Gazeteciliğin prensip olarak en önemli ilkesi bağımsız haber yapmaktır. Yani bağımsız haber üreterek gazeteci kamu görevi üstlenir. Oysa ki, gerçek öyle midir? Hayır. Basın kuruluşları gerek taraf oldukları dünya görüşü ama daha da önemlisi finans ve çıkar sorunu nedeniyle bu ideal durumdan giderek uzaklaşmışlardır.

Bir süre önce Medya patronları başta inşaat ve enerji gibi çeşitli sektörlere de yönelince, iktidar ile daha yakın ilişkiler içine girmişlerdi. Öte yandan AKP ve Erdoğan iktidarı önceki dönemin kısmi özerkliğe de tahammülü yoktu. Bu nedenle medyada da daha keskin yandaşlık oluşturdu.

Gazetecilerini uçakta yanında taşımaya ve toplantılara da başka gazetecileri almamaya başladılar. Yine de son 10-15 yıldır muhalif basın adı altında oluşumlar gerçekleşti. Birkaç gazete AKP ve Erdoğan'a muhalefet ediyordu ve muhalif TV kanalları da giderek daha fazla izleyici kitlesine ulaşmaya başladı.

Böylece yeni bir tanım da ortaya çıktı. Havuz medyası ve dışında kalanlar. Yani saraydan nemalananlar ve diğerleri.

Ancak muhalif medya grubunda yer alan kesimin de muhalif olmakla birlikte bağımsız olduğu söylenemez. Çünkü onların da finans kaynakları arasında muhalif belediyeler çok önemli bir kaynak oluşturmaktadır. Bir yandan muhalif seçmene hitap ederek izleyici kitlesini büyütmeye çalışırken bir yandan da belediye başkanlarının ve bazı milletvekillerinin/siyasetçilerin maddi desteğini almaktadırlar.

Bu anlamda ulusal düzeyde yayın yapan gazeteler içinde ideolojik konumu gereği farklı yerde duran Evrensel ve Birgün gibi bazı gazeteler kısmen bağımsız hareket edebilmektedirler.

Çok yıllar önce Milliyet Ege'de yazıyordum. Çeşme Germiyan'daki bir taş ocağı davası üzerine bir yazı göndermiştim. Yayın yönetmeni arkadaş, (Ya bu adam Aydın Doğan'ın hemşerisi imiş, ondan rica etmiş) diye açıklama yapınca, benim yayınlanmayan yazımdan nasıl haberdar olmuş dedim. Meğer söz konusu taş ocağı sahibi hem gazeteye gitmiş ve hem de Rektörü arayarak beni şikayet etmiş.

'Yazıyı çekmem' dedim. Radikal gazetesi de Aydın Doğan'ın, biraz daha geliştirerek oraya gönderirim diye ekledim. Eğer başka yazı istiyorsanız diye bir veda yazısı gönderdim. Sonunda yazıyı yayınladılar.

Bundan birkaç yıl önce, Osman Güdü arkadaşımız arayarak, KRT'de Çeşme Projesi üzerinde bir program yapacağını söylemiş ve beni de davet etmişti. Av. Şehrazat Mercan ve Odaları temsilen de bir arkadaşımız katılacaktı. Ancak yayın duyurulunca, ertesi gün, iptal edildiği bilgisi geldi.

Geçen hafta Çeşme Kent Konseyi Başkanı Ahmet Güler, Sözcü Gazetesinden Gökmen Ulu'nun Port Alaçatı ile ilgili bir haber yapmak istediğini söyleyip, uygun musun diye sorunca, olumlu yanıt verdim. Görüşme günü, 'Haftaya perşembeye ertelendi' diye haber geldi. Ben de 'Ertelenme değil, iptal edildi bence' diye programa katılacak arkadaşlara karşılık verdim.

Nitekim de öyle oldu. Çünkü her zaman söylediğimiz gibi Port Alaçatı Projesi basit bir inşaat alanı değil. Masum hiç değil. Meşru hiçbir tarafı yok defalarca bu köşede yazdık. Siyaset ile beton sermayesi ve mafyayı da içeren ilişkiler ağından oluşmaktadır. Belediye mülkleri, villa ve arsaları ne oldu? Buradaki Marina ve plaj ihalesi hangi koşullarda ve kimlere verildi? Belediyenin ortak olduğu bu şirkette villalar nasıl oluyor da değerinin onda birine satılıyor. Ya da öyle gösteriliyor.

Öyle sorular var ki, bunlarla yüzleşmek için bağımsız olmak gerekir. Ama ucu CHP'li belediyelere de dokunur endişesi oluştuğu yerde bağımsız gazetecilik yapılmaz. Port Alaçatı, Çeşme'nin kara kutusudur ve bununla yüzleşmeden Çeşme'de kimse temiz siyasetten söz edemez...