Çok güzel bir çocukluğum oldu,
güzel insanlarla paylaşılan yıllar.
İlginçtir odamı hiç hatırlamıyorum,
doğduğum evin
o büyük balkonu,
bahçesi,
Japon balıklarının olduğu havuzu,
sokağı
hala gözümün önünde
ama odamla ilgili tek bir resim bile yok hafızamda.
Demek ki gerçekten de çocuk gibi bir çocukluk yaşamışım;
bahçede, sokakta oynamış,
ağaçlara tırmanmış,
havuzda ıslanmış,
sokakta kirlenmişim…
Bizim mahalle enteresan bir yerdi,
bizim gibi birkaç Rum,
Girit, Rodos, İstanköy, göçmeni,
Balkanlardan, Kuzey Yunanistan ve Arnavutluktan
gelmiş, farklı kültürlerden, farklı dinlerden aileler vardı.
Deliye her gün bayram misali
tüm bayramlar kutlanırdı,
iftarlar beraber açılır,
bayram yemekleri birlikte yenirdi,
yine de Hıdrellez en keyifli kutlama olurdu;
ısırgan otlarıyla dağlanan bacaklar,
akşam ateş yakmak için evlerden toplanan tahtalar,
gül ağaçlarına bağlanan dilekler…
Bu arada bir rivayete göre
beni Hıdrellez'de adamışlar,
senesi olmadan da doğmuşum…
Büyükler birbirlerine hanım, bey diye hitap ederlerdi,
insanlar samimi, içten, bir o kadar da saygılıydılar.
Herkes sınırlarını bilirdi,
samimiyetle laubalilik karıştırılmazdı.
Bir evde pişen, kokmuştur mantığı ile mutlaka paylaşılırdı,
zaten komşunun evinde pişen
biz çocuklar için hep daha lezzetliydi.
Akşam gezmeleri ise çekilmezdi,
türlü türlü ikram hazırlanmış olmasına rağmen,
annemin göz komutlarıyla hareket etmek zorundaydım.
Annem gözleriyle onaylamadan
ikram edileni alabilmem mümkün değildi.
Şimdilerde hepimizin elinden düşürmediği
android telefonlar, tabletler var ya,
o zamanlar sabit telefon için senelerce sıra beklemek zorundaydın.
Bizim evde bir hat vardı,
alt komşumuzla ortak kullanırdı,
iki ev arasında paralel bir hat,
çevirmeli düğmeli bir düzenek kurulmuştu.
Şayet hat bizdeyken alt kata çağrı gelmişse, yere vururduk,
aynı şekilde hat onlardayken bize çağrı gelmişse onlar da tavana vururdu.
Telefon hattı kimin üzerineydi,
fatura geldiğinde nasıl ödenirdi bilmiyorum ama
iki aile arasında telefonla ilgili bir sorun yaşandığını hiç mi hiç hatırlamıyorum…
6 yaşında o güzel evden taşındık ama bağımız hiç kopmadı.
Bizler büyümüş, büyüklerimiz de yaşlanmıştı.
İlk ayrılan babam olmuştu,
alt evin küçük kızı
hastalığı süresince babama
kendi evinden taze portakal suyu taşıdı,
tek içimlik,
sevgiyle ve sadece babam için
her gün taze taze sıkılan portakal suyu…
Öldüğünde büyük kızı bizlerle yas tutmuş,
çalışan insan olmasına rağmen 40 gün boyunca makyaj yapmamıştı.
Babamdan sonra Hüsamettin Bey Amca ayrıldı aramızdan,
gerçek bir beyefendi,
Cumhuriyet insanı,
son günlerine kadar
başında fötr şapkası,
boynunda papyonuyla dolaştı.
Ardından annem gitti,
bu cumartesi de Müşerref Hanım Teyzeyi yolcu ettik…
Büyüklerimiz bir bir yanımızdan ayrıldı,
büyük olma,
onlardan görerek öğrendiklerimizi fiiliyata geçirme sırası bize geldi.
Cumartesi günü kabristanda ağabeyim;
'Eleni mezeleri hazırlamış,
Angeli sofrayı kurmuş,
Hüsamettin de kapıda Müşerref'i bekliyor şimdi' dediğinde,
aklıma cennetimizin ortak olup olmadığı takıldı.
Bu fani dünyada
iyi günde
kötü günde
hep beraber olan ruhlar,
ebedi hayata göç ettiklerinde
farklı inançlarından dolayı
birlikte olamayacaklar mıydı?
Saçma,
hem de çok saçma,
şayet öyle bir şey varsa da
benim seçimim sevdiklerimle cehennemi paylaşmak olurdu,
nasıl ki bu dünyada
bayramların sevdiklerin yanında olmayınca tadı tuzu yoksa
nasıl ki bu dünyada
acılar sevdiklerin yanında olunca azalıyorsa
öbür tarafta da biz cehennemi cennet yapmasını biliriz…
güzel insanlarla paylaşılan yıllar.
İlginçtir odamı hiç hatırlamıyorum,
doğduğum evin
o büyük balkonu,
bahçesi,
Japon balıklarının olduğu havuzu,
sokağı
hala gözümün önünde
ama odamla ilgili tek bir resim bile yok hafızamda.
Demek ki gerçekten de çocuk gibi bir çocukluk yaşamışım;
bahçede, sokakta oynamış,
ağaçlara tırmanmış,
havuzda ıslanmış,
sokakta kirlenmişim…
Bizim mahalle enteresan bir yerdi,
bizim gibi birkaç Rum,
Girit, Rodos, İstanköy, göçmeni,
Balkanlardan, Kuzey Yunanistan ve Arnavutluktan
gelmiş, farklı kültürlerden, farklı dinlerden aileler vardı.
Deliye her gün bayram misali
tüm bayramlar kutlanırdı,
iftarlar beraber açılır,
bayram yemekleri birlikte yenirdi,
yine de Hıdrellez en keyifli kutlama olurdu;
ısırgan otlarıyla dağlanan bacaklar,
akşam ateş yakmak için evlerden toplanan tahtalar,
gül ağaçlarına bağlanan dilekler…
Bu arada bir rivayete göre
beni Hıdrellez'de adamışlar,
senesi olmadan da doğmuşum…
Büyükler birbirlerine hanım, bey diye hitap ederlerdi,
insanlar samimi, içten, bir o kadar da saygılıydılar.
Herkes sınırlarını bilirdi,
samimiyetle laubalilik karıştırılmazdı.
Bir evde pişen, kokmuştur mantığı ile mutlaka paylaşılırdı,
zaten komşunun evinde pişen
biz çocuklar için hep daha lezzetliydi.
Akşam gezmeleri ise çekilmezdi,
türlü türlü ikram hazırlanmış olmasına rağmen,
annemin göz komutlarıyla hareket etmek zorundaydım.
Annem gözleriyle onaylamadan
ikram edileni alabilmem mümkün değildi.
Şimdilerde hepimizin elinden düşürmediği
android telefonlar, tabletler var ya,
o zamanlar sabit telefon için senelerce sıra beklemek zorundaydın.
Bizim evde bir hat vardı,
alt komşumuzla ortak kullanırdı,
iki ev arasında paralel bir hat,
çevirmeli düğmeli bir düzenek kurulmuştu.
Şayet hat bizdeyken alt kata çağrı gelmişse, yere vururduk,
aynı şekilde hat onlardayken bize çağrı gelmişse onlar da tavana vururdu.
Telefon hattı kimin üzerineydi,
fatura geldiğinde nasıl ödenirdi bilmiyorum ama
iki aile arasında telefonla ilgili bir sorun yaşandığını hiç mi hiç hatırlamıyorum…
6 yaşında o güzel evden taşındık ama bağımız hiç kopmadı.
Bizler büyümüş, büyüklerimiz de yaşlanmıştı.
İlk ayrılan babam olmuştu,
alt evin küçük kızı
hastalığı süresince babama
kendi evinden taze portakal suyu taşıdı,
tek içimlik,
sevgiyle ve sadece babam için
her gün taze taze sıkılan portakal suyu…
Öldüğünde büyük kızı bizlerle yas tutmuş,
çalışan insan olmasına rağmen 40 gün boyunca makyaj yapmamıştı.
Babamdan sonra Hüsamettin Bey Amca ayrıldı aramızdan,
gerçek bir beyefendi,
Cumhuriyet insanı,
son günlerine kadar
başında fötr şapkası,
boynunda papyonuyla dolaştı.
Ardından annem gitti,
bu cumartesi de Müşerref Hanım Teyzeyi yolcu ettik…
Büyüklerimiz bir bir yanımızdan ayrıldı,
büyük olma,
onlardan görerek öğrendiklerimizi fiiliyata geçirme sırası bize geldi.
Cumartesi günü kabristanda ağabeyim;
'Eleni mezeleri hazırlamış,
Angeli sofrayı kurmuş,
Hüsamettin de kapıda Müşerref'i bekliyor şimdi' dediğinde,
aklıma cennetimizin ortak olup olmadığı takıldı.
Bu fani dünyada
iyi günde
kötü günde
hep beraber olan ruhlar,
ebedi hayata göç ettiklerinde
farklı inançlarından dolayı
birlikte olamayacaklar mıydı?
Saçma,
hem de çok saçma,
şayet öyle bir şey varsa da
benim seçimim sevdiklerimle cehennemi paylaşmak olurdu,
nasıl ki bu dünyada
bayramların sevdiklerin yanında olmayınca tadı tuzu yoksa
nasıl ki bu dünyada
acılar sevdiklerin yanında olunca azalıyorsa
öbür tarafta da biz cehennemi cennet yapmasını biliriz…