Pek çok kişinin savunduğu bir tez şunu iddia eder; Türkiye'de AKP Hükümeti ile birlikte, rejim değil, iktidarın sahipleri değişmiştir. Eskiden sermaye sahipleri Atatürk devrimleri ve Cumhuriyet'i destekler iken, şimdi İslamcı yada en kibar tabirle 'Müslüman' sermaye destekli bir iktidar yönetimdedir.
Ne kadar doğru acaba?
Analiz edelim;
AKP yönetimi öncesinde AKP' ye karşı çıkan işadamları yada sermaye gruplarından hangisi AKP iktidara geldikten sonra saf dışı ilan edilmiştir?
Büyük sermaye kuruluşlarına baktığınız zaman böyle bir tasfiyenin olmadığını görecekseniz. Çünkü sermaye; doğası ve çıkarları gereği rejimin İslamcı yada laik olması ile falan yakından ilgili değildir. Bu nedenle AKP' nin iktidara gelmesi sadece sermaye sahiplerinin kendisini değil safını değiştirmiştir.
Ne zamana kadar? Ta ki çıkarlarını koruyup kollamaya devam edecek daha güçlü yeni bir siyasal parti iktidara gelinceye kadar elbette!
O zamana kadar şimdiki iktidarla sermaye arasındaki 'al gülüm, ver gülüm' anlayışına dayalı işbirliği devam edecektir. (Bkz. Sabancı Üniversitesi Rektörü'nün yeni eğitim yasası ile ilgili verdiği röportajda 'ilkokula giden kız çocuklarının başını örtmesinde bir sakınca yoktur' beyanatı.)
AKP iktidarı öncesi laik rejimi destekler görünen sermayedarlar; 'dinin siyasi istismarını' en azılı şekilde gerçekleştiren bugünlere gelinmesinde en büyük zemini hazırlayan12 Eylül darbesini de alkışlamamışlar mıdır?
Sermaye, cumhuriyet sonrası palazlanmaya başladığı ilk yıllardan itibaren, tıpkı Osmanlı döneminde Sultan'ın etrafında toplandığı gibi, Cumhuriyet sonrasında da daima iktidardaki güç odaklarına yakın durmuştur. Sermaye için kimin iktidarda olduğundan ziyade, her zaman 'iktidarın kimin çıkarlarından yana olduğu' önem arz etmiştir.
İktidar, sermayenin çıkarlarına dokunmadığı sürece ve zenginlerden yana olduğu sürece 'A Partisi gitmiş, B Partisi gelmiş', sermayenin umurunda olmamıştır.
Bu kapitalizmin ve burjuva iktidarlarının temel yaşam felsefesidir. İş adamları bu felsefenin sadık birer uygulayıcısıdırlar. Aksi; onların yok olması demektir.
Bu nedenle, zenginlerimizin son eğitim yasası ile Türkiye'de İran'dakine benzer bir rejime gidişin önünün açılmasına itiraz etmemelerinde yada ses çıkarmamalarında da şaşılacak bir şey yoktur.
Özdemir İnce ve Rahmi Turan gibi Atatürk devrimlerinin ve laikliğin savunucusu cumhuriyet neferlerinin çalıştıkları gazeteden kovularak susturulmaya çalışılmasına, basında gazeteci olduğunu iddia edenlerin gıkını çıkarmadan seyretmesi, sermayenin 'neden yana olup olmadığını' son günlerde ispat eden en güzel örneklerden biridir.
Bu son örnekte de görüldüğü gibi varlığını sürdürmek için iktidar yalakalığı yapmaya mahkum olan medya sahibi sermaye uşaklarının 'paraya giden her yol mubahtan' başka hiçbir ilkesi yoktur!
Ne anlamlı değil mi ama? Bir zamanlar şimdi yalakalık yaptıkları iktidarın başındaki de 'demokrasi bizim için amaç değil araçtır' demişti.
Sermaye sahibi zenginlerimiz için de aynı şey geçerli değil mi? Kendi ayrıcalıklarını ve sömürülerini sürdürebilmek için demokrasi görüntüsü altında halkın dini duygularının ve cehaletinin siyasi amaçlar uğruna istismar edilmesine ses çıkarmamak…
Ne yazık ki kız çocuklarımız ve kadınlarımız İran ve Suudi Arabistan'daki gibi bir karanlığa gömülünceye ve bu garanti altına alınıncaya kadar Atatürk devrimlerinden yana cumhuriyet aydınlarının kıyımına yönelik bu türden örnekler bitmeyecek…
Oysa, bu ülkenin masum evlatlarının da aydınlık ve çağdaş bir geleceğe kavuşma hakkı vardı.
Yazıklar olsun, para için ülkesini satanlara ve evlatlarının gelecek yıllarını feda edenlere…
Sayın Zülfü Livaneli'nin çok haklı olarak dediği gibi 'değmezdi be', değmezdi!