Bir baba düşünelim.
Kendisi para kazanmaz ve çocuklarının kazandığı her paranın yarısını alır ve yaptıkları her harcamanın da yüzde 20'sini alır. O parayı alamadığı zaman da elinde ne var ne yok senden zorla alır.
Sonra aynı baba, aldığı parayı kahve köşelerinde uğursuz arkadaşlarıyla çarçur eder, kendisine lüks eşyalar alır, çocuklar aç mı, tok mu diye sormaz. Şikayet eden ve hatta ileri gidip dik başlılık edene bir güzel sopa atıp ceza da verir.
*
Sokaklarda 'açlık kuyrukları' uzuyor. Yazın 40 derece altında kimisi yağ, kimisi et, kimisi askıda ekmek, kimisi Kent Lokantaları'nda ucuz yemek…
Bir ayağımız uzay çağında göklerde, bir ayağımız belediyenin yardım kuyruğunda…
Bu sürdürülebilir değil.
Bu ülkenin insanları böyle bir yaşamı hak etmiyor.
Yıllarca çalışıp bu ülkeye vergi vermiş, alınteri dökmüş emekliye 12 bin 500 TL reva değil.
Karının nerdeyse yarısını, her bir kazancının yüzde 20'sini devlete ödemek zorunda kalan esnafa bu reva değil.
Hedefi Boğaziçi, ODTÜ olan bir gencin parasızlıktan ailesinin yanında üniversiteye gitmek zorunda kalması öğrenciye reva değil.
Bu uzar gider.
*
AB'ye tam üyelik masallarının anlatıldığı günlerde, üniversite koridorlarında, her şeyi göze alarak, 20'li yaşlarımızın başında yaptığımız özelleştirme karşıtı kampanyalar ve eylemler aklıma geldi.
Devlet küçülmemeliydi. Et, süt, kağıt, kumaş üretmeliydi.
Madenler ocakları sorumsuz kişilerin eline geçmemeliydi.
Demir-çelik üretilmeliydi.
Elektrik santralleri kurulmalı, liman ve havalimanı işletilmeliydi.
'Baba'mıza yalvardık. Kimseyi dinlemedi, 'babalar gibi' sattı.
Bunu yaparlarken gelişmiş ülkelerden, AB'den örnek verildi.
Sonuç…
Deniz bitti.
Devletin ekonomideki payı şu an yüzde 5'lere kadar inerken örnek verilen AB ülkelerinde bu oran yüzde 40'larda…
Üreticiyi küstüren, alt gelirliyi korumayan, uygun fiyata gıdaya ve diğer ihtiyaçlara ulaşımı sağlayacak, denge mekanizması kuramayan bir sistemin olmamasının sonucunu ağır bir fatura ile hep birlikte ödüyoruz.
Çözüm belli.
'Devlet Baba' yeniden sahalara dönmeli.