Binyılın başında iktidara gelen AKP'nin açılım politikaları sonucu din ve etnisite grup hakları ve özgürlükleri öne çıkarılırken; toplum, din grupları, etnisite grupları ve ulus devleti savunan laikler olarak ayrışmıştı.
Üç parçalı bu yapının ülke siyasetine ve kamusal yaşama etkilerini tartışırken, Gezi eylemleriyle birlikte ortaya çıkan süreçte değişimin yön değiştirdiğine, ülkenin iki kampa ayrıldığına tanık olduk.
Erdoğan'ın evlerinde zor tuttuğu %50 ve sokaktaki %50 gibi bir ayrıştırma siyasetiyle başlayan bu kamplaşma, son yerel seçimlerde %45'in antidemokratik bütün uygulamalara ve yolsuzluklara 'evet' demesinden sonra, dönüşü olmayan derin bir yarılma ihtimalini düşündürmeye başladı.
Önümüzdeki aylarda özerkliğini ilan etmesini beklediğimiz Kürtlerin dışında, 'Türkiye'deki Ortadoğu' ve 'Türkiye'deki Batı' ekseninde yeni bir bölünme eğilimi ortaya çıkmış bulunuyor. Ve bu eğilimin uzlaşma koşullarını barındırdığını söylemek çok zor.
Batı patentli demokrasiyi yadsıyan fakat otoriter yönetimleri kolaylıkla benimseyebilen AKP seçmeni, Türkiye'yi Ortadoğu'ya çekmektedir.
Buna karşın, demokrasi, özgürlükler ve insan hakları talepleriyle ortaya çıkan yatay toplum, Türkiye'yi Batı'ya çekmektedir.
Batı ile Doğu arasında oluşan gerilim hattında gerilip kalan Türkiye'nin yeni bir toplumsal uzlaşmanın koşullarından giderek uzaklaştığı ve böyle giderse kamusal alanda işlerin daha da karışacağı kuvvetle muhtemeldir.
'Türkiye'deki Ortadoğu' denebilecek %45'lik tabanı ile Erdoğan, bir yol ayrımına gelmiş bulunuyor; Ya Üçüncü Dünya'nın Baas siyaseti ve İslamcı antikapitalizme dayalı yeni bir yol… Ya da uluslararası sisteme yeniden biat... Üçüncü ihtimal ise, düşünmek bile istemediğimiz Arap Baharı sendromu…
Bu açıdan bakıldığında, son zamanlarda ortaya dökülen tapeler ve paralar, Erdoğan'ın öfkesi ve verdiği tepkiler daha anlamlı hale geliyor.
Bir davanın ve siyasetin finansmanı söz konusu olduğunda, paraların nasıl ele geçirildiği, o lidere biat eden kitlelerce pek sorun yapılmıyor. Son dönmede yaşananlar ve %45'in verdiği tepki, tam olarak böyle bir durumu işaret ediyor.
Uzun yıllar, PKK ve uyuşturucu ticareti üzerine bir sürü belge yayınlandı. Ama Kürtler böyle bir nedenle Öcalan'ı yargılamıyorlar, suçlamıyorlar; tam aksine, onu yüceltiyorlar.
Yaptığım bu değerlendirmeden, Erdoğan'ın sistemle mücadele ettiğine, antikapitalist kampta yer alarak küresel dünya sistemine savaş açtığına inandığım sonucu çıkartılmamalı.
Sistemde tutunamayan Erdoğan'ın, Ortadoğu'nun otoriter rejimlerinin en iyi sığınağı Baasçı siyasete yöneldiğini düşünüyorum. En kötü koşullarda bile Ortadoğu'da bu siyaset biçiminin %50 destek bulduğunu Erdoğan biliyor. Otoriter yönetime teşne 'Türkiye'deki Ortadoğu' toplumunda %50 destek aramak, Erdoğan için yerinde bir hamle gibi görünüyor.
Erdoğan'ın izlediği politikaların yaratacağı en kritik sonuç ve bu sonuca bağlı sorun; Türkiye'nin bin yıllık Batılılaşma serüveninde, ilk defa yönünü batıdan doğuya çevirmesi olacaktır.
Türkler tarih boyunca hep batıya doğru ilerlemişlerdir. Selçuklu İmparatorluğu da, Osmanlı İmparatorluğu da yapısal olarak batılı imparatorluklardır.
Anadolu'da doğu-batı sentezinin çöküş süreci sürüyor. Erdoğan politikaları başarıya ulaştığında, bilinmeli ki Türkiye'deki Batı çökmüş olacaktır.
Bu çöküş süreci, hiç beklenmedik biçimde, Ege'de demokratik özerkliği gündeme getirebilir.
Batılı Türkler, Ortadoğu toplumlarına teslim olmaz; Türkiye iki parça olur ama yaşam tarzlarından taviz vermezler. Yaşam tarzlarını savunmak için Gezi eylemlerinde sergiledikleri tavır çok net bir mesajdır.
Tarihin akışını tersine çeviremezsiniz.