Son derece normal, olağan ya da gerçekçi görünen 'sihirli ve mantık dışı' öğeleri içeren bir sanat akımıdır büyülü gerçekçilik.

Gerçek ve fantastik; alışılmış ve alışılmamış tüm öğelerin mükemmel oranda bir araya gelmesiyle ortaya çıkar. Büyülü gerçekçi bir eser okuru şaşırtmadan doğal olan ile doğaüstü olanı kaynaştırır.

Yazılan her şey bir bütün olarak bakıldığında gerçektir; ancak tek tek üzerinden geçildiğinde hayret verici şekilde gerçeklikten uzak olduğunu idrak edersiniz.

Gerçeklik ile fanteziyi birbirinden ayıran net çizgiyi hassas bir silgiyle ortadan kaldırır.

Kahramanların düşleri gerçek deneyimlerle birleşir. Sihir, fal, batıl inançlar ve lanetler gibi birçok doğaüstü olay hayatlarının akışlarını kontrol eder.

İçinde mizah da barındırır, ironi de…Alegorilere de yer verir, masallara da…

Rüzgarla uçup giden kadınlar,

Uçmayı bilen ama yükseklik korkusu olan insanlar,

Âşık olan kediler, konuşan sandıklar,

Cemaatin küstüğü cesetler…

Bu akımın en iyi örneği 1982'de Nobel ödülü almış Kolombiyalı yazar Gabriel Garcia Marquez'in Yüzyıllık Yalnızlık adlı romanıdır. Yazar, çocukluğunun geçtiği kasabasını Macondo adıyla ve olağandışı unsurlarla süsleyerek anlatır. Buendia ailesinin, yapılan bir büyü sonucu ve akraba evliliği nedeniyle 100 yıl süren bir lanetle yaşamalarını konu eder. Gerçeklerle süslü doğaüstü olaylarla bezenmiş müthiş bir başyapıttır.

Çağdaş Alman Yazarı Patrick Suskind'in 1985 yılında yazdığı polisiye romanı 'Koku' adlı romanında da bu akımdan izlere rastlanır. Muhteşem bir koku yeteneği olduğu halde kendi kokusu olmayan, insanların kendine has kokularına sahip olmak uğruna cinayet işlemekten çekinmeyen dahi bir genç adamın hikayesidir.

Türk yazarlarımızdan İhsan Oktay Anar, Peyami Safa ve Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın bazı eserlerinde bu akıma rastlayabilirsiniz.

Hayatın göremediğiniz gizemi…

Sıra dışı, mantık ötesi…

Çift yönlü bir ayna gibi…Size yansıttığı gerçek ile arkasındaki sırda sakladığı gerçeklik.

Türk kanallarındaki Haberleri izlerken artık hissettiğim bu.

Politik, ekonomik ve sosyolojik olayların tümü büyülü gerçeklik akımından etkilenmiş bir korku romanı gibi.

Her gün farklı bir gerçeklik, her gün başka bir büyü. Bu büyü yüzünden yüzyıllık bir lanet üzerimizdeki sanki.

Normal hayatta olması-gerçekleşmesi imkansız şeyler haberlerde oldukça normalmiş gibi.

Anlamıyoruz.

Her sabah yeniden başlıyoruz kitabı okumaya, sayfaları bir bir çevirirken doğal akışında hayatla mücadelemiz devam ediyor. Akşam yatağımıza uzandığımızda gerçek yaşamlarımızla akıl dışı yaşananlar birbirine karışıyor.

Her mantık dışı habere alışıyoruz. Aynı bu akımda sıklıkla kullanılan inler, cinler, perilerin varlığına şaşırmadığımız gibi tepki veremiyoruz artık. Olduğu gibi bir bütün olarak bize anlatılanları dinliyor, kabulleniyoruz. Halbuki tek tek incelediğimizde her şey hayret verici, akıl dışı, gerçek dışı, olağan dışı, mantık dışı…

Gerçeklik algımız sürekli değişiyor. Hepimizin gözlerinde ve duyularında her defasında yeniden ve bambaşka şekiller yaratılıyor ve biz başta gerçek dışı bulduğumuz her şeyi normal karşılamaya başlıyoruz.

Öznel gerçekliğimizin netlik ayarları bozuluyor.

Alışıyoruz. Alıştığımızı sanıyoruz. Ama vicdanımız susmuyor. Gerçek değil sakın inanma diye bağırıyor. Cinler periler aklımızla dalga geçiyor. Kalbimiz doğru yolu bulmaya çabalıyor.

Elmayı ısırma, kurda kanma, iksiri içme.

Aynanın arkasını artık görmeye çalış…

Göremiyorsan sırrı kazı!

Büyülü Gerçeklik okurken güzel, yaşarken değil