Siyasetin, siyasetçi boyutu ile seçmen boyutu farklı özellikler taşır çoğu zaman. Şu sıra profesyonel siyaset, PKK’nın silah bırakması ile Ekrem İmamoğlu’nun yargı darbelerine karşı mücadelesi gibi konular ile meşgul.

Siyasetin seçmen boyutunda ise, geçim sıkıntısı ve ekonomik kriz başta olmak üzere sağlık, eğitim ve adalet gibi temel kamu hizmetler alanındaki sorunlar öne çıkmaktadır. Gelir ve refah sorunu ile kamu hizmetlerinde yaşanan sorunlar bakımından ciddi bir siyasal kriz içindeyiz.

Peki, bu seçmene nasıl yansıyor? Altmışlı, yetmişli ve hatta seksenli yıllarda olsaydık, iktidar buna dayanamazdı. Ancak artık farklı bir dönemdeyiz. Saray rejimi kurumları o denli Tek Adama bağladı ki, artık iktidar devletin baskıcı ve ideolojik aygıtlarını toplu olarak kullanmaktadır.

Medya, eğitim kurumları, Diyanet İşleri Başkanlığı, camiler, tarikatlar yıllardır yoksulluğun ne kadar iyi bir şey olduğunu anlatmakla kalmıyor, Erdoğan’ın çok güçlü, olmazsa olmaz lider olduğunu anlata anlata bitiremiyor. İdeolojik aygıtların yanı sıra sosyal yardımlara bağımlı hale gelen seçmenin bir bölümü, bunları kaybetme korkusu yaşamakta ve mevcut iktidarın gidişinden endişe edebilmektedir.

Kamuoyu araştırmaları ve sokak röportajlarını izlemeye çalışıyorum. Çok bariz olarak hoşnutsuzluk ve yoksullaşma şikâyetleri öne çıkıyor. Bilhassa emeklilerde bu çok yaygın.

Seçmenlerin parti tercihlerinde AKP ile CHP birbirine yakın oranlara sahip gözükmektedir. Yani yirmi yılı aşmış ve şu anda ülkeyi çok kötü yönettiğine yaygın olarak inanılan AKP veya Erdoğan’ın desteğinin halen yüzde otuz düzeyinde olmasını nasıl açıklamak gerekir?

Az önce dediğimiz gibi, AKP ve Erdoğan’dan vazgeçmenin bazı ideolojik ve maddi zorlukları var. İslamcılık ideolojisinin etkili olduğu kesimler, ekonomik zorluklara rağmen iktidardan vazgeçemiyor. Ayrıca şu veya bu şekilde mevcut iktidarın sosyal yardımları ve himayeciliğinden yararlanan milyonları da hesaba katmak lazım.

AKP’nin üye sayısının 11 milyonun üzerinde olması, normal bir üyelik sayılabilir mi? Bu, kesinlikle sadece gönüllülük ilişkisi ile değil, himaye görme beklentisi ile açıklanabilecek bir sayı.

Diğer bir sorun şu: Seçmenin en az üçte biri, kararsız veya oy veremeyeceğini açıklıyor. Bunun çeşitli yorumları yapılabilir tabii ki. Birincisi, her zaman seçmenin en az yüzde on beş, yirmisi zaten oy kullanmaz veya geçersiz oy kullanır. Bunların bir kısmı ilgisiz seçmendir, diğer bölümü ise tepkisel seçmen.

Sokak röportajlarında en dikkat çekici hususlardan birisi, büyük bir mutsuzluk yaşayan ve bunu iktidara/Erdoğan’a bağlayan seçmen sorunu. Seçmenlerin büyük bölümü erken seçim istiyor ve Erdoğan’ın gitmesini istiyor. Ama bu tepkiler, aynı oranda muhalefete geçiş anlamına gelmiyor.

Yani seçmen mutsuz olduğu kadar umutsuz da. Ne olacak ki, kime oy vereceksin ve bir şekilde Erdoğan iktidarı bırakmaz türünden karamsar tutumda olanların sayısı hiç de az değil.

CHP Cumhurbaşkanı aday adaylığı için yola çıkan Ekrem İmamoğlu’nun İzmir’den başlatıp, büyükşehirlerde sürdürdüğü salon toplantılarında, uzun zamandır görünmeyen bir coşku izlendi. Tabii İmamoğlu’na büyük bir coşku ile destek veren bu kitle CHP üyelerinden oluşuyor. Onlar, Erdoğan’dan kurtulma umudunu İmamoğlu’na başlamış durumda.

Salonlardaki bu coşku, sokağa yansır mı? Yani CHP üyelerinden öte iktidardan uzaklaşmak isteyen seçmenlerin umuduna dönüşür mü? Bunun olmaması için, iktidar, daha önce de söylediğimiz gibi, devletin tüm ideolojik ve baskıcı aygıtlarını harekete geçirmiş durumda.

İşte genel olarak muhalefet ve CHP/İmamoğlu’nun önündeki zor sınav. Bu koşullarda karamsarlığı dağıtmak ve umut olmak.