Bu topraklarda zuhur etmiş iki kültür, iki yaşam biçimi arasındaki sıkıntılı mesafeler tehlikeli biçimde açılmaya başladı. Öyle ki dönüşü olmayan bir yola girilmiş olması kuvvetle muhtemel...

Kürtler, yaşadıkları topraklarda zulüm görüyor. Evleri başlarına yıkıldı. Telafisi olmayan yıkımlar yaşıyorlar. Ve bütün bunları neden yaşadıklarını korkarım Kürtler de bilmiyor. Devlet ile görünmez Kürt devleti arasında oluşan gerilim hattında Kürtler bir seçim yapmaya zorlanıyor. Fakat demokratik yönetim ve bir arada yaşama koşullarına dair hiçbir şeyin konuşulamadığı bu iklimde yapılacak seçimlerin yol açacağı sorunların çok daha çetin olacağı bir gerçek.

Son olayların etkisiyle Türkler ile Kürtler arasında ortaya çıkan husumete dayalı ilişkiler, olası bir yol ayrımının neredeyse bütün koşullarını barındırıyor.

Kürtler ve Anadolu Türkleri, hayatta duruşlarıyla birbirlerine hayli yabancılar. Birinciler toprağa doğru bakıyorlar, ikinciler ise ileri doğru bakıyorlar... Birinci tavır doğuludur. İkinci tavır batılıdır. Birincilerin yüzü ölüme, ikincilerin yüzü hayata dönüktür.

Her iki kültür bir arada yaşar ama birbirine karışmaz. Birbirini dışlayan bu iki kültürü bir arada tutan, tahammüldür. Tolerans yoktur; varmış gibi yapılır. Çünkü aynı coğrafyada yaşayan bu iki gruba; 'Siz bir milletsiniz!' denmiştir. Millet olamadan millet gibi yaşamak zorunda bırakılmış iki halk…

İmparatorluk topraklarında başlayan millet olma meselesi, Cumhuriyet tarihi boyunca da çözüme kavuşmadığı gibi, bugün çok daha çetrefil bir hal almış bulunuyor.

Tarihsel olarak Anadolu topraklarında bin yıllık ortak geçmişe sahip olan Türkler ve Kürtler, anlaştıkları değil ama anlaşamadıkları konularda çatışmayı derinleştirdikleri ölçüde ayrıştılar. Bu iki büyük grup arasında aşılması güç mesafeler oluştu. Mesafeler aşılmaz değil ama son gelişmelerden sonra, nasıl aşılabileceğini dahi konuşamaz duruma geldik.

Giderek açılan mesafelerin aşılması için yeni bir sosyal sözleşmeye ihtiyaç vardı. Bu nedenle yeni kamusallık konuşulmalı diyorduk. Şimdi, diyemiyoruz.

Yeryüzü ölçeğinde farklılıkları öne çıkaran postmodern bakış açısı, gerek liberaller ve muhafazakarlar, gerekse sosyalistler tarafından büyük ölçüde benimsendi. Bu bakış açısına bağlı olarak, grup hakları, başat insan haklarından sayıldı. Herkes için olan haklar, salt bir grup için olan hakların kuyruğuna takıldı. Bu şekilde kimlik siyasetinin etkisi altına giren yeni siyasal anlayış uzun zaman prim yaptı. Kimliklerin kutsandığı siyaset biçiminin bütün uzlaşma kapılarını kapattığı nedense görmezden gelindi.

İnsan haklarını kimliklerin tanınmasına indirgeyen politikalar sonunda bütün kimlikleri öyle bir konuma taşıdı ki, herkes haklı oldu. Artık hiç kimse, kendisinin haksız olabileceğine ihtimal vermiyor.

Geçen yüzyılın sonunda, yeni dünya düzeninin yönetici zümreleri ve siyasal öncüleri insanlığa bir çağrı yaptı; 'Kimlikleriniz onurunuzdur!'

Alt metin ise şöyle anlaşıldı; 'Onurunuz için ölebilirsiniz! Buyurun haklılar arenasına! Ölün, öldürün!'

Bu davete uyan halklar birbirini sonuna kadar kırdıktan sonra, muktedirler için, kalanların icabına bakmak hiç zor olmayacak. Hem de destanlar yazarak, tarih falan yaparak…

Sistemin efendileri bu büyük krizin de üstesinden gelebilirse, bir yüz yıl daha böyle gider…

Türkiye, kimlik siyasetinin önemli boy hedeflerinden biri oldu. Şu an için, Türkler, Kürtler, Ermeniler, Sünniler, Aleviler, İslamcılar, bilerek veya bilmeyerek, kimlik siyasetinin unsurları durumundadırlar. Kamusal alanda yaşam normları çöktü. Yeni bir toplumsal mutabakatın koşulları giderek bulanıklaşıyor. Güneydoğu, tıpkı Ortadoğu gibi, bir Gayya kuyusuna dönüştü…

Herkes haklı veya haksız, sonuç itibarıyla, bütün taraflar, bu haklılık durumunu öldürmenin meşruiyeti olarak görüyor. Haklılık, öldürmenin gerekçesi olarak kabul görüyor. Görünür devlete karşı görünürlüğü olamayan devlet, bu ölüm oyununu meşrulaştırıyor.

Aşağılık bir iktidar paylaşımının figüranları olmak ve bu uğurda ölmek, iğrenç bir yazgı olmalı…

Ölümle böylesine hemhal yaşamak ve sorgusuz sualsiz, muktedirlerin oyununun parçası olmayı kabullenmek, insani bir durum değil.

Kardeşim, kaldır başını gökyüzüne bak! Yüzünü ölümden hayata çevir! Ölüme dair değil, yaşamaya dair konuşalım.