasete başlayınca, ilk demeçlerimden biri öyleydi… Ekrem Bey'in 'görevden alacaklar, baskı var' gibi açıklamaları üzerine, kutlamasını beklemeden kendisini aradım, 'artık bu iktidar yürüyüşü değil, bir iktidar koşusu başladı, Türkiye'de yeni bir dönem başladı. Herkes için umut olmaya başladı parti ve çok daha dikkatli olmamız gerekiyor aman Ekrem Abi, parti içi demokrasiyi biz yalnız kendimiz için istemedik, biz herkes için istedik, seçimle gelen seçimle gitmeli, biz sizi destekliyoruz. Ne olur siz de bu tip demeçlerden kaçının' dedim. Sağ olsun o da hak verdi, geldi hatta beni ziyaret etti. Daha sonra da ben ziyaret ettim ve 'işimize bakalım artık, parti kamuoyunda olumsuz bir haberle gündeme gelmesin' dedim. Ben bunu il başkanlığı dönemimde büyük ölçüde başarmıştım. Son altı ay bir senem tartışmalar başlayınca kötü geçti. Beni zaten görevden almalarına gerek yoktu, ben bırakacaktım. Olmaz çünkü, genel başkanla çok farklı düşüncedeyseniz, o koltukta oturamazsınız. Ben bunu hep söylemişimdir. Kendi il yönetimime söylemişimdir. 'Arkadaşlar ben Baykal ile anlaşamıyorum, ne olur beni bırakın, ben gideyim' demişimdir. Arkadaşlar bırakmamıştır, süremizi tamamlayalım diye. İkna edemedim kimseyi, sonra o gelişmeler oldu. Yani genel başkanla çok büyük bir anlayış farkınız varsa, il başkanlığı koltuğunda oturmamak lazım. Bir kere işin bu tarafı var.
İkinci tarafı, gerçi Ekrem bey benim genel başkanla anlayış farkım var falan demiyor, tam tersine kurultayda ben deniz Baykal'a vefa duygusuyla aday olmasını istedim falan diyor. Ama Kemal Bey inanılmaz bir rüzgar estiriyor, buna hepimiz katkıda bulunalım dedi. Dediğiniz gibi evet, buna uymadı ama şu var mesela. İl kongresi sürecine dönün. İl kongresi sürecinde biliyorsunuz mevcut il başkanı Rıfat Naltbantoğlu vardı, başka adaylar vardı. Ekrem Abi aday bile değildi.
ÖNDER SAV AZİZ BAŞKAN'A DEDİ Kİ…
SOYOÐUL: O da torbadan çıkmıştı!
YÜKSEL: Deniz Baykal yine mahalle delegesine bile müdahale ettiği gibi, Rıfat Nalbantoğlu aday olmayacak diye oradan tutturdu. İzmir'de Deniz Baykal gerçi bunu ilk defa yapmamıştı, benim ilk il başkanı seçildiğimde de bana karşıydı, Kemal Bey'i destekliyordu. Ona rağmen seçilmiştik. Selçuk Ayhan aynı şekilde. Orada Deniz Baykal bunu söylemiş olmasına rağmen Rıfat Bey yine aday olabilirdi ve kesinlikle de seçilirdi. Güçlüydü. Ama parti yıpranır diye aday olmadı. Selçuk Ayhan'la Deniz Bey, 'seçilsin, ertesi gün görevden alırım' diye haber göndermişti. Genel başkanla tartışmalı bir il başkanı olmaz demiştim ya az önce, bundan dolayı da herhalde Rıfat Bey aday olmadı. Ve Ekrem Bey aday yapıldı, partinin antidemokratik tüzüğüyle Yüksel Demirsoy aday bile olamadı, yeterli imzayı bulamadı. Dolayısıyla çok demokratik bir şekilde oluşmuş bir şey değil aslında. Ekrem Bey hem partisini, hem ülkesini seven bir ağabeyimizdir. 80 yıl da hizmet etmiş. İstese istifa etmez. Ekrem Bey bu istifayı düşürülme korkusundan falan değil, partiye zarar vermeme duygusuyla kararıyla aldı bence.
Ben Önder Bey ile Ankara'da da konuştum. Rıfat Bey'in hakkının yendiğini ve iadeyi itibar yapmak gerektiğini söyledi bana, böyle izah etti. Ve o zaman döndü Başkan'a (Aziz Kocaoğlu'na) dedi ki, 'Bak dedi, ben, sen istediğin için Alaattin Yüksel'i Parti Meclisi'ne almadım. Tabii ki sen Büyükşehir Belediye Başkanı olarak talepte bulunabilirsin, biz de o talebi değerlendirebiliriz her zaman. Ama Alaattin Yüksel'i özel olarak Parti Meclisi'ne ben kendim koymak istediğim için koydum.'
Şimdi Ümit diyor ya 'zamanında Aziz Kocaoğlu'nu Alaaddin Yüksel seçtirdi, şimdi de Yüksel'i Kocaoğlu PM'ye seçtirdi' diye. Öyle değil o işler, hani biraz önce Kemal Kılıçdaroğlu'nda o potansiyel olmasaydı dediğimiz gibi… O zaman da kaç tane meclis üyesi vardı, ama Aziz Kocaoğlu seçildiyse; nedeni, onda bir potansiyel olmasıdır.
Önder Bey dedi ki, 'aynı şekilde geçmişte Alaattin Yüksel'in de bu partide hakkı, hukuku çiğnendi. Onun da iadeyi itibara ihtiyacı vardı ve daha yararlı olacağını düşündüğüm için Parti Meclisi'nde olmasını ben istedim' dedi. 'Aynı şekilde Rıfat'a da iadeyi itibar yapmak lazım.' Dedi.
Genel başkan daha seçilmeden Türkiye için yüzde 40 hedefini koymuştu, şimdi yükseltmesi gerekiyor bu dönemde. Biz de bu hedefi İzmir'de yüzde 70 falan koyup bu hedefe ulaşmak için hep birlikte yeni il başkanımızla, CHP içinde hiçbir sorun yaratmadan, birlikte çalışmamız gerekiyor.
AZİZ BAŞKAN BANA 'AMAN PARTİYE BULAŞMA' DEMİŞTİR…
SOYOÐUL: Sizin Aziz başkanla birlikteliğiniz ve bazı sonuçları, hep bir vefa gibi görüldü. Hani röportaja da siyasette vefa ile başladık ya… Siz bir dönem Aziz Bey'i belediye başkanlığına taşıyan isimlerden biri oldunuz… 5 yıl siyasetten uzak kaldıktan sonra size siyasetin yolunu açan da bu kez Aziz Bey oldu yorumları yapıldı, yazıldı. O vefanın karşılığı ödendi gibi yorumlardı bunlar.
YÜKSEL: Evet, bu basite indirgeme, beni yaralıyor, üzüyor açıkçası. Çok yüzeysel bir yorum bu.
SOYOÐUL: Nasıl bakalım peki bu ilişkiye? Kaldı ki biz sizin aranızda zaman görüş ayrılıkları, kırgınlıklar, kızgınlıklar olduğunuzu da biliyoruz/duyuyoruz.
YÜKSEL: Tabii tabii oluyor. Neden olmasın, insanız biz. Bakın Aziz Kocaoğlu ile üniversite yıllarından beri arkadaşız. Ve bu böyle herhangi bir yerde, herhangi bir arkadaşlık değil. Düşünce birliğinin yarattığı bir arkadaşlık. O dönemdeki, o devrimci gençliğin içinde, Türkiye için, dünya için yaptığımız yorumlarda beraber olduğumuz için iyi arkadaştık ve hala süren bir arkadaşlık var. Ben il başkanlığı yaptığım dönemde sürekli Aziz Kocaoğlu'na, özellikle ikinci dönemde, 'gel ne olur seni il yönetimine alayım' diye ısrar etmişimdir. Ve Aziz Kocaoğlu kabul etmemiştir. 'Ben Bornova'da mutluyum, partiye katkıda bulunurum ama benim bir şey olma gibi bir niyetim yok, beni ile mile taşıma. Burada Bornova'da katkıda bulunayım, ilçe yöneticisi düzeyinde katkıda bulunayım' demiştir. Önemli bir işadamıdır Bornova'nın. Pazaryerinde çıkıp 'gelin siyasete katılın' diye bildiri dağıtmıştır vakti zamanında. Aziz Kocaoğlu bu özelliklerinden, bu niteliklerinden, siyaset yapma amacındaki o dürüstlükten temizlikten, yurtseverlik duygularından dolayı benim tarafımdan desteklenmiş, aday olarak önerilmiş, desteklenmiş ve seçilmiştir. Başka herhangi bir ilişki…
SOYOÐUL: Aziz Bey bunu bir vefa olarak göremez mi peki? Ya da görmüş olamaz mı?
YÜKSEL: Tam tersine. Bakın görebilir ama ben vefa duygusu diye bir şey kabul etmiyorum, reddediyorum. Çünkü tam tersine, Aziz Bey bu beş yıllık süreçte bana 'aman ne olur Alaattin bir daha partiye bulaşma' demiştir! Herhangi bir yere aday olmaya kalktığım zaman 'otur oturduğun yerde, ne olur yapma' demiştir.
SOYOÐUL: Niye söylüyor böyle?
YÜKSEL: Kurtuldun, kurtardın kendini particilikten demek istediği için. Çünkü siyaset yapma koşulları yok diye Türkiye'de, 'ben zorunluyum yapıyorum, hiç değilse sen yapma, yanma' demiştir. Çok daha önemli bir şeyi de anlatayım bu arada. Mesela il kongresi sürecinde bana haberler geliyor.
SOYOÐUL: Hangi il kongresi süreci, CHP'de o kadar çok böyle süreç yaşandı ki?
YÜKSEL: Son il kongresi. Ekrem Bey'in seçildiği. Bana bir şekilde Deniz Bey'e yakın insanlar tarafından haberler geliyor. 'Gelsin, Deniz Baykal kimleri affetmedi ki, Alaattin gibi kaliteli nitelikli bir adamı mı affetmeyecek! Aslında Deniz Bey de kendisini çok sever. Başarılı. Alaattin'i Aziz bey alsın getirsin, biz beraber konuşuruz. Tekrar il başkanı olsun' gibi sözler. Daha önce de bana birçok kez 'gelsin bir konuşma yapsın gençlik kolları kurultayında falan' gibi, buna benzer böyle çok haber geldi. Siyaseti bir yere ulaşmak amacıyla yapan insan için bulunmaz fırsat sayılacak çok fırsat sunuldu bana; sunulmadı değil. Ben bunları hep reddettim. Çünkü gidip biat etmem gerekiyordu. Bu arada Aziz Bey'in düşüncesini söyleyeyim size; asıl önemli dediğim o. Bu anlattıklarımı bana söylüyorlar, ben gidip bunu Aziz Bey'le paylaşmıyorum. Kendim direk reddediyorum. Bunu aynı zamanda gidip Aziz Bey'e de söylüyorlarmış, sonradan biz bunları konuşuyoruz.
Kongre geçiyor, kongreden sonra konuşuyoruz dost sohbetlerinde. Aziz Bey'e diyorlar ki, 'Al gel Alaattin'i, Deniz Bey'le görüştür aday yap. İl başkanı seçtir.' Aziz Bey'in verdiği yanıt ne biliyor musunuz? 'Diz çöktüremediğiniz bir tek Alaattin Yüksel kaldı, onu da diz çöktürtmeyeceğim! Eğer Alaattin aday olsun, karşı çıkarım' diyor. 'Böyle bir şeyi yapmaz benim arkadaşım/dostum, ama yaparsa da ben karşı çıkarım' diyor.
SOYOÐUL: Aranızdaki ilişkiyi anlatma açısından ilginç bir not!
TİCARET ODASI SEÇİMLERİNDE AZİZ BEY BANA 'ADAY OLMA' DEDİ
YÜKSEL: Ticaret Odası seçimlerinde de mesela çok spekülasyon yapılı. Aziz bey bana 'aday olma' dedi mesela. Hatta ben bir gün alındım. Çok ilginçtir, 'ne güzel işte hayatın var, ne işin var, niye aday olacaksın' gibi sürekli sözler söylüyor. Bana üç dört yıldır Ticaret Odası'ndan hatta Ekrem'in yönetim kurulundan insanlar, aday ol diye sürekli teklif ediyorlardı. Ben hep reddediyordum. Son seçimden önce de böyle oldu. Ben reddettikçe dönüp Aziz beye gidiyorlardı, 'ya işte Yüksel beyi sen ikna et, aday olsun' diye. O da kovalıyordu neredeyse insanları, 'ya gidin adama bulaşmayın, uğraşmayın' diye. Sonra bir gün, beş altı arkadaş birlikteyiz, benim yanımda yine söylediler. 'İkna et, Alaattin'i aday olmuyor' dediler. Bu yine aynı şeyleri söyledi.. Bu kez içerledim. Bir ara döndüm 'Ya Aziz, senin kafanda başka bir şey mi var' dedim.(kahkahalar) İnsani bir şey tabii.
SOYOÐUL: Ne dedi Aziz Bey?
YÜKSEL: Dedi ki 'yok abi, ne olabilir ki? Ben tamamen seni düşündüğüm için söylüyorum. Ama aday ol, tabii ki desteklerim. İstiyorsan ol' dedi. Aradan bir süre geçti. İşte neyse biz bir şekilde ikna edildik, aday olduk. Aradan geçti 15 gün. Deli gibi koşturuyoruz çalışıyoruz. Ben şikayet ettim bir ara ona. 'Haa dedi, kafanın arkasında bir şey mi var?' (kahkahalar)
SOYOÐUL: Peki size destek oldu mu, o dönemde İTO seçimleri sırasında?
YÜKSEL: Şimdi Büyükşehir belediye başkanlığı hakikaten ayrı bir şey. Öyle şeylerde destek olmaya kalktığın zaman ters tepebiliyor. Ters tepiyor. Yapmak istedi. Bir iki şey de kendine göre yaptı da. Ama o yaptım zannettiği şeyler, hep ters tepti ve oy da vermediler. Tam tersine o ilişki korkuttu mesela AKP'yi. Ve Ekrem Bey'i istemiyor olmalarına rağmen, 'Aman Büyükşehir'de Aziz, İTO'nun başında da Alaattin olursa' endişesiyle Ekrem Bey'e destek verdiler. 'Önümüzde Büyükşehir seçimleri var, partinin oylarını yüzde 2.5 artırır' diye hesap yapmışlar, onlar karşı çıktılar ve Ekrem beye destek koydular. Yani Aziz Bey'in arkadaşım olması, tam tersine benim seçilmemi engelleyen şeylerden bir tanesiydi. Ha, belki de iyi oldu. Ben her akşam eve gittiğimde, 'eyvah seçilirsem ne yapacağım' diye düşünüyordum. Belki de Ekrem Bey de her akşam eve gittiğinde 'eyvah kaybedersem ne yapacağım' diye düşünüyordu! (kahkahalar)
Bakın bizim durumumuzda olan… Bir adamı alıyorsun Büyükşehir Başkanlığı'na taşıyorsun diyelim, değil mi? Türkiye'deki klasik siyaset yapma anlayışında, bunlar karşılıklı inanılmaz bir çıkar ilişkisi içinde yürüyor. Ve bunun başka bir türlü olabileceğini, Türkiye'de çok az insan anlıyor. Yani onlara göre biz siyasi, ekonomik bir sürü çıkar sarmalı içinde olabilirdik. Ama Aziz Bey babasına da, oğluna da, arkadaşına da hiç kimseye böyle bir çıkar sağlama anlayışında zaten değildir. Ve bizim arkadaşlığımız/dostluğumuz, asla çıkara dayalı bir birliktelik değildir yani. Tamamen düşünce birliğine dayalı, Türkiye'nin geleceği için bir siyasi birlik.
SOYOÐUL: Zor elbette ilişkinizin böyle olduğunun anlaşılmasını beklemek…
YÜKSEL: Bakın mesela, İZSİAD'ta bir genel kurul yaptık, kongre yaptık yeni yönetim kuruluna seçildik. Ticaret Odası Başkanı'nı ziyarete gittik. Bir kurum, bir kurumu ziyaret ediyor yani. Ekrem Bey tutturdu 1.5 saat boyunca, bizim Büyükşehir'den şikayet etti, 'Aziz Bey şunu yapıyor, bunu yapıyor, Büyükşehir böyle yapıyor, şöyle yapıyor.' Bizim yönetim kurulundaki genç arkadaşlar da etkilenmeye başladılar. Hakikaten ya bu Büyükşehir, Aziz Bey ne kadar kötü bir adammış ya falan diye. Ben dedim ki, 'Ekrem bey bu sizin saydığınız, söylediğiniz şeylerin İTO ile bir ilgisi var mı' dedim. Sözünü ettiğiniz şeylerin hepsi sizin özel şirketleriniz ile ilgili şeyler. Ticaret Odası'yla bir ilgisi var mı? Yok. Biz buraya kurum olarak ziyarete geldik, İTO'nun sorunları varsa, söyleyin. O arada dedi ki, 'ben heykelde Pazar günü miting yapacağım Büyükşehir belediyesine karşı.'
SOYOÐUL: Hiç hatırlamıyorum.
YÜKSEL: Kaç yıl önce işte tarihini ben de hatırlamıyorum, miting yapacağım dedi. Dedim ki 'Bakın Aziz beyin size özel bir düşmanlığı mı var? Onun için mi size bunları yapıyor?' 'Bence öyle' dedi. 'Peki bakın ben size bir şey anlatayım' dedim. 'Bakın benim en yakım dostum arkadaşım. Benim dedim Bornova'da bir arsam var. Hatta Aziz Bey henüz belediye başkanı değilken, tüccarken beraber de gidip bakmıştık. Alayım mı diye onun fikrini de sormuştum, o da almamı tavsiye etmişti. Bir bölümü kamulaştırma alanı, bir bölümü de inşaat yapabileceğim bir alan. Bakın benim o kamulaştırma alanı olan bölgeyi, yanlışlıkla yeşil alan diye işaretlemişler, karayollarının kamulaştırması gerekiyor, ona engel oluyor. Ukome'ye müracaat ettim ben, 'arsama neresinden girebilirim, arabalarımı koyayım, kullanabileyim hiç değilse' diye Ukome'ye başvurdum. Ukome'nin başında galiba Gül hanım vardı. Ben belediyenin hiçbir kurumunu ziyaret etmemişimdir, gitmem. 'Bir vaziyet planı çizilsin, Alaattin Bey'e de giriş yeri vermeye çalışalım' diye bir haber geldi oradan. 'Ben vaziyet planı falanı çizmem, çizdirmem; uygunsa versinler, uygun değilse hayır biz buraya giriş veremeyiz diye görüş versinler' dedim. Ve 'uygun değil' diye cevap geldi Ukome'den. Ben kendi arsama şu an ayak basamıyorum dedim. Hala da öyle. Ekrem beye anlatıyorum bunu. Bundan belediye başkanından haberi bile olmaz. 'Sizce Ekrem bey, Aziz Başkan bunları bana düşmanlığından mı yaptı' dedim. Bu durdu, 'Pazar günü mitinge sen de gel' dedi. (kahkahalar)
SOYOÐUL: Çok güzel, esprili bir cevap vermiş.
YÜKSEL: Tükiye'de işler nasıl yürüyor biliyorsunuz. İnsanlar bu tür bir ilişkiyi anlayamıyor. Bazen beni arıyorlar söylüyorlar 'işte sen telefon edersen, Aziz bey işe alır' falan diye. Ben bunun olamayacağını anlatamıyorum kimseye…