Gazetelerde yer alan bir araştırmada Bank Asya 1. Lig, TFF 2. Lig ve TFF 3. Lig'deki 30 takımın, toplam 38 milyon 814 bin TL temlik borcu bulunduğu tespit edilmiş. ’¶
18 takımdan oluşan Bank Asya 1. Lig'de Konyaspor, Giresunspor, Çaykur Rizespor, Kocaelispor, Orduspor, Samsunspor, Çanakkale Dardanelspor, Mersin İdman Yurdu, Boluspor, Karabükspor kentlerinin tek takımları’… Yani bir evin tek evladı gibi’…
Buna karşın 7 kulübün gelirleri üzerindeki temlik miktarı, toplam 13 milyon 93 bin lirayı buluyor. Bir zamanlar üç büyüklere kafa tutan, ne transferde, ne de sezon içinde paranın sorun olmadığı Hasbi Ağalar’’ın, İsmail Uyanık’’ların takımı Samsunspor, Bank Asya 1. Lig'de, 3 milyon 701 bin TL temlik borcu ile ’“borçlular ligi’”nde liderliği elinde bulunduruyor.
İşin ilginç yanı puan cetvelinde de iki ve üçüncü sıraları paylaşan iki takımın Samsunspor'un ardından borçlular liginde de aynı sıraları paylaşması. Bunlardan biri 3 milyon 470 bin TL ile geçen yıl Süper Lig’’den düşen Konyaspor, diğeri de 2003-2004 sezonundan beri Süper Lig özlemi çeken ve kente de bu özlemi yaşatan İzmir’’in temsilcilerinden 2 milyon 486 bin TL borcu bulunan Altay’… Yine bir evin bir evlatlarından, Mersin İdmanyurdu’’nun borcu da 1 milyon 860 bin TL. İzmir’’in diğer temsilcileri Karşıyaka’’nın 1 milyon 224 bin, Bucaspor’’un ise 150 bin TL borcu var.
45 kulübün mücadele ettiği TFF 2. Lig'de de durum iç acıcı değil. 15 takımın toplam 21 milyon 529 bin TL temlik borcu bulunuyor. 53 ekibin yer aldığı TFF 3. Lig'de ise 8 ekip, toplam 4 milyon 191 bin TL'lik temlik borcuna sahip. Bunun Türkçesi, futbolumuz gırtlağa kadar borca batmış durumda.
Krizin teğet değil de delip geçtiği, hatta krater çukurları açtığı ülkemizde futbolun durumunun böyle olması çok doğal.
Ne var ki, başında bizden biri olduğumuz için değil, yönetim anlayışı, tarafsızlığı ve değişen dengeler karşısındaki kararlılığı ile her zaman takdir ettiğimiz İzmirli başkan Mahmut Özgener’’in bulunduğu Futbol Federasyonu, (Allah daha çok versin gözümüz yok) temmuz ayı itibarıyle gelirlerini krizde yüzde 270 arttırıp 55 milyon TL’’ye yükseltti. Ardından Bank Asya ile sözleşmeler yenilendi. TRT ve Ziraat Bankası ile kupa için yeni anlaşmalar yapıldı. Kulüpler inim inim inlerken, SOS verirken Federasyon’’un gelirleri daha da artıyor.
Geçen sezon 140 kulübe isim hakkı payı olarak 171 milyon TL dağıtıldı. İddaa oranlarında öngörülen değişiklikle kulüplerinin 153 milyon TL’’si buhar olup uçmaya hazırlanırken, Rize Stadı’’nın açılışında Başbakan’’a yalvar yakar değişiklik geri çektirildi. En azından bir soluk alındı.
Futbolumuzun can simidi, Süper Lig’’in 2010/2014 yayın ihalesi ise kapıda. Şu sıralarda Fenerbahçe aleyhine verilen hakem kararları, yüzünden çatırdayan Kulüpler Birliği, bugün yıllık 175 milyon dolar civarında olan maç yayın gelirlerinin düşük kaldığını ve yeni ihalede bu rakamın yıllık en az 400 milyon dolar olması gerektiğini vurguluyor.
Bu düşünce de Federasyon tarafından kabul görüyor. TFF Başkanı Mahmut Özgener de çeşitli alternatifler üzerinde duruyor. Maçların iki ayrı paket halinde satılması ve IPTV haklarının ayrıca ihale edilmesi gibi konular üzerinde çalışmalar sürüyor.
1994/95 sezonunda, daha havuz bile kurulmadan CİNE 5’’le 7.2 milyon dolarla başlayan yayın ihalesinde şimdi 175 milyon dolar bile az bulunuyor.
Ama dışarıya baktığımızda bu duruma hak vermemek elde değil. İngiltere Premier Ligi’’nin 2010-13 yayın ihalesi 1.9 milyon euro ile Sky tarafından alınmış. Gelecek yıl bu ligin 46 maçını ise 105 milyon euro ödeyerek ESPN yayınlayacak.
Kalitesi bizden pek fazla yüksek olmayan Avrupa’’nın vasat ligleri arasında yer alan Fransa Ligi ise Canal Plus ve Orange tarafından 2012'ye kadar 4 sezon boyunca alınmış. İki kuruluşun ödeyeceğı miktar ise toplam 668 milyon euro.
Almanya'da ise 2009-2013 dönemini kapsayan yayın ihalesinde 1.7 milyar euroluk gelir elde edilmiş. Bu ihalede ARD ve ZDF, TV yayın haklarını alırken, Deutsche Telekom AG internet ve mobil telefon maç yayın haklarını almış.
Avrupa’’nın en klas iki ligi İtalya ve İspanya'yı sorarsanız orada havuz sistemi yok. Kulüpler kendi haklarını kendileri pazarlıyor.
Avrupa kulüpleriyle bizim aramızda ise uçurumlar var. Üç büyüklerden Fenerbahçe ve Galatasaray 5.8 milyon euro, Beşiktaş 4.2 milyon euro kazanırken, Real Madrid 135.8,
M.United 115.7, Barcelona 116.2, Bayern Munich 49.4, Chelsea 97.8, Liverpool 96.4,
Milan 122.5, Roma 105.7, Olimpik Lyon 75 milyon euro yayın geliri elde ediyor.
Avrupalı bunu nasıl başarıyor?Bunu iyice bir araştırmak gerekiyor. Devlet politikaları, değişik pazarlama yöntemleri, kulüplerin bütçe dengelerinde uygulaması istenen, bunu beceremedikleri zaman küme bile düşürüldükleri katı kurallar ve dışardan gelen sponsorların ödediği cazip paralar’… Tüm bunlar Avrupalı’’yı para sorunundan uzaklaştırıyor. Gelirleri artan kulüpler kadrolarını daha da güçlendirip, gişe gelirlerini katlıyor, daha çok kombine satıyor, forma ve lisanslı ürün satışlarından daha çok kazanıyor, marka değerlerini arttırdıkları için de başta yayın gelirleri olmak üzere her meta’’yı daha cazip fiyatlara satıyorlar.
Ya biz ne yapacağız?Kendi derdine düşmüş ülkede, ’“hükümet bir de futbol topunu mu düşünecek?’” diyorsanız bir anlamda haklı olabilirsiniz. Ama milli maç kazandığımız zaman meydanları, sokakları doldurmayı, Avrupa’’da başarı yakaladığımız zaman sabahlara kadar tur atmayı biliyorsunuz. Öyleyse bunu da göz ardı edemezsiniz.
Türkiye gerçeğinde tüm olumsuz tabloya karşın Süper Lig’’e kapağı atan biraz da işi bilen kefeni yırtıyor. Ya aşağıdakiler ne yapsınn?Bank Asya gelirlerin az, mücadelenin Süper Lig’’den daha çetin olduğu pahalı, ona karşın garantiden yoksun çok çetin bir yarışma ortamı. Yüzüp yüzüp kuyruğuna getirep, play off’’tan geriye dönmek var. (Bkz. Sakarya ’– Altay, Kasımpaşa- Altay, Kasımpaşa ’– KSK karşılaşmaları)’… 2. Lig ve 3. Lig ise daha felaket. Şampiyonluk dev bütçelere bile garanti değil. Ona karşın gişe geliri sıfır, taraftar yok, isim hakkı yok denecek kadar az. Yayın geliri ve sponsorlar ise hiç yok. Çözümün adresi ne yazık ki, Türkiye’’de herkesin (iş ya da aş) bir şeyler umduğu, görevi,vatandaşa yol yapmak, su götürmek, çöpünü toplamak olana belediyeler. Belediyelerin arkasında dayıları olanlar rahat. Diğerleri korku içinde; ’“Ne zaman mahkeme kapılarına düşerim?’” diye.
Her geçen gün, köklü camia takımları, isimleri kentlerle özdeşleşmiş, tarihin içinden süzülüp günümüze gelen, yılların kulüpleri kepenk kapatıyor, ya da alt liglerde, hatta çoğu amatör kümelerde yaşama savaşı veriyorlar.
Futbol; bir yanda en önemli kara para aklama platformu, mafyadan, yeşil sermayeye, kurnaz politikacılara varıncaya dek, değişik kesimlerin boy hedefi, yeni dünya düzeninin, her kapıyı açan, pahalı yeni oyuncağı’… Öte yanda işini bilmeyen (!) dürüstçe bir şeyler yapmaya çabalayıp, gelenekleri, eğilimleri, spor olgusunu, onun erdemlerini ve forma aşkını gözetip, ancak soluk almaya güçleri yetenlerin karın ağrısı, hatta kabusu, tüm mazoşist duygularla sevip bırakamadıkları, tatlı belası.
Bir şeyler yapılması gerek. Borçların yine, yeni, yeniden yapılandırılması. Kulüplerin ’“Kanarya Sevenler Derneği’” gibi değil de, ticari varlıklar gibi yönetilmesi ve devlet katında da o muamelemeyi görmesi. Futbolun kanını emen sülüklerin temizlenmesi. Federasyon’’un kasasındaki hazinenin bir bölümünün futbola bir milat yaratıp, yeni bir beyaz sayfa açmak için eşit ve hakça kullanılması. Beden Terbiyesi Kanunu’’nun değişitrilip, bu teşkilattan daha fazla yarar sağlanması. Kalıcı gelir yaratılması. Tutmayan sponsorluk yasasının yeniden işlen hale getirilmesi. Daha aklımıza gelmeyen niceleri.
Ama adım gibi eminim ki, bunların hiç biri olmayacak. Öyleyse; ’“Borç yiğidin kamçısı’” deyip, devam.