Türkiye yeni bir kırılma döneminden geçiyor ve memlekette olan biteni anlayabilmek gerçekten kolay değil.
Terör örgütü lideri Abdullah Öcalan'ın mecliste konuşması ve umut hakkı tartışmalarının başlandığı bir dönemde diyaloga dayalı daha ılıman bir siyaset ikliminin oluşması beklenirken DEM Partili belediyelere kayyum atanmasıyla devam eden yeni bir siyaset mühendisliği ile karşı karşıyayız.
AK Partili, MHP'li siyasetçiler hatta bakanlar dahi bence ne olup bittiğini anlayabilmiş değil. Bir yanda terör örgütünün 1 numaralı zanlısı Öcalan mecliste konuşturulmak istenirken bir yanda barışçıl tutumu ile bilinen Ahmet Türk'ün belediyesine kayyum atanması 'devlet aklı' konusunu tartışmaya açıyor.
Bahçeli'nin açıklamasında ise yeni anayasa tartışması ve Erdoğan'ın yeniden seçilebilmesinin önünün açılmasının sağlanması taraflar arasında 'pazarlık' konusu yapıldığını konusunda ipuçları veriyor.
İç barıştan bahsedilirken kayyumlarla aslında terör örgütünün ekmeğine yağ sürecek hamleler yapılıyor. Örgütün istediği devletin siyaset alanını daraltmasıdır ve siyaset kanalı tıkandığı noktada kazançlı çıkan örgüt olmuştur. Terör örgütü PKK, büyüyüp uluslar arası bir organizasyon haline geldiyse bir yanda siyaset alanı tıkananların yüzünü Kandil'e, YPG'ye dönmesindendir. Gerçek anlamda ülkede iç barışı tesis edecek bir strateji gelişse örgütün ülke içindeki faaliyetleri Kürtler için de sorgulanır hale gelecektir. Ancak uzun yıllardır işlerin böyle yürümediğini görüyoruz.
Diğer yandan CHP ile ilgili de bir hesap olduğu görülüyor. DEM Parti ile CHP'yi yan yana getirip iki partiyi bir potada eriterek PKK=CHP algısı oluşturmak ve parti içindeki milliyetçi tutum sergileyen siyasetçiler üzerinden CHP içerisinde bir yarılma oluşturmanın hedeflendiğini söyleyebiliriz.
İZMİR VALİLİĞİ VE BÜYÜKŞEHİR ARASINDAKİ GERİLİM…
Konunun İzmir yansımasını ise CHP içinde yaratılmak istenen 'yarılma' üzerinden değerlendirebiliriz.
Ülke sathında 'devlet aklı' konusunda soru işaretleri oluşurken İzmir'de iki kamu kurumu olan Valilik ve Büyükşehir arasında 'devlet adabı' tartışması yaşandı.
Şuna değinmeden geçmemek gerekiyor.
AK Parti'nin ve MHP'nin İzmir temsilcileri Tunç Soyer döneminden bu yana 2019'daki HDP ile yapılan 'gizli ittifak' sebebiyle İzmir Büyükşehir Belediyesi ile terör olgusunu ilişkilendirmeye çalıştı, CHP'ye oy veren seçmende algı oluşturulmak istendi. İşe alımlar ve Soyer'in HDP'ye yaklaşımları sebebiyle Soyer'i devlet karşıtı bir figür gibi lanse etmeye çalışan AK Partili ve MHP'li siyasetçiler, Soyer'in görevden ayrılmasının ardından bir süredir 'terör kartı'nı kullanmıyordu. Çünkü bu stratejinin 2023 ve 2024 seçimlerinde tutmadığı seçim sonuçları ile görülmüştü. Cumhur İttifakı siyasetçileri 7-8 aylık dilimde daha çok yerel yönetimlerin eksikleri konusunda bir strateji üzerinden yol yürüyordu ve bu bence toplumda karşılığı olma ihtimali daha yüksek bir strateji… Çünkü İzmirliler genel seçimde iktidara karşı refleksini değiştirmese de yerel seçimde AK Parti'ye hatırı sayılır bir oy verdi. Bunun da nedeni yerel yönetimin istenilen başarıyı gösterememesiyle alakalı idi.
Konuya yeniden dönelim.
TUSAŞ saldırısını gerçekleştiren teröristin iki kardeşinin Çiğli ile büyükşehir belediyelerinde çalıştığı, bir kardeşinin de Balçova'daki bir okulda kantin işlettiği ortaya çıkması sonrası Cumhur İttifakı siyasetçileri yeniden terör kartını çıkardı. Çiğli Belediyesi şahsı doğrudan işten çıkarırken okul kantini de MEB eliyle kapatıldı.
Büyükşehir'de ise farklı bir yol izlemeyi tercih etti. Konuyla ilgili İzmir Valiliği ile Büyükşehir Belediyesi'nin arasını açan gelişmeler yaşandı. Büyükşehir, teröristin kardeşinin işten çıkarılıp çıkarılmayacağı ile ilgili bir manevra yaparak konuyu Valiliğe sordu. Valiliğin açıklaması ise beklenmedik türdendi: 'İlgi yazılarınıza konu kişi birçok insanımızı şehit eden, eli kanlı bir teröristin kardeşi olunca, vicdanı muhasebe yapılması ve Valiliğimizden hukuki görüş sorulması, en hafif deyimle abesle iştigaldir'
Valilik kurumunun başka bir kamu kuruluşuna 'yaptığın abesle iştigal' demesinin gerçekten de çok da fazla bir örneği yok.
Valiliğin tutumu AK Partili ve MHP'li siyasetçilerin 'terör kartı'nı yeniden kullandırdı ve İzmir Büyükşehir ile terör denklemi yine yan yana getirildi. CHP ile AK Partili siyasetçiler arasında 'devlet adabı' tartışması yaşandı. Hatta valiliğin açıklamasının 'zeka ürünü' olduğu savunuldu. Aynı dakikalarda büyükşehir karşı açıklama yayınladı ve açıklamada eski tarım bakanı Bekir Pakdemirli'nin rektör kardeşinin FETÖ'den tutuklu olduğu vurgulandı.
Gelinen noktaya bakıldığında;
- Terör örgütü elebaşı Öcalan'ın meclise gelerek konuşma yapması ve umut hakkı verilerek serbest bırakılması noktasında alınan kararlar sebebiyle sıkışma yaşayan AK Partili siyasetçilerin aradığı maden valilik açıklaması ile bulundu. AK Partili ve MHP'li siyasetçiler, CHP tabanındaki milliyetçi kesimleri partiden ayrıştırmak ve partide bir yarılma yaratmak noktasında 'maden' bulmuştur.
-Büyükşehir Belediyesi, İzmir Valiliği'nin siyasal bir odak olarak algılanmasına yol açacak bir manevra yapmıştır. İzmir Büyükşehir Belediyesi kamu kurumundan ziyade uzun süredir siyasal bir odağa dönüştüğü algısı oluşmuşken İzmir Valiliği için de aynı algının oluştuğu yönünde değerlendirmeler yapılmaya başlanmıştır. İzmir Valiliği'nin büyükşehir ve diğer konularda siyasal çıkışlar yapıp yapmayacağını da izleyip göreceğiz.
-Büyükşehir'in Çiğli Belediyesi ile MEB'in hamlesinin tersine bir manevra yapması 'terör kartı'nın yeniden masaya dönmesine neden olmuştur. Alt yapı ve üst yapı noktasında yapacağı hizmetler ile anılması gereken bir kurum yeniden terör algısı ile anılmaya başlanması negatif bir durumdur ve bu algıdan hızla sıyrılınması gerekmektedir.